Logo

1. Hukuk Dairesi2022/5979 E. 2022/6775 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Kadastro tespitinden önceki sebeplere dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescil davasında 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçip geçmediği.

Gerekçe ve Sonuç: Dava konusu taşınmazların 1972 ve 1977 yıllarında kesinleşen tapulama işlemleriyle tescil edildiği, davanın ise 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmesinden sonra açıldığı gözetilerek, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesi gereğince davanın reddine karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : İZMİR BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 16. HUKUK DAİRESİ

İLK DERECE MAHKEMESİ : BODRUM 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İlk Derece Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin kararın, davacılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi tarafından yapılan inceleme sonucunda; başvurunun esastan reddine dair verilen karar, süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmekle; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

1. Davacılar vekili, davacıların Bodrum .... .... mevkii 650, 651, 652, 655 numarada kayıtlı tapuların kök tapusunu oluşturan 3/1289 tarihli ve 43 no.lu kök tapu sahibi .......Adası doğumlu .... isimli şahıs ile ....ve .... oğlu .... mirasçıları olduklarını, Bodrum Kadastro Müdürlüğünün, davacıların da hissesi bulunan 650 parselin tamamını davalılar üzerinde kayıtlı olacak şekilde gösterdiğini ve kadastro uygulaması neticesinde kadastro tutanaklarının bu şekilde düzenlendiğini, davacılardan bir kısmının murisi olan 1857 doğumlu Papilli'nin 1912 yılında vefat ettiğini, iki evlilik yaptığını ve bu evliliklerden ..... ve ...... adlarında 4 çocuğu bulunduğunu, Papilli'nin 3/1289 tarihli ve 43 no.lu kök tapuyu oluşturan bu mülkü "Osmanlı Devleti'nin Paris Anlaşması ile batılı devletler arasına katılması neticesi çıkarılan Tebayı Ecnebiyenin Emlake Mutasarrıf Olmaları Hakkındaki Kanun ile edindiğini ileri sürerek tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında davacılar adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

2. Davacılar vekili tarafından dosyaya sunulan 23/06/2016 tarihli ıslah dilekçesi ile, dava konusu ettikleri taşınmazların 23/06/2016 tarihinde üçüncü kişilere satıldıklarından bahisle, tescil taleplerini bedel tespiti ve davacılara ödenmesi olarak ıslah ettiklerini bildirmiş olmasına rağmen, ıslah dilekçesinde talep edilen bedel tutarının gösterilmediği, ıslah harcının yatırılmadığı, Mahkemece ıslah talebine ilişkin olumlu-olumsuz bir karar verilmediği anlaşılmıştır.

II. CEVAP

1. Davalılar ... ve arkadaşları vekili, aynı konuda, aynı taşınmaza ilişkin olarak aynı miras bırakanın mirasçıları tarafından açılan davanın Mahkemenin 2015/596 Esas sayılı dosyası ile görüldüğünü ve Mahkemenin 2015/596 Esas-2016/66 Karar sayılı ve 10/02/2016 tarihli kararı ile davanın hak düşürücü süre nedeniyle ve dava şartı yokluğu sebebiyle reddedildiğini, davacıların mirasçılıktan bahisle dava konusu ettikleri iddialarının dayanaksız ve gerçeğe aykırı iddialar olduğunu, aksinin yıllar önce verilen Mahkeme kararı ve kadastro tespitiyle sabit olduğunu, Bodrum Asliye Hukuk Mahkemesinin 1969/390 Esas-1970/309 Karar sayılı, 17/06/1970 tarihli kararı ile dava konusu taşınmazın davacılara aidiyetinin ve sınırlarının belirlenmiş olduğunu, kararın kesinleştiğini, dava konusu taşınmazın kadastro tespitinin 1972 yılında kesinleştiğini, kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki nedenlere dayanılarak dava açılamayacağını savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

2. Davalılar ... ve arkadaşları vekili, davacı vekili tarafından iddia edilen hususların hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, iş bu davanın davacılarından ..., ..., ..., ... ve ...'nin de aralarında olduğu aynı mülkiyet iddialarına ilişkin olarak ve aynı dava sebebine dayanılarak Mahkemenin 2015/596 Esas sayılı dosyası ile dava açıldığını, davanın 10/02/2016 tarihli, 2015/596 Esas-2016/66 Karar sayılı kararı ile hak düşürücü süre yönünden ve dava şartı yokluğundan reddedildiğini, dosyanın Yargıtay aşamasında olduğunu, aynı konuda, davacılarının bazıları değiştirilmiş olarak yeniden dava açılmasında davacıların korunmaya değer menfaatlerinin olmadığını, davacıların davasına dayanak aldığı Bodrum Asliye Hukuk Mahkemesinin 17/06/1970 tarihli, 1969/390 Esas ve 1970/309 Karar sayılı kararı ile dava konusu taşınmazın davacılara aidiyeti ve sınırları belirlenmiş olup kararın kesinleştiğini, 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçirilmiş olması sebebiyle işin esasına girilmeksizin davanın usulden reddi gerektiğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

Bodrum 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 09.12.2016 tarihli 2016/340 Esas, 2016/644 Karar sayılı kararıyla, davacılar ..., ..., ..., ... ve ... tarafından aynı taşınmaz hakkında, aynı sebeplere dayalı olarak, aynı davalılara karşı Mahkemenin 2015/596 Esas sayılı dosyası ile de dava açılmış olup, o dosyada davanın hak düşürücü süre sebebiyle usulden reddine ilişkin verilen karar henüz kesinleşmemiş olduğundan, bu davacılar yönünden eldeki dava hakkında derdestlik bulunduğu ve bu davacılar yönünden davanın derdestlik sebebiyle reddinin gerektiğinin değerlendirildiği, ayrıca davacıların kadastro tespitinden önceki sebeplere dayalı olarak bu davayı açmış oldukları, kadastro tespitinin kesinleşmesinden itibaren dava tarihine kadar 10 yıllık hak düşürücü süre geçmiş bulunduğu, gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

1. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

2. İstinaf Nedenleri

Davacılar vekili istinaf dilekçesinde özetle; davacıların dava konusu taşınmazların kök tapusunu oluşturan 3/1289 tarihli, 43 no.lu tapu sahibi .... Adası doğumlu .... isimli şahıs ile....ve Liman Reisi oğlu ......mirasçıları olduklarını, Bodrum Kadastro Müdürlüğünce, davacıların da hissesi bulunan ..... mevkiinde yer alan 650 (yeni numarası 4) parsel sayılı taşınmazın tamamını davalılar üzerine kayıtlı olacak şekilde kadastro tutanaklarının düzenlendiğini, taşınmazın 22/a uygulamasında bile komşu

taşınmazların gösterilmesi, hak sahiplerinin kimler olduğunun belirlenmesi ve hakka esas yüzölçümlerinin belirlenmesinin zorunlu olduğunu, davacıların murislerine ait taşınmazları hiç yokmuş gibi kayda geçirilmesine çalışılması nedeniyle taraflarından itiraz edildiğini, tüm bu itirazlarına rağmen Milas Kadastro Mahkemesince askı süresi geçtiğinden bahisle Asliye Hukuk Mahkemesine görevsizlik kararı verildiğini, neticede Bodrum Asliye Hukuk Mahkemesince 2016 yılında yapılan kadastro çalışmasının yeni bir kadastro çalışması olduğuna bakılmaksızın, 10 yıllık sürenin geçtiği ve diğer dosyanın henüz kesinleşmediği gerekçesiyle derdestlik nedeniyle davanın reddine karar verildiğini, oysa istinafa konu iş bu davalarında, kadastro tutanaklarının hatalı düzenlendiği, 22/a uygulaması ile gasp edildiği, çevresindeki parsellerin ve mülkiyet durumunun sorgulanmadığı iddialarına dayandıklarını belirterek, kararın bozularak davalarının kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.

3. Gerekçe ve Sonuç

İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesinin 09/06/2020 tarihli, 2019/1345 Esas, 2020/409 Karar sayılı kararıyla, aynı taşınmazlara ilişkin olarak Bodrum 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/596 Esas sayılı dosyasında görülen dava nedeniyle, eldeki davanın derdestlik sebebiyle usulden reddinin gerektiği yönündeki gerekçede, bir kısım dosya davacılarının anılan dosyada taraf olmaması nedeniyle isabet bulunmamakta ise de; dava konusu taşınmazlardan eski 650 parsel sayılı taşınmazın 19/08/1972 tarihinde kesinleşen tapulama işlemi, eski 651 parsel sayılı taşınmazın da 19/01/1977 tarihinde hükmen kesinleşen tapulama işlemi ile tescil edildiğinin, eldeki davanın ise 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmesinden sonra 01/06/2016 tarihinde açıldığının anlaşılması karşısında, davanın, 3402 sayılı Yasa'nın 12/3. maddesi gereğince reddinin gerektiği yönündeki diğer gerekçede bir isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle davacılar vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 353/1-b-1 bendi uyarınca esastan reddine karar verilmiştir.

V. TEMYİZ

1. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Temyiz Nedenleri

Davacılar vekili, temyiz dilekçesinde özetle; hem Yerel Mahkeme hem de Bölge Adliye Mahkemesinin bu davaların Kadastro Kanunu'ndan kaynaklanan bir taleple açılmadığını, tapu kayıtlarında var olan usulsüzlükler nedeniyle açıldığını, Yerel Mahkeme dosyasında istedikleri 1288 ve 1289 tarihli Osmanlı tapu kayıtlarının temini halinde davalarını ispat edecek delillerin toplanmasının gerektiğini göz ardı ederek ve usulen hata yaparak savunma haklarını ortadan kaldırdıklarını, bu davanın bir an kadastro mevzuatından kaynaklanan bir taleple açıldığı kabul edilirse de 10 yıllık hak düşürücü sürenin de geçmediğini, zira dava konusu yerde yeni bir kadastro işlemi yapıldığını, 22/a uygulamasının yeni bir kadastro işlemi olup bu işleminin yapıldığı tarih ve dava açıldığı tarih incelendiğinde henüz 10 yıllık dava açma süresinin de dolmadığını, Mahkeme tarafından eksik araştırma ve inceleme neticesinde karar verildiğini ileri sürerek, kararın bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.

3. Gerekçe

3.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Kadastro sonucunda, Bodrum ilçesi, ..... Mahallesi çalışma alanında bulunan 650 parsel sayılı 157.900,00 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz, tapu ve vergi kayıtları nedeniyle 19/08/1972 tarihinde .... adına tespit ve tescil edildikten sonra, kayden intikal suretiyle davalı ... ve müşterekleri adına; 651 parsel sayılı 8.000,00 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz ise .... adına tespit ve hükmen 19/01/1977 tarihinde tescil edildikten sonra hibe, rızai taksim, satış ve intikal suretiyle kayden davalı ... ve müşterekleri adına tescil edilmiş, bilahare 2015 yılında yapılan uygulama kadastrosu çalışması soncunda 650 parsel sayılı taşınmaz 168 ada 4 parsel numarasıyla ve 158.258,62 metrekare yüzölçümüyle, 651 parsel sayılı taşınmaz ise 168 ada 8 parsel numarasıyla ve 7.983,55 metrekare yüzölçümüyle tespit ve tescil edilmiştir.

Dava, kadastro tespitinden önceki nedenlere dayalı tapu kaydının iptali ve tescil istemine ilişkindir.

3.2. İlgili Hukuk

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 6. maddesinde, "Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.",

3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesinde, “Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz.” düzenlemeleri yer almaktadır.

3.3. Değerlendirme

Dosya içeriğine, toplanan delillere, (III.) no.lu bentte yer verilen İlk Derece Mahkemesi kararının gerekçesine, (IV/3.) no.lu bentte yer verilen Bölge Adliye Mahkemesi kararının gerekçesine göre, yazılı şekilde karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

VI. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle; davacılar vekilinin yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı HMK'nın 370 inci maddesi uyarınca ONANMASINA, aşağıda yazılı 26,30 TL bakiye onama harcının temyiz eden davacılardan alınmasına, 17/10/2022 tarihinde kesin olmak üzere oy çokluğuyla karar verildi.

-MUHALEFET ŞERHİ-

Dava, kadastro öncesi sebebe dayalı asliye hukuk mahkemesinde açılmış tapu iptali ve tescil davasıdır.

Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık, temyiz incelemesine konu kararın değer itibariyle verildiği anda kesin olup olmadığı, bir başka ifadeyle temyiz incelemesinin mümkün olup olmadığı, diğer yandan mahkemece resen değer belirlemesinin yapılması gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Temyize ilişkin hükümler 6100 sayılı HMK da düzenlendiğine göre aynı Yasa'nın 448. maddesi “Zaman bakımından uygulanma” başlığıyla “Bu kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır.” demektedir.

Diğer yandan 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun Ek madde 6 ise, “…kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar …..miktar veya değerine bakılmaksızın 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabilir.” Şeklindedir. Söz konusu bu düzenleme 22.07.2020 tarihli 7251 sayılı Yasa'nın 53. maddesi ile getirilmiştir. Yürürlük tarihi ise 28.07.2020 tarihidir.

6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesi ise, “Bölge adliye mahkemelerinin …göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur…” şeklinde düzenlenmiştir.

1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/2.maddesi ise, “miktar veya değeri birmilyar lirayı geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” demek suretiyle gayrımenkullere ilişkin uyuşmazlıklarda değere bakılmaksızın temyiz yolunun açık olduğu belirtilmiştir.

HMK’nın Temyiz edilemeyen kararlar başlıklı 362. maddesinin 1-a bendi ise “Miktar veya değeri kırk bin Türk Lirasını (bu tutar dahil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar.” Demek suretiyle temyiz sınırını belirlemiştir. Bu miktarın her yıl yeniden değerleme suretiyle arttırıldığı izahtan varestedir.

Bölge adliye mahkemeleri bilindiği üzere 20.07.2016 tarihinde faaliyete başlamıştır.

Bu yasal düzenlemeler karşısında çözümlenmesi gereken husus; Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği 20.07.2016 ile Kadastro Yasası'nın ek 6. maddesinin yürürlüğe girdiği 28.07.2020 tarihi arasında hüküm altına alınan uyuşmazlıklar açısından ek 6. maddenin uygulanıp uygulanmayacağı, bir başka ifade ile verildiği anda kesin olan bu kararlara karşı temyiz yolunun mümkün olup olmadığı hususudur.

Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği tarihten sonra 1086 sayılı HUMK’un 427/2 maddesinin uygulanmasının mümkün olmadığı, yine 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesinin açık hükmüdür. 6100 sayılı Yasa'da temyiz sınırı için gayrımenkuller açısından bir ayrım yapılmamıştır.

3402 sayılı Yasa'nın ek 6. maddesinin geriye yürüyeceğine dair herhangi bir düzenleme de yapılmamıştır. Genel kural, özel hukuk yargılamasına ilişkin kanun hükümlerinin yürürlük tarihinden sonra sonuç doğurmasıdır.

Verildiği anda değer itibariyle istinaf veya temyiz sınırının altında kalan kararların o anda kesinleştiğinde ise şüphe bulunmamaktadır. Bir kararın kesinleşmesi, ya verildiği anda miktar itibariyle kanun yoluna kapalı olması, veya kanunda açıkça kesin olduğunun belirtilmesi nedeniyle, ya da kanun yolları tüketilmek suretiyle olur. Verildiği anda kesin olan hüküm bakımından artık yargılama bitmiştir. Yargılama süreci biten bir uyuşmazlık için temyiz incelemesi mümkün değildir. Kesinlik, yargılamanın devamına engel bir durumdur. Hüküm, verildiği anda kesin olduğu için artık tamamlanmış bir usulü işlem söz konusudur. Bu nedenle HMK 448. maddesi gereğince Kadastro Kanunu’nun ek 6. maddesinin tamamlanmış işlemlere uygulanması mümkün değildir. Ayrıca kesin olan bu kararın lehine olan taraf bakımından usulü kazanılmış hak doğuracağı da unutulmamalıdır. Usulü kazanılmış hak ilkesi kamu düzeninden olup usul hukukunun en önemli, en temel ilkelerinden biridir.

Prof. Dr. Baki KURU “Miktar veya değeri temyiz (kesinlik) sınırını geçmeyen menkul (taşınır) mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” (HUMK hükümlerine göre) derken Hukuk Muhakemeleri Usulü 2001 Altıncı baskı 4981.sayfasında “Kanundan ötürü verildiği anda kesin olan bir karar temyiz edilirse, temyiz talebi (esasına girilmeden) mesmu olmadığından dolayı reddedilir. Fakat, Yargıtay, böyle bir (kesin) kararı yanlışlıkla bozarsa, bu bozma kararı ve mahkemenin bundan sonra yaptığı işlemler geçersizdir (yok sayılır)” demektedir. Bu nedenlerle sayın çoğunluğun değere bakılmaksızın kanun yolu denetimi yapılması gerektiği yönündeki görüşüne katılmıyorum.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36. maddesi ile düzenlenen “Hak arama hürriyeti”nin somut olayla ilgisi bulunmamaktadır. Sayın çoğunluk, dava değerinin düşük olması nedeniyle kanun yolunu kapatan HMK hükümlerinin Anayasa’ya aykırı olduğunu düşünüyorsa öncelikle Anayasa Mahkemesine iptal başvurusu yapması gerekir. Aksi halde halen yürürlükte bulunan veya uygulama tarihinde yürürlükte bulunan yasanın şu veya bu gerekçelerle uygulanmaması keyfilik sonucunu doğuracaktır.

Somut uyuşmazlığa gelince, taşınmazın değerinin davacı tarafından 50.000 TL olarak gösterildiği, keşfen bir değerin belirlenmediği, davanın reddine karar verildiği, Bölge Adliye Mahkemesince de istinaf başvurusunun esastan reddedildiği, dosya kapsamıyla sabittir.

Bilindiği üzere, 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 16. maddesi uyarınca, gayrimenkulün aynına taalluk eden davalarda dava değerinin gayrimenkulün değerine göre belirleneceği öngörülmüştür. Dava değerinin belirlenmesinde taşınmazın dava tarihindeki keşfen saptanacak gerçek değerinin esas alınacağı kuşkusuzdur. Anayasa Mahkemesinin 2018/36896 Başvuru nolu kararı da bu yöndedir.

Harçlar Kanunu’nun 30. maddesi ise, “Muhakeme sırasında tespit olunan değerin, dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılıyorsa, yalnız o celse için muhakemeye devam olunur, takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 409. maddesinde (HMK 150) gösterilen süre içinde dosyanın muameleye konulması noksan olan harcın ödenmesine bağlıdır.” şeklinde, 32. maddesi ise; “Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılmaz. Ancak ilgilisi tarafından ödenmeyen harçları diğer taraf öderse işleme devam olunmakla beraber bu para muhakeme neticesinde ayrıca bir isteğe hacet kalmaksızın hükümde nazara alınır.” şeklinde düzenlenmiştir. (Örn: 1.H.D. 2020/3743E, 2021/4867K )

Harçlar Kanunu'nun uygulanması (kamu düzenini ilgilendirmesi nedeniyle) hakim tarafından re’sen gözetilmesi gereken bir husustur.

Hal böyle olunca, taşınmaz başında keşif yapılarak Harçlar Kanunu’nun 16. maddesi uyarınca taşınmazın dava tarihindeki değerinin belirlenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik ve hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle, eldeki dava bakımından öncelikle gerçek dava değeri usulünce belirlenmeli, taşınmazın değeri istinaf sınırının üzerinde ise öncelikle istinaf incelemesi yapılmalı, ondan sonra temyiz kesinlik sınırının üzerinde ise temyiz incelemesi yapılmalı, değeri temyiz sınırının altında ise yukarıda açıklanan gerekçelerle temyiz dilekçesinin değerden reddine karar verilmelidir, ne var ki bu aşamada taşınmazın gerçek değeri mahkemece belirlenmediği için bu gerekçeyle kararın bozulması gerekirken değere bakılmaksızın temyiz incelemesi yapılarak kararın onanması gerektiği yönünde oluşan sayın çoğunluk görüşüne katılmıyorum.