"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TESCİL
Taraflar arasında görülen tescil davasında, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda; Yerel Mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar taraf vekilleri tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı, Demirçubuk Mahallesi 429 ada 9 parsel sayılı taşınmazın komşusu olan ve kadastro sırasında dere yatağı vasfı ile tespit harici bırakılan taşınmazın yaklaşık 40 yıldır babası ve kendisi tarafından işlendiğini, irsen intikal, taksim ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği gereği taşınmazın bir bölümünün adına yazılması gerektiğini ileri sürerek adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
II. CEVAP
Davalılar savunma getirmemişlerdir.
III. MAHKEME KARARI
Mahkemenin 21/05/2015 tarihli ve 2013/73 E., 2015/243 K. sayılı kararıyla; dava konusu taşınmazın 25-30 sene önce dere yatağı kapsamından çıktığı, kazanıma elverişli hale geldiği, davacı ve ailesinin çok uzun zamandan beri dava konusu yeri kullandığı, Kadastro Kanunu'nun 14. maddesindeki şartların oluştuğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
IV. TEMYİZ
1.Temyiz Yoluna Başvuranlar
Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Bozma Kararı
Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesinin 07.12.2017 tarihli ve 2015/18743 E., 2017/8646 K. sayılı kararıyla; “...dava tarihinden 15-20-25 yıl öncesine ait stereoskopik hava fotoğraflarının tarihleri açıkça yazılmak suretiyle en az üç tanesi Harita Genel Komutanlığından getirtilmeli, davacı ve mirasbırakanı adına belgesiz zilyetlikten taşınmaz tespit edilip edilmediği Tapu Müdürlüğü, Kadastro Müdürlüğü ve Hukuk Mahkemeleri Yazı İşleri Müdürlüğünden sorularak tespit edilmeli, belgesizden tespit ve tescil edilen taşınmaz ya da taşınmazlar bulunduğu sonucuna varıldığı takdirde, belirlenen taşınmazların kadastro tespit tutanakları ile kadastro sonucu oluşan tapu kayıtları getirtilerek incelenmeli, dosya bu şekilde ikmal edildikten sonra mahallinde yaşlı, tarafsız, yöreyi iyi bilen, davada yararı bulunmayan şahıslar arasından seçilecek yerel bilirkişiler, taraf tanıkları, fen bilirkişisi, jeoloji mühendisi, jeodezi ve fotogrametri mühendisi bilirkişi ile 3 kişilik ziraat bilirkişi heyeti huzuruyla yeniden keşif yapılmalıdır. Yapılacak keşifte, yerel bilirkişi ve tanıklardan taşınmazın öncesinin kime ait olduğu, kimden intikal ettiği ve ne şekilde kullanıldığı, taşınmaz ile dere arasında olduğu fen bilirkişisinin raporuna ekli krokiden anlaşılan yolun sonradan açıldığı beyan edilmekle yolun ne zaman açıldığı, yol açılmadan önce taşınmazın ne durumda bulunduğu, taşınmazın muristen intikal etmesi halinde mirasçılar arasında taksim yapılıp yapılmadığı, taksim yapılmış ise ne zaman yapıldığı ve dava konusu kısmın kime düştüğü, taşınmazın imar-ihyaya konu edilip edilmediği, edilmiş ise imar- ihyanın hangi tarihte başlayıp ne zaman bitirildiği hususları gerek dava ehliyetinin gerekse de maddi durumun tespiti açısından etraflıca sorulup maddi olaylara dayalı olarak açıklattırılmalıdır. Üç kişilik ziraat bilirkişi heyetinden çekişmeli taşınmazın toprak yapısı ile komşu taşınmazların toprak yapıları mukayese edilmek suretiyle taşınmazın niteliğini belirtir ayrıntılı ve gerekçeli rapor alınmalı, ayrıca raporda, taşınmazın imar-ihya işleminin tamamlanıp tamamlanmadığı, tamamlanmışsa dava tarihi ile imar-ihyanın tamamlanma tarihi arasında ne kadar süre geçtiği hususlarına yer verilmesi, rapor ekinde taşınmazın değişik yönlerden çekilmiş gerek dere sınırı gerekse komşu taşınmazlar ile arasındaki sınırları gösterecek şekilde fotoğrafların eklenmesi istenilmelidir. Jeoloji uzmanı bilirkişiden taşınmazın aktif dere yatağı olup olmadığını, yapılmış bir ıslah çalışması varsa tarihini, taşınmazın taşkın alanında kalıp kalmadığını bildirir rapor alınmalıdır. Fen bilirkişisi ile jeodezi ve fotogrametri mühendisi bilirkişiye hava fotoğrafları üzerinde stereoskopik inceleme yaptırılmalı, dava konusu taşınmazın konumu bilirkişiler tarafından hava fotoğrafı üzerinde gösterilmeli, bilirkişilerden keşfi izlemeye elverişli, taşınmazın öncesini, imar-ihya başlangıç ve tamamlanma tarihlerini, dere ile taşınmaz arasındaki yolun hava fotoğraflarında görülüp görülmediğini belirtir şekilde ayrıntılı harita ve rapor düzenlemeleri istenilmeli, TMK'nın 713/4 ve 5. fıkraları gereğince keşif sonucu elde edilen bilirkişinin rapor ve krokisine göre gerekli yerel ve gazete ilanları yöntemine uygun bir biçimde yapılmalı, ilanın yapıldığı gazete ile ilan tutanakları dosya arasına konulmalı, yasal 3 aylık sürenin dolması beklenilmeli, bundan sonra iddia ve savunma çerçevesinde toplanan tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmelidir" gerekçesiyle bozulmuştur.
3. Mahkemesince Bozmaya Uyularak Verilen Karar
Mahkemenin 09/05/2019 tarihli ve 2018/54 E., 2019/261 K. sayılı kararıyla; dava konusu taşınmazın harita bilirkişi raporu ve ekindeki krokide A harfi ile gösterilen 565,98 m² yüzölçümlü tescil harici taşınmazın, dava tarihi olan 17/05/2013 tarihinden itibaren geriye doğru 20 yıllık kazandırıcı zamanaşımı nedenine dayalı olarak davacı tarafından ırsen, intikalen vereseler arasında yapılan taksime istinaden malik sıfatıyla aralıksız ve nizasız olarak zilyet olunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
4. Bozma Sonrası Mahkeme Kararına Karşı Temyiz Yoluna Başvuranlar
Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
5. Temyiz Nedenleri
5.1. Davacı vekili, yargılama giderlerinin davacı üzerine bırakılmış olması ve davacı lehine nispi vekalet ücretine hükmedilmemiş olması nedeniyle kararın düzeltilerek onanmasını istemiştir.
5.2. Davalı Hazine vekili, dava konusu taşınmazın dere yatağı olduğunu ve zilyetlikle iktisabının mümkün olmadığını, 20 yıllık zilyetlik süresinin dolmadığını ve imar ihya koşullarının gerçekleşmemiş olduğunu belirterek, kararın bozulmasını istemiştir.
5.3. Davalı ... ... vekili, dava konusu taşınmazın belediye sınırları içinde kaldığını ve hukuki vasfının arsa olduğunu, imar ihyaya konu olamayacağını, taşınmazın değerinin tarım arazisi değil arsa olarak belirlenmesi gerektiğini, dere yataklarının zilyetlikle kazanılmasının mümkün olamdığını belirterek, kararın bozulmasını istemiştir.
6. Gerekçe
6.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Çekişme konusu taşınmaz, yörede yapılan kadastro çalışmaları sırasında paftasında dere yatağı gösterilmek suretiyle tescil harici bırakılmıştır.
Uyuşmazlık, TMK’nın 713/1. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14 ve 17. maddelerine dayalı tescil isteğine ilişkindir.
6.2. İlgili Hukuk
6.2.1. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713/1. maddesi, "Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir. "
6.2.2. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesi, "Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir."
6.2.3. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 17. maddesi, " Orman sayılmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz mallar 14. maddedeki şartlar mevcut ise imar ve ihya edenler veya halefleri adına, aksi takdirde Hazine adına tespit edilir." hükümlerini içermektedir.
6.3. Değerlendirme
6.3.1. Dosya içeriğine, toplanan delillere, (IV/2.) numaralı paragrafta yer verilen ve hükmüne uyulan bozma kararında gösterildiği şekilde işlem yapılarak yazılı şekilde karar verilmesinde herhangi bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı Hazine ve davalı ... ... vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddine,
6.3.2. Davacı vekilinin temyiz itirazlarına gelince; dava tescil davası niteliğinde olup davacı lehine vekalet ücretine hükmedilmemiş olmasında isabetsizlik yoktur. Ancak, karar-ilam harcının davacıdan tahsiline karar verilmesi gerekirken, bakiye harç yönünden karar verilmesine yer olmadığına, yatırılan peşin ve tamamlama harcının davacıya iadesine şeklinde hüküm kurulmuş olması doğru değildir. Ne varki anılan bu husus yeniden yargılama yapmayı gerektirmediğinden hükmün düzeltilerek onanmasına karar vermek gerekmiştir.
V. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle; hükmün 4. ve 5. bentlerinin hüküm yerinden çıkarılarak yerine 4. bent olarak “Davanın mahiyeti gereği alınması gerekli 1.408,82 TL karar-ilam harcından 51,25 TL peşin harç ve 300,98 TL tamamlama harcının mahsubu ile bakiye 1.056,59 TL'nin davacıdan tahsiline” cümlesinin yazılmasına, hükümdeki 6. bendin numarasının 5 olarak düzeltilmesine, temyiz itirazlarının değinilen yönden kabulü ile 6100 sayılı HMK'nın geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'un 438/7. maddesi gereğince hükmün bu şekliyle DÜZELTİLEREK ONANMASINA, alınan peşin harcın temyiz eden davacıya iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 21/03/2022 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
(Muhalif)
-MUHALEFET ŞERHİ-
Dava, Türk Medeni Kanunu’nun 713/1. maddesi gereğince açılmış zilyetlikten tescil davasıdır.
Mahkemece davacı lehine hüküm kurulmuş, yargılama giderlerinden harcın alınmasına yer olmadığına peşin harcın ise iadesine bunun dışındakilerin davacı üzerinde bırakılmasına karar verilmiştir.
Yargılama giderleri davacı tarafından temyize getirilmiştir.
Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık; resen nazara alınması gereken karar ve ilam harcının davacıdan alınıp alınamayacağı, buradan hareketle davacı tarafından peşin yatırılan harcın iadesinin mümkün olup olmadığı, diğer yargılama giderlerinin ise davacı üzerinde bırakılmasının doğru olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle çözümlenmesi gereken husus; temyiz konusu yapılmayan karar ve ilam harcının davacıdan alınıp alınamayacağı, yargılama giderlerinden kimin sorumlu olacağı hususudur. Bilindiği üzere, yargı harçları Harçlar Kanunu’nda düzenlenmiş, kamu düzeninden olması nedeniyle resen uygulanacağı kabul edilmiştir. Bu nedenle resen ele alınabileceği hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Harçlardan ve diğer yargılama giderlerinden kimin sorumlu olacağına gelince, yargılama giderleri, usulü bir konu olmakla, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda ayrıntısıyla düzenlenmiştir. Aynı Yasanın 323. maddesi harçları yargılama giderlerinden sayarken 326/1. maddesi de açıkça “Kanunda yazılı haller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.” demek suretiyle yargılama giderleri ve bunlardan olan yargı harçlarından kimin sorumlu olacağını tereddüte yer vermeyecek şekilde düzenlemiştir.
Türk Medeni Kanunu’nun 1. maddesi ise “ Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.
Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hakim, örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir.
Hakim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.” demek suretiyle, hakimin karar verirken hangi sıralamayı izleyeceği konusunda kural getirmiştir.
Tarafların yargı önünde eşitliği ilkesini düzenleyen Anayasanın 36. maddesi ise “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz” şeklinde düzenlenmiştir.
Somut olaya geldiğimizde, zilyetlikten tescil davasında, davacı vatandaş, davalı ise Hazine ve Belediyedir. Davalının Hazine veya kamu kurumu olması, Anayasa ile teminat altına alınan “yargı önünde eşitlik ilkesi”nin bozulmasını, Hazine veya kamu kurumu lehine davranılmasını haklı kılmayacaktır. Zira genel ilke yukarıda da belirtildiği üzere yargılama giderlerinin davayı kaybedenden alınmasıdır. Prof. Dr.Baki Kuru da (Hukuk Muhakemeleri Usulü 6 baskı 5. cilt 5339. sayfada açıkladığı üzere) bu görüştedir.
Bilindiği üzere Hazine, Harçlar Kanununun 13/j maddesi ile yargı harçlarından muaf tutulmuştur. Davalı ... ise harçlardan muaf değildir. Böyle bir durumda, yani davalının haçtan muaf olması ve davanın da davacı lehine sonuçlanması halinde karar ve ilam harcı mutlaka alınacak mıdır? Alınacaksa kimden alınmalıdır? Yasa koyucu tereddüte yer vermeyecek şekilde yargılama giderlerinden kimin sorumlu olduğunu düzenlemiştir. Yine yasa koyucu genel ilke gereğince yargılama giderlerinden sorumlu olan tarafı harçtan muaf tutmuş ise, bu husus harcın diğer taraftan alınacağı şeklinde yorumlanamaz. Ancak bakiye karar ve ilam harcının davalıdan hiç alınmayacağı gibi, davacı tarafından peşin yatırılan karar ve ilam harcının da iade edileceği şeklinde yorumlanıp uygulanmalıdır. Nitekim yine Hazinenin davalı olduğu tapu iptal – tescil davalarında da uygulama bu şekildedir. Hazine aleyhine açılan tapu iptal – tescil davasında Hazinenin harçtan muaf olması gerekçesiyle karar ve ilam harcı alınmazken (doğrusu budur) yalnız tescil davasında harçtan davacının sorumlu tutulmasının hiçbir yasal dayanağı yoktur. Yasa koyucu dileseydi Kadastro Kanunu 36/A maddesinde olduğu gibi, bu hususta da genel uygulamadan ayrıldığını belirterek bir düzenleme yapabilirdi.
Sayın çoğunluğun görüşünün dayanağını yerleşmiş Yargıtay içtihatları oluşturmaktadır. Gerçekten de kabul etmek gerekir ki Yargıtay uzun yıllar tescil davalarında yargılama giderlerini davacı üzerinde bırakmış, bunlardan olan yargı harçlarını da davacıya yüklemiştir. Ne var ki, hiçbir Yargıtay kararında yasal bir dayanak gösterilmemiş, davalının “ yasal hasım” olması gerekçe yapılmıştır. Yukarıda da belirtildiği üzere bir olaya hukukun uygulanmasında yargı kararları en son sırada gelmektedir.
Çözümlenmesi gereken bir başka husus ise “yasal hasım” ın ne olduğu ve yasal hasım olunmasının davalıya nasıl bir üstünlük sağladığı konularıdır. Yine bilindiği üzere, bazen gerçekte hasım olmamasına rağmen özellikle mahkemelerin kararlarının denetime açılabilmesi, birileri tarafından kanun yoluna getirilebilmesi için Hazinenin taraf gösterilmesi veya temsilcisi bulunmayan mal varlığına kayyım atanması ve davanın kayyım huzurunda görülerek bu mahsurların ortadan kaldırılması yoluna gidilmiştir. Ne var ki böyle de olsa davada, davalı olarak yer almışsa, sıfatı ne olursa olsun artık davalıdır. Hal böyle olunca da her açıdan yargı önünde eşitlik ilkesi gereğince davalının davacıdan, Hazinenin de vatandaştan bir üstünlüğü yoktur. Sayın çoğunluk gibi düşünen hukukçular, davacının davasının kabulü halinde, davalının yasal hasım olması nedeniyle yargılama giderlerini davacı üzerinde bırakırken, davanın reddi halinde de davalı yasal hasım lehine vekalet ücreti başta olmak üzere yargılama giderlerine hükmederek açıkça “yargı önünde eşitlik” ilkesini ihlal etmektedirler.
TMK 713/3. maddesinde tescil davasının Hazineye ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapu maliki gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılacağı belirtilmiştir. Yargıtay uygulamalarında taşınmaz tapusuz ise dava, tescil davası, tapulu ise tapu iptal tescil davası olarak nitelendirilmekte, tapu iptal tescil davalarında yargılama giderleri yasaya uygun olarak haksız çıkan taraftan alınırken tescil davasında davacı üzerinde bırakılmaktadır. Aynı yasa maddesinin aynı fıkrasında düzenlenen davalılar arasında yargılama giderleri açısından ayrı uygulama yapılması da doğru değildir. Davalının kim olacağının yasada gösterilmiş olması, bu davalının yargılama giderlerinden muaf olduğu şeklinde yorumlanamaz.
Yine sayın çoğunluk ve onlar gibi düşünen hukukçular “tescil davalarında davacı zaten karşılıksız olarak taşınmaz edinmekte, hiç olmazsa yargılama giderlerini ödesinler” tarzında bir yaklaşımla gerekçe oluşturmaktadırlar. Eğer mahkeme davacının taşınmazı hak etmediğini düşünüyorsa hiç şüphesiz davayı reddetmelidir. Hem davayı kabul edip, hem de yargılama giderlerini davacı üzerinde bırakmak apaçık bir çelişkidir ve yasaya açıkça aykırıdır.
Sayın çoğunluğun kendi içinde düştüğü bir başka çelişki ise; sayın çoğunluk, davalının yasal hasım olması nedeniyle yargılama giderleri ve bunlardan olan harcın ilk derece mahkemesince davacıdan alınmasının doğru olduğunu düşündüğüne göre, davalı Hazine tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine, istinaf talebi reddedildiğinde de davacıdan istinaf ret harcının, bunun devamında da yine Hazinenin temyiz başvurusu reddedilerek kararın onanması halinde de davacıdan onama harcının alınmasına karar vermelidir. Zira davalı Hazine yasal hasımdır ve davalı harçtan muaftır, o halde davalıdan alınamayan yargı harçları davacıdan alınmalıdır. Böyle bir uygulamayı ve düşünce tarzını kabul etmek mümkün değildir. Ayrıca yargılama giderleri bir bütündür. Davanın açılmasından kesinleşmesine kadar aynı yasal düzenlemelere tabidir. İlk Derece Mahkemesinde alınmayan yargılama gideri aynı gerekçeyle istinaf ve temyiz kanun yollarında da alınmamalı veya alınmalıdır. Bir dava İlk Derece Mahkemesinde hangi hükümlere tabiyse kanun yollarında da aynı hükme tabidir.
Açıklanan bu nedenlerle, davanın kabul edilmiş olduğu gözetilerek, tarafların temyiz sebepleri de nazara alınmak suretiyle davalı Hazinenin harçlardan muaf olması, davacının ise lehine hüküm kurulması nedeniyle Yerel Mahkeme kararının harca ilişkin hükmünün doğru olması nedeniyle hükmün bu bendine yönelik düzeltme yönündeki çoğunluk görüşüne katılmadığım gibi, diğer yargılama giderlerine yönelik 2.bendin hüküm fıkrasından çıkarılarak yerine “ Davacı kendisini vekille temsil ettirmekle karar tarihinde yürürlükte bulunan Av. Asg. Ücret Tarifesi gereğince 2.725 TL vekalet ücretinin davalılardan tahsili ile davacıya verilmesine” devamında da” davacının yapmış olduğu sair yargılama giderlerinin davalılardan tahsili ile davacıya verilmesine” cümlesinin yazılmak suretiyle, kararın bu gerekçeyle düzeltilerek onanması düşüncesinde olduğumdan sayın çoğunluğun farklı gerekçeyle düzelterek onama görüşüne katılmıyorum.