"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :SULH HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasındaki tespit harici bırakılan taşınmazın tescili davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Mahkemece verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı Hazine vekili davalı ... vekili tarafından temyiz edilmekle; temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü.
I. DAVA
Davacı dava dilekçesinde ve yargılama sırasında özetle; Oltu ilçesi ..... köyünde bulunan dava dilekçesinde mevkii ve sınırlarını açıkladığı yaklaşık olarak 6-7 dönüm civarındaki taşınmazın zaman zaman ..... taşması nedeniyle selgâh haline geldiğini, bir kısmını satın aldığını, bir kısmının babasından taksimen kendisine kaldığını, taşınmazı ıslah ettiğini, 20 yılı aşkın süreden beri zilyet ve tasarrufunda bulunduğunu ileri sürerek, taşınmazın adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı köy tüzel kişiliği temsilcisi, dava konusu yerin davacıya ait olduğunu beyan etmiştir.
Davalılardan Hazine vekili ve ... vekili, ... vekili cevap dilekçelerinde ve yargılama sırasında özetle, dava konusu yerin dere yatağının kenarında kalan özel mülkiyete konu olmayan yerlerden olduğunu belirtilerek davanın reddini savunmuşlardır.
III. MAHKEME KARARI
Oltu Sulh Hukuk Mahkemesinin 20/09/2011 tarihli ve 2011/73 Esas 2011/274 Karar sayılı kararıyla, davanın kabulüne fen bilirkişi raporunun eki krokisinde (A) harfi ile gösterilen 6.891,02 metrekarelik yerin davacı adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir.
IV. TEMYİZ
1. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine vekili temyiz talebinde bulunmuştur.
2. Bozma Kararı
Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 02.07.2012 tarihli ve 2012/502 Esas 2012/6647 Karar sayılı kararı ile; "davacının dava dilekçesinde dava konusu taşınmazın babasından intikal ettiğini ve paylaşım sonucu kendisine düştüğünü bildirdiği, keşifte dinlenen tanık ve mahalli bilirkişiler ise dava konusu yerin kimden kaldığı husunda açıklamada bulunmadıkları gibi paylaşımdan da söz etmedikleri, bu nedenle bu olayın açıklığa kavuşturulmasının zorunlu olduğu, murisin 1986 yılında öldüğü, terekesinin TMK'nın 701 ve 702. maddeleri gereğince el birliği mülkiyet hükümlerine tabi olduğu, elbirliği mülkiyetinde mirasçıların belirlenmiş payları olmayıp, her birinin payının taşınmazın tamamı üzerinde söz konusu olduğu, TMK'nın 702.maddesi uyarınca tasarrufi işlemlerde oy birliği arandığı, davanın da bir tasarrufi işlem olup tüm mirasçıların birlikte üçüncü kişilere karşı dava açmaları gerektiği, terekenin paylaşımı sonucu veya satış ya da bağış yoluyla dava konusu taşınmaz davacıya kalmış ise davanın bulunduğu bu haliyle yürütülmesi ve aşağıda açıklanan eksikliklerin yerine getirilmesi gerektiği, şayet dava konusu taşınmaz satış, bağış, miras payının devri ya da paylaşım sonucu davacıya kalmamış ise davacı sadece kendi adına tescil isteğinde bulunduğundan ve üçüncü kişilere karşı tek başına dava açma sıfat ve ehliyeti bulunmadığından davanın reddine karar verilmesi gerektiği, ayrıca zilyetlik ve imar-ihya araştırmasının da yetersiz olduğu, dava tarihinden geriye doğru en az 20 yıl öncesine ait iki ayrı tarihte çekilmiş stereoskopik hava fotoğrafları getirtilmesi, komşu taşınmazlara uygulanan tapu kayıtlarının getirtilmesi, keşifte yerel bilirkişi ve tanıklar aracılığıyla zemine uygulanması, jeodezi ve fotogrametri mühendisi bilirkişisine stereoskopik çift hava fotoğraflarının stereoskop aletiyle incelettirilmesi, tanık ve yerel bilirkişilerden imar-ihyanın ne zaman nasıl başladığı nasıl sürdürüldüğü, kimden kime geçtiği, imar-ihyanın ne zaman tamamlandığı, tarla olarak mı çayır olarak mı kullanıldığı hususlarında bilgi alınması, hava fotoğraflarından taşınmazın öncesinin kumluk olup olmadığı ya da zirai faaliyete konu olup olmadığı ve zilyetliğin hangi tasarruflar ile sürdürüldüğü hususlarının irdelenmesi gerektiği" gerekçesiyle hüküm bozulmuştur.
3. Mahkemece Bozma Kararına Uyularak Verilen Karar
Oltu Sulh Hukuk Mahkemesinin 18/10/2017 tarihli ve 2012/212 Esas, 2017/535 Karar sayılı kararıyla; bilirkişi raporuna göre taşınmazın kuzeyinde bulunan kavak ağaçlarının tahminen 20-25 yaşlarında olduğu, taşınmazın çayır vasfında tarım arazisi olduğu, 02.05.2016 tarihinde aldırılan ek rapora göre ise tarımsal faaliyetin en az 20-25 yıl öncesinde başladığının değerlendirildiği ve kumsal olarak gözüken bir taşınmazın zirai olarak 2-3 yıl içerisinde tarım arazisi haline dönüştürülebileceğinin bildirildiği dikkate alındığında,1987 tarihinde kumsal olarak gözüken taşınmazın bilirkişi raporları, davacı beyanı ile tanık beyanları birlikte değerlendirildiğinde en geç 1990 yılı içerisinde çayır vasfına dönüşmüş olacağının kabulü gerektiği, tanık ve mahalli bilirkişi anlatımlarına göre davacının ilgili taşınmazla yaklaşık 1-2 yıl süre kesintisiz uğraştığı, davacının dava konusu yeri imar ve ihya edebilmek için gerek traktörüyle başka yerlerden toprak getirdiği ve gerekse çapayla kürekle çalıştığı, imar-ihya olgusunun doğrulandığı, 1974,1984 ve 2002 yıllarına ilişkin hava fotoğrafları üzerinde stereoskop incelemesi yapılması suretiyle düzenlenen 21.09.2016 tarihli bilirkişi raporuna göre 1974 ve 1984 tarihlerinde dava konusu taşınmazın üzerinde tarımsal faaliyetin yapılamadığı, kumluk yapıda olduğu ve sabit sınırların arazi üzerinde mevcut olmadığının bildirildiği, 2002 tarihinde çekilen hava fotoğrafına göre ise dava konusu taşınmazın sürüldüğü, nadasa bırakıldığı, diğer bir ifade ile tarımsal faaliyet yapıldığının tespit edildiği, 1980 ve 1991 yılları arasında çekilen hava fotoğrafı olmadığından başka inceleme yaptırılamadığı, ancak 2002 yılında çekilen hava fotoğrafları üzerinde yapılan inceleme neticesinde düzenlenen raporda dava konusu taşınmazın nadasa bırakıldığının belirtildiği dikkate alındığında, yıllardan beri taşınmaz üzerinde tarım faaliyetlerine devam edildiğinin kabul edilmesi gerektiği, tanıkların beyanlarının bu durumu desteklediği, dolayısıyla davacının dava konusu taşınmazı nizasız ve fasılasız olarak 20 yılı aşkın süreden beri kullanageldiğinin kabulü gerektiği, yine Oltu Mal Müdürlüğünden gelen cevabi yazıya göre ilgili taşınmazın pasif dere yatağında kaldığı göz önünde bulundurulduğunda taşınmazın imar ve ihya edilebilir bir yer olduğu, davacının taksimen kendisine düştüğünü ispat ettiği, dava konusu olan ve fen bilirkişilerine ait 12/04/2017 tarihli rapor ve krokisinde A, B, C harfleriyle ve kırmızı renkli kalemle boyalı olarak gösterilen 7.179,60 m² taşınmazın davacı adına çayır vasfında tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir.
4. Bozma Sonrası Mahkeme Kararına Karşı Temyiz Yoluna Başvuranlar
Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine vekili, davalı ... vekili temyiz talebinde bulunmuştur.
5. Temyiz Nedenleri
5.1. Davalı Hazine vekili temyiz dilekçesinde özetle, Mahkemece verilen kabul kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu, taşınmazın Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olduğunu, dere yatağı olan taşınmazların özel mülkiyete konu olamayacaklarını, araştırmanın yetersiz olduğunu, nizasız ve fasılasız 20 yıllık kullanım koşulunun oluşmadığını belirterek ve resen belirlenecek nedenlerden dolayı kabul kararının bozulmasını talep etmiştir.
5.2. Davalı ... vekili temyiz dilekçesinde özetle, davacı tarafın iddiasını ispat edemediğini, 1984 tarihli hava fotoğrafında bilirkişi tarafından taşınmaz üzerinde tarımsal faaliyet yapılmadığının belirtildiğini, araştırmanın eksik olduğunu, imar-ihyanın ne zaman başlayıp ne zaman tamamlandığı hususlarının tam belli olmadığını, dava konusu yerin sık sık sel baskınlarına maruz kalan bir yer olduğunu belirterek, kararın bozulmasını talep etmiştir.
6.Gerekçe
6.1.Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Dava, TMK'nın 713/1, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 14. maddelerine dayalı tapusuz taşınmazın tescili isteğine ilişkindir.
6.2. İlgili Hukuk
3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 14. maddesi, “Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüz ölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir.”
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713/1. maddesi, “Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” hükümlerini içermektedir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 20/03/2013 tarihli ve 2012/8-869 E., 2013/375 K. sayılı ilamında da belirtildiği gibi bir yerin imar-ihya ile kazanılabilmesi için öncelikle taşınmazın orman sayılmayan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan arazilerden olması gerekir. Kamu hizmetine tahsis, hukuken olabileceği gibi fiilen de olabilir. Kamu hizmetine tahsis edilmeyen, Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taşlık, orman sayılmayan çalılık, makilik ve fundalık gibi topraklar imar ve ihyaya müsait olan yerlerdir. 3402 sayılı Kanun'un 16/A maddesinde belirtilen hizmet malları, 16/B maddesinde belirtilen orta malları, yollar, meydanlar ile 16/C ve 16/D maddelerinde belirtilen taşınmazların imar ve ihya ile kazanılması mümkün değildir.
Nitekim, nehir ve çay gibi akarsuların eski (terk edilmiş, metruk) yatakları, kural olarak Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerdendir. Ancak bu yerlerin koşulları oluştuğu takdirde imar ve ihya ile kazanılması mümkündür. Buna karşılık aktif nehir, çay yatakları etki alanında bulunan yerlerin imar ve ihya ile kazanılması mümkün değildir. (HGK'nun 02.10.1996 tarihli ve 1996/20-429 E., 1996/643 K.; HGK'nun 18.02.1998 tarihli ve 1998/4-122 E., 1998/138 K. sayılı ilamları)
Yargıtayın yerleşmiş içtihatlarında “dava, kadastro çalışmalarında tespit dışı bırakılan taşınmazın tescili davalarında TMK'nın 713. maddesinin 3. fıkrası hükmüne göre Hazine ve ilgisi bakımından diğer kamu tüzel kişileri yasal hasım durumunda bulunduklarından yargılama gideri, harç ve avukatlık ücretinden sorumlu tutulamayacakları” belirtilmiştir.
6.3. Değerlendirme
Dosya içeriğine, toplanan delillere göre, hükmüne uyulan bozma kararında gösterildiği şekilde araştırma ve inceleme yapılarak yazılı şekilde karar verilmesinde herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
V. SONUÇ
Açıklanan nedenlerle; davalı Hazine vekilinin ve davalı ... vekilinin yerinde bulunmayan temyiz itirazının reddiyle, usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun değişik 13. maddesinin j. bendi gereğince Hazine'den harç alınmasına yer olmadığına, aşağıda yazılı 183,64 TL eksik yatırılan onama harcının temyiz eden belediyeden alınmasına 05/12/2022 tarihinde kesin olmak üzere oy çokluğu ile karar verildi.
- MUHALEFET ŞERHİ -
Dava, Türk Medeni Kanunu’nun 713/1.maddesi gereğince açılmış zilyetlikten tescil davasıdır.
Mahkemece davacı lehine hüküm kurulmuş, ne var ki yargılama giderleri ve bunlardan olan karar ve ilam harcının davacıdan alınmasına karar verilmiştir.
Yargılama giderleri taraflarca temyize getirilmemiştir.
Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık; temyize getirilmemekle birlikte, resen nazara alınması gereken karar ve ilam harcının davacıdan alınıp alınamayacağı, buradan hareketle davacı tarafından peşin yatırılan harcın iadesinin mümkün olup olmadığı noktasında düğümlenmektedir.
Öncelikle çözümlenmesi gereken husus; temyiz konusu yapılan karar ve ilam harcının davalıdan alınıp alınamayacağı, yargılama giderlerinden kimin sorumlu olacağı hususudur. Bilindiği üzere, yargı harçları Harçlar Kanunu’nda düzenlenmiş, kamu düzeninden olması nedeniyle re'sen uygulanacağı kabul edilmiştir. Bu nedenle re'sen ele alınabileceği hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Harçlardan kimin sorumlu olacağına gelince, yargılama giderleri, usulü bir konu olmakla, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda ayrıntısıyla düzenlenmiştir. Aynı yasanın 323. maddesi harçları yargılama giderlerinden sayarken 326/1.maddesi de açıkça “ Kanunda yazılı haller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.” demek suretiyle yargılama giderleri ve bunlardan olan yargı harçlarından kimin sorumlu olacağını tereddüte yer vermeyecek şekilde düzenlemiştir.
Türk Medeni Kanunu’nun 1. maddesi ise “ Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.
Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hakim, örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir.
Hakim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.” demek suretiyle, hakimin karar verirken hangi sıralamayı izleyeceği konusunda kural getirmiştir.
Tarafların yargı önünde eşitliği ilkesini düzenleyen Anayasanın 36. maddesi ise “ Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz” şeklinde düzenlenmiştir.
Somut olaya geldiğimizde, zilyetlikten tescil davasında, davacı vatandaş, davalı ise Hazine ve Belediyedir. Davalının Hazine veya kamu kurumu olması, Anayasa ile teminat altına alınan “yargı önünde eşitlik ilkesi”nin bozulmasını, Hazine veya kamu kurumu lehine davranılmasını haklı kılmayacaktır. Zira genel ilke yukarıda da belirtildiği üzere yargılama giderlerinin davayı kaybedenden alınmasıdır. Prof. Dr.Baki Kuru da (Hukuk Muhakemeleri Usulü 6 baskı 5.cilt 5339.sayfada açıkladığı üzere) bu görüştedir.
Bilindiği üzere Hazine, Harçlar Kanunu'nun 13/j maddesi ile yargı harçlarından muaf tutulmuştur. Davalı ... ise harçlardan muaf değildir. Böyle bir durumda, yani davalının haçtan muaf olması ve davanın da davacı lehine sonuçlanması halinde karar ve ilam harcı mutlaka alınacak mıdır? Alınacaksa kimden alınmalıdır? Yasa koyucu tereddüte yer vermeyecek şekilde yargılama giderlerinden kimin sorumlu olduğunu düzenlemiştir. Yine yasa koyucu genel ilke gereğince yargılama giderlerinden sorumlu olan tarafı harçtan muaf tutmuş ise, bu husus harcın diğer taraftan alınacağı şeklinde yorumlanamaz. Ancak bakiye karar ve ilam harcının davalıdan hiç alınmayacağı gibi, davacı tarafından peşin yatırılan karar ve ilam harcının da iade edileceği şeklinde yorumlanıp uygulanmalıdır. Nitekim yine Hazinenin davalı olduğu tapu iptal – tescil davalarında da uygulama bu şekildedir. Hazine aleyhine açılan tapu iptal – tescil davasında Hazinenin harçtan muaf olması gerekçesiyle karar ve ilam harcı alınmazken (doğrusu budur) yalnız tescil davasında harçtan davacının sorumlu tutulmasının hiçbir yasal dayanağı yoktur. Yasa koyucu dileseydi Kadastro Kanunu 36/A maddesinde olduğu gibi, bu hususta da genel uygulamadan ayrıldığını belirterek bir düzenleme yapabilirdi.
Sayın çoğunluğun görüşünün dayanağını yerleşmiş Yargıtay içtihatları oluşturmaktadır. Gerçekten de kabul etmek gerekir ki Yargıtay uzun yıllar tescil davalarında yargılama giderlerini davacı üzerinde bırakmış, bunlardan olan yargı harçlarını da davacıya yüklemiştir. Ne var ki, hiçbir Yargıtay kararında yasal bir dayanak gösterilmemiş, davalının “yasal hasım” olması gerekçe yapılmıştır. Yukarıda da belirtildiği üzere bir olaya hukukun uygulanmasında yargı kararları en son sırada gelmektedir.
Çözümlenmesi gereken bir başka husus ise “yasal hasım”ın ne olduğu ve yasal hasım olunmasının davalıya nasıl bir üstünlük sağladığı konularıdır. Yine bilindiği üzere, bazen gerçekte hasım olmamasına rağmen özellikle mahkemelerin kararlarının denetime açılabilmesi, birileri tarafından kanun yoluna getirilebilmesi için Hazinenin taraf gösterilmesi veya temsilcisi bulunmayan mal varlığına kayyım atanması ve davanın kayyım huzurunda görülerek bu mahsurların ortadan kaldırılması yoluna gidilmiştir. Ne var ki böyle de olsa davada, davalı olarak yer almışsa, sıfatı ne olursa olsun artık davalıdır. Hal böyle olunca da her açıdan yargı önünde eşitlik ilkesi gereğince davalının davacıdan, Hazinenin de vatandaştan bir üstünlüğü yoktur. Sayın çoğunluk gibi düşünen hukukçular, davacının davasının kabulü halinde, davalının yasal hasım olması nedeniyle yargılama giderlerini davacı üzerinde bırakırken, davanın reddi halinde de davalı yasal hasım lehine vekalet ücreti başta olmak üzere yargılama giderlerine hükmederek açıkça “yargı önünde eşitlik” ilkesini ihlal etmektedirler.
TMK 713/3.maddesinde tescil davasının Hazineye ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapu maliki gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılacağı belirtilmiştir. Yargıtay uygulamalarında taşınmaz tapusuz ise dava, tescil davası, tapulu ise tapu iptal tescil davası olarak nitelendirilmekte, tapu iptal tescil davalarında yargılama giderleri yasaya uygun olarak haksız çıkan taraftan alınırken tescil davasında davacı üzerinde bırakılmaktadır. Aynı yasa maddesinin aynı fıkrasında düzenlenen davalılar arasında yargılama giderleri açısından ayrı uygulama yapılması da doğru değildir. Davalının kim olacağının yasada gösterilmiş olması, bu davalının yargılama giderlerinden muaf olacağı şeklinde yorumlanamaz. Yasa Koyucu genel kurala istisna getirmek isteseydi Kadastro Kanunu 36/A maddesinde ve 6292 sayılı Yasa'nın 9.maddesinde olduğu gibi açık düzenleme getirirdi.
Yine sayın çoğunluk ve onlar gibi düşünen hukukçular “tescil davalarında davacı zaten karşılıksız olarak taşınmaz edinmekte, hiç olmazsa yargılama giderlerini ödesinler” tarzında bir yaklaşımla gerekçe oluşturmaktadırlar. Eğer mahkeme davacının taşınmazı hak etmediğini düşünüyorsa hiç şüphesiz davayı reddetmelidir. Hem davayı kabul edip, hem de yargılama giderlerini davacı üzerinde bırakmak apaçık bir çelişkidir ve yasaya açıkça aykırıdır.
Sayın çoğunluğun kendi içinde düştüğü bir başka çelişki ise; sayın çoğunluk, davalının yasal hasım olması nedeniyle yargılama giderleri ve bunlardan olan harcın ilk derece mahkemesince davacıdan alınmasının doğru olduğunu düşündüğüne göre, davalı hazine tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine, istinaf talebi reddedildiğinde de davacıdan istinaf ret harcının, bunun devamında da yine Hazinenin temyiz başvurusu reddedilerek kararın onanması halinde de davacıdan onama harcının alınmasına karar vermelidir. Zira davalı hazine yasal hasımdır ve davalı harçtan muaftır, o halde davalıdan alınamayan yargı harçları davacıdan alınmalıdır. Böyle bir uygulamayı ve düşünce tarzını kabul etmek mümkün değildir. Ayrıca yargılama giderleri bir bütündür. Davanın açılmasından kesinleşmesine kadar aynı yasal düzenlemelere tabidir. İlk derece mahkemesinde alınmayan yargılama gideri aynı gerekçeyle istinaf ve temyiz kanun yollarında da alınmamalı veya alınmalıdır. Bir dava ilk derece mahkemesinde hangi hükümlere tabiyse kanun yollarında da aynı hükme tabidir.
Açıklanan bu nedenlerle, davanın kabul edilmiş olduğu gözetilerek, tarafların temyiz sebepleri de nazara alınmak suretiyle davalı Hazinenin harçlardan muaf olması, davalı Belediyenin ise harçlardan muaf olmaması, harcın davacıdan alınmasının doğru olmaması ve bu yanlışlığın düzeltilmesinin yeniden yargılama yapılmasını gerektirmemesi nedeniyle, İlk Derece Mahkemesinin kararının hüküm fıkrasından harcın davacıdan alınmasına ilişkin kısmın çıkarılarak yerine, davalı Hazine harçtan muaf olduğundan davacının yatırdığı peşin harcın kendisine iadesine cümlesi yazılmak suretiyle hükmün düzeltilerek onanması düşüncesinde olduğumdan sayın çoğunluğun onama görüşüne katılmıyorum.