"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi
KARAR : Kısmen Kabul - Kısmen Ret
İLK DERECE MAHKEMESİ : Kumluca 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasında İlk Derece Mahkemesinde görülen ve istinaf incelemesinden geçen tapu iptali ve tescil, alacak davasında verilen karar hakkında yapılan temyiz incelemesi sonucunda, Dairece Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesince bozmaya uyularak yeniden yapılan yargılama sonucunda; davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili ve davalı ... vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı ...’den 85.000 TL borç para aldığını, borcun teminatı olarak da dava konusu 526 ada 1 parsel sayılı taşınmazını davalı ...’ye satış suretiyle devrettiğini, aralarında imzaladıkları 21.05.2012 tarihli sözleşmeye göre borç ödendiğinde taşınmazın geri verileceğinin kararlaştırıldığını, ancak borcunu ödemek istediği halde davalı ...’nin taşınmazı iadeye yanaşmadığı gibi diğer davalı ...’ya muvazaalı olarak devrettiğini öğrendiğini, davalıların arkadaş olduklarını ve birlikte hareket ettiklerini ileri sürerek, tapu kaydının iptali ile adına tescilini, olmadığı takdirde şimdilik 15.000 TL’nin davalılardan tahsilini istemiştir.
II. CEVAP
1. Davalı ... vekili cevap dilekçesinde; müvekkilinin dava konusu taşınmazın karşı parselinde petrol istasyonu bulunduğunu, bu nedenle dava konusu taşınmaz üzerine oto lastik, oto yıkama tesisi kurmak için bedelini ödeyerek yatırım amaçlı satın aldığını, iyiniyetli olduğunu, davacı ile davalı ... arasındaki ilişkiyi bilemeyeceğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
2. Davalı ..., davaya cevap vermemiştir.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
Kumluca 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 30.03.2018 tarihli ve 2015/260 E., 2018/166 K. sayılı kararıyla iddianın ispatlanamadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesinin 16.05.2019 tarihli ve 2018/1436 Esas, 2019/665 Karar sayılı kararıyla; istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesinin kararı kaldırılarak, davacı ile davalı ... arasında düzenlenen 21.05.2012 tarihli belge ile inançlı işlem iddiasının kanıtlandığı, ancak ikinci el konumunda olan davalı ...’nın kötüniyetli olduğunun ispatlanamadığı gerekçesiyle tapu iptali ve tescil isteğinin reddine, tazminat isteğinin kabulü ile 67.848,97 TL’nin davalı ...’den tahsiline karar verilmiştir.
V BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili ve davalı ... vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Dairece 07.12.2020 tarihli ve 2019/4233 E., 2020/6514 K. sayılı kararıyla “...Hemen belirtilmelidir ki, ikinci el konumunda olan davalı ...’nın kötüniyetli olduğu ispat edilemediğinden 4721 sayılı TMK’nın 1023. maddesi gereğince kazanımının korunacağı anlaşılmakla tapu iptali ve tescil isteği yönünden davanın reddine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Davacı vekilinin bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde görülmediğinden Reddine. Davalı ... vekilinin ve davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarına gelince; davacı ile davalı ... arasında düzenlenen ve varlığı inkar edilmeyen 21.05.2012 tarihli "BELGEDİR" başlıklı sözleşmenin 05.02.1947 tarihli, 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca inançlı işlemin belgesi niteliğinde olduğu açık olup, inançlı işlem iddiasının kanıtlandığı belirlenmek suretiyle tazminat isteğinin kabulüne karar verilmesinde kural olarak bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Ne var ki, bölge adliye mahkemesince hükmedilen tazminat miktarının belirlenmesi yönünden doğru bir hesaplama yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur. Hal böyle olunca, 6098 sayılı ... Borçlar Kanunu'nun 97. maddesi hükmü gözetilmek suretiyle, davacının davalı ...’ye olan gerçek borç miktarı yöntemince saptanarak, bu miktarın dava konusu taşınmazın dava tarihindeki değerinden mahsup edilmesi ile davacı yararına tazminata hükmedilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile çekişmeli taşınmazın davacının kullanımında olmadığı gözetilmeksizin, doğru olmayan yöntemle yazılı şekilde hesaplama yapılarak karar verilmesi doğru değildir..." gerekçesiyle bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Bozmaya Uyularak Verilen Karar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile tapu iptali ve tescil isteğinin reddine, tazminat isteğinin kabulü ile 22.04.2021 tarihli Mali Müşavir bilirkişi raporuna göre hesaplanan 67.312,07 TL'nin davalı ...’den tahsiline karar verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili ve davalı ... vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
1. Davacı vekili, müvekkilinin davalı ... ile yaptığı inanç sözleşmesi gereği borç olarak aldığı 85.000,00 TL'yi ödediğinde taşınmazı geri alacağının kararlaştırıldığını, ancak davalının 150.000,00 TL talep ettiğini, taşınmazı müvekkilinden habersiz davalı ...''a muvazaalı olarak devrettiğini, ...'ın kötüniyetli olduğunu, tapu iptali ve tescil isteminin reddine karar verilmesinin hatalı olduğunu, mahkemece faiz başlangıcı olarak dava tarihinin hesaplandığını, oysa ki ...'a yapılan temlik tarihinden itibaren faiz hesaplanması gerektiğini belirterek, kararın bozulmasını talep etmiştir.
2. Davalı ... vekili, müvekkilinin dava açıldığı sırada kalp ameliyatı geçirdiğini, davayı takip edemediğini, delil bildiremediğini, davacı ile arasında inançlı işlem bulunmadığını, gerçek bir satış işlemi yapıldığını, davacının icra borcu nedeniyle taşınmazın satışa çıkarıldığını, 85.000,00 TL bedel karşılığı anlaştıklarını, müvekkilinin 42.000,00 TL banka kanalı ile kalanı elden olacak şekilde ödeme yaptığını, ancak davacın eşinin işlemler nedeniyle sorun çıkarması üzerine davacının eşi ile arasının düzelmesi için sözleşme imzaladıklarını, asıl iradenin inanç sözleşmesi olmadığını, davacının 3 yıl aradan sonra dava açmış olmasının kötüniyetli olduğunu gösterdiğini belirterek, kararın bozulmasını talep etmiştir.
C. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık, inançlı işlem hukuki nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tazminat isteğine ilişkindir.
2. İlgili Hukuk
Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir.
Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya ..., aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak ...; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
Uygulamada mesele, 05.02.1947 tarihli, 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir. Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır. Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında,belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira TBK'nın 509. maddesindeki “Vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden ... üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer.” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan TBK'nın 19. maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.
İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü,gerek işleyişi açısından,genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir. Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir. İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hem de taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.
05.02.1947 tarihli 20/6 sayılı İnançları Birleştirme kararı uyarınca, inançlı işleme dayalı iddianın, şekle bağlı olmayan yazılı delille kanıtlanması gerekeceği kuşkusuzdur. Şayet, ispat külfeti kendisinde olan tarafın yazılı bir belgesi yok ise ancak taraflar arasında gerçekleştirilen mektup, banka dekontu, yazışmalar gibi birtakım belgeler var ise bunların yazılı delil başlangıcı sayılacağı ve iddianın her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı hale geleceği sabittir. Şayet, yazılı delil başlangıcı sayılacak böylesi bir olgu da bulunmuyor ise iddia sahibinin son başvuracağı delilin karşı tarafa yemin teklif etme ... olduğu da şüphesizdir.
3. Değerlendirme
1. Bölge adliye mahkemelerinin nihai kararlarının bozulması 6100 sayılı Kanun'un 371. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
2. Temyizen incelenen Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının bozmaya uygun olduğu, kararda ve kararın gerekçesinde hukuk kurallarının somut olaya uygulanmasında bir isabetsizlik bulunmadığı, bozmaya uyulmakla karşı taraf yararına kazanılmış hak durumunu oluşturan yönlerin ise yeniden incelenmesine hukukça imkân bulunmadığı anlaşılmakla; temyiz dilekçelerinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekili ve davalı ... vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan kararın ONANMASINA,
Aşağıda yazılı 120,60 TL bakiye onama harcını temyiz eden davacıdan, 3.448,57 TL bakiye onama harcını ise davalı ...'dan alınmasına,
Dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
09.03.2023 tarihinde oy birliğiyle kesin olmak üzere karar verildi.