"İçtihat Metni"
Davacı ... ile davalı ... aralarındaki tazminat davasına dair Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 20/09/2018 tarihli ve 2018/119 E. - 2018/533 K. sayılı hükmün onanması hakkında Dairece verilen 17/12/2020 tarihli ve 2020/7699 E. - 2020/7962 K. sayılı karara karşı, davacı vekili tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiştir.
Düzeltme isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı, davalının avukat olduğunu, Ankara 10. İş Mahkemesinin 2009/762 esas sayılı dosyasında kurumun vekili olarak yer aldığını, davalının davayı takip etmemesi nedeniyle davanın açılmamış sayılmasına karar verildiğini ve bu nedenle alacağın tahsil edilebilmesi imkanının ortadan kalktığını,şirketin zarara uğradığını ileri sürerek,fazlaya ilişkin hakları haklı kalmak kaydıyla, Ankara 10. İş Mahkemesinin 2009/762 esasında görülen davaya konu alacak tutarı nedeniyle şirketin zararının faiziyle birlikte tespiti ile şimdilik 10.000,00 TL'nin dava tarihinden itibaren işletilecek reeskont faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini istemiş, 19.09.2018 tarihli dilekçe ile talebini 218.704,45 TL'sine artırmıştır.
Davalı, davayı sağlık problemleri nedeniyle takip edemediği için bir kez davanın takipsiz kaldığını, daha önce iki kez takipsiz kalan dosyada yanlız kendisinin sorumlu tutulmasının hakkaniyete aykırı olduğunu, kusur ve ihmalinin olmadığını savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece,davanın kabulü ile taleple bağlı kalınarak 10.000,00 TL'nin 18/01/2013 dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine dair kararın taraflarca temyizi ile hükmün Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 19/12/2017 tarih ve 2016/15545 -2017/12737 sayılı ilamı ile; “ mahkemece bilirkişi raporu hükme esas alınmak suretiyle taleple bağlı kalınarak davanın kabulüne karar verildiğini,hükme esas alınan 06/01/2016 tarihli bilirkişi raporuna davacı tarafça itiraz edildiğini,sadece asıl alacağın hesap edildiğini,zararın doğduğu tarih olan 19/02/2001 tarihinden itibaren reeskont faiz işletilerek yeniden hesaplama yapılması için ek rapor alınması talep edildiğini,mahkemece davacı tarafın rapora karşı itirazları karşılanmadan ve bu hususta değerlendirme yapılmadan karar verildiğini, davacı tarafın itirazları doğrultusunda inceleme yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği”gerekçesiyle bozulmuştur.
Mahkemece, bozma ilamına uyulmak suretiyle yapılan yargılama sonucunda; davanın kabulü ile taleple bağlı kalınarak 10.000,00 TL'nin 18/01/2013 dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine dair verilen hüküm, davacının temyizi üzerine, bu kez Dairece kararın onanmasına karar verilmiştir.
Onama ilamına karşı, davacı vekili tarafından kararın düzeltilmesi istenmiştir.
Karar düzeltme istemi üzerine yeniden yapılan incelemede;
1-Türk Medeni Usul Hukukuna yön veren en önemli ilkelerden biri teksif ilkesidir. Teksif ilkesi, tarafların bütün iddia ve savunma sebeplerini belli bir usul kesitine kadar mahkemeye sunmalarını öngörmektedir. Bu ilke uyarınca taraflar dava malzemelerini yargılamanın herhangi bir aşamasında değil, ancak kanunca öngörülen süre dâhilinde mahkemeye hasredeceklerdir. Teksif ilkesiyle davaların gereksiz ve kötü niyetli olarak uzamasının önlenmesi ve yargılamanın sürüncemede bırakılmasının önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Teksif ilkesi hem tarafları hem de Hâkimleri kanunda belirtilen süreye uymaya zorlayarak yargılamanın hızlanmasını sağladığından usul ekonomisi ilkesinin gerçekleşmesine de hizmet etmektedir. Teksif ilkesinin yargılamadaki en önemli yansıması iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağıdır. 6100 Sayılı HMK’nın 141/1. maddesinde tarafların yargılamada iddia ve savunmalarını ne zamana kadar değiştirebilecekleri düzenlenmiştir. Buna göre, taraflar cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Bu düzenleme ile kural olarak dilekçeler aşamasında tarafların iddia ve savunmalarını sunmaları istenmektedir. İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi yasağının ancak ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati ile aşılabileceği yine HMK’nın 144/2.maddesinde belirtilmiştir. Karşı tarafın rızasının olmadığı durumlarda ıslah, yasağın başladığı andan itibaren iddia ve savunmaları değiştirme noktasında taraflar için tek enstrüman olacaktır.
Islah, iddia ve savunma yasağının kapsamına giren taraf usul işlemlerini tamamen veya kısmen düzeltmeye yarayan bir hukukî imkândır. Taraflar ihmal, unutma, yetersiz bilgi ve benzeri sebeplerle eksik ya da hatalı şekilde iddia ve savunmada bulunmuş olabilirler. Yine, yargılama sırasında meydana gelen gelişmeler neticesinde taraflar yargılamanın başında sundukları iddia ve savunmalarında değişiklik yapma ihtiyacı duyabilirler. Teksif ilkesinin sert bir biçimde uygulanması ve belli bir zaman kesitinden sonra taraflara iddia ve savunmada değişiklik yapma imkânının tanınmaması halinde, şekilcilik esası engeller hale gelir ve yargılamanın adaletli bir karar ile sonuçlanmama tehlikesi doğabilir. Bu noktada ıslah, iddia ve savunmanın değiştirilmesi yasağı başladıktan sonra tarafların kendi usul işlemlerini kısmen ya da tamamen değiştirmelerine imkân tanımak suretiyle, Medeni Usul Hukukunun katı şekilciliğini yumuşatan ve adaletli bir yargılamanın tesis edilmesini sağlayan bir kurum olarak Hukukumuzda ön plana çıkmaktadır. Kanundaki koşullara riayet edilmesi durumunda ıslahın sonuç doğurması için tek taraflı irade beyanı yeterli olacak, mahkemenin veya karşı tarafın rızası aranmayacaktır. HMK’da ıslah ile ilgili öngörülen koşullardan biri de zamanla ilgilidir. HMK’nin 177/1.maddesinde tahkikatın sona ermesine kadar ıslaha başvurulabileceği düzenlenmiştir. Islahın zaman bakımından sınırı, bozmadan sonra ıslahın yapılıp yapılamayacağı meselesi ile doğrudan alakalıdır. Bu noktada yargılamanın hangi aşamasına kadar ıslahın mümkün olacağını daha net ortaya koymak için tahkikat kavramının ve tahkikatın ne zaman başlayıp ne zaman sona erdiğinin üzerinde durmak uygun olacaktır.
Tahkikat, yazılı yargılama usulünde de basit yargılama usulünde de ön inceleme aşamasının sona ermesi üzerine başlamaktadır. HMK’nin 147.maddesinde ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra tarafların tahkikat için duruşmaya davet edileceği düzenlenmiştir. Tarafların duruşmaya çağrılmasıyla tahkikat başlayacaktır.
Tahkikat evresi, taraflar arasındaki ihtilaflı vakıaların incelenip hakikatin ortaya çıkarılması için yapılan işlemlerin zaman itibariyle işgal ettiği yargılama aşamasıdır. Mahkeme bu aşamada tarafların talep sonucunu dayandırdıkları, davanın halli bakımından önem taşıyan ve ön inceleme tutanağında çekişmeli olarak belirtilen vakıaların, yine kural olarak tarafların sunduğu deliller çerçevesinde doğruluğunu araştırır. Taraflarca getirilen delillerin değerlendirilmesi ve ispat faaliyeti neticesinde uyuşmazlığın aydınlanmasıyla birlikte, Hâkimin davayı sonlandıracak kararı vermesi
mümkün hale gelmektedir. Bu yönüyle tahkikat, davanın en önemli ve uzun aşaması olarak nitelendirilmektedir. Tahkikat aşamasından sonra taraflara yargılamayla ilgili son sözlerinin sorulacağı sözlü yargılama aşamasına geçilecek ve ardından mahkeme nihai kararını verecektir. HMK’nin “Tahkikatın Sona Ermesi” başlığı altındaki 184. ve 185. maddelerinde, tahkikatı gerektiren bir husus kalmadığında mahkemenin, tahkikatın bittiğini taraflara tefhim edeceği düzenlenmiştir. Tahkikat aşamasının bitimi bu tefhim ile birlikte gerçekleşecektir.
Bu bağlamda, 22/07/2020 yürürlük tarihli 7251 sayılı Kanun ile değişen 6100 sayılı HMK’nin 177/2.maddesinde; “Yargıtayın bozma kararından veya bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararından sonra dosya ilk derece mahkemesine gönderildiğinde, ilk derece mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması halinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabilir. Ancak bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durum ortadan kaldırılamaz.” düzenlemesine yer verilerek, bozmadan sonra ıslah konusuna yasal açıklık getirilmiştir.
Bu noktada aydınlatılması gereken diğer bir husus da usulü kazanılmış hak kavramıdır. Karar tarihinde yürürlükte olan 6100 sayılı HMK'de (ayrıca mülga 1086 sayılı HUMK içeriğinde) “usulü kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrarı sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Usulü müktesep hak, anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
Mahkemenin, Yargıtayın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usulü kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usulü kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hak oluşturur (04/02/1959 tarihli ve 13/5 sayılı YİBK).
Kazanılmış haklar “Hukuk Devleti” kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasa'nın 2.maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.
Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usulü kazanılmış hak” olgusunun, bir çok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Örneğin, mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09/05/1960 tarihli ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usulü kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır.
Usulü kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir. (HGK'nin 12/07/2006 tarihli ve 2006/4-519 E. 2006/527 K., 03/12/2008 tarihli ve 2008/10-730 E. 2008/732 K.) Zira usulü kazanılmış hak ilkesi kamu düzeniyle ilgilidir (09/05/1960 tarihli ve 21/9; 04/02/1959 tarihli ve 13/5 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı).
Bu açıklamalar ışığında, somut olaya bakıldığında; mahkemece, bozma ilamına uyulmak sureti ile tahkikata dair işlemler tesis edildiği, bu doğrultuda davacı vekilinin talebini 19.09.2018 tarihli ıslah dilekçesi ile arttırdığı ve mahkemece, davacının açtığı davanın belirsiz alacak davası olarak nitelendirerek faize ilişkin alacağının da hüküm altına alınmasını istediğini, harcını da ikmal ettiğini, açılan davanın kısmi dava olarak nitelendirildiğini,bozma sonrası da ıslah mümkün olmadığını ve usulüne uygun bir ıslah dilekçesi bulunmadığı gerekçesiyle ıslah dilekçesi dikkate alınmadan kabul kararı verildiği,söz konusu kararın temyizi üzerine; Dairemizce, onandığı anlaşılmaktadır.
28/07/2020 yürürlük tarihli 7251 sayılı Kanun ile değişen 6100 sayılı HMK’nin 177/2.maddesi ile Yargıtayın bozma kararından sonra tahkikata ilişkin bir işlem yapılması halinde, tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabileceğine dair açık düzenleme yapıldığı gözetilerek, yukarıda açıklandığı üzere usulü kazanılmış hakkın istisnası niteliğindeki yasa değişikliği uyarınca karar verilmesi gerekmektedir.
Ne var ki mahkeme kararının açıklanan bu hususlar gözetilerek bozulması gerekirken, zuhulen onandığı bu defa yapılan inceleme ile belirlendiğinden, davacı tarafın bu yöne ilişen karar düzeltme isteminin kabulüne karar vermek gerekmiştir.
2-Bozma nedenine göre karar düzeltme isteğinde bulunan davacının sair karar düzeltme isteklerinin bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davacının karar düzeltme isteğinin kabulü ile Dairece verilen 17/12/2020 tarihli ve 2020/7699-2020/7962 sayılı onama kararının kaldırılmasına ve hükmün davacı yararına BOZULMASINA, ikinci bentte açıklanan nedenlerle davacının sair karar düzeltme taleplerinin incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan karar düzeltme harcının istek halinde karar düzeltme isteyene iadesine, 09/12/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.