"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasındaki tazminat davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın davalılar ...ve ... mirasçıları yönünden usulden reddine, diğer davalılar yönünden kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacılar vekili ile davalılardan ... vd. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacılar; davalıların maliki olduğu binanın deprem sırasında maliki oldukları binanın üzerine yıkılması sonucu ağır hasar gördüğünü, daha sonra binalarının Valilik tarafından derhal yıkılması sonucunda, zarara uğradıklarını ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, şimdilik 2.000.000 TL’nin 09/11/2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep etmişlerdir.
Davalılar; taraflarına husumet yöneltilemeyeceğini, sorumluluklarına gidilemeyeceğini savunarak, davanın reddini istemişlerdir.
Mahkemece; davanın, davalı ... ve ...mirasçıları yönünden reddine, diğer davalılar yönünden ise kısmen kabulü ile 773.042,40 TL’nin 09/11/2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline dair verilen hüküm, davacılar ile bir kısım davalıların temyizi üzerine; Dairece verilen 26/04/2018 tarihli ve 2016/22791 E. 2018/4592 K. sayılı kararla, mahkeme kararının gerekçesiz olduğundan bahisle bozulmuştur.
Bozmaya uyan mahkemece; 09/11/2011 tarihinde yaşanan deprem sonucu davalılara ait binanın, davacıların maliki olduğu binanın üzerine yıkılarak ağır hasara uğramasına sebebiyet verdiği, ancak davacılara ait binanın ilk depremin meydana geldiği 23/10/2011 tarihinde ağır hasara uğradığının, oturulamaz halde olduğunun AFAD tarafından düzenlenen 28/10/2011 tarihli tutanak ile sabit olduğu, dolayısıyla zaten ağır hasarlı ve ekonomik değeri olmayan binanın hasarsızmış gibi bedelinin istenemeyeceği, yıkım ve harfiyat taşıma işlerinin de davacılar tarafından yapıldığının ispat edilemediği, bu nedenle harfiyat ve yıkım masraflarının da talep edilemeyeceği, tazminat istemiyle açılan davada zarar unsurunun gerçekleşmediği gerekçesiyle, davanın reddine dair verilen hüküm, davacıların temyizi üzerine; Dairece verilen 04/02/2020 tarihli ve 2019/3506 E. - 2020/734 K. sayılı kararla; “ ...Mahkemece, davanın kısmen kabulüne ilişkin kararın, gerekçesiz olması nedeniyle bozulması sonucunda , hüküm sonucuna uygun gerekçeli bir karar yazılması gerekirken, yukarıda belirtilen ilkelere ve ilk karara tamamen aykırı olacak şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir...”gerekçesiyle bozulmuştur.
Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda ; davalı olarak gösterilen ...ve ...’in dava tarihinden önce vefat etmiş olmaları nedeniyle ölü kişi adına dava açılamayacağı; diğer davalı bina maliklerinin ise gerçekleşen olay nedeniyle kusursuz sorumluluklarının bulunduğu, davalılara ait binanın deprem sonucunda davacılara ait binanın üzerine yıkıldığı, davaya konu davacılara ait binanın ağır hasar gördüğü, idare aleyhine tazminat istemiyle açılan davada ise, binanın yeniden yapım bedelinin 1.288.404 TL olarak belirlendiği, davalıların yapım bedelinin % 60’ ından sorumlu oldukları gerekçesiyle; davanın, davalı ... ve ...mirasçıları yönünden reddine, diğer davalılar yönünden kısmen kabulü ile tahsilde tekerrür olmamak kaydıyla 773.042,40 TL’nin 09/11/2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili ile bir kısım davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1) Bilindiği üzere, bir davada taraf ehliyeti medenî haklardan yararlanma ehliyetine sahip olmakla mümkündür (HMK m.50). Medeni haklardan yararlanma, yani hak ehliyeti tam ve sağ doğum koşuluyla ana rahmine düşme anında başlayıp, kişinin ölümüne kadar devam eder (TMK m.28).
Kural olarak ölü kişi adına ve ölü kişiye karşı dava açılması olanağı bulunmamaktadır. Aynı şekilde kural olarak, ölü kişi aleyhine dava açılması durumunda davanın mirasçılara yöneltilmesine de olanak yoktur. Zira yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, ölü kişinin taraf ehliyeti bulunmamaktadır. Esasen dava açarken davacıdan davalının bu ehliyet durumunu araştırması beklenir. Ne var ki davacının, davalının ölü olduğunu bilmemesi kimi zaman hataya dayalı olabilir. Nitekim HMK’nın 124 üncü maddesinde; “ Bir davada taraf değişikliği, ancak karşı tarafın açık rızası ile mümkündür. Bu konuda kanunlarda yer alan özel hükümler saklıdır. Ancak, maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebi, karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edilir. Dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hâkim karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir. Bu durumda hâkim, davanın tarafı olmaktan çıkarılan ve aleyhine dava açılmasına sebebiyet vermeyen kişi lehine yargılama giderlerine hükmeder.” şeklinde düzenleme yer almaktadır. Bu maddenin gerekçesinde de vurgulandığı üzere, taraf değişikliğini mutlak olarak davalının rızasına bağlamak, yargılama ilişkisini katı bir forma bağlayacaktır ki, bu da yargılamaya hakim olan ilkelerden “usul ekonomisi ilkesi” (HMK m.30) ile bağdaşmaz.
Şu hâlde, davacı kendisinden beklenen tüm çaba, özen ve önlemlere rağmen davalının sağ olup olmadığını tespit edememiş ya da tespit edememe durumu bir yanılgıya dayanıyor ve bu durum açıkça dürüstlük kuralına aykırılık arz etmiyorsa, bu dava ilişkisinde, daha sonra da kendilerine karşı dava açılması muhtemel olan mirasçılara, yani gerçek taraflara karşı davaya devam edilmesi mümkün olmalıdır.
Somut olayda; davacılar tarafından maliki bulundukları binanın hasar görmesi nedeniyle, bina malikinin sorumluluğuna dayanılarak davalı yapı maliklerine karşı tazminat istemiyle açılan eldeki davada, davacıların, davalı bina maliklerinden ... ve Celal Öğrenci’nin sağ olup olmadıklarını, ölü iseler mirasçılarının kimler olduğunu bilmeleri gerektiğinin kabulü, genel hayat tecrübelerine aykırılık oluşturacaktır.
O halde mahkemece; ölü kişiler aleyhine dava açılmasının HMK’nın 124/3. maddesinde açıklanan dürüstlük kuralına aykırılık teşkil etmeyeceği dikkate alınarak, davaya dahil edilen davalı ... ve ...mirasçılarına karşı yöneltilen davada işin esasına girilip bir karar verilmesi gerekirken; yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
2) Bir binanın veya diğer yapı eserlerinin maliki, bunların yapımındaki bozukluklardan veya bakımındaki eksikliklerden doğan zararı gidermekle yükümlüdür. (TBK m.69; BK m.58)
Yapı malikinin sorumluluğu, bir bina ya da diğer bir inşa eserinin bizatihi kendisinden kaynaklanan bir nedenle oluşan zarardan sorumluluğu kapsamakta olup, niteliği itibariyle kusursuz sorumluluk türlerinden "olağan sebep sorumluluğu"dur. Burada malike kurtuluş kanıtı sunma olanağı tanınmamıştır. Malik ancak illiyet bağını kesen sebeplerin (mücbir sebep, zarar görenin tam kusuru, üçüncü kişinin ağır kusuru gibi) varlığı durumunda sorumluluktan kurtulabilir.
Bununla birlikte, TBK. mad. 51/1 uyarınca; “Hakim, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler.”
Öte taraftan; HMK’nın 281 inci maddesinde; tarafların, bilirkişi raporunda eksik gördükleri hususların bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilecekleri; mahkemenin, bilirkişi raporundaki eksiklik yahut belirsizliğin tamamlanması veya açıklığa kavuşturulmasını sağlamak için bilirkişiden ek rapor alabileceği; ayrıca gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse, yeni görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla, tekrar inceleme de yaptırabileceği açıklanmıştır.
Bilirkişiler, raporlarını hazırlarken raporun dayanağı olan somut ve özel nedenleri bilimsel verilere uygun olarak göstermek zorundadır. Bilirkişi raporu, aynı zamanda taraf ve Yargıtay denetimine de elverişli olacak şekilde bilgi ve belgeye dayanan gerekçe ihtiva etmelidir. Ancak bu şekilde hazırlanmış raporun denetimi mümkün olup, hüküm kurmaya dayanak yapılabilir.
Somut olayda; 09/11/2011 tarihinde meydana gelen deprem sırasında davalılara ait binanın yıkılarak davacılara ait binada ağır hasara neden olduğu, davalı yapı maliklerinin sorumluluğuna dayanılarak tazminat istemiyle açılan eldeki davada mahkemece, tarafların kusur durumlarının değerlendirilmesi ve zararın kapsamının belirlenmesine yönelik bilirkişi raporu alınmaksızın; dava dışı idarenin gerçekleşen olayda hizmet kusurunun bulunduğundan bahisle, ilgili idare aleyhine tazminat talebiyle idare mahkemesinde açılan davada alınan bilirkişi raporuna atıfta bulunularak hüküm tesisi yoluna gidildiği anlaşılmaktadır. Ancak, işbu idare mahkemesi kararının temyiz
incelemesi sonucu Danıştay tarafından; hükme esas alınan bilirkişi raporunun yetersiz olduğundan bahisle, 23/10/2011 tarihli ilk deprem sonrası AFAD tarafından hazırlanan “ ön hasar tespit formu” ile “ ağır – yıkık derecede hasar gören afetzedelere ait ( kesin hasar tespit) isim listesi”dikkate alınarak, davaya konu ... Apartmanının ağır hasarlı duruma gelme sebebinin ve ağır hasarlı duruma geldiği tarihin açıklığa kavuşturulması, davalı taraf idarenin kusur durumunun da belirlenmesi noktasında yeniden bilirkişi raporu alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulduğu anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca, mahkemece; yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular çerçevesinde, davaya konu binadaki ağır hasarın ne zaman ve ne şekilde meydana geldiğinin, gerçekleşen zarardan davalıların sorumluluklarına gidilip gidilemeyeceğinin tespiti noktasında, dosyadaki mevcut AFAD tarafından hazırlanan 28/10/2011 tarihli “ ön hasar tespit formu” ile “ ağır – yıkık derecede hasar gören afetzedelere ait (kesin hasar tespit) isim listesi” de dikkate alınarak, konusunda uzman üç kişilik bilirkişi heyetinden, Yargıtay ve taraf denetimine elverişli rapor alınması sonrasında raporun toplanan diğer deliller ile birlikte değerlendirilmesi suretiyle davalıların kusursuz sorumluluğunu ortadan kaldıracak şekilde illiyet bağının kesilip kesilmediği, illiyet bağı kesilmediyse davaya konu binanın gerçekleşen deprem sırasında ağır hasara uğramış olduğu, depremin şiddeti göz önünde bulundurulduğunda her ne kadar mücbir sebep olarak kabul edilemese de, ne zaman ve hangi büyüklükte olacağı öngörülemeyen ve gerçekleştiğinde büyük bir yıkıma sebebiyet veren, bölgede herkesi etkileyen doğal afet olduğu gözetilerek, davacıların talep edebileceği tazminat miktarından TBK’nın 51 inci maddesinin 1 inci fıkrası uyarınca uygun bir indirim yapılması suretiyle oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken; eksik inceleme ile yetersiz bilirkişi raporu benimsenerek yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş bozmayı gerektirmiştir.
3) Bozma nedenine göre, tarafların diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda birinci ve ikinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK'nın 428. maddesi gereğince taraflar yararına BOZULMASINA, üçüncü bentte açıklanan nedenlerle tarafların diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan temyiz harçlarının istek halinde temyiz edenlere iadesine, 6100 sayılı HMK'nın geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK'nın 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 28/12/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.