Logo

1. Hukuk Dairesi2021/5589 E. 2023/970 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Kadastro çalışmaları sırasında yol olarak tescil harici bırakılan taşınmazın mülkiyetinin tespiti ve Hazine tarafından yapılan müdahalenin önlenmesi davasında, Hazine'nin yargılama giderlerinden sorumlu olup olmadığına ilişkin uyuşmazlık.

Gerekçe ve Sonuç: Taşınmazın davacıya ait olduğunun tespitine ve müdahalenin önlenmesine karar verilmiş ancak, Hazine'nin yasal hasım sıfatına rağmen yargılama giderlerinden sorumlu tutulması usul ve yasaya aykırı görülerek, hükümde yargılama giderlerine ilişkin düzeltme yapılarak onanmıştır.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

KARAR : Kabul

Taraflar arasındaki tespit harici bırakılan taşınmazın tescili davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.

Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesince hüküm bozulmuştur.

Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda davanın kabulüne karar verilmiştir.

Karar, davalı Hazine vekili, davalı ... vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hakimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili dava dilekçesinde; Gülşehir ilçesi, ... köyü çalışma alanında bulunan ve 2005 yılında yapılan kadastro çalışmalarında paftasında yol olarak bırakılan 3.161,74 metrekarelik kısmın davacının malik olduğu 133 ada 17 parsel sayılı taşınmazın devamı olduğunu ileri sürerek satın alma ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanarak bu kısmın davacı adına tapuya tescili ve taşınmaza Karayolları Genel Müdürlüğünce yapılan müdahalenin önlenmesini istemiştir.

II. CEVAP

Davalı Hazine, cevap vermemiştir.

Davalı ... vekili, dava konusu edilen yerin 1978 yılında çekilen uçuş planında ve 2004 yılında yapılan kadastro tespitinde yol olarak gözüktüğünü, sel nedeniyle sınırların değiştiği iddiasının yersiz olduğunu belirterek davanın reddini talep etmiştir.

III. MAHKEME KARARI

Gülşehir Asliye Hukuk Mahkemesinin 07.04.2015 tarihli 2013/528 E., 2015/93 K. sayılı kararıyla, davanın kabulüne, 113 ada 29 parselde kayıtlı 26.12.2006 tarihli fen bilirkişi raporunda (B) harfi ile gösterilen 3.164.74 m2'lik bölümün tarla vasfı ile davacı adına tapuya kayıt ve tesciline, bu kısma davalı ... Müdürlüğünün fiili yol geçirmek suretiyle yaptığı el atmanın önlenmesine karar verilmiştir.

IV. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı ... vekili ve davalı Hazine vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Bozma Kararı

Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesinin 01.02.2018 tarihli ve 2015/14282 Esas, 2018/445 Karar sayılı kararıyla, “ ...yapılan araştırma ve incelemenin hüküm için yeterli bulunmadığı, ... Mahkemece, fiilen yolun yapıldığı 2002 tarihinden 15-20-25 yıl öncesine ait ve 1978 yılına ait stereoskopik çift ... fotoğraflarının getirtilmesi, dava konusu taşınmazların başında yaşlı, tarafsız, yöreyi iyi bilen ve davada yararı bulunmayan şahıslar arasından seçilecek yerel bilirkişiler, taraf tanıkları, fen, jeodezi veya fotogrametri uzmanı harita mühendisi bilirkişi ve 3 kişilik ziraat mühendisi bilirkişi kurulu huzuruyla yeniden keşif yapılması, keşif sırasında dinlenilecek yerel bilirkişiler ve taraf tanıklarından taşınmazın öncesinin ne olduğu, taşınmaz üzerinde zilyetliğin bulunup bulunmadığı, zilyetliğin hangi tarihte ve ne zaman başladığı, zilyetliğin sürdürülüş biçimi, kimden kime ve nasıl intikal ettiği etraflıca sorulup somut ve maddi olaylara dayalı olarak açıklattırılması beyanlar arasındaki çelişkiler gerektiğinde yüzleştirme yapılmak suretiyle giderilmesi, 3 kişilik ziraat mühendislerinden oluşan bilirkişi kurulundan çekişmeli taşınmazın halihazır ve önceki niteliği ile üzerinde ekonomik amaca uygun zilyetlik bulunup bulunmadığını, ekonomik amaca uygun zilyetlik varsa hangi tarihten beri ve hangi tasarruflar ile sürdürüldüğü, taşınmazın kullanım durumunu ve zilyetlik süresini kesin olarak belirleyen taşınmazın değişik yönlerden çekilmiş ve sınırları işaretlenen fotoğrafları ile desteklenmiş ayrıntılı ve gerekçeli rapor alınmalı, fen bilirkişisine keşif ve uygulamayı denetlemeye elverişli, ayrıntılı rapor ve harita düzenlettirilmesi, jeodezi ve fotogrametri uzmanı bilirkişisin belirtilen tarihlerde çekilmiş ... fotoğraflarının stereoskop aletiyle incelemesi yaptırılarak çekişmeli taşınmazların önceki ve şimdiki niteliği, ilk olarak yol olarak ne zaman kullanıldığı, arazinin ekonomik amaca uygun olarak tarım arazisi niteliğiyle kullanılıp kullanılmadığı ve kullanımın hangi tarihten itibaren olduğu konusunda rapor düzenlettirilmesi ve bundan sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerektiği'' belirtilerek hüküm bozulmuştur.

C. Bozma Sonrası Mahkeme Kararı

Gülşehir Asliye Hukuk Mahkemesinin 17.07.2020 tarihli ve 2018/115 E., 2020/79 K. sayılı kararıyla, dava konusu edilen taşınmazın, dava dışı 133 ada 17 parselle birlikte öncesinde ... Seçen'e ait olup, ... Seçen'e de babasından intikal ettiği, davacının 30-40 yıl kadar önce bu yerleri ... Seçen'den satın alarak zilyetliğini devraldığı, dava dışı 133 ada 17 parselle birlikte dava konusu taşınmazın bir bütün halinde nizasız fasılasız malik sıfatıyla davacı tarafından kullanıldığı, davacının taşınmaz üzerinde eklemeli zilyetliğinin 60 yılın çok üzerinde olduğu, taşınmazın tarla vasfında taşınmaz olup, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olmadığı, zilyetlikle mülk edinme koşulları davacı yararına oluştuğu fakat davalı ... tarafından dava konusu taşınmazdan fiilen yol geçirildiği ve halihazırda yol olarak kullanıldığı gerekçesiyle; davanın kabulüne, Gülşehir ilçesi ... köyünde kain 113 ada 29 parselde kayıtlı 26/12/2006 tarihli fen bilirkişi raporunda (B) harfi ile gösterilen 3.163,74 m2'lik bölümün tarla vasfıyla davacıya ait olduğunun tespitine karar verilmiştir.

D. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine temsilcisi ve davalı ... vekili temyiz isteminde bulunulmuştur.

E. Temyiz Sebepleri

Davalı Hazine temsilcisi temyiz dilekçesinde özetle, kabul kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu, bozma gereklerinin tam olarak yerine getirilmediğini, eksik araştırma ve inceleme ile karar verildiğini, taşınmazın yol olması nedeni ile açılan davanın reddine karar verilmesi gerektiğini, Hazine yasal hasım olmasına rağmen aleyhine yargılama giderlerine hükmedildiğini, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 16. maddesine göre oluşturulan kaydın hatalı olduğu belirterek ve resen tespit edilecek nedenlerle kararın bozulmasını talep etmiştir.

Davalı ... vekili temyiz dilekçesinde özetle, davanın zamanaşımına uğradığını, yapılan araştırma ve incelemenin yetersiz olduğunu,1978 ve 2004 tarihli ... fotoğraflarında taşınmazın yol olduğunu, davacı tarafın bunun aksini ispatlayamadığını belirterek ve re'sen tespit edilecek nedenlerle kararın bozulmasına karar verilmesini istemiştir.

F. Gerekçe

1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Dava, TMK'nın 713/1 ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 14. maddelerine dayalı tescil ve müdahalenin önlenmesi istemine ilişkindir.

2. İlgili Hukuk

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 190. maddesi şöyledir; "İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir."

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 6. maddesi şöyledir; "Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür."

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713/1. maddesi şöyledir; "Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir."

3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesinde; “Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüz ölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir.”

3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 16. maddesinde; “B) Mera, yaylak, kışlak, otlak, harman ve panayır yerleri gibi paralı veya parasız kamunun yararlanmasına tahsis edildiği veya kamunun kadimden beri yararlandığı belgelerle veya bilirkişi veya tanık beyanı ile ispat edilen orta malı taşınmaz mallar sınırlandırılır, parsel numarası verilerek yüz ölçümü hesaplanır ve bu gibi taşınmaz mallar özel siciline yazılır.

Bu sınırlandırma tescil mahiyetinde olmadığı gibi bu suretle belirlenen taşınmaz mallar, özel kanunlarında yazılı hükümler saklı kalmak kaydıyla özel mülkiyete konu teşkil etmezler.

Yol, meydan, köprü gibi orta malları ise haritasında gösterilmekle yetinilir.” düzenlemeleri yer almaktadır.

Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarında “ dava, kadastro çalışmalarında tespit dışı bırakılan taşınmazın tescili davalarında TMK'nın 713. maddesinin 3. fıkrası hükmüne göre Hazine ve ilgisi bakımından diğer kamu tüzel kişileri yasal hasım durumunda bulunduklarından yargılama gideri, harç ve avukatlık ücretinden sorumlu tutulamayacakları” benimsenmiştir

3. Değerlendirme

Davacı tarafından, dava dışı 133 ada 17 parsel sayılı taşınmazla birlikte çekişmeli taşınmaz bölümünün adına tescili ve ... tarafından çekişmeli taşınmaz bölümüne yapılan müdahalenin önlenmesi istemiyle 20.09.2002 tarihinde açılan dava, taşınmaz hakkında kadastro tutanağı düzenlenmiş olması sebebiyle Kadastro Mahkemesine aktarılmıştır. 11.04.2005 tarihinde yapılan kadastro tespiti sırasında çekişmeli taşınmaz bölümü yol olarak tescil harici bırakılmıştır.

Kadastro Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda dava dışı 133 ada 17 parsel sayılı taşınmazın davacı adına tesciline, çekişmeli taşınmaz bölümü hakkında ise mahkemenin görevsizliğine karar verilmiş, görevli Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından ise davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi üzerine eldeki dava açılmıştır.

Kadastro Mahkemesindeki yargılama sırasında fiilen yol olan ve tespit sırasında tescil harici bırakılan çekişmeli taşınmaz bölümü hakkında 133 ada 29 parsel numarası altında 3.163,74 metrekare yüz ölçümünde ve tarla vasfında kadastro tutanağı düzenlettirilmiş ise de 3402 sayılı Yasa'nın 16. maddesindeki düzenleme karşısında bu tutanağın hukuki geçerliliği bulunmamaktadır.

Temyiz olunan nihai kararların bozulması 6100 sayılı HMK’nın geçici 3/2 maddesinin yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nın uygulanacağı davalar yönünden HUMK’un 428. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı halinde mümkündür.

Temyizen incelenen karar, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dava şartlarına, yargılama ve ispat kuralları ile kararda belirtilen gerekçelere göre usul ve kanuna ve bozma kararına

uygun olup davalı tarafın temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.

Ancak yol olarak tescil harici bırakılması gereken yerin tespit tutanağı düzenlenerek verilen ada-parsel numarası hüküm yerinde 133 ada 29 parsel yerine 113 ada 17 parsel yazılması hatalı olduğu gibi, harç kamu düzeniyle ilgili olduğu ve yargılama gideri de davalı Hazine tarafından temyize getirildiğinden, davada yasal hasım konumunda olan Hazine ve köy tüzel kişiliğinin harç ve yargılama giderinden sorumlu tutulmaması gerekirken yargılama giderlerinin davalılardan tahsiline karar verilmesi ayrıca Hazinenin harçtan muaf olması nedeniyle harcın davalı köy tüzel kişiliğine yüklenmesi doğru olmamıştır.

Ne var ki; bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden hükmün düzeltilerek onanması gerekmiştir.

V. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davalı Hazine temsilcisinin ve davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının yukarıda açıklanan nedenlerle kabulü ile;

Hükmün 1.fıkrasında yer alan “113 ada 17 parselde” ibarelerinin çıkarılarak yerine “133 ada 29 parselde” ibarelerinin yazılmasına,

Hükmün 2. ve 3. fıkralarının hükümden çıkarılarak yerine 2. ve 3.bent olarak;

"Davanın niteliği gereği yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına,

Peşin harcın mahsubu ile eksik 1.882,62 TL karar ilam harcının davacıdan tahsili ile Hazineye irat kaydına" cümlelerinin yazılmasına,

6100 sayılı HMK'nın geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'un 438/7. maddesi gereğince hükmün bu şekliyle DÜZELTİLEREK ONANMASINA, peşin alınan harcın talep halinde temyiz eden davalı tarafa iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,

21/02/2023 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

-MUHALEFET ŞERHİ-

Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713/1.maddesi gereğince açılmış zilyetliğe dayalı tescil davasıdır.

Mahkemece davacı lehine hüküm kurulmuş, yargılama giderleri ve bunlardan olan karar ve ilam harcının davalı Köy Tüzel Kişiliğinden alınmasına karar verilmiştir.

Yargılama giderleri Hazine tarafından temyize getirilmiştir.

Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık; resen nazara alınması gereken karar ve ilam harcının davacıdan alınıp alınamayacağı, buradan hareketle davacı tarafından peşin yatırılan harcın davalıdan tahsili ile davacıya verilmesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle çözümlenmesi gereken husus, temyiz konusu yapılan karar ve ilam harcının davalıdan alınıp alınamayacağı, yargılama giderlerinden kimin sorumlu olacağı hususudur.

Anayasa’nın 35. maddesinin birinci fıkrasında mülkiyet ve miras hakları güvence altına alınmış, ikinci fıkrasında ise “Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.” denilmek suretiyle mülkiyet hakkının ancak kanunla sınırlanabileceğine vurgu yapılmıştır.

Anayasa’nın 36. maddesinde de “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile ... yargılanma hakkına sahiptir.” hükmüne yer verilmek suretiyle hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim ... anayasal koruma altına alınmıştır.

Anayasa’nın 13. maddesinin birinci cümlesinde ise “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.” denilmiştir.

Buna göre diğer şartlar bulunsa bile temel hak ve hürriyetlere ancak kanunla sınırlama getirilebilir. Bir başka ifadeyle kanun dışındaki bir norm veya yargı içtihadıyla temel hak ve özgürlüklere sınırlama getirilmesi mümkün değildir.

Öte yandan yargı harçları 492 sayılı Harçlar Kanunu’nda düzenlenmiş ve kamu düzeninden olması nedeniyle harca ilişkin hükümlerin resen uygulanacağı kabul edilmiştir. Bu nedenle harca ilişkin hususların resen ele alınabileceği hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Harçlardan kimin sorumlu olacağı hususu ise -yargılama giderleri, yargılama usulüne ilişkin bir konu olduğundan- 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda kapsamlı bir şekilde düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un 323. maddesinde harçlar yargılama giderlerinden sayılırken, 326. maddesinin (1) numaralı fıkrasında açıkça “Kanunda yazılı haller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.” denilmek suretiyle yargılama giderleri ve bunlardan olan yargı harçlarından kimin sorumlu olacağı tereddüde yer vermeyecek şekilde hüküm altına alınmıştır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1. maddesi ise şöyledir:s

“Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.

Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hâkim, örf ve âdet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir.

Hâkim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.”

Buna göre Kanun’da hâkimin hukukun kaynaklarını belirlerken hangi sıralamayı izleyeceği açıkça kurala bağlanmış olup Kanun’un sözüyle ve özüyle değindiği herhangi bir konuda Kanun’un emrettiği hüküm dışında bir uygulama yapılması mümkün değildir. Hâkim ancak Kanun’da uygulanabilir bir hüküm yoksa anılan maddede belirtilen diğer kaynaklara başvurabilir.

Somut olay anılan anayasal ve yasal kurallar çerçevesinde ele alındığında, zilyetliğe dayalı tescil davasında, davacı birey, davalı ise Hazine ve Köy Tüzel Kişiliğidir. Davalının Hazine veya kamu kurumu olması, kanunda açık bir hüküm bulunmadıkça yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınması kuralına istisna teşkil etmeyecektir.

Bilindiği üzere Hazine, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 13/j maddesi ile yargı harçlarından muaf tutulmuştur. Davalı Belediye ise harçlardan muaf değildir. Böyle bir durumda, yani davalının harçtan muaf olması ve davanın da davacı lehine sonuçlanması halinde karar ve ilam harcının mutlak bir şekilde alınması gerekip gerekmeyeceği ve alınacaksa kimden alınacağı sorularının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

Yasa koyucu, tereddüde yer vermeyecek şekilde yargılama giderlerinden kimin sorumlu olacağını düzenlemiştir. Yine yasa koyucu genel ilke gereğince yargılama giderlerinden sorumlu olan tarafı harçtan muaf tutmuş ise, bu husus harcın diğer taraftan alınacağı şeklinde yorumlanamaz. Bu çerçevede Hazineye karşı açılan davada davacının haklı çıkması durumunda bakiye karar ve ilam harcı davalıdan hiç alınmamalıdır. Ancak davasında haklı çıkan davacı tarafından peşin yatırılan karar ve ilam harcı kendisine iade edilmelidir. Nitekim Hazinenin davalı olduğu tapu iptal – tescil davalarında yerleşik uygulama bu şekildedir. Hazine aleyhine açılan tapu iptal – tescil davasında Hazinenin harçtan muaf olması gerekçesiyle karar ve ilam harcı hiç alınmazken tescil davasında haklı çıkan davacının harçtan sorumlu tutulmasının hiçbir yasal dayanağı bulunmamaktadır. Yasa koyucu dileseydi 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 36/A maddesinde olduğu gibi, bu hususta da genel uygulamadan ayrılan bir düzenlemeye yer verebilirdi.

Sayın çoğunluğun görüşünün dayanağını yerleşmiş Yargıtay içtihatları oluşturmaktadır. Yargıtay uzun yıllara sari içtihadında tescil davalarında yargılama giderlerini davasında haklı çıkmasına rağmen davacı üzerinde bırakmış, bu çerçevede yargı harçlarını da davacıya yüklemiştir. Ne var ki, hiçbir Yargıtay kararında yasal bir dayanak gösterilememiş, davalının “yasal hasım” olması gerekçe yapılmıştır. Yukarıda da belirtildiği üzere bir Kanun’un sözüyle değindiği herhangi bir konuda Kanun’un emrettiği hüküm dışında bir uygulama yapılması mümkün değildir. Hâkim ancak Kanun’da uygulanabilir bir hüküm yoksa 4721 sayılı Kanun’un 1. maddesinde belirtilen diğer kaynaklara başvurabilir. 6100 sayılı Kanun’un 326. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da açıkça “ Kanunda yazılı haller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.” denildiğine ve bu hususta Kanun’da bir boşluk veya tescil davaları yönünden bir istisnaya yer verilmediğine göre bu hususta yargı içtihadıyla Kanun’un açık hükmüne aykırı bir uygulama yapılması mümkün değildir. 1

Öte yandan yukarıda da belirtildiği üzere temel hak ve özgürlüklere ancak kanunla sınırlama getirilebilir. Davasından haklı çıkan kişiden yargı harcı alınmasının gerek mülkiyet gerek ise mahkemeye erişim hakkına getirilen bir sınırlama niteliği taşıdığı açıktır. Sayın çoğunluğun görüşü kabul edildiğinde anılan haklara kanunla değil yargı içtihadıyla sınırlama getirilmiş olmaktadır. Bu ise Anayasa’nın 13., 35. ve 36. maddelerine aykırı olarak mülkiyet ve mahkemeye erişim haklarına sınırlama getirilmesine neden olmaktadır.

Tartışılması gereken bir başka husus da “yasal hasım” meselesidir. Özellikle yasal hasımın ne olduğu ve yasal hasım olunmasının davalıya bir üstünlük sağlayıp sağlamadığının ele alınması gerekir. Bilindiği üzere, bazen gerçekte hasım olmamasına rağmen özellikle mahkemelerin kararlarının denetime açılabilmesi, davanın kanun yoluna taşınabilmesi için Hazinenin taraf gösterilmesi veya temsilcisi bulunmayan mal varlığına kayyım atanması ve davanın kayyım huzurunda görülerek bu mahsurların ortadan kaldırılması yoluna gidilebilmektedir. Ne var ki böyle de olsa bir davada Hazine veya diğer kamu kurum ve kuruluşları davalı olarak yer almışsa, sıfatı ne olursa olsun artık davalıdır. Hukuk devleti ilkesi gereğince kural olarak davanın tarafları arasında haklı bir neden olmaksızın bir ayrıcalık yaratılamaz. Sayın çoğunluk davacının davasının kabulü halinde, davalının yasal hasım olması nedeniyle yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılması gerektiğini değerlendirirken, davanın reddi halinde davalı yasal hasım lehine vekalet ücreti başta olmak üzere yargılama giderlerine hükmedilmesi gerektiğini kabul etmektedirler.

Anayasal bağlamda meşru bir amaca dayalı kanuni bir hüküm olmaksızın taraflara farklı muamelede bulunulması düşünülemez. Somut uyuşmazlıkta davacının talebinin bir kısmı kabul edilirken, bir kısmı ise reddedilmesine rağmen, davalı lehine vekâlet ücreti takdir edilmiş, davacı lehine ise vekâlet ücreti verilmemiştir. Dolayısıyla aynı dava dosyasında makul bir yasal dayanak bulunmaksızın tarafların farklı muameleye tabi kılınması söz konusu olmuştur ki bunun kabul edilmesi mümkün değildir. (Ne var ki davacı taraf bu hususu temyiz sebebi yapmamıştır. Bu nedenle söz konusu yanlışlığa işaret edilmekle yetinilmiştir.)

4721 sayılı Kanun’un 713/3. maddesinde tescil davasının Hazineye ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapu maliki gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılacağı belirtilmiştir. Yargıtay uygulamalarında taşınmaz tapusuz ise dava, tescil davası, tapulu ise tapu iptal tescil davası olarak nitelendirilmektedir. Tapu iptal- tescil davalarında yargılama giderleri yasaya uygun olarak haksız çıkan taraftan alınırken tescil davasında davacı üzerinde bırakılmaktadır. Aynı yasa maddesinin aynı fıkrasında düzenlenen davalılar arasında yargılama giderleri açısından ayrı uygulama yapılması da doğru değildir. Davalının kim olacağının yasada gösterilmiş olması, bu davalının yargılama giderlerinden muaf olacağı şeklinde yorumlanamaz.

Yine sayın çoğunluğun adeta “tescil davalarında davacı zaten karşılıksız olarak taşınmaz edinmekte, hiç olmazsa yargılama giderlerini ödesinler” tarzında bir yaklaşımla gerekçe oluşturduğu anlaşılmaktadır ki bu görüşe katılmak mümkün değildir. Eğer mahkeme davacının davasını kazanma yönündeki hukuki koşulların oluşmadığını düşünüyorsa hiç şüphesiz davayı reddetmelidir. Hem davayı kabul edip, hem de yargılama giderlerini davacı üzerinde bırakmak Kanun’un açık hükmüyle çelişmektedir.

Açıklanan nedenlerle davanın kabul edilmiş olduğu gözetilerek, tarafların temyiz sebepleri de nazara alınmak suretiyle davalı Hazinenin ve T.C.Karayolları Genel Müdürlüğünün harçlardan muaf olması, davalı Köy Tüzel Kişiliğinin ise harçlardan muaf olmaması nedeniyle kararın onanması düşüncesinde olduğumdan sayın çoğunluğun düzelterek onama yönündeki kararına katılmıyorum.

1 Tescil davasını kaybeden Hazineden kanuni hasım olması nedeniyle yargılama giderlerinin alınmamasının hukuka aykırı olduğuna ilişkin aynı yöndeki görüş için bkz. Kuru, Baki (2001) Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt 5, 6. Baskı, Ankara, s. 5339.