Logo

1. Hukuk Dairesi2021/2044 E. 2021/6680 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Mirasbırakanın sağlığında yaptığı taşınmaz satışlarının muris muvazaası kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve satış tarihinde mirasçı olmayan, ancak mirasbırakanın ölümüyle mirasçı sıfatını kazanan kişinin muris muvazaası davası açıp açamayacağı hususunda uyuşmazlık bulunmaktadır.

Gerekçe ve Sonuç: Taşınmazların devri tarihinde davacının mirasçı sıfatının bulunmaması ve mirasbırakanın mirasçılarından mal kaçırma amacıyla hareket ettiğinin söylenememesi gözetilerek yerel mahkeme kararının onanmasına karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : ... BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK DAİRESİ

DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL - TENKİS - BEDEL

Taraflar arasında birleştirilerek görülen davada;

Asıl ve birleştirilen davada davacı, mirasbırakan eşi ...’nun ... parsel sayılı taşınmazı ile ...,... ve ... parsel sayılı taşınmazlardaki 1/3’er paylarını , 1/3’er paylarla davalı çocukları ...,... ve ...’a satış suretiyle temlik ettiğini ,...’ın ... ve ... parsel sayılı taşınmazlardaki paylarını üçüncü kişilere devrettiğini, yapılan işlemlerin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek çekişme konusu taşınmazların davalılar adlarına olan tapu kayıtlarının iptali ile miras payı oranında adına tesciline ,olmadığı takdirde tenkise, üçüncü kişiye devredilen taşınmazlar yönünden miras payı oranında bedele hükmedilmesini istemiştir.

Asıl ve birleştirilen davada davalılar, mirasbırakanın geçirdiği kaza nedeni ile felç olduğunu, bakımının masraflı olduğu için de çekişme konusu taşınmazların intifa hakkını üzerinde bırakarak çıplak mülkiyetini kendilerine sattığını, satış bedellerinin mirasbırakana ödendiğini, satış tarihinde davacı ile mirasbırakanın evli olmayıp, temliklerdeki amacın mal kaçırmak olmadığını belirterek davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, taşınmazların temlik tarihinde davacının mirasçılık sıfatının bulunmadığı gerekçesi ile asıl ve birleştirilen davanın reddine karar verilmiş, anılan karara karşı davacı vekilinin istinaf başvurusu ... Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince 6100 sayılı HMK’nun 353/1-b-1 maddesi uyarınca esastan reddedilmiştir.

Karar, asıl ve birleştirilen davada davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla, Tetkik Hakimi ...’un raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.

-K A R A R-

Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve özellikle murisin devir tarihinde davalılardan başka mirasçısının olmadığı, bu nedenle mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla hareket ettiğinden bahsedilemeyeceği gözetilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru olduğuna göre; asıl ve birleştirilen davada davacının yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, harç peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, 10.11.2021 tarihinde kesin olmak üzere oyçokluğuyla karar verildi.

-KARŞI OY-

Dava, muris muvazaası hukuki sebebine dayalı tapu iptal tescil isteğine ilişkindir.

İlk derece mahkemesince dava reddedilmiş, Bölge Adliye Mahkemesince de, temlik tarihinde davacının mirasçı olmaması nedeniyle davanın reddine karar verilmiş, sayın çoğunluk tarafından karar onanmıştır.

Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan görüş aykırılığı, murisin yaptığı temlik tarihinde mirasçı olmayan ancak murisin ölüm tarihinde mirasçılık sıfatını kazanan kişinin muris muvazaası nedeniyle dava açıp açamayacağı, bir başka ifadeyle murisin bu davacı aleyhine mal kaçırma iradesinin mümkün olup olmayacağı noktasında toplanmaktadır.

Temlik tarihinde henüz evli olmayan ikinci eşten mal kaçırmanın mümkün olup olmadığına gelince, ileride evlenmeyi düşünen ancak ona mal kalmasını istemeyen, bütün mal varlığını önceki eşinden olma çocuklarına veren kişinin kastı diğer delillerle birlikte değerlendirilerek belirlenmelidir. Somut olayda murisin taşınmazlarını 4.6.2001 tarihinde temlik ettiği, davacı ile de 7.6.2001 tarihinde evlendiği kayden sabittir. Temlik ile evlenme tarihi arasındaki çok kosa süre nazara alındığında murisin evlenme kararı aldıktan sonra 2. Eşine taşınmaz bırakmamak için temliklerin yapıldığının kabulü hayatın olağan akışına da uygun olacaktır.

Diğer yandan, muris bir kısım mirasçılarından mal kaçırabileceği gibi, terekeden de mal kaçırması mümkündür. Tereke ise murisin ölüm tarihindeki mevcut mal varlığıdır. Dava konusu taşınmazlar temlik edilmeseydi murisin ölümü ile terekede olacaktı ve davacı da yasal hakkını bu mallardan alacaktı. O nedenle murisin ölümü ile terekeye iştirak halinde malik olan davacının aleyhine temlikler yapıldığının kabulü gerekmektedir. Ayrıca kimin mirasçı olacağı ancak murisin ölümü kesinlik kazanır. Muris muvazaasının niteliği gereği, mal kaçırma esasen mal varlığından (terekeden) olur. Tereke de ölümle mirasçılara kalacağı için yapılan temlik tarihinde mirasçıdan bahsetmek mümkün olmayacaktır.

Öte yandan Dairenin 2016/6514 E, 2019/1735K sayılı kararında da belirtildiği gibi “Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 01.03.2000 tarih 2000/1-126 Esas, 2000/143 Karar ilamında da belirtildiği üzere, 1.4.1974 tarih ½ sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme kararında” bir kimsenin mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malını gerçekte bağışlamak istediği halde, tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıkladığının gerçekleşmesi durumunda saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların görünürdeki satış sözleşmesinin muvazaalı olduğunu ve gizlenen bağış sözleşmesinin de biçim koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek açabilecekleri bu dava hakkının geçerli sözleşmeleri için düzenlenen Medeni Kanunun 565 ve 669. maddelerinin sağladığı haklara etkili olamayacağı öngörülmüştür.Gerek kararın gerekçesinden, gerekse bağlayıcı olan sonuç bölümünden böyle bir davanın temlikin yapıldığı tarihte mirasçılık sıfatını taşıyanların açabileceğini kabul etme olanağı yoktur.Aksine değinilen kararda belirli bir mirasçı veya mirasçılardan söz edilmeyip genel “mirasçı sözcüğü kullanılmak “miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar” denmek suretiyle temlik tarihinde mevcut ve sonradan ortaya çıkabilecek mirasçılar bakımından ayrım yapılmış değildir. Nitekim 22.05.1987 tarih 4/5 sayılı inançları birleştirme kararının sonuç bölümünde de “mirasbırakanın yaptığı temliki tasarruflardan zarar gören mirasçıların “dava açabilecekleri belirtilmiştir.O halde muvazaalı temlik tarihinde miras bırakanın başka bir mirasçısının bulunması, mirasçıdan mal kaçırma iradesinin oluşması için yeterlidir.Esasen muvazaalı temlikten bir veya bir kaç mirasçı değil, tüm mirasçıların zarar göreceği aşikardır.

Öte yandan Türk Medeni Kanunu’nun 580. maddesi uyarınca “mirasçı olabilmek için mirasbırakanın ölümü anında mirasa ehil olarak sağ olmak şarttır.”Başka bir koşul söz konusu olamaz.Yine aynı kanunun 599.maddesinde” mirasçılar , mirasbırakanın ölümü ile mirası bir bütün olarak, kanun gereğince kazanırlar.Kanunda öngörülen ayrık durumlar saklı kalmak üzere mirasçılar, mirasbırakanın ayni haklarını, alacaklarını, diğer malvarlığı haklarını, taşınır ve taşınmazlar üzerindeki zilyetliklerini doğrudan doğruya kazanırlar ve mirasbırakanın borçlarından kişisel olarak sorumlu olurlar” hükmü getirilmiştir.Türk Medeni Kanunu’nun değinilen açık hükümleri karşısında bir mirasçının daha önce değil, murisin ölüm tarihinde (mirasın açılma tarihinde)mirasçılığa ehil ve sağ olması esastır.İstikrar kazanmış Yargıtay İçtihatlarında murisin muvazaalı temliki yaptığı tarihteki çocukları ile bundan sonra ana rahmine düşen çocukları arasında dava hakkı yönünden hiç bir fark gözetilmemiştir.Türk Medeni Kanunu’nun 500.maddesinin “evlatlık ve altsoyu, evlât edinene kan hısımı gibi mirasçı olurlar “ hükmü gereğince füruu ve evlâtlık arasında bir ayırım yapmak da olanaksızdır.Bunun yanında mirasbırakanın başka bir mirasçısının muvazaa nedeniyle dava açıp tapu kaydının iptali ile terekeye döndürülmesini sağladığı takdirde temlik tarihinden sonra mirasçı olan kişinin o taşınmaza payı oranında malik olacağı kuşkusuzdur.

Hâl böyle olunca, muvazaalı temlik tarihinden sonra mirasçılık sıfatı kazanan mirasçıya muvazaa nedeniyle dava açmak hakkı tanınmaması izahı güç bir çelişki oluşturur, muvazaalı işlemlerin hüküm ve sonuçlarına ilişkin ilkelere, Türk Medeni Kanunu’nun açık hükümlerine, sözü edilen inançları birleştirme kararlarına, Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarına ters bir sonuç doğurur. Öyle ise miras bırakanın muvazaalı temlikinden sonra evlât edindiği, veya evlendiği kişinin yahut ana rahmine düşen çocuğunun muris muvazaasına dayanarak tapulu taşınmazlar hakkında açtığı iptal ve tescil davalarında 1.4.1974 tarih ½ sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulama yeri bulacağı, buna bağlı olarak somut olayda da davacının dava açabileceği kabul edilerek, yukarıda açıklanan ilke ve olgular gözetilmek suretiyle işin esasına girilmesi, taraf delillerinin eksiksiz toplanıp sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir”

Yukarıda ayrıntısıyla açıklandığı üzere, somut olayda murisin asıl amacının ikinci eş olan davacıdan mal kaçırmak olduğu, davacının da murisin ölüm tarihinde mirasçı olması nedeniyle bu davayı açmakta hakkı ve hukuki menfaati bulunduğu gözetilmek suretiyle davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği kanaat ve düşüncesinde olduğumdan sayın çoğunluğun onama görüşüne katılmıyoruz.