Logo

Ceza Genel Kurulu2018/317 E. 2023/701 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Sanığın aracında bıraktığı ruhsatsız silahın başkası tarafından kullanılması sonucu meydana gelen ölüm ve ruhsatsız silah taşıma suçlarından sanığın sorumluluğunun olup olmadığı.

Gerekçe ve Sonuç: Sanığın aracında bıraktığı silahın başkası tarafından kullanılması nedeniyle meydana gelen ölüm olayında sanığın eylemi ile ölüm neticesi arasında illiyet bağı bulunmadığı ve sanığın silah ruhsat işlemlerini başlatmış olması nedeniyle 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçunun kast unsurunun oluşmadığı gözetilerek, yerel mahkemenin direnme kararı bozulmuştur.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

DİRENME

KARARI VEREN

YARGITAY DAİRESİ : 12. Ceza Dairesi

MAHKEMESİ :Asliye Ceza

SAYISI : 1267-687

TEMYİZ EDENLER : Sanık müdafii ve Cumhuriyet savcısı

I. HUKUKÎ SÜREÇ

Taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçundan sanığın 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 85/1, 62, 50 ve 52/2-4. maddeleri uyarınca 12.100 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına ve taksitlendirmeye; 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçundan aynı Kanun'un 13/1 ve TCK’nın 62, 50, 52/2-4 ve 54. maddeleri uyarınca hapisten çevrilen 6.000 TL ve doğrudan verilen 500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, taksitlendirmeye ve müsadereye ilişkin Samsun 5. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 29.05.2014 tarihli ve 1075-373 sayılı hükümlerin, sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 30.05.2016 tarih ve 11414-9034 sayı ile;

"1- Olay tarihinde, sanığın aracını yıkatmak amacı ile aynı suçtan mahkûmiyet hükmü kesinleşen ve temyize gelmeyen sanık ...'ın işçi olarak çalıştığı oto yıkama servisine bıraktığı ve bu işyerinden ayrıldığı, sanık ...'ın otomobilin sol ön kapı kısmından aracın içini temizlediği, aynı işyerinde çalışan ölenin ise sağ ön kapıyı açarak aracın içini elektrikli süpürge ile temizlediği sırada sanık ...'ın sürücü koltuğunu geriye doğru çekmesi üzerine döşeme üzerinde gördüğü silahı alıp koltuğun üzerine bıraktığı esnada atışa elverişli silahın tetiğine dokunması üzerine, silahtan çıkan merminin ölene isabet etmesi sonucu gerçekleşen olayda, silahını aracında unutan sanığın bu eylemi ile meydana gelen netice arasında illiyet bağı bulunmadığı ve sanığın yüklenen taksirle öldürme suçundan beraati yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesi,

2- 6136 sayılı Yasa'nın 7. ve Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmeliğin 11. Maddelerinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinden istifa eden jandarma uzman çavuşlarının, meşru kaynaktan elde ettikleri silahlarını kimliklerine işletmek suretiyle taşıyabilecekleri öngörülmüş olup, dosya içerisinde bulunan Jandarma Genel Komutanlığı'nın 26.03.2012 ve 15.01.2014 tarihli yazılarından, Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde jandarma uzman çavuş olarak görev yapan sanığa suça konu silahın, 5143 sayılı Türk Silahlı Kuvvetlerinde İlk Nasıp İstikakına İlişkin Kanun hükümleri uyarınca zati silah olarak 30.06.2008 tarihinde verildiği, sanığın 15.02.2011 tarihinde istifa ettiği ve suça konu silah için silah taşıma izin belgesi talebinde bulunduğu, sanık hakkında başka bir suç nedeni ile soruşturma yürütülüyor olması nedeni ile Jandarma Genel Komutanlığı'nın bu soruşturmayı yürüten Muradiye Başsavcılığından iddianame örneği istediği, ancak dava konusu suç tarihi itibari ile bu iddianemenin gönderilmemiş olması nedeni ile silahın ruhsatının düzenlenemediğinin anlaşılması karşısında, ruhsatsız silah taşıma suçunun kasıt unsurunun bulunmadığı gözetilmeksizin, sanığın yüklenen suçtan beraati yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesi" isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.

Samsun 5. Asliye Ceza Mahkemesi 05.05.2017 tarih ve 1267-687 sayı ile; "...'nın ölümü ile sanık ... in tedbirsiz ve kayıtsız davranışı arasında illiyet bağı olduğu, ayrıca sanık ... in dava konusu tabancayı ruhsat işlemleri için zorunlu olan şekil şartlarını yerine getirmeden ve tabancayı ruhsata bağlamadan taşıması yasaya açıkça aykırı olup, dava konusu tabancayı idari işlemler bitmeden ve ruhsat almadan taşıyarak taşıma kastını açıkça ortaya koyduğu kanaatine varıldığı" şeklindeki gerekçeyle bozmaya direnerek önceki hükümler gibi sanığın mahkûmiyetine karar vermiştir.

Direnme kararına konu bu hükümlerin de sanık müdafii ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.09.2017 tarihli ve 39391 sayılı bozma istekli tebliğnamesi ile dosya 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 307. maddesi uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 16.05.2018 tarih ve 4920-5580 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

II. UYUŞMAZLIK KAPSAMI VE KONUSU

İnceleme dışı sanık ... hakkında taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçundan verilen mahkûmiyet hükmü temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olup direnmenin kapsamına göre inceleme, sanık hakkında taksirle bir kişinin ölümüne neden olma ve 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçlarından verilen mahkûmiyet hükümleri ile sınırlı olarak yapılmıştır.

Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;

1- Sanığın eylemi ile gerçekleşen ölüm neticesi arasında nedensellik bağı bulunup bulunmadığı,

2- Sanığa atılı 6136 sayılı Kanun’a aykırılık suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığı,

Hususlarının belirlenmesine ilişkindir.

III. OLAY VE OLGULAR

İncelenen dosya kapsamından;

Sanığın, kendisine ait olan aracını hakkında taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçundan verilen mahkûmiyet hükmü kesinleşen inceleme dışı sanığın işçi olarak çalıştığı oto yıkama servisine yıkatmak için bıraktıktan sonra bu iş yerinden ayrıldığı, inceleme dışı sanığın aynı iş yerinde çalışan ölen ile birlikte arabayı yıkamaya başladıkları, inceleme dışı sanığın sol ön kapı kısmından, ölenin ise sağ ön kapıyı açarak aracın içini temizledikleri sırada inceleme dışı sanığın sürücü koltuğunu geriye doğru çektiğinde döşeme üzerinde gördüğü silahı koltuğun üzerine koyarken silahın tetiğine dokunması sonucu silahtan çıkan merminin ölenin boynuna isabet etmesi neticesinde, ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı aorta, akciğer yaralanması ve bunlara bağlı gelişen iç ve dış kanama sonucu ölenin kaldırıldığı hastanede hayatını kaybettiği,

Jandarma Genel Komutanlığınca düzenlenen 26.03.2012 tarihli yazı içeriğine göre; suça konu 9 mm çapında F69658Z seri numaralı BERETTA marka silahın; Jandarma Genel Komutanlığı şahsi silah envanterinde müstafi sanık adına kayıtlı, devlet tarafından bedelsiz olarak verilen, personelin Türk Silahlı Kuvveti’nden ilişiği kesilmedikçe memuriyeti süresince devlet malı silah statüsünü muhafaza eden, görevi süresince taşımak ve kullanmak zorunluluğu olan, görevde bulunduğu sürece üçüncü kişilere satış, devir ve hibesi yapılamayan, teçhizat (istihkak) tabancası olduğu, sanığın istifa ederek görevden ayrılması üzerine üçüncü kişilere satış, devir ve hibesi yapılabilen şahsi silah statüsüne geçtiği, sanığın görevli iken 2011 yılında istifa ederek ayrılması sırasında ilgi Türk Silahlı Kuvvetleri Şahsi Silah Yönergesi hükümleri doğrultusunda "Şahsi Silah Ruhsat Formu" beyannamesini tanzim ederek, envanterde adına kayıtlı silahlarıyla ilgi Yönetmelik gereği silah taşıma izin belgesi talebinde bulunduğu, aynı beyannamede, bir suçtan dolayı soruşturmasının devam ettiğini de ifade ettiği, ancak ilgili savcılığın iddianamesinin beyanname ekinde bulunmadığının tespit edilmesi üzerine, Yönetmelik'in silah ruhsatı verilmesini engelleyen hâllerin düzenlendiği 16. madde kapsamında olup olmadığının tespitine yönelik Muradiye Cumhuriyet Başsavcılığından iddianamenin istenildiği, ancak bugüne kadar gönderilmediğinden Yönetmelik hükümleri doğrultusunda silah ruhsatının verilmediği,

Jandarma Genel Komutanlığınca düzenlenen 13.01.2014 tarihli yazı içeriğine göre; suça konu tabancanın sanığa görevde iken 27 Mayıs 2008 tarihinde teslim edildiği, sanığın söz konusu tabancayı 6136 sayılı Kanun uyarınca askeri kimlik kartına işlemek suretiyle taşıyabileceğinden ayrıca silah taşıma izin belgesinin (ruhsatın) tanzim edilmediği, sanığın Afyonkarahisar İl Jandarma Komutanlığı emrinde uzman çavuş olarak görevli iken 15 Şubat 2011 tarihinde istifa ederek ilişiğinin kesilmesi sırasında bir suçtan yargılamasının olduğunun tespiti üzerine, ilgi Yönetmelik'in silah ruhsatı verilmesini engelleyen hâllerin düzenlendiği 16. maddesinin 4. fıkrası hükmü doğrultusunda, ruhsat talebinin uygun görülmeyerek adına kayıtlı silahlarının emanete alınmasının talep edildiği, suça konu tabancanın da adli emanetinde olduğunun bildirildiği,

Samsun Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünce düzenlenen 12.03.2012 tarihli ekspertiz raporuna göre; suça konu tabancanın yarı otomatik bir tabanca olduğu, yapılan incelemesinde, atışına engel mekanik bir arızasının bulunmadığı, çap ve tipine uygun fişekleri patlattığı, suça konu tabanca ve fişeklerin 6136 sayılı Kanun’a göre yasak niteliği haiz ateşli silah ve fişeklerden olduğu,

25.02.2012 tarihli olay yeri inceleme raporuna göre; olayın akabinde kontrol edilen suça konu tabancanın, horuzunun kurulu, atım yatağının boş ve şarjörün içinde 14 adet 9mm MKE fişek olduğu, aracın el freni kolunun alt kısmında tabla üzerinde 9mm MKE ibaresi bulunan kovan, sağ koltuk ile sağ kapı alt yüzeyinde ise kan birikintisi bulunduğu,

02.09.2013 tarihinde kimya ve makine mühendisleri tarafından düzenlenen bilirkişi raporuna göre; sanığın suça konu silahı, aracın içerisinde emniyetsiz bir şekilde atışa hazır şekilde bırakarak tedbirsiz davranması nedeniyle ölüm neticesinin meydana gelmesine neden olduğu, suça konu yarı otomatik tabancanın ateş edebilmesi için emniyet mandalının açık olması, sürgünün çekilerek hazneye mermi verilmesi ve mutlaka tetiğin çekilerek horuzun düşürülmesi gerektiği, olayın meydana geldiği iş yerinde çalışan ve 19 yaşında olan inceleme dışı sanığın, sanığa ait aracı temizlerken eline geçirdiği silahı tedbirsiz bir şekilde alıp koltuk üzerine koymak istediği sırada, tetiğe dokunup ateş alması neticesinde olayın gerçekleştiği, inceleme dışı sanığın aracı temizlerken gördüğü silaha elini sürmeden durumu işverene bildirmesi gerekmesine rağmen namluyu arkadaşı olan ölene doğrultarak, güvenliği tehlikeye atacak davranışta bulunduğu, silahın dolu olacağını düşünmesi gerektiği, bu nedenlerle sanığın tali kusurlu inceleme dışı sanığın ise asli kusurlu olduğu,

Anlaşılmaktadır.

Katılanlar Sadık ve ...; ölenin annesi ve babası olduklarını, olayı görmediklerini, sanıktan şikâyetçi olduklarını,

Tanık ...; olayın gerçekleştiği Hijyen Oto Kuaförü isimli iş yerinin sahibi olduğunu, inceleme dışı sanığın kendisinin yanında çalıştığını, yeğeni olan ölenin ise hafta sonlarıda yanında çalıştığını, olay günü saat 13.00 sıralarında sanığın aracını yıkatmak için iş yerine bıraktıktan sonra tıraş olacağını söyleyerek iş yerinden ayrıldığını, aracı iş yerinin iç kısmına aldıktan sonra inceleme dışı sanık ile ölenin aracı temizlemeye başladıklarını, ölenin aracın sağ ön kapısından içeri doğru eğilmiş bir şekilde inceleme dışı sanığın da aracın sol ön kapısından içeri girerek temizlik yaptıklarını, kendisinin ise bu sırada arka tarafta gazete okuduğunu, yaklaşık 2-3 dakika sonra bir patlama sesi duyduğunu, dönüp baktığında ölenin boğazını tutarak araçtan çıktıktan sonra yere düştüğünü, akabinde öleni kucaklayıp hastaneye götürdüğünü,

Tanık ...; halasının oğlu olan tanık ...’in iş yerine hafta sonları yardım etmek için gittiğini, olay günü iş yerine aracını yıkatmak için getiren sanığın anahtarı tanık ...’e verdikten sonra iş yerinden ayrıldığını, başka bir aracın yıkanmış olan paspaslarını kuruması için makineye attığında bir el silah sesi duyduğunu, bu sırada inceleme dışı sanık ile ölenin sanık tarafından getirilen aracı yıkadıklarını, silah sesinin geldiği yere gittiğinde sanığın aracının arka koltuk sağ tarafında öleni gördüğünü, inceleme dışı sanığın ise aracın şoför mahallinden çıkarak ölenin yanına koştuğunu, boynundan yaralanmış hâlde gördüklerini öleni tanık ... ile hastaneye götürdüklerini,

İnceleme dışı sanık ...; Hijyen Oto Yıkama isimli iş yerinde işçi olarak çalıştığını, sanığın aracını iş yerine getirip anahtarı tanık ...’e bıraktıktan sonra iş yerinden ayrıldığını, ölen ile birlikte aracı temizlemek için aracın başına geçtiklerini, kendisinin aracın şoför mahalindeki kapısını, ölenin ise diğer taraftaki kapıyı açtığını, birlikte aracın ön tarafındaki paspasları almaya başladıklarını, aracın yan tarafındaki diğer yerleri silmek için şoför koltuğunu geriye doğru çektiğinde koltuğun altında döşeme üstünde bir tabanca gördüğünü, kaza olmaması amacıyla tabancayı sağ eli ile alarak koltuğun üstüne koymak istediğini, bu sırada ölenin de elektrikli süpürge ile aracın iç bölümündeki tozları çektiğini, ölenin ve kendisinin eğilerek aracın alt döşemelerine doğru baktıkları sırada, silahı koltuğun üzerine koymak için hamle yaptığında elinin birden tetiğe değmesi sonucunda silahın patladığını, patlama sonrasında ölenin şakağını tuttuğunu gördüğünü ve o panikle silahı aracın dışına doğru attığını, akabinde tanık ...’in öleni hastaneye götürdüğünü, silahı doldur boşalt yapmadığını ve tabancayla oynamadığını, tabancayı koltuğun altından alıp üstüne koymak istediği sırada patladığını,

Beyan etmişlerdir.

Sanık; yaklaşık 18 yıl uzman jandarma olarak görev yaptığını, suça konu tabancanın kendisine 2008 yılında Tokat İl Jandarma Alay Komutanlığında görev yaptığı sırada demirbaş eşya olarak teslim edildiğini, 01.02.2011 tarihinde kendi iradesiyle istifa ettiğini, söz konusu tabancayı görevi süresince kullandığını, bu nedenle ayrıca taşıma ruhsatının gerekmediğini, istifa ettikten sonra da talebi olmasına rağmen ruhsatının henüz gelmediğini, çalışırken yine bedeli mukabilinde başka bir silah daha aldığını, 22.02.2012 tarihinde işi dolayısıyla Ankara iline gittiğini, hava şartlarının kötü olması nedeniyle suça konu silahı da yanına aldığını, söz konusu silahın araba kullandığı sırada belinde durduğunu, ancak araç kullanırken rahatsız olduğu için silahı oturduğu şoför koltuğunun altına koyduğunu, 23.02.2012 gecesi Samsun iline geri döndüğünde silahı bulunduğu yerden alarak eve çıkarmayı unuttuğunu, olay günü de aracını temizlik için olayın gerçekleştiği oto kuaföre bıraktığını, silahın bakıldığında görülmeyecek yerde olduğunu, ancak koltuğun geri çekilmesi hâlinde görülebileceğini, silahın şarjöründe 15 adet mermi bulunduğunu, ancak namlusunda mermi olmadığını, muhtemelen silahı bulan kişinin silahı doldur boşalt işlemini yaptığını, aksi hâlde ilk tutuşta silahın patlamayacağını, silahın emniyetinin de ilk etapta açık olmadığını savunmuştur.

IV. GEREKÇE

Uyuşmazlık konularının ayrı ayrı değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.

A- Sanığın eylemi ile gerçekleşen ölüm neticesi arasında nedensellik bağı bulunup bulunmadığı;

1. İlgili Mevzuat ve Öğretide Uyuşmazlık Konusuna İlişkin Görüşler

Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılması bakımından, öncelikle taksir ve unsurları üzerinde durulması gerekmektedir.

Kural olarak suç yalnızca kastla işlenebilir. Ancak kanunda açıkça gösterilen hâllerde taksirle de işlenebileceği kabul edilmiştir. Failin cezalandırılabilmesi için kanunda açık bir düzenleme bulunmasının zorunlu olduğu istisnai bir kusurluluk şekli olan taksir, TCK'nın 22/2. maddesinde; "Dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi" şeklinde açıklanmıştır.

Arapça kusur kökünden türetilmiş bulunan taksir; kısaltma, bir işi eksik yapma, bir şeyi yapabilirken çekinip yapmama, kusur etme, kabahat ve günah anlamlarına gelmektedir. Hukuki anlamda ise; neticenin fail tarafından öngörülebilir olduğu hâlde öngörülmemesi şeklinde ortaya çıkabileceği gibi, öngörüldüğü hâlde istenmemesi şeklinde de olabilir.

Öğreti ve yargısal kararlarda da; "Failin suç tipindeki neticeye yönelik kast içerisinde olmadan, fakat zorunlu olduğu özeni gösterdiği takdirde neticenin meydana gelmesi mümkün bulunmayan hallerde, tespit edilmiş suç tipini hukuka aykırı olarak ihlal etmesi; bir kimsenin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranmak suretiyle, istemediği ve fakat öngörülebilir bir neticeyi gerçekleştirmesi" şeklinde tanımlanmıştır (Ayhan Önder, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınevi, İstanbul 1992, c. 2, s. 336; Turan Tufan Yüce, Türk Ceza Hukuku Temel Kavramları, Turhan Kitapevi, Ankara 1984, s. 59; Faruk Erem, Türk Ceza Kanunu Şerhi, Seçkin Yayınevi, Ankara 1993, c. 1, s. 508; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara 2014, 7. Baskı, s. 172; Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökcen-Ahmet Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, 8. Baskı, s. 318; Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınevi, İstanbul 2015, 4. Baskı, s. 254; Hakan Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, 17. Baskı, s. 232).

Suçun manevi unsurlarından olan kast gibi taksirde de birlikte yaşamanın getirdiği kurallara uyulmaması söz konusudur. Toplumsal hayatta belli faaliyetlerde bulunan kişilerin başkalarına zarar vermemek için bir takım önlemler alma ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar birlikte yaşama mecburiyetinden doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç, bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirir. Taksirli suçta fail; dikkatli, tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için ceza yaptırımı ile karşılaşır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen, sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan kaynaklanmaktadır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun birçok kararında da açıkça vurgulandığı ve öğreti ile uygulamada da kabul edildiği üzere taksirin unsurları;

1- Taksirle işlenebilen bir suç olması,

2- Hareketin iradiliği,

3- Neticenin iradi olmaması,

4- Hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması,

5- Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması,

Şeklinde kabul edilmektedir.

Taksirli hareket ile meydana gelen netice arasında illiyet bağı bulunmaması hâlinde fail bu sonuçtan sorumlu tutulamayacaktır. Neticenin gerçekleşmesinde, mağdur veya başka bir kişinin taksirli davranışının da etkili olması durumunda, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum failin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksirin vasfını da değiştirmeyecektir. TCK'da taksirle işlenebilen suçlarda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hâl ancak temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınabilecektir.

Bu aşamada taksirin unsurları arasında gösterilen hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması şartının gerçekleşip gerçekleşmediği üzerinde durulmalıdır.

Taksirle gerçekleştirilen bazı fiillerin kanunda suç olarak tanımlanıp cezaî yaptırıma bağlanmasıyla, insanların gittikçe yoğunlaşan ve karmaşık hâle gelen toplum hayatı içerisinde daha dikkatli davranmalarının temini amaçlanmaktadır. Kanun ve ortak hayat tecrübelerinin sonucu olarak kendisine toplum tarafından yüklenen dikkat ve özen mükellefiyetini ihlal eden ve bu hareketiyle öngörülebilir zararlı bir neticeye sebep olan kişinin taksirle işlenen suçlara ilişkin cezaî sorumluluğu benimsenmiş, fakat taksirden söz edilebilmesi için failin hareketi ile meydana gelen zararlı netice arasında illiyet bağının varlığı aranmıştır. Diğer bir ifade ile tüm suçlarda olduğu gibi, taksirli suçlarda da fiil ile netice arasında nedensellik bağının bulunması cezalandırmanın şartını teşkil edecektir.

Uyuşmazlığa konu olayın özellikleri nazara alınarak; önce genel anlamda, sonrasında ise taksirli suçlar açısından nedensellik bağı üzerinde durulmalıdır.

Neden Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğünde; "Bir olayı ya da durumu gerektiren, doğuran başka olay veya durum, sebep" biçiminde, neden olmak ise; "Bir şeyin olmasına ya da ortaya çıkmasına yol açmak, sebep olmak" şeklinde tanımlanmaktadır. Buradan hareketle nedensellik kavramı; "Neden-sonuç ilişkisi ya da sonuç ile bu sonuca neden olan olgu veya durum arasındaki bağlantı" olarak açıklanabilir.

TCK’nın hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde nedensellik bağı, kanunda tanımlanmış bir haksızlık olarak öngörülen suçtan failin sorumlu tutulabilmesi için gerekli olan maddi, manevi ve hukuka aykırılık unsurlarından maddi unsur içerisinde yer almaktadır.

Neticeli bütün suçlar bakımından araştırılması gerekli olan nedensellik bağı ceza hukukunda bu kavramın mahiyeti gereği, suçun yasal tanımında neticeye yer verilmiş olması hâlinde failin fiili ile netice arasında sebep-sonuç ilişkisini kuran bağ anlamına gelmektedir. Failin yapmak veya yapmamak şeklinde gerçekleştirdiği eylemi neticesinde dış dünyada zarar ya da tehlikenin meydana gelmiş olması hâlinde nedensellik söz konusu olacaktır. Doğaldır ki yapılan her hareket, dış dünyada bir veya birden fazla neticeye sebebiyet verebilir; ancak dış dünyada vuku bulan her sonuç değil, suçun kanuni tanımında belirtilmiş olan netice nazara alınacaktır. TCK’da nedensellik bağı ile ilgili olarak genel bir düzenlemeye yer verilmemiş olup konu öğreti ve uygulamaya bırakılmıştır. Öğretide nedensellik bağı çeşitli teorilerle açıklanmaktadır. Şartların eşitliği ya da doğal nedensellik teorisinde; netice birçok şartın bir bütün oluşturarak meydana gelmesiyle oluştuğundan ve bunlardan birinin olmaması neticenin gerçekleşmesini engelleyeceğinden, bu şartlardan birini gerçekleştiren failin eylemi ile gerçekleşen netice arasında nedensellik bağı vardır.

Uygun sebep ya da kuralcı nedensellik teorisinde; hareket ile netice arasında nedensellik bağı bulunduğunun kabul edilebilmesi için, hareketin o neticeyi meydana getirmeye uygun olması gerekir. Objektif isnadiyet teorisinde ise; şart teorisi anlamında hareketinin verdiği netice, ancak hareketin suçun konusu üzerinde hukuken tasvip edilmeyen bir tehlike veya risk yaratması ve kendini tipik neticeye yansıtması hâlinde objektif olarak faile yükletilebilir (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, 7. Bası, s. 123-131; Nur Centel-Hamide Zafer-Özlem Çakmut, Türk Ceza Hukukuna Giriş, Beta Yayınevi, İstanbul 2014, 8. Baskı, s. 256-268; Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökcen-Ahmet Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, 8. Baskı, s. 250-258, 262-267; Berrin Akbulut, Tıp Ceza Hukukunda Nedensellik Bağı, Tıp Ceza Hukukunun Güncel Sorunları Türk-Alman Tıp Hukuku Sempozyumu, Türkiye Barolar Birliği Yayınları, 2008, s. 222-234) Bununla birlikte öğretide, objektif isnadiyet teorisinin nedensellik teorisi olmayıp bir değerlendirme teorisi olduğu da ileri sürülmektedir. (Veli Özer Özbek, Türk Ceza Kanunu İzmir Şerhi, Yeni Türk Ceza Kanunun Anlamı, Seçkin Yayınevi, Ankara 2006, 3. Baskı, s. 321).

Uyuşmazlığa konu somut olayın özellikleri itibariyle objektif isnadiyet kavramına ayrıca yer verilmesi gerekmektedir. Günümüz modern ceza hukuku anlayışında nedensellik bağının belirlenmiş olması tek başına failin cezalandırılması için yeterli bulunmayıp ayrıca gerçekleşen neticenin failin eseri olup olmadığının, diğer bir ifadeyle ortaya çıkan neticenin belli bir kişiye objektif olarak isnadının mümkün olup olmadığının tespit edilmesi de gerekir. Olayda öncelikle şart teorisine göre nedensellik bağı ortaya konulmalı, ardından gerçekleşen neticenin faile isnat edilip edilemeyeceği araştırılmalıdır. Objektif isnadiyet, neticenin belirli bir kimsenin eseri olarak görülüp görülemeyeceği anlamına gelmektedir. Eğer meydana gelen netice, üçüncü kişinin veya bir rastlantının eseri ise faile isnat edilemeyecektir. Bu nedenle netice, insanın hükmedebileceği alanın dışında kalıyorsa hukuken önemli olan bir tehlike ya da risk bulunmamaktadır. Hükmedilebilirlik, neticenin önemli derecede idare edilebilirliği anlamına gelmekte olup, gerçekleştirilen fiil, hukuken önemli bir tehlike ya da risk oluştursa bile, olayın tamamen hayatın olağan akışının ve genel hayat tecrübelerinin dışarısında kalması nedeniyle beklenebilir değilse, netice faile yüklenemeyecektir. Keza gerçekleşen netice, failin hareketi ile tesadüfen birleşen başka sebeplerden meydana gelmişse, bu durumda da neticenin faile isnat edilmesinden söz edilemeyecektir. Bunun gibi sonradan işlenen fiilin daha önceden gerçekleştirilmiş fiilin neticeye ulaşmasını engellemesi hâlinde de önceki fiili gerçekleştiren faile neticenin isnat edilmesi mümkün bulunmayacaktır (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, 7. Baskı, s. 128-131; Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökcen-A. Caner Yenidünya, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, 8. Baskı, s. 262-267; Berrin Akbulut, Türk Ceza Kanunu İle Kabahatler Kanununun Genel Hükümlerinin Yaptırım Hükümleri Dışında Karşılaştırmalı Olarak İncelenmesi, Adalaet Yayınevi, Ankara 2010, s. 237; Nebahat Kayaer, Ceza Hukukunda Hekimin Tıbbi Müdahalesi Çerçevesinde İşlenen Taksirle Öldürme Suçu, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Hukuku Anabilim Dalı, İzmir 2012, s. 111-112).

Nedensellik bağı, öğretideki görüşlere göre hukuki bir kavram değil mantıksal ya da doğal bir olgudur. (Nur Centel-Hamide Zafer-Özlem Çakmut, Türk Ceza Hukukuna Giriş, Beta Yayınevi, İstanbul 2014, 8. Baskı, s. 255; İzzet Özgenç, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara 2014, 10. Baskı, s. 171-173) Bu anlamda, dış dünyada gerçekleşen netice ile bu neticeyi doğuran sebep arasındaki nedensellik bağı, doğa bilimleri bağlamında değerlendirilmeli ve hayat tecrübeleriyle mantığa göre belirlenmelidir. İlliyet bağının doğal olarak belirlenmesi yalnızca icrai suçlar bakımından geçerlidir, zira ihmali suçlarda farklılık söz konusudur.

Nedensellik bağının tespiti, tabiatıyla genellikle neticeli suçlar şeklinde düzenlenmiş bulunan taksirli suçlar bakımından da gereklidir. Taksirle işlenen suçtan kaynaklanan netice failin hareketi olmasaydı gerçekleşmeyecek denilebiliyorsa bu durumda nedensellik bağının varlığı kabul edilir. Örneğin, ölüm neticesi failin taksirli hareketine bağlı olarak gerçekleşmiş ise, diğer bir deyişle failin taksirli hareketi olmasaydı ölümün gerçekleşmeyeceği sonucuna varılıyorsa, başka bir ifadeyle ölüm failin eseriyse bu takdirde failin eylemi ile netice arasında bir nedensellik bağının var olduğu kabul edilecektir. Taksirli suçlarda aranacak olan objektif isnat edilebilirlik, dikkat ve özen yükümlülüğünün yerine getirilmemesi sonucunda neticeye sebebiyet verilmesidir. "Fail gerekli dikkat ve özen yükümlülüğünü yerine getirmiş olsaydı netice gerçekleşmeyecekti" denebilir ise bu takdirde netice faile isnat edilebilecektir. Taksirli suçlarda netice sadece failin eyleminden kaynaklanmış ise nedensellik bağının belirlenmesi kolaysa da, mağdurun veya üçüncü kişilerin neticeye katkıda bulunduğu durumlarda bu bağın belirlenmesinde çeşitli zorluklar olacağı muhakkaktır.

Öğretide; "Dış dünyada meydana gelen değişikliğin bir kimseye yüklenebilmesi ve dolayısıyla onun sorumlu olabilmesi, söz konusu neticenin o kimsenin hareketinden meydana gelmesine bağlıdır. Diğer bir deyişle hareketle netice arasında nedensellik bağı, sebep-sonuç ilişkisi olmalıdır. Nedensellik bağlantısı yoksa neticenin faile yüklenmesi mümkün değildir. Tipiklikte hareketten ayrı neticenin arandığı suçlarda neticenin gerçekleştiğinin tespiti yeterli olmayıp ona sebebiyet veren fiilin de tespiti gerekir. Tipe uygun hukuka aykırı fiilin icrasının, failin gerçekleştirilmesi için yeterli bulunduğu sırf hareket suçlarında nedensellik bağının araştırılması gerekmez. Ceza hukuku sadece suç tipinde yer alan neticeyi göz önüne alır" (Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökcen-A. Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 8. Baskı, Ankara 2014, s. 249) şeklinde görüşlere yer verilmiştir.

Öte yandan, nedensellik bağı hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel bilgi ve tecrübe ile çözümlenebiliyorsa bu bağlantı hâkim tarafından ortaya konulmalı, uzmanlık veya teknik ve özel bilgi gerektiren bir hususta ise söz konusu bağ, bilirkişilerden görüş alınarak tespit edilmelidir.

TCK'nın 22. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları da;

"4) Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir.

5) Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir." şeklinde düzenlenmiştir.

Madde gerekçesinde de; "Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda herkes kendi kusuru göz önünde bulundurulmak suretiyle sorumlu tutulur. Taksirli suçun kanuni tanımında belirlenen netice birden fazla kişinin karşılıklı olarak işledikleri taksirli fiiller sonucunda gerçekleşmiş olabilir. Örneğin bir trafik kazasında sürücü ile yaya veya her iki sürücü de taksirle hareket etmiş olabilir. Bu gibi durumlarda neticenin oluşumu açısından her kişinin taksirli fiili dolayısıyla kusurluluğu bir diğerinden bağımsız olarak belirlenmelidir. Aynı şekilde birden fazla kişinin katılımıyla gerçekleştirilen bir ameliyatın ölüm veya sakatlıkla sonuçlanması durumunda, ameliyata katılan kişiler müştereken hareket etmektedirler. Ancak tıbbın gereklerine aykırılık dolayısıyla ölüm veya sakatlıkla sonuçlanan bu ameliyatta işlenen taksirli suçun işlenişi açısından suça iştirak kuralları uygulanamaz. Kanunun suça iştirake ilişkin hükümleri, kasten işlenen suçlarda suçun işlenişine iştirak eden kişilerin sorumluluk statülerini belirlemektedir. Birden fazla kişinin katılımıyla yapılan ameliyat sırasında meydana gelen ölüm veya sakatlık neticeleri bakımından her bir kişinin sorumluluğu kendi kusuru göz önünde bulundurulmak suretiyle belirlenmelidir. Bu tespitte diğer kişilerin kusurlu olup olmadığı hususu dikkate alınamaz." açıklamalarına yer verilmiştir.

Zararlı neticenin, failin hareketlerinin mağdurun ya da üçüncü bir kişinin hareketi ile birleşmesi sonucu meydana geldiği durumlarda, failin taksirli sorumluluk şartlarının bulunup bulunmadığının belirlenmesi açısından, neticeye kimin sebebiyet verdiği, failin iradi hareketi ile netice arasındaki nedensellik bağının kesilip kesilmediğinin tespit edilmesi gerekmektedir. Mağdur ya da üçüncü kişinin hareketinin ya da bir başka nedenin neticenin tek sebebi olduğu veya zararlı neticenin yalnızca bu kişilerin kusurlu hareketlerinden kaynaklandığı durumlarda, failin hareketi ile netice arasındaki nedensellik bağının ortadan kalktığı kabul edilmelidir. Buna karşılık failin kusurlu hareketine mağdur ya da üçüncü bir kişinin kusurlu hareketinin eklendiği ve neticenin çeşitli kusurlu hareketlerin birleşmesinden meydana geldiği hâllerde, nedensellik bağı kesilmeyip, TCK'nın 40. maddesine göre taksirli suçlarda iştirak ilişkisi de mümkün olmadığından, anılan kanunun 22. maddesinin dört ve beşinci fıkralarına göre herkes kendi kusurundan dolayı ve kusuruna göre sorumlu olacaktır.

Öğretide; "Üçüncü bir kişinin veya mağdurun hareketinin failin taksirli hareketine eklenmesi durumunda nedensellik ilişkisinin ortadan kalkıp kalkmadığı araştırılmalıdır. Eklenen hareketler kusurlu değilse, neticenin failin taksirli hareketinden kaynaklandığı kabul edilir. Diğer hareketler kusurlu ise bunların taksirin varlığını tamamen veya kısmen kaldırıp kaldırmadığına bakılmalıdır." (Nur Centel-Hamide Zafer-Özlem Çakmut, Ceza Hukukuna Giriş, Beta Yayınevi, 8. Baskı, İstanbul, 2014, s. 366); "Birden fazla kişinin birleşen fiilleri ile bir neticeye neden oldukları hallerde, bu faillerin hareketi ile netice arasındaki nedensellik ilişkisi özel önem taşır. Belirtelim ki bu hallerde her bir kişinin hareketi ile netice arasında nedensellik ilişkisinin bulunması ön koşuldur. Ekip halinde faaliyeti gösterenlerden birisine diğerlerini denetleme ve kişiler arasında koordinasyonu sağlama yükümlülüğü yüklenmiş ise kişi bu yükümlülüğe uygun davranmadığı için neticeye sebebiyet vermiş olabilir. Bu halde bu kişi neticeden sorumlu olur." (Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınevi, 4. Baskı, İstanbul, 2015, s. 254); "Failin kusurlu hareketine mağdurun kusurlu hareketi de eklenmiş ve netice bu iki kusurlu hareketin birleşmesinden meydana gelmişse (ortak kusur) failin sorumluluğu ortadan kalmış olmaz. Nitekim bu ihtimalde taksirler arasında takas söz konusu olmayıp, fail kusuru oranında taksirli suçtan cezalandırılır." (Mehmet Emin Artuk- Ahmet Gökçen-Ahmet Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 8. Baskı, Ankara, 2014, s. 341); "Birden çok kişinin davranışı birlikte neticeye sebebiyet vermiş ve tüm katılanlar özen yükümlülüğüne aykırı hareket etmişse netice objektif olarak isnad edilebilir, herkes kendi taksirli fiilinden dolayı kusuruna göre sorumlu olur. Bu gibi hallerde önceki taksirli hareket ile netice arasında illiyet bağı bulunmamasından veya kesilmesinden söz edilmesi doğru değildir." (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 7. Baskı, Ankara, 2014, s. 214); "Fail zaten taksirli hareket ediyor ve bir başkasının taksirli hareketi buna ekleniyorsa, failin hareketi ile netice arasındaki nedensellik bağı mevcut olmaya devam eder. Bu durumda mesele artık nedensellik bağı meselesi değil, failin ve üçüncü kişinin kusurunun tespiti meselesidir. Bir inşaatın yıkımı sırasında yoldan gelip geçenlere zarar verilmemesi hususunda gerekli tertibatı almayan, örneği yıkım alanını tahta perde ile çevirmeyen müteahhit, iki işçisinin binadan sökülen kalası dikkatsizce sokağa atmaları sonucu meydana gelen neticeden her iki işçisiyle beraber taksirinden dolayı sorumludur." (Hakan Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 17. Baskı, Ankara, 2014, s. 249) şeklindeki görüşlere yer verilmiştir.

Bu açıklamalardan sonra, taksirle ölüme neden olma suçuyla ilgili düzenlemelerin gözden geçirilmesi gerekmektedir.

TCK'nın taksirle öldürme başlıklı 85. maddesi;

"Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." şeklinde düzenlenmiş olup maddenin birinci fıkrasında taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçu yaptırıma bağlanmıştır. Taksirli hareket sonucu birden fazla insanın ölümüne veya bir ya da birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir ya da birden fazla kişinin yaralanmasına neden olunmuş ise fail maddenin ikinci fıkrası gereğince cezalandırılacaktır.

2. Somut Olayda Hukuki Nitelendirme

Sanığın, kendisine ait olan aracını hakkında taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçundan verilen mahkûmiyet hükmü kesinleşen inceleme dışı sanığın işçi olarak çalıştığı oto yıkama servisine yıkatmak için bıraktıktan sonra bu iş yerinden ayrıldığı, inceleme dışı sanığın aynı iş yerinde çalışan ölen ile birlikte arabayı temizlemeye başladıkları, inceleme dışı sanığın sol ön kapı kısmından, ölenin ise sağ ön kapıyı açarak aracın içini temizledikleri sırada, inceleme dışı sanığın sürücü koltuğunu geriye doğru çektiğinde döşeme üzerinde gördüğü silahı koltuğun üzerine koyarken silahın tetiğine dokunması sonucu silahtan çıkan merminin ölenin boynuna isabet etmesi neticesinde, ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı aorta, akciğer yaralanması ve bunlara bağlı gelişen iç ve dış kanama sonucu ölenin kaldırıldığı hastanede hayatını kaybettiği olayda;

Dosyadaki mevcut delillere göre, sanık tarafından araç koltuğunun altına bırakılan silahın koltuğun altında bulunduğu sırada değil, inceleme dışı sanık tarafından buradan çıkarıldıktan sonra tetiğe basılmasının ardından ateşlenmesi ve inceleme dışı sanığın müdahalesi sonucu meydana gelen ölüm neticesi ile sanığın silahını koltuğun altına koymaktan ibaret eylemi arasında uygun bir illiyet bağından söz edilememesi karşısında; üçüncü kişi konumundaki inceleme dışı sanığın kusurlu eylemiyle gerçekleşen netice bakımından sanığa yüklenen taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçunun unsurlarının oluşmadığı kabul edilmelidir.

Bu itibarla, sanığın kusurlu olduğu kabul ederek mahkûmiyetine karar veren Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün isabetli olmaması nedeniyle bozulmasına karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Ceza Genel Kurulu Üyesi ise; Yerel Mahkemenin direnme gerekçesinin isabetli olduğu düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.

B- Sanığa atılı 6136 sayılı Kanun’a aykırılık suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığı;

1. İlgili Mevzuat ve Uyuşmazlık Konusuna İlişkin Açıklamalar

10.07.1953 tarihli ve 6136 sayılı Kanun'un 7. maddesi ile 01.06.1991 tarihli ve 20888 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmelik’in 11. maddesi uyarınca Türk Silahlı Kuvvetleri personelinden mecburi hizmet süresini tamamlayarak istifa edenlerin meşru kaynaktan elde ettikleri ateşli silahları belli koşullarda taşıyabilecekleri kabul edilmiştir.

Aynı doğrultuda 18.03.1986 tarihli ve 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu’nun "Kıyafet ve zati tabanca" başlıklı 13 maddesi de; "Uzman erbaşların kıyafetleri, kıyafet yönetmeliğinde gösterilir.14 (Ek fıkra : 27/7/1993 – KHK – 489/6 md.; Aynen kabul: 10/2/2004-5085/8 md.) Uzman erbaşlar ilk sözleşmelerini müteakip bedeli karşılığında zatî tabanca edinebilirler ve görevli olmadıkları zamanlarda da resmî veya sivil elbise ile zatî tabancalarını göze görünmeyecek bir şekilde taşıyabilirler. En az on yıl görev yapıp Türk Silâhlı Kuvvetlerinden ayrılanlara, istifa veya istifa etmiş sayılmak suretiyle Türk Silâhlı Kuvvetlerinden ayrılan subay ve astsubaylar gibi; emeklilik durumunda ise, emekli subay ve astsubaylar gibi silah taşıma ruhsatı verilir." şeklinde düzenlenmiştir.

2. Somut Olayda Hukuki Nitelendirme

Jandarma Genel Komutanlığı emrinde uzman çavuş olarak görevli iken istifa eden sanığın, Türk Silahlı Kuvvetleri Şahsi Silah Yönergesi hükümleri uyarınca Şahsi Silah Ruhsat Formu beyannamesi tanzim ederek envanterde adına kayıtlı silahlarla ilgili olarak Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmelik gereğince silah taşıma izin belgesi talebinde bulunduğu, aynı beyannamede hakkında bir suçtan dolayı başlatılan soruşturmanın devam ettiğine de yer verdiği, bunun üzerine Jandarma Genel Komutanlığının 31.01.2011 tarihli yazısı ile devam eden soruşturma ile ilgili Muradiye Cumhuriyet Başsavcılığından anılan soruşturma ile ilgili düzenlenen iddianamenin talep edildiği, iddianamenin gönderilmemesi üzerine ise ilgili Yönetmelik hükümleri gereğince silah ruhsatının verilmediği, sanık hakkında 6136 sayılı Kanun’a aykırılık suçundan kamu davası açılarak mahkûmiyet hükmü kurulduğu ve Özel Dairenin bozma kararı üzerine söz konusu mahkûmiyet hükmünde direnildiği anlaşılmış ise de;

6136 sayılı Kanun'un 7. maddesi ile Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmelik’in 11. maddesi gereğince Türk Silahlı Kuvvetleri personelinden mecburi hizmet süresini tamamlayarak istifa edenlerin meşru kaynaktan elde ettikleri ateşli silahları belli koşullarda taşıyabileceklerinin kabul edilmesi, bu doğrultuda Jandarma Genel Komutanlığının 26.03.2012 ve 15.01.2014 tarihli yazıları uyarınca direnme kararına konu silahın sanığa 30.06.2008 tarihinde şahsi silah olarak verilmesi, sanığın "Şahsi Silah Ruhsat Formu" beyannamesinde hakkında bir suçtan dolayı soruşturma başlatıldığını açıkça belirtmesi, bu beyan doğrultusunda söz konusu soruşturma ile ilgili Muradiye Cumhuriyet Başsavcılığından talep edilen iddianamenin gönderilmemesi üzerine sanığa silah ruhsatının verilmediği hususunun tebliğ edildiğine dair dosya içerisinde herhangi bir bilgi veya belgenin bulunmaması karşısında; direnme kararına konu silahın mevcut hâli ile taşınması nedeniyle sanığa herhangi bir sorumluluk yüklenemeyeceği ve bu itibarla 6136 sayılı Kanun’a aykırılık suçunun unsurları itibarıyla oluşmadığı kabul edilmelidir.

Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün, sanığa yüklenen 6136 sayılı Kanun'a aykırılık suçunun kast unsurunun oluşmadığı gözetilmeden beraati yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.

V. KARAR

Açıklanan nedenlerle;

1- Samsun 5. Asliye Ceza Mahkemesinin 05.05.2017 tarihli ve 1267-687 sayılı direnme kararına konu;

a) Taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün, sanığın kusurunun bulunmadığı gözetilmeden beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi,

b) 6136 sayılı Kanun'a aykırılık suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün, kast unsurunun oluştuğuna dair yeterli delil elde edilemediği gözetilmeden sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesi,

İsabetsizliklerinden BOZULMASINA,

2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, birinci uyuşmazlık bakımından 13.12.2023 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla, ikinci uyuşmazlık bakımından ise 26.12.2023 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.