Logo

1. Hukuk Dairesi2021/1909 E. 2022/1231 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Davacı, oğlunun borcu nedeniyle davalı tarafından tehdit ve baskıyla taşınmazını devretmeye zorlandığını iddia ederek, yapılan devir işlemlerinin hile ve inançlı işlem hukuksal nedenlerine dayalı olarak iptalini ve taşınmazın kendi adına tescilini talep etmiştir.

Gerekçe ve Sonuç: Hile ve inançlı işlem iddialarının ispat edilemediği, davalıların iyi niyetli üçüncü kişi konumunda oldukları ve tapu siciline güven esasının gözetilerek yerel mahkeme kararının onanmasına karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : ... BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK DAİRESİ

İLK DERECE

MAHKEMESİ : ... 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil istekli dava ve sonunda ... Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince verilen 02/03/2021 tarihli 2020/958 Esas - 2021/222 Karar sayılı karar, yasal süre içerisinde davacı vekili tarafından duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla; duruşma günü olarak saptanan 16.02.2022 Çarşamba günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili Avukat ... ile temyiz edilen davalı ... vekili Avukat ... geldiler. Davetiye tebliğine rağmen diğer davalı vekilleri gelmediler. Yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

I. DAVA

Davacı, dava dışı oğlu ...'in davalılardan ...'a olan borcundan dolayı davalı ...’nın kendisini sürekli olarak tehdit ettiğini ve baskı yaratmak suretiyle oğlu ...'in borcunu kendisinden istediğini, ödeme gücünün bulunmadığını söylemesi üzerine de davalı ...’nın, maliki olduğu 140 ada 49 parsel sayılı taşınmazını kredi kullanmak üzere kendisine devretmesini, bankalarla ticari ilişkisinin iyi olduğundan bahisle daha kolay ve yüksek miktarda kredi kullanabileceğini söyleyerek taşınmazın devrini sağladığını, ancak adı geçen davalının taşınmaz için kredi kullanmadığı gibi tapu iptalini engellemek amacıyla önce davalı ...'e ondan da davalı ...’ye devretmek suretiyle adeta dolandırıcılık faaliyetini hukuki kılıfına uydurmuş olduğunu, yapılan devir işlemlerinin gerçek olmadığını ileri sürerek, dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

II. CEVAP

Davalı ..., davanın husumet yokluğu nedeniyle reddini talep ettiğini, işbu davada iyi niyetli 3. kişi durumunda olduğunu, davacının kötü niyetli olduğunu, davalı ..., iki yıl önce davacının adına kayıtlı olan dükkanı bedelini ödeyerek ve karşılıklı anlaşarak satın aldığını, iddiaların soyut ve mesnetsiz olduğunu, davaya konu işyerini satın aldıktan yaklaşık 8 ay sonra diğer davalı ...'e sattığını, ancak işyerinin en son maliki olan ...’yi tanımadığını, diğer davalı ..., dava konusu taşınmazı tapu kütüğüne güvenerek, iyiniyetli olarak satın

aldığını, taşınmazı aldığında içinde kiracı olarak bulunan...’den tahliye taahhüdü aldığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

... 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 03/03/2020 tarihli ve 2017/1304 E. - 2020/200 K. sayılı kararıyla; davacının oğlu olan tanığın beyanına itibar edilmesi halinde taşınmazın davalı ...'a kredi çekeceğini söylemesi nedeniyle verildiğinin ve davalının taşınmazı geri vereceğini söylemesine rağmen üçüncü kişilere devrettiğinin kabulü gerektiği, ancak taşınmazı daha sonra devralan davalılar ... ile ...'nin kötüniyetli olduğunun ispatı gerektiği, dosya kapsamından davalı ... ve ...'nin davacı ve davalı ... arasındaki ilişkiyi bildiği veya bilmesi gerektiğinin tespit edilemediği, buna ilişkin delil sunulmadığı gerekçeleri ile davanın reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

1. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

2.İstinaf Nedenleri

Davacı vekili, dava dilekçesindeki iddialarını tekrar ederek, davalı ...’un ipotekli taşınmaza kredi kullanabileceğini ancak kullanabilmesi için de, taşınmazın kendi adına tescilinin gerektiği şartını ileri sürerek, müvekkilini kandırıp temliki sağladığını, müvekkilinin ve davalıların taşınmazı bu denli düşük bir bedelle satmış olmalarının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, davalıların bugüne kadar yapılmış bir ödemeye dair herhangi bir evrak sunmadıklarını, dosyada mübrez bilirkişi raporlarında tespit edilen bedel ile tapuda gösterilen bedel arasında fahiş fark bulunduğunu, tanık beyanlarının bu kişilerin kötü niyetli olarak satış işlemi yaptıklarına dair delil niteliğinde olduğunu, davalı ...’un devirlerden sonra da taşınmaz üzerinde hâkimiyet sahibi olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasını istemiştir.

3. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 02/03/2021 tarihli ve 2020/958 E. - 2021/222 K. sayılı kararıyla; dosya içeriğine göre davalı ...'nın inanç ilişkisini ve hile iddiasını inkar ettiği, bedelini ödeyerek taşınmazı satın aldığını savunduğu, davacının şikayeti üzerine ... Cumhuriyet Başsavcılığı 2017/61818 sayılı soruşturma dosyasında takipsizlik kararı verildiği, davacı tanıkları Selami, Mehmet ve davacının oğlu ...'in beyanlarının inanç ilişkisi ve hile iddiasını kanıtlanamaya yeterli olmadığı, tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak gerektiği, davalı son tapu malikinin kötü niyetli olduğunun kanıtlanamadığı, davacı tarafın iradesinin sakatlanarak devrin gerçekleştiğini ispat edemediği, İlk Derece Mahkemesince verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçeleri ile davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

V. TEMYİZ

1.Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Temyiz Nedenleri

Davacı vekili, huzurdaki davada hile hukuksal nedenine de dayanılmış olup, hilenin her türlü delille ispat edilebileceğini, dinlenen tanık beyanları ile dava konusu taşınmazın satışının gerçek olmadığının, hileli olduğunun ispat edildiğini, tanık ...'in beyanlarına rağmen davalı ... tanığının beyanına üstünlük tanınarak davalı ...’in iyiniyetli kabul edilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, davalıların taşınmazı tapu siciline güvenerek iyiniyetli olarak iktisap edip etmedikleri hususunun yüzeysel bir şekilde incelendiğini, bilirkişi raporunda tespit edilen değer ile tapu senedinde gösterilen değer arasında aşırı fark bulunduğunu belirterek, kararın bozulmasını istemiştir.

3. Gerekçe

3.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Uyuşmazlık, hile ve inançlı işlem hukuki nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

3.2. İlgili Hukuk

3.2.1. Hile (aldatma), genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hata da yanılma, hilede ise yanıltma söz konusudur. 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 36/1. (818 s. Borçlar Kanunun (BK) 28/1.) maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse yanılma (hata) esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.

Öte yandan, hile her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir. Aldatmanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir.

3.2.2. Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.

Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.

Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.

Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.

Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.

Bu durumda; gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan 4721 s. Türk Medeni Kanununun (TMK) 873. maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı da kuşkusuzdur. Nitekim bu düşünce Hukuk Genel kurulunun 23.5.1990 gün ve l990/1-202-315 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.

Bilindiği gibi, inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (818 s. Borçlar Kanunu 818 s. Borçlar Kanununun (BK). m.; 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 97. m.) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de TBK'nın 26 ve 27. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.

İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ ifa uğruna edim “ olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamayacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde herhangi bir düzenleme olmamasına karşın, inanç sözleşmelerinin yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.

İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında,onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu; taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nispi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.

Burada üzerinde durulması gereken husus,taşınmaz mallar yada şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla,sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.

Bilindiği üzere; uygulamada mesele, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.

Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.

Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında,belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira TBK'nin 509. maddesindeki “Vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden doğan üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer.” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan TBK'nın 19. maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.

İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü, gerek işleyişi açısından, genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir.

Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere;inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.

İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.

3.2.3. HMK’nın 190. maddesinde, "İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.",

3.2.4. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 6. maddesinde, "Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.", hükümlerine yer verilmiştir.

3.3. Değerlendirme

Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı (V/3.2.) paragrafta yer verilen yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve özellikle süresi içinde sunulan ilk temyiz dilekçesinde "yemin deliline dayanılmasına rağmen Mahkemece bu delil üzerinde durulmadığı" hususunun ileri sürülmediği gözetilerek, yazılı şekilde karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

VI. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle; davacı vekilinin yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, 20/11/2021 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince 3.815,00 TL duruşma vekâlet ücretinin temyiz eden davacıdan alınıp temyiz edilen davalı ... vekiline verilmesine, aşağıda yazılı 21,40 TL bakiye onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, 16/02/2022 tarihinde kesin olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.