"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Mahkemece temyiz başvurusunun miktar itibariyle reddine ilişkin verilen ek karar, süresi içinde davacı tarafından temyiz edilmekle; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü;
I. DAVA
Davacı ..., Sarıkamış ilçesi Şehitemin köyünde yapılan kadastro çalışmaları sonucunda maliki olduğu 138 ada 2 parsel sayılı taşınmazın sınırlarının yanlış tespit edildiğini, taşınmazının devamı olan 20 metrekarenin 138 ada 1 parsel sayılı taşınmaz içinde, 400 metre karesinin de 138 ada 10 parsel sayılı mera parseli içerisinde kaldığını ileri sürerek, bu kısımların tapu kayıtlarının iptali ile adına tescilini istemiştir.
II. CEVAP
Davalı Hazine vekili, davanın reddini savunmuştur.
III. MAHKEME KARARI
Sarıkamış Asliye Hukuk Mahkemesinin 24.04.2014 tarihli ve 2012/149 Esas, 2014/119 Karar sayılı kararıyla; dava konusu 138 ada 1 no.lu parsel, dosya içerindeki fotoğraflarda görüleceği üzere sınırlarının taş duvarla ayrılmış olduğu ve mahalli bilirkişi beyanlarında belirtildiği üzere davalı ... ... mirasçılarına ait olduğu, sınırlarının kadimden beri bu şekilde olduğunun belirtilmesi nedeniyle, 138 ada 10 nolu parselin ise tanık, mahalli bilirkişi beyanları ve köy tüzel kişiliği temsilcisinin kabulüne göre mera parseli olmadığı, kadastro geçerken davacıya ait 138 ada 2 parsel sayılı taşınmazın yüzölçümünün eksik ölçüldüğü, çitlerle çevrili alan ile yol arasında kalan kısmın mera olarak yazıldığı oysa ki bu yerin zirai bilirkişi raporuna ekli fotoğraflarda görüleceği üzere taşınmaz ile yol arasındaki şev olduğu, bu haliyle mera olmadığı gerekçesiyle; davanın kısmen kabulüne 138 ada 10 parsel sayılı taşınmazda 06/03/2014 havale tarihli fen bilirkişi raporunda (a) harfi ile gösterilen 133.02 metrekarelik kısmın tapu kaydının iptali ile davacı adına tapuya tesciline, geriye kalan kısmın önceki tespit gibi davalı Hazine adına tapuya kayıt ve tesciline, 138 ada 1 parsel sayılı taşınmaz hakkında açılan davanın reddine karar verilmiştir.
Karar davacı ve davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiş, temyiz başvuruları, miktar itibarıyla kesin olduğu gerekçesiyle, 12.06.2019 tarihli ek karar ile ret edilmiştir.
IV. TEMYİZ
1.Temyiz Yoluna Başvuranlar
Mahkemenin yukarıda belirtilen ek kararına karşı süresi içinde davacı temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Temyiz Nedenleri
Mahkemece ilk başta karar verilirken yargı yolu açık bırakıldığı halde daha sonra ek karar ile kararın temyiz sınırı olan 1.890.00 TL'nin altında kaldığı ve kesin karar olduğu gerekçesiyle, temyiz başvurusunun reddine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, ek kararın bozulmasını talep etmiştir.
3.Gerekçe
3.1.Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Dava, kadastro öncesi nedenlere dayalı açılmış tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
3.2. İlgili Hukuk
3402 sayılı Kadastro Kanunu 14. maddesi “Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir.”
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713/1. maddesi, ‘’Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir. ‘’
3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 17. maddesi, “Orman sayılmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz mallar 14 üncü maddedeki şartlar mevcut ise imar ve ihya edenler veya halefleri adına, aksi takdirde Hazine adına tespit edilir.”
Anayasa’nın 36. madddesinin 1. fıkrası uyarınca herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı yahut davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
3402 sayılı Kanun’a eklenen Ek 6. maddesi ile ‘’Kadastro Mahkemesinin veya askı ilan süresinden sonra, kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar ile orman kadastrosuna ilişkin davalarda bu mahkemelerce verilen kararlara karşı, miktar ve değere bakılmaksızın 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabilir.’’ hükümlerini içermektedir.
3.3. Değerlendirme
Hemen belirtmek gerekir ki, Anayasa’nın 36. madddesinin 1. fıkrası uyarınca herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı yahut davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir; yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde de herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını mahkeme huzuruna taşınma hakkı teminat altına alınmıştır. Mahkeme kararlarına karşı kanun yoluna başvuru hakkı adil yargılanma hakkının saç ayaklarındandır. Bu anlamda mahkemeye erişim hakkı kapsamında uyuşmazlığın etkin şekilde sonuçlandırılması ancak kanun yolu denetimi ile mümkündür. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararlarının denetim mekanizmasını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar, erişim hakkını ihlal edebilir.
Nitekim 28.07.2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 22.07.2020 tarihli ve 7251 sayılı Kanun’un 53. maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen Ek 6. maddesi ile ‘’Kadastro Mahkemesinin veya askı ilan süresinden sonra, kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar ile orman kadastrosuna ilişkin davalarda bu mahkemelerce verilen kararlara karşı, miktar ve değere bakılmaksızın 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabilir.’’ hükmü getirilmiştir. Hükmün gerekçesinde de açıkça belirlendiği üzere, bu madde ile mevzu davaların mülkiyet hakkına doğrudan tesirinden ötürü ehemmiyeti gereği miktar ve değerine bakılmaksızın kanun yolu incelemesine tabi tutulması suretiyle etkin denetim mekanizması oluşturulması amaçlanmıştır.
Hal böyle olunca, Anayasa ve AİHS ile güvence altına alınan adil yargılama hakkı kapsamında mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı, hukuki belirlilik ilkesi, etkin denetim mekanizmasının oluşturulması gayesi ve 7251 sayılı Kanun’un 53. maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen Ek 6. maddesinin düzenleme amacı bir arada değerlendirildiğinde, tereddüde yol açan usul hükümlerinin aşırı şekilci olarak uygulanması neticesinde yasanın denetim yollarının kullanımını önemli ölçüde etkileneceğinden, kanun yolu başvuru aşamalarının süren usul işlemlerinden olduğu, hüküm kesinleşinceye kadar geçirdiği derecatın bir bütünü oluşturduğu hususları da göz önüne alındığında, 3402 sayılı Yasa'nın Ek 6. maddesinin henüz kanun yolu aşamasında olan dava dosyalarına, yürürlük tarihinden bağımsız olarak sirayet edeceği hususunun tereddütsüz olduğu anlaşılmakla ek karar kaldırılarak,
Davacının esasa ilişkin temyiz isteklerinin incelenmesine gelince, davacı dava dilekçesinde, maliki olduğu 138 ada 2 parsel sayılı taşınmazın sınırlarının kadastroda yanlış ve eksik tespit edildiğini, yaklaşık 400 metrekarelik kısmının 138 ada 10 parsel içerisinde, 20 metrekarelik kısmının ise 138 ada 1 parsel içerisinde kaldığını bildirerek bu bölümlerin kendi adına tescilini istemiştir. Ancak 138 ada 2 parsel sayılı taşınmazın kadastro tutanağı ve tapu kaydı incelendiğinde, taşınmazın dava dışı ... ...’ün zilyetliğinde olduğu, 1990 yılında yarı hissesini davacı ...’e sattığı belirtilerek taşınmaz eşit hisseli şekilde ... ... ve davacı adına 2008 yılında tespit ve tescil edildiği dolayısıyla davacının ½ pay sahibi olduğu anlaşılmaktadır.
Paylı mülkiyette pay maliklerinin maddi anlamda bölünmüş herhangi bir payları söz konusu olmayıp bir şeyin tamamına belli paylarla malik oldukları kabul edilmektedir. Yani taşınmaz üzerinde sahip oldukları yer maddi olarak belirlenmemiştir. Hakları taşınmazın tamamına yaygındır. Ancak her pay birbirinden hukuken bağımsız olup, ayrı ayrı dava konusu yapılmaları mümkündür.
Her ne kadar müşterek mülkiyette paydaşların kendi payları üzerinde tasarruf yetkilerini kısıtlayan yasal bir düzenleme yok ise de, bir müşterek malikin diğeri adına tasarrufta bulunması da mümkün olmadığından, somut olayda diğer paydaş tarafından usulünce açılmış bir dava ya da bu davaya müdahale talebinde bulunulmadığına göre ve davacı tarafından tescili istenen bölümün, paydaşı olduğu 138 ada 2 sayılı parselin devamı niteliğinde olduğu belirterek dava açıldığına göre, dava sonucunda diğer paydaşın hukukunun da etkileneceği kuşkusuzdur.
Davacının kayıt maliki olduğu 138 ada 2 parsel sayılı taşınmazın paylı mülkiyete tabi olduğu ve taşınmazda davacı dışında paydaşın bulunduğu anlaşılmaktadır. Davanın açılış şekli itibarı ile tüm paydaşların hukukunu etkileyecek şekilde istemde bulunulmuştur. Paylı (müşterek) mülkiyette, bir paydaşın diğeri adına dava açma ya da savunma yetkisi olmadığından davanın tüm ya paydaşlar tarafından birlikte açılması ya da sadece paya yönelik olarak açılması gerekirken diğer paydaşın payını etkileyecek şekilde tamamına yönelik dava açıldığından bu talebin dinlenme olanağı bulunmamaktadır.
Mahkemece bu hususlar gözetilmeksizin,138 ada 1 parsel sayılı taşınmaz hakkında açılan davanın bu gerekçelerle ret kararı verilmesi gerekirken davanın esasına girilerek yazılı şekilde ret kararı verilmiş olması isabetsiz olmuştur.
V. SONUÇ
1.Temyiz talebinin reddine ilişkin ek karar yerinde olmadığından, davacının ek kararın usulsüz olduğuna ilişkin temyiz talebinin kabulü ile Sarıkamış Asliye Hukuk Mahkemesinin 12.06.2019 tarihli ek kararının davacı yönünden ORTADAN KALDIRILMASINA,
2.Davacının 138 ada 1 parsel sayılı taşınmaz hakkında verilen ret kararına yönelik temyiz itirazlarına gelince; Mahkemece yukarıda açıklanan nedenlerle davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile ret kararı verilmesi isabetsiz ise de, ret kararı sonucu itibari ile doğru olduğundan hükmün, gerekçesi bu şekilde DÜZELTİLEREK ONANMASINA, peşin yatırılan temyiz karar harcının talep halinde temyiz edene iadesine, 02/03/2022 tarihinde kesin olmak üzere oyçokluğuyla karar verildi.
(Muhalif)
-MUHALEFET ŞERHİ-
Dava, kadastro öncesi sebebe dayalı asliye hukuk mahkemesinde açılmış tapu iptali ve tescil davasıdır.
Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık, temyiz incelemesine konu kararın değer itibariyle verildiği anda kesin olup olmadığı, bir başka ifadeyle temyiz incelemesinin mümkün olup olmadığı, diğer yandan mahkemece re'sen değer belirlemesinin yapılması gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Temyize ilişkin hükümler 6100 sayılı HMK da düzenlendiğine göre aynı Yasa'nın 448. maddesi, “Zaman bakımından uygulanma” başlığıyla “Bu kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır.” demektedir.
Diğer yandan 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun Ek madde 6 ise, “…kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar …..miktar veya değerine bakılmaksızın 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre istinaf veya temiz kanun yoluna başvurulabilir.” şeklindedir. Söz konusu bu düzenleme 22.07.2020 tarihli 7251 sayılı Yasa'nın 53. maddesi ile getirilmiştir. Yürürlük tarihi ise 28.07.2020 tarihidir.
6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesi ise, “Bölge adliye mahkemelerinin …göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanun'un temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur…” şeklinde düzenlenmiştir.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/2.maddesi ise, “miktar veya değeri birmilyar lirayı geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” demek suretiyle gayrimenkullere ilişkin uyuşmazlıklarda değere bakılmaksızın temyiz yolunun açık olduğu belirtilmiştir.
HMK’nın temyiz edilemeyen kararlar başlıklı 362. maddesinin 1-a bendi ise “Miktar veya değeri kırk bin Türk Lirasını (bu tutar dahil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar.” demek suretiyle temyiz sınırını belirlemiştir. Bu miktarın her yıl yeniden değerleme suretiyle arttırıldığı izahtan varestedir.
Bölge adliye mahkemeleri ise bilindiği üzere 20.07.2016 tarihinde faaliyete başlamıştır.
Bu yasal düzenlemeler karşısında çözümlenmesi gereken husus; Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği 20.07.2016 ile Kadastro Yasası'nın ek 6. maddesinin yürürlüğe girdiği 28.07. 2020 tarihi arasında hüküm altına alınan uyuşmazlıklar açısından ek 6. maddenin uygulanıp uygulanmayacağı, bir başka ifade ile verildiği anda kesin olan bu kararlara karşı temyiz yolunun mümkün olup olmadığı hususudur.
Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği tarihten sonra 1086 sayılı HUMK’un 427/2 maddesinin uygulanmasının mümkün olmadığı yine 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesinin açık hükmüdür. 6100 sayılı Yasa'da temyiz sınırı için gayrimenkuller açısından bir ayrım yapılmamıştır.
3402 sayılı Yasa'nın ek 6. maddesinin geriye yürüyeceğine dair herhangi bir düzenleme de yapılmamıştır. Genel kural, özel hukuk yargılamasına ilişkin kanun hükümlerinin yürürlük tarihinden sonra sonuç doğurmasıdır.
Verildiği anda değer itibariyle istinaf veya temyiz sınırının altında kalan kararların o anda kesinleştiğinde ise şüphe bulunmamaktadır. Bir kararın kesinleşmesi, ya verildiği anda miktar itibariyle kanun yoluna kapalı olması, veya kanunda açıkça kesin olduğunun belirtilmesi nedeniyle, ya da kanun yolları tüketilmek suretiyle olur. Verildiği anda kesin olan hüküm bakımından artık yargılama bitmiştir. Yargılama süreci biten bir uyuşmazlık için temyiz incelemesi mümkün değildir. Kesinlik yargılamanın devamına engel bir durumdur. Hüküm verildiği anda kesin olduğu için artık tamamlanmış bir usulü işlem söz konusudur. Bu nedenle HMK 448. maddesi gereğince Kadastro Kanunu’nun ek 6. maddesinin tamamlanmış işlemlere uygulanması mümkün değildir. Ayrıca kesin olan bu kararın lehine olan taraf bakımından usulü kazanılmış hak doğuracağı da unutulmamalıdır. Usulü kazanılmış hak ilkesi kamu düzeninden olup usul hukukunun en önemli ilkelerinden biridir.
Prof. Dr. Baki KURU “Miktar veya değeri temyiz (kesinlik) sınırını geçmeyen menkul (taşınır) mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” (HUMK hükümlerine göre) derken Hukuk Muhakemeleri Usulü 2001 Altıncı baskı 4981. sayfasında “ Kanundan ötürü verildiği anda kesin olan bir karar temyiz edilirse, temyiz talebi (esasına girilmeden) mesmu olmadığından dolayı reddedilir. Fakat, Yargıtay, böyle bir (kesin) kararı yanlışlıkla bozarsa, bu bozma kararı ve mahkemenin bundan sonra yaptığı işlemler geçersizdir (yok sayılır)” demektedir. Sayın çoğunluğun değere bakılmaksızın kanun yolu denetimi yapılması gerektiği yönündeki görüşüne katılmıyorum. Diğer yandan,
Somut uyuşmazlığa gelince, taşınmazın değerinin davacı tarafından 2,000.-TL olarak gösterildiği, keşfen değerin 1.830. TL olarak belirlendiği, davanın reddine karar verildiği, temyiz başvurusunun değerin düşük olması nedeniyle ek karar ile reddedildiği, dosya kapsamıyla sabittir.
Bilindiği üzere, 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 16. maddesi uyarınca, gayrimenkulün aynına taalluk eden davalarda dava değerinin gayrimenkulün değerine göre belirleneceği öngörülmüştür. Dava değerinin belirlenmesinde taşınmazın dava tarihindeki keşfen saptanacak gerçek değerinin esas alınacağı kuşkusuzdur.
Aynı Yasa'nın 30. maddesi ise “Muhakeme sırasında tespit olunan değerin, dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılıyorsa, yalnız o celse için muhakemeye devam olunur, takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 409. maddesinde (HMK 150) gösterilen süre içinde dosyanın muameleye konulması noksan olan harcın ödenmesine bağlıdır.” şeklinde, 32. maddesi ise; “Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılmaz. Ancak ilgilisi tarafından ödenmeyen harçları diğer taraf öderse işleme devam olunmakla beraber bu para muhakeme neticesinde ayrıca bir isteğe hacet kalmaksızın hükümde nazara alınır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Harçlar Kanunu'nun uygulaması kamu düzenini ilgilendirmesi nedeniyle hakim tarafından re’sen gözetilmesi gereken bir husustur.
Anayasanın 36. maddesinin ise somut olayda uygulanması, ancak mahkeme önünde tarafların eşitliği ilkesi bakımından olabilir. Bu durumda da 6100 sayılı HMK hükümlerinin herkes için aynı şekilde uygulanmasıyla bu ilke gerçekleştirilebilir. Sayın çoğunluk HMK'nın dava değeri ve kanun yollarına ilişkin yukarıda belirtilen hükümlerinin Anayasaya aykırı olduğunu düşünüyorsa bu hükümlerin iptali yoluna gitmelidir.
Hal böyle olunca, taşınmazın keşfen belirlenen değeri dava değeri olup bu değer üzerinden temyiz talebinin reddine karar verilmesi isabetlidir. Anayasa Mahkemesinin 2018/36896 Başvuru nolu kararı da bu yöndedir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, eldeki dava bakımından Mahkemesince verilen ek kararın onanması gerekirken, Mahkemesinin kararında ısrar hakkını da elinden alacak şekilde ek karar kaldırılarak esasa ilişkin hükmün onanmasının doğru olmadığı düşüncesiyle sayın çoğunluk görüşüne katılmıyorum.