"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasındaki alacak davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacılar; murisleri adına kayıtlı bulunan taşınmazın tapu kaydına 30/10/2000 tarihinde "... Vakfı" şerhi konulduğunu ve şerhin kaldırılması için davalıya toplam 75.384 TL ödediklerini, oysa tapu kaydındaki şerhte belirtilen vakfın gayri sahih vakıflardan olup taviz bedeline tabi olmadığını, davalının haksız olarak kendileri aleyhine sebepsiz zenginleştiğini ileri sürerek; dava konusu taşınmazın taviz bedeline tabi olmadığının tespitiyle ödenen toplam 75.384TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmişlerdir.
Davalı, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, davanın kabulüne dair verilen karar, davalı vekilinin temyizi üzerine, Dairece verilen 09/04/2015 tarihli ve 2014/10036 E. 2015/5886 K. sayılı kararla ''...mahkemece; uzman üniversite öğretim üyeleri arasından oluşturulacak üçlü bilirkişi heyetiyle birlikte mahallinde keşif yapılarak, denetime elverişli, bilimsel verilere uygun şekilde hazırlanmış bilirkişi raporu doğrultusunda bir karar verilmesi...'' gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur.
Bozmaya uyan mahkemece; davanın reddine dair verilen karar, davacı vekilinin temyizi üzerine, Dairece verilen 20/11/2017 tarihli ve 2017/11997 E. 2017/16121 K. sayılı kararla; bozma öncesi alınan her iki raporun vakfı gayri sahih vakıf olarak nitelendirdiği ancak hükme esas alınan raporun ise vakfın niteliğine yönelik belirleme yapmadığı ve vakfın niteliğinin belirlenmesinin dosya kapsamında taviz bedelinin haklı olup olmadığı tespiti yönünden önem arz ettiği, dolayısıyla raporlar arasında oluşan çelişkinin giderilmesi için dosyanın önceki bilirkişiler dışında 3’lü bilirkişi heyetine verilmesi gerektiği gerekçesi ile bozulmuştur.
Mahkemece, bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda; davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Kural olarak bozma kararına uyulmakla orada belirtilen biçimde işlem yapılması yolunda lehine bozma yapılan taraf yararına kazanılmış hak, aynı doğrultuda işlem yapılması yolunda yerel mahkeme için zorunluluk doğar.
Belirtilmelidir ki; bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlanan bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirmektedir (09/05/1960 tarihli ve 21/9 sayılı YİBK).
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2013/13-597 E, 2014/62 K sayılı ilamında da vurgulandığı üzere; “Bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen biçimde inceleme ve araştırma yapmak ve yine o kararda belirtilen hukuksal esaslar gereğince karar vermek yükümlülüğü oluşur. Bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen ilkelere aykırı bulunması, usule uygun olmadığından bir bozma nedenidir. Bozma kararı ile dava, usul ve yasaya uygun bir hale sokulmuş demektir. Bozmaya uyulduktan sonra buna aykırı karar verilmesi usul ve yasaya uygunluktan uzaklaşılması anlamına gelir ki, böyle bir sonuç kamu düzenine açıkça aykırılık oluşturur. Buna göre, Yargıtay’ın bozma kararına uymuş olan mahkeme, bu uyma kararı ile bağlıdır. Bozma kararında gösterilen biçimde inceleme yapmak, yada gösterilen biçimde yeni bir hüküm vermek zorundadır. Aynı ilke, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 05.02.2003 gün ve 2003/ 8-83 E., 2003/72 K.; 17.02.2010 gün ve 2010/9-71 E., 2010/87 K. sayılı ilamlarında da benimsenmiştir.
Bu ilke kamu düzeni ile ilgili olup, Yargıtay'ca kendiliğinden dikkate alınması gerekir. Hakimin değişmesi dahi açıklanan bu hukuki ilkeye etki yapamaz.
Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinde; bozma sonrası yapılan yargılama sırasında iki ayrı üçlü bilirkişi heyetinden rapor alındığı,17/09/2018 tarihli raporda vakfın sahih vakıf olup taviz bedeli alınması gerektiği, 23/09/2019 tarihli raporda ise vakfın gayri sahih nitelikte olup taviz bedeline tabi olmadığı görüşünün bildirildiği, bozma öncesi alınan iki raporda da gayri sahih olduğu belirlemesinin yapıldığı bu sebeple bozma sonrası alınan raporlardan gayri sahih nitelemesi yapan rapora itibar edildiği gerekçesi ile hüküm kurulmuştur.
Dosya kapsamındaki tüm bilirkişi raporlarında vakfa ait vakfiyenin ve defteri hakani dışında defterin bulunmamasının vakfın niteliğinin tespiti konusunda belirsizlik yarattığı, genel vakıf hükümlerine göre değerlendirme yapılması yoluna gidildiği ancak bu değerlendirmelerin de vakfın niteliğini belirlemek konusunda yetersiz kaldığı anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca mahkemece; davalı kurum tarafından verilen 22951 sayılı cevabi nitelikteki “Vakıf kayıtları arşivinde tasnifi tamamlanan belgeler üzerinde yapılan araştırmada ... lakapları ile bilinen, Beyazıt Hanı evvel bin Murat Han vakfına aiticareteyn ve mukataa hesap defterlerine rastlanmamıştır. Öte yandan arşivimizde bulunan
... vakfma ait vakfiye ve zeyillerinde Bolu ya ait bir bilgi tespit edilememiştir” yazısı ve tapuya şerhin sonradan Bolu 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1996/474 E. – 1999/42 K. sayılı kararı ile işlendiği, söz konusu kararın vakıf şerhi işlenmesine ilişkin gerekçesi de göz önünde bulundurularak, dosya içerisindeki tüm bilirkişi raporlarını ve taraf itirazlarını da değerlendirir ve çelişkiyi giderir yeni bir bilirkişi heyetinden rapor alınarak, raporda söz konusu taşinmazın ''sahih'' mi yoksa ''gayrı sahih'' mi olarak vakfedildiği hususunun Yargıtay ve taraf denetimine elverişli şekilde kesin ve net olarak saptanması suretiyle hüküm tesisi gerekirken, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması, doğru görülmemiş bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıdaaçıklanan nedenlerle hükmün HUMK’nın 428. maddesi gereğince davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK'nın geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nın 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 20/12/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.