Logo

Ceza Genel Kurulu2019/277 E. 2021/600 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Sanık hakkında ihmali davranışla görevi kötüye kullanma suçundan eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığı uyuşmazlığı.

Gerekçe ve Sonuç: Katılanın kan sulandırıcı ilaç kullandığını bildirmesine rağmen sanık doktorun güncel INR değerini ölçmeden biyopsi işlemi yapması, Adli Tıp Kurumu raporu ile diğer bilirkişi raporları arasında çelişki bulunması ve Adli Tıp Kurumu raporunun yeterince kanaat verici olmaması nedeniyle, eksik araştırma yapılarak hüküm kurulduğu gözetilerek yerel mahkemenin direnme kararının bozulmasına karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

İhmali davranışla görevi kötüye kullanma suçundan sanık ...'un beraatine ilişkin Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesince verilen 19.11.2015 tarihli ve 240-193 sayılı hükmün, katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Askeri Yargıtay 2. Dairesince 09.03.2016 tarih ve 149-186 sayı ile;

"...Askerî Mahkemece soruşturma aşamasında tespit edilen Adli Tıp Kurumu 3’üncü Adli Tıp İhtisas Kurulu raporuna itibar edilmeyerek, kovuşturma aşamasında dinlenilen bilirkişilerin görüşleri doğrultusunda sanığın beraatine karar verildiği görülmekte ise de;

Soruşturma aşamasında dava dosyası gönderilmek suretiyle görüşüne başvurulan Adli Tıp 3'üncü İhtisas Kurulunun 30.12.2013 tarihli raporunda; 19.10.2010 tarihinde gastrointestinal sistem endoskopisi uygulandığı, aort kapak replasman operasyon ve coumadin isimli ilacı kullanan katılandan endoskopi işlemi sırasında biyopsi alınmış olduğunun anlaşıldığı, coumadin kullanan hastalarda invaziv işlem yapılmadan önce bu tedaviye ara verilerek kısa etkili düşük molekül ağırlıklı heparin tedavisine geçilmesi ve bu tedavinin de işlemin hemen öncesinde sonlandırılması gerektiği, katılana coumadin kullanımı kesilmeden biyopsi yapılması işleminin tıp kurallarına uygun olmadığının belirtildiği;

Ancak; katılanın hayati tehlike geçirmesine neden olan mide kanamasının sanık tarafından gerçekleştirilen biyopsi işleminden kaynaklandığını belirtir herhangi bir tespit yapılmadığı, keza bu işlemden kaynaklı ise endoskopi ve özellikle biyopsi işlemi öncesinde INR değerinin ölçülmesi hususunun zorunlu olup olmadığı hususunda da görüş belirtilmediği;

Kovuşturma aşamasında görüşlerine başvurulan her iki bilirkişinin de özetle; dosyadan anlaşılan verilere göre INR değeri terapötik aralıkta olan bir hastaya düşük risk grubunda yer alan bir endoskopik işlemin yapılmasının söz konusu olduğu, bu işlemin coumadin kesilmeden yapılmış olmasının güncel tıbbi verilere uygun olduğu, sonradan gelişen kanamanın herhangi bir vakada gerçekleşebilecek istenmeyen sonuç olduğu ve hastada ortaya çıkan istenmeyen sonucun sanığın ihmal ve kusurundan kaynaklanmadığı yönünde mütalaada bulundukları;

Görülmektedir.

2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu’nun Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunun görevlerinin belirtildiği 15’inci maddesinin a) fıkrasında 'Adli tıp ihtisas kurulları ve ihtisas daireleri tarafından verilip de mahkemeler, hâkimlikler ve savcılıklarca kapsamı itibarıyla yeterince kanaat verici nitelikte bulunmadığı, sebebi de belirtilmek suretiyle bildirilen işleri,' f) fıkrasında; 'Adli tıp ihtisas kurulları ile Adli Tıp Kurumu dışındaki sağlık kuruluşlarının verdikleri rapor ve görüşler arasında ortaya çıkan çelişkileri, konu ile ilgili uzman üyelerin katılımıyla inceler ve kesin karara bağlar.' şeklinde hükümler bulunmaktadır.

Somut olayda da görüldüğü gibi; Adli Tıp Kurumu 3'üncü İhtisas Kurulu ile bilirkişilerin mütalaaları arasında çelişki bulunduğu, ayrıca Adli Tıp Kurumu 3'üncü İhtisas Kurulunun raporunun kapsamı itibariyle yeterince kanaat verici nitelikte olmadığı görülmektedir.

Bu nedenle; soruşturma aşamasında görüşüne başvurulan Adli Tıp Kurumu 3'üncü İhtisas Kurulunun raporundan sonra dava dosyasına giren yazılı ve sözlü deliller de göz önüne alındığında; dava dosyasının Adli Tıp Kurumu Genel Kuruluna gönderilmesi suretiyle; Adli Tıp Kurumu 3’üncü İhtisas Kurulu ile bilirkişilerin mütalaaları arasındaki çelişkilerin giderilmesi ve özellikle katılanın hayati tehlike geçirmesine neden olan mide kanamasının sanık tarafından gerçekleştirilen biyopsi işleminden kaynaklanıp kaynaklanmadığının, keza bu işlemden kaynaklanmış ise endoskopi ve özellikle biyopsi işlemi öncesinde INR değerinin ölçülmesi hususunun zorunlu olup olmadığının tespitinden sonra sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varıldığından, sanık hakkında verilen beraat hükmünün noksan soruşturma," isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yerel Mahkeme ise 30.06.2016 tarih ve 47-83 sayı ile;

"Adli Tıp Kurumu 3’üncü İhtisas Kurulunun soruşturma aşamasında tespit edilen raporunda, somut olay açısından, mağdurun hayati tehlike geçirmesine neden olan mide kanamasının sanık tarafından gerçekleştirilen biyopsi işleminden kaynaklandığını belirtir herhangi bir tespit yapılmadığı gibi, yine soruşturma aşamasında Askeri Savcılıkça mütalaasına başvurulan Gazi Üniversitesinde öğretim üyeliği yapan gastroenteroloji uzmanı Doçent Doktor olan bilirkişi tarafından hazırlanan 11.11.2011 tarihli mütalaada da; gerekçeleri ayrıntılı şekilde açıklanarak, bu olaydaki kanamanın biyopsi sonucu meydana geldiğini söylemenin mümkün olmadığı ve mide içerisindeki yaralardan kaynaklı damarın açığa çıkması sonucu kanamanın gerçekleştiği yönündeki kanaati de dikkate alındığında, somut olay açısından, mağdurun hayati tehlike geçirmesine neden olan mide kanamasının sanık tarafından gerçekleştirilen biyopsi işleminden kaynaklandığını belirtir herhangi bir tıbbi bilgi ve belge bulunmamasına karşın, yasal birtakım zorunluluklar nedeniyle (353 sayılı Kanun'un 110’ncu maddesi) bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Kaldı ki, Askeri savcı da iddianamede tüm bu hususlara dikkat çektikten sonra, 353 sayılı Kanun'un 110’uncu maddesi gereğince başkaca bir soruşturma işlemi yapamadıklarından bahisle bu davayı açtıklarını açıkça ifade etmiş (Dz.367) bir başka deyişle tamamen tıbbi bir konuyla ilgili yapılan hukuki değerlendirmeler ışığında iş bu kamu davasının açılmak zorunda kalındığı anlaşılmıştır.

Dolayısıyla, Mahkememizce somut olay açısından sanığın eylemiyle meydana gelen sonuç arasında illiyet rabıtasının bulunup bulunmadığının ortaya konulabilmesi bağlamında Adli Tıp Kurumu 3'üncü İhtisas Kurulunun raporuna itibar edilmesi mümkün görülmemiştir. Kaldı ki, yukarıda da ifade edildiği üzere bu raporda söz konusu illiyet rabıtasına ilişkin herhangi bir değerlendirme de ver almamaktadır. Buna karşın Mahkememiz, CMK'nın 225’inci maddesi uyarınca, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve fail hakkında bir hüküm tesis etmek zorunda olduğundan, bir başka deyişle açılan davanın konusu ile bağlı bulunduğundan, iddia konusu hususlar tüm yönleriyle araştırılmış ve bu bağlamda sanığın eylemi ile meydana gelen sonuç arasında illiyet rabıtası olup olmadığı da son derece ayrıntılı bir şekilde tetkik edilmiştir.

Bu nedenle soruşturma aşamasında da mütalaasına başvurulan ilgili alanın uzmanı bir öğretim üyesinden dosyaya yansıyan tüm veriler ışığında yeni ve çok daha ayrıntılı bir bilirkişi raporu alınmış, bilahare aynı bilirkişi duruşmada da dinlenilerek, yazılı mütalaası dışında sözlü açıklamalarına da başvurulmuş, katılan müdafisinin bu bilirkişi raporuna yönelik itirazları üzerine ise, tamamen teknik hususlardaki bu itirazın değerlendirilebilmesi amacıyla, bu kez yine aynı alanda (gastroenteroloji) uzman, ancak bir başka üniversitede (Hacettepe) görev yapan profesör unvanlı yeni bir bilirkişi görüşüne (hem yazılı hem de sözlü olarak) başvurulmuştur.

Kaldı ki, tüm bu bilirkişi raporları da ilk başta da vurgulandığı üzere, Mahkememizce, bilimsel yönden yeterli ve yerinde olup olmadığı hususunda serbestçe tekrar değerlendirilmiş ve dosyadaki tüm diğer bilgi ve bulgularla birlikte ulaşılan sonuçlar hükme esas alınmıştır. Dolayısıyla, yapılan tüm bu değerlendirmelerin ardından, Adli Tıp Kurumu 3’üncü İhtisas Kurulunun bozma ilamında da atıfta bulunulan kapsamı itibariyle yeterince kanaat verici nitelikte olmayan raporu yerine, kapsamları itibariyle, dosyadaki çözümü gereken sorun (katılanın hayati tehlike geçirmesine neden olan mide kanamasının sanık tarafından gerçekleştirilen biyopsi işleminden kaynaklanıp kaynaklanmadığı) açısından yeterli görülen, konunun uzmanı ilgili öğretim üyelerinin görüşlerinden oluşan bilirkişi raporlarına itibar edilmiştir.

Bozma ilamında Adli Tıp 3’üncü İhtisas Kurulunun raporundaki tespitlere atıf yapılarak 'Ancak; katılanın hayati tehlike geçirmesine neden olan mide kanamasının sanık tarafından gerçekleştirilen biyopsi işleminden kaynaklandığını belirtir herhangi bir tespit yapılmadığı, keza bu işlemden kaynaklı ise endoskopi ve özellikle biyopsi işleminden önce INR değerinin ölçülmesi hususunun zorunlu olup olmadığı hususunda da görüş belirtilmediği' ifade edildikten sonra, 'kovuşturma aşamasında görüşlerine başvurulan her iki bilirkişinin de özetle; dosyada anlaşılan verilere göre INR değeri terapötik aralıkta olan bir hastaya düşük risk grubunda yer alan bir endoskopi işleminin yapılmasının söz konusu olduğu, bu işlemin coumadin kesilmeden yapılmış olmasının güncel tıbbi verilere uygun olduğu, sonradan gelişen kanamanın herhangi bir vakada gerçekleşebilecek istenmeyen sonuç olduğu ve hastada ortaya çıkan istenmeyen sonucun sanığın ihmal ve kusurundan kaynaklanmadığı yönünde mütalaada bulundukları görülmektedir.' denilerek, 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu'nun Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunun görevleriyle ilgili (a) ve (f) fıkralarına yer verildiği görülmektedir.

Ayrıca, Adli Tip Kurumu 3'üncü İhtisas Kurulu ile bilirkişilerin mütalaaları arasında çelişki bulunduğu ve 3’üncü İhtisas Kurulunun raporunun kapsamı itibariyle yeterince kanaat verir nitelikte olmadığı belirtilerek, dosyanın Adli Tıp Kurumu Genel Kuruluna gönderilmesi suretiyle raporlar arasındaki çelişkilerin giderilmesi ve özellikle katılanın hayati tehlike geçirmesine mide kanamasının sanık tarafından gerçekleştirilen biyopsi işleminden kaynaklanıp kaynaklanmadığının, keza bu işlemden kaynaklanmış ise endoskopi ve özellikle biyopsi işlemleri öncesinde INR değerinin ölçülmesi hususunun zorunlu olup olmadığının tespitinden sonra sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

Öncelikle, bozma ilamındaki bu açıklamalar da dikkate alındığında, 3’üncü İhtisas Kurulunun raporunda bahsi geçen mide kanamasının sanık tarafından gerçekleştirilen biyopsi işleminden kaynaklandığını belirtir herhangi bir tespit yapılmadığının açıkça ifade edildiği görülmektedir. Dolayısıyla, Mahkememizce de dile getirilen bu husus karşısında, artık 3’üncü İhtisas Kurulunun raporuyla, diğer bilirkişi raporları arasında çelişki bulunduğundan bahsetmek de mümkün değildir. Yukarıda da ifade edildiği üzere, Askeri Savcılık dahi iddianamesinde, bu kanamanın sanık tarafından gerçekleştirilen biyopsi işleminden kaynaklandığını belirtir herhangi bir tıbbi belge bulunmadığını açıkça ifade ettikten sonra, tamamen yasal bir takım zorunluluklar karşısında bu davanın açıldığını vurgulamıştır. Buna rağmen Mahkememizce, iddianameyle bağlılık kuralı gereği, Savcılığın iddiası bağlamında, sanığın eylemiyle meydana gelen sonuç arasında illiyet rabıtası olup olmadığı hususu tüm yönleriyle (bozma ilamında çelişki olarak dile getirilen Adli Tıp 3'üncü İhtisas Kurulunca yapılan tespitler de dikkate alınarak) araştırılmış olup, bu araştırma sonucunda da konunun uzmanı ve farklı üniversitelerde görev yapan öğretim üyesi bilirkişiler tarafından düzenlenen raporlar ışığında bir sonuca varılmıştır. Dolayısıyla, 3’üncü İhtisas Kurulunun raporuyla bilirkişi raporları arasında illiyet rabıtasının mevcudiyetine ilişkin herhangi bir çelişki bulunmadığı gibi, bozma ilamında çelişki olduğu düşünülen hususlar da konunun uzmanı bilirkişi raporlarıyla açıklığa kavuşturulmuş olup, bu hususlarda Adli Tıp Genel Kurulundan yeniden rapor aldırılmasına gerek görülmemiştir.

Kaldı ki, 3’üncü İhtisas Kurulu raporunun başkaca ne tür eksiklikler içerdiği de Mahkememizce dinlenilen bilirkişiler tarafından ayrıntılı şekilde irdelenmiş olup (herhangi bir tıbbi literatüre dayanılmaması, bu raporu düzenleyen hekimler arasında gastroenteroloji uzmanının yer almaması ve muhtemelen bahsi geçen tarzdaki invaziv işlem tabirinin daha geniş bir anlamda her türlü tıbbi müdahaleyi kapsayacak şekilde yorumlanarak kendilerince açıklanan yüksek riskli ya da düşük riskli işlem grubu ayrımının tam yapılmamış olması gibi), bu tür eksiklikleri bulunan bir rapora dayanamamıştır.

Bu açıklamalar dışında, bozma ilamında atıfta bulunulan Adli Tıp Genel Kurulunun görevlerinin ele alındığı 15’inci maddesinin (a) ve (f) bentleri incelendiğinde de; (a) fıkrasında; 'Adli Tıp İhtisas Kurulları ve İhtisas Daireleri tarafından verilip de, mahkemeler, hakimlikler ve savcılıklarca kapsamı itibariyle yeterince kanaat verici nitelikte bulunmadığı, sebebi de belirtilmek suretiyle bildirilen işleri,' (f) fıkrasında ise; 'Adli Tıp İhtisas Kurulları ile Adli Tıp Kurumu dışındaki sağlık kuruluşlarının verdikleri rapor ve görüşler arasında ortaya çıkan çelişkileri, konuyla ilgili uzman üyelerin katılımıyla inceler ve kesin karara bağlar.' şeklinde hükümler bulunduğu anlaşılmaktadır.

Görüldüğü üzere, her iki fıkrada da Adli Tıp Genel Kuruluna hangi durumlarda ve ne şekilde başvurulabileceğine ilişkin düzenlemelere yer verilmiş olup, bu hususta bir zorunluluk bulunmamaktadır. Bir başka deyişle, hâkim ya da mahkeme bu fıkralarda belirtilen koşulların oluştuğunu düşündüğünde, Adli Tıp Genel Kurulundan bilirkişi olarak faydalanabileceği gibi, yukarıda yer verilen yargı kararlarında açıklandığı üzere başkaca kurum ya da kişilerden de bilirkişi olarak istifade edebilir. Ancak, bu koşulların oluşup oluşmadığını değerlendirecek olan da delilleri serbestçe takdir edecek olan hâkim ya da mahkemedir.

Bu maddedeki koşulların oluşup oluşmadığını irdelediğimizde ise, yukarıda ayrıntılı şekilde açıklandığı üzere; Adli Tıp 3’üncü İhtisas Kurulunun raporu somut olaydaki sorunun çözümü açısından son derece yetersiz ve bozma ilamında belirtilen şekli ile kapsamı itibariyle yeterince kanaat verici nitelikte bulunmadığından, bu husustaki eksiklikler konunun doğrudan uzmanı olan öğretim üyelerinin görüşlerine başvurmak suretiyle giderilmiştir, (f) fıkrasındaki durum açısından değerlendirme yapıldığında da, yine yukarıda ayrıntılı şekilde açıklandığı üzere, 3’üncü İhtisas Kurulunun raporuyla dosyadaki diğer bilirkişi mütalaaları arasında herhangi bir çelişki bulunmamaktadır. Mahkememizce dinlenilen öğretim üyesi bilirkişilerin mütalaaları sorunun çözümü açısından yeterli, bilimsel görüşlerle desteklenen, dosya içeriğine uygun ve hâkimin kanaat getirebilmesi açısından problem alanlarını aydınlatan, birbirini tamamlayıcı, taraflar, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli nitelikteki raporlardır. Bu nedenle kapsamları itibarıyla yeterli görülen bu bilirkişi raporlarına itibar edilmiş ve ortada bir çelişki de bulunmadığından, bu çelişkinin giderilmesi amacıyla Adli Tıp Genel Kuruluna başvurulmasına da gerek görülmemiştir.

Kaldı ki, teknik ve uzmanlık gerektiren konularda mahkemece uzman kişi ya da heyetlerden alınan görüşlerin dosyadaki delillerle sabit olan maddi olgulara dayanması gerekmekte olup, aksi takdirde bu görüşlere dayanılarak hüküm kurulması mümkün değildir. Bu açıdan 19 Kasım 2015 tarihli kararımızda ayrıntılı şekilde açıklandığı üzere; Adli Tıp Kurumu raporunda; coumadin kullanan hastalarda invaziv işlem yapılmadan önce bu tedaviye ara verilerek kısa etkili düşük molekül ağırlıklı heparin tedavisine geçilmesi ve bu tedavinin de işlemin hemen öncesinde sonlandırılması gerektiği, kişiye coumadin kullanımı kesilmeden biyopsi yapılması işleminin tıp kurallarına uygun olmadığı belirtilmekle birlikte, öncelikle bu tespitin hangi bilimsel gerekçelere ya da kaynaklara dayandığı hususunda herhangi bir açıklama yapılmadığı anlaşılmıştır. Ayrıca, mağdurda meydana gelen mide kanamasının bu işlemden kaynaklandığı yönünde de raporda hiçbir tıbbi tespitin yer almadığı, bir başka deyişle sanığın müsnet suç kapsamında gerçekleşen eylemi ile gerçekleşen mağduriyet arasındaki illiyet rabıtasını ortaya koyan hiçbir tıbbi veri de bulunmadığı görülmüştür.

Yine Adli Tıp Kurumu raporuyla ilgili bu değerlendirmemiz ve bilirkişilerin açıklamaları karşısında, somut olayda endoskopi ve biyopsi işlemleri öncesinde mağdurun kalp rahatsızlığı nedeniyle kullanmış olduğu coumadin isimli ilacın kullanımına son verilmesinin gerekmediği, operasyondan 4 gün önceki INR değerlerinin bahsi geçen işlemler için uygun aralıkta olduğu, dolayısıyla yeniden INR değerlerinin alınmasına da gerek bulunmadığı, biyopsi işleminin mide içerisindeki eroziv alanlardan alınmasının da tamamen tıbbi gerekliliklerden kaynaklandığı, kaldı ki, gerek dinlenilen tanık ifadeleri, gerekse bilirkişi raporları ışığında bu işlem için kullanılan forsepslerin ve kullanıldıkları alanların bahsi geçen tarzdaki bir yaralanmaya sebebiyet verebilecek nitelikte olmadığı, patoloji raporunun da bu hususu doğruladığı, kanama yerine en son müdahaleyi gerçekleştiren ve kanama şekline ilişkin bilgi veren Dz.Tbp.Kd.Alb. ...’nun beyanları da (gördüğü lezyonun damar üzerinde 0,4 x 0,3 santimlik, noktasal, kenarları çok keskin olmayan bir erezyon şeklinde olup, düzgün sınırlı olmadığını ve fışkırır tarzda bir kanama olduğunu ifade etmesi) dikkate alındığında, mağdurdaki kanamanın mide içerisindeki yaralardan kaynaklı damarın açığa çıkması sonucu meydana geldiği, en azından sanık tarafından gerçekleştirilen biyopsi işlemi sonucunda bu kanamanın meydana geldiğine ilişkin hiçbir tıbbi veri ya da başkaca delilin bulunmadığı, dinlenilen bilirkişi beyanları da dikkate alındığında, tüm biyopsi işlemlerinde çok düşük de olsa yaralanma, kanama ya da delinme gibi komplikasyon risklerinin de olduğu, buna karşın somut olayda biyopsi sırasında herhangi bir sorunla da karşılaşılmadığı, zaten bu amaçla da hasta ve yakınlarının işleme bağlı olumsuz sonuçlarla ilgili olarak bilgilendirildikleri ve onam formlarını imzalamalarından sonra işleme alındıkları, somut olayda da bizzat kendi kızlarının ifadesi ile görme ve işitme ile ilgili sorunları olması nedeniyle hasta yerine hastanın kızı tarafından onam formunun imzalandığı, bu tür komplikasyonlar konusunda da kendilerine bilgi verildiği, dolayısıyla somut olayda tanısal amaçlı endoskopi yapılan bir hastada doktor tarafından şüpheli görülen lezyonlardan biyopsi alınmış olması karşısında, esasen sanığın bizzat görevinin gereğini yerine getirdiği, bir başka deyişle yapmış olduğu işlemin görev gereği olduğu, kaldı ki, görev gereği yapılan bu tür bir müdahalede (müdahaleyi yapanların taksirli ya da kasıtlı davranışları hariç olmak üzere) tıbben belirlenmiş bir risk veya komplikasyonun ortaya çıkması hâlinde dahi bir suç işlendiğinden bahsedilemeyeceği dikkate alındığında, somut olayda bozma ilamında belirtilen tarzda raporlar arasında herhangi bir çelişki bulunmadığı ve yine katılanın hayati tehlike geçirmesine neden olan mide kanamasının sanık tarafından gerçekleştirilen biyopsi işleminden kaynaklanmadığı, en azından bu işlem sonucunda kanamanın meydana geldiğine ilişkin hiçbir tıbbi veri ya da başkaca delilin bulunmadığı anlaşıldığından ve tüm bu açıklamalar ışığında endoskopi ve özellikle biyopsi işlemi öncesinde INR değerinin yeniden ölçülmesi hususunda da bir zorunluluk olmadığı dosyadaki tüm deliller ile açıkça ortaya konduğundan, bu hususlarda noksan soruşturma bulunduğuna dair Yargıtay bozma ilamına iştirak edilmemiştir," gerekçesiyle bozma kararına direnerek önceki hüküm gibi sanığın beraatine karar vermiştir.

Direnme kararına konu bu hükmün de katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 07.01.2019 tarihli ve 5610 sayılı "Bozma" istekli tebliğnamesiyle dosya Yargıtay 5. Ceza Dairesine gönderilmiş, inceleme yapan Özel Dairece 02.04.2019 tarih ve 776-3782 sayı ile direnme kararı yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya içeriğinden;

Sanık ...'un gastroenteroloji uzmanı olup tek başına endoskopi yapma ve biyopsi alma yetkisine sahip olduğu,

Katılan ...'nun Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığına 23.12.2010 tarihinde dilekçe sunarak sanıktan şikâyetçi olması üzerine Genelkurmay Başkanlığınca sanık ve hastane görevlileri hakkında idari tahkikat yapıldığı ve ilgililer hakkında disiplin soruşturması yapılmasına yer olmadığına karar verildiği,

Katılanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına 01.11.2010 tarihinde müracaat ederek sanık hakkında şikâyetçi olduğu,

GATA Komutanlığının 06.11.2014 tarihli yazına göre; sanığın 11.10.2010-05.11.2010 tarihleri arasında Gastroenteroloji Bilim Dalı Başkanlığında mesleki gelişim planı programı kapsamında düzenlenen endoskopi kursuna katıldığı,

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 09.11.2010 tarih ve 129337-295 sayı ile; Gülhane Askeri Tıp Akademisinde görevli doktorlardan şikâyetçi olunmuş ise de şüphelilerin askeri şahıs olmaları nedeniyle 353 sayılı Kanun’un 95. maddesi gereğince Gülhane Askeri Tıp Akademisi Komutanlığına görevsizlik kararı verildiği,

Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığının 08.09.2011 tarihli yazısına göre; Gazi Üniversitesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Gastroenteroloji Bilim Dalında öğretim üyesi olan ...’ın bilirkişi olarak atandığı ve raporunu sunması için süre verildiği,

Dr. ... tarafından düzenlenen 04.11.2011 tarihli bilirkişi raporunda; 19.10.2010 tarihinde yapılan endoskopi işlemi öncesi INR değerinin hasta dosyasında bulunmadığı, hastanın ilk endoskopi işleminden sonraki 20.10.2010 tarihinde bakılan INR değerinin 2.632 olarak tespit edildiği, “coumadin” isimli ilacın etkisindeki hastanın işlem günü de INR değerinin tedavi edici aralık olan 2.5 - 3.5 aralığında olduğunun anlaşıldığı, Amerikan Endoskopi Derneğinin 2009 yılında yayınlamış olduğu kılavuzda ve çalışmada tedavi edici aralıktaki INR değerlerinin 2.5 - 3.5 olan hastalarda tanısal endoskopi ve endoskopi sırasında biyopsi alınmasının hastada kanama açısından ciddi risk oluşturmadığı, endoskopik biyopsinin güvenli bir şekilde yapılabileceğinin belirtildiği, ilk endoskopik işlemden bir gün sonra kanama nedeniyle başvuran hastanın doktor ...tarafından 20.10.2010 tarihinde saat 23.00’de yapılan endoskopisinde kanamanın fışkırır tarzda bir kanama olduğunun tarif edildiği, endoskopi sırasında standart forseps ile alınan biyopsilerin sadece mukozal (midenin iç kısmını döşeyen en yüzeydeki tabakası) düzeyde olup kanamaya neden olsa bile fışkırır tarzda kanamaya neden olmayacağı, hasta yakınının hasta onam formunu imzalamış olması, ilk endoskopi işleminin yapıldığı gün INR değerinin tedavi edici aralıkta olması ve bu aralıktaki endoskopi ve endoskopik biyopsi işleminin güvenli bir şekilde yapılabilirliği ve kanama ile başvurduğu gün yapılan endoskopide tariflenen kanama şeklinin fışkırır tarzda tespit edilmesi göz önüne alındığında hastanın mide kanamasının endoskopi ve biyopsi işlemine bağlı olduğunu ve hasta yakınının bilgilendirilmediğini ileri sürmenin doğru olmadığının belirtildiği,

Dr. ... tarafından düzenlenen 18.06.2014 tarihli bilirkişi raporunda; endoskopi işleminin yapılma gerekçesinin uygun olduğu, söz konusu yapılacak işlemin de düşük risk grubundaki işlemlerden olduğu, “coumadin” isimli ilacı kullanan hastalarda INR değeri 2.5 - 3.5 arasında ise bu ilaç kesilmeden de işlemin yapılabileceği, şayet yapılacak işlem yüksek riskli işlem ise bu ilaç kesilerek düşük molekül ağırlıklı heparin başlanması ve INR değeri normal sınırlara indikten sonra işlemin yapılmasının önerildiği, mevcut olayda INR değeri terapotik aralıkta olan bir hastaya düşük risk grubunda yer alan endoskopik bir işlemin yapıldığı ve bu ilaç kesilmeden yapılmış olmasının güncel tıbbi verilere uygun ve endoskopi işleminin kendisine ait riskin farklı, endoskopi sırasında yapılacak endoskopik işleme ait riskin farklı kavramlar olduğu, endoskopik işlemlerin bilgilendirilmiş onam formu olmadan yapılmaması gerektiği ve endoskopi sırasında biyopsiye gerek görülüp görülmediğinin işlemi yapan doktor tarafından karar verildiği, endoskopik biyopsi işlemi sırasında kanama gözlenmeyen ve bir olumsuzluk yaşanmayan hastanın hastanede tutulmasının gerekli olmadığı, endoskopik biyopsilerde kullanılan biyopsi forsepslerinin derin ve büyük doku parçası alamadığı, bununla midenin en içteki yüzeysel tabakası olan mukozadan örnek alınabildiği, mukozada fışkırır tarzda kanamaya neden olacak büyüklükte damarlar bulunmayıp kılcal damarların bulunduğu, bu nedenle biyopsilerden sonra kanın pıhtılaşmasına engel bir durum olduğunda sızıntı şeklindeki kanamaların ortaya çıkacağı, bu kanamaların da işlem sırasında fark edeceği, sanığın endoskopi işlemine ait düzenlediği raporda antrum denilen midenin alt kısmından biyopsiler aldığını belirttiğinden bu bölgede erezyon olarak adlandırılan lezyonların olduğu da tespit edildiği için bir gün sonra üçüncü endoskopik işlemde antrumda fışkırır tarzda görünür damarda kanama olduğunun tarif edildiği, ilk yapılan endoskopide biyopsiye bağlı kanama meydana gelmiş olsa bunun ilgili doktor tarafından fark edileceği, ayrıca fışkırır tarzdaki kanamanın tespit edilen tek bir odağa müdahale edilerek kanamanın durmuş olmasının kanamaya neden olan lezyonun tek bir odaktan olduğunu desteklediği, birden fazla yerden biyopsi alınan hastada “coumadin” etkisiyle biyopsi yerlerinden kanama olsa birden fazla odaktan ve sızdırır şeklinde kanama olmasının bekleneceği, erezyon olarak adlandırılan lezyonların midenin en iç tabakası olan mukozanın hasarlanarak inceldiği ve tedavi edilmezse ülsere ilerleyen lezyonlar olduğu, "coumadin" kullanan özellikle ileri yaşlardaki hastalara, daha önce hiçbir mide yakınması olmadığı hâlde mide ve duedonum ülseri kanaması ile başvurmalarının günlük hayatta sıkça rastlandığı, hastaya yapılan endoskopi ve endoskopi eşliğinde biyopsi işlemine (düşük riskli işlem grubu) kullanmakta olduğu “coumadin” isimli ilaç, INR değerinin terapötik (2.5- 3.5) aralıkta olması nedeniyle engel teşkil etmediği, yapılan işlemin düşük risk grubunda olduğu, kanamanın fışkırır tarzda ve tek odaktan olması, kanamanın yapılan işleme bağlı bulunmadığı ve kanamadan dolayı işlemi yapan doktorun sorumlu tutulmaması gerektiği kanaatine varıldığı hususlarına yer verildiği,

Hacettepe Üniversitesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Gastroenteroloji Bilim Dalında öğretim üyesi olan Seyfettin Köklü tarafından düzenlenen 04.11.2015 tarihli bilirkişi raporuna göre; hastanın kızlarının ifade ettiği kusma şikâyetinin olmasının endoskopi yapılması için yeterli bir endikasyon olduğu ve hastaya gastrointestinal endoskopik inceleme gerekliliğinin bulunduğu, hastanın ne yaşı ne de mevcut hastalığının endoskopi yapılmasına engel teşkil etmediği, kılavuzdaki tabloya atıfla 75 yaş üzeri ve geçirilmiş kalp kapak ameliyatı olgularının endoskopik işlem için risk oluşturmayıp “coumadin” isimli ilacın kesilmesinin pıhtılaşma açısından yüksek risk içerdiği, hastanın uzun süredir “coumadin” isimli kan sulandırıcıyı kullandığı, dosyada yer alan işlemden dört gün önceki ve bir gün sonraki INR değerlerinin tedavi aralığında olduğu ve bu değerlerin endoskopik işlem yapılmasına engel teşkil etmediği, mevcut tüm gastroenteroloji kılavuzlarının hastanın INR değerleriyle biyopsili ya da biyopsisiz gastrointestinal endoskopi yapılabileceğini açık olarak belirttiği, bu konuda etik açıdan insan merkezli, karşılaştırmalı ve ileriye dönük çalışma yapılamayacağından, tüm biyopsi işlemlerinde çok düşük de olsa yaralanma, kanama ya da delinme gibi komplikasyon riskleri bulunduğu, endoskopi sırasında biyopsinin, anormal değerlendirilen herhangi bir bölgeden alınabileceği, dosyada yer alan “antrum - atardamar vs. ile kanama ilişkisi”, “biyopsinin yanlış yerden alındığı" gibi iddiaların bilgisizlikten kaynaklandığı, hastada biyopsi sırasında herhangi bir sorun teşkil etmediği, sonradan gelişen kanamanın herhangi bir vakada gerçekleşebilecek istenmeyen sonuç olduğu, muhakkak ki kan sulandırıcı her ilacın kanama riskini bir miktar artırabildiği, ancak bu hastada INR değerlerinin müsaade edilen aralıkta olduğu, endoskopik olarak midesinden ya da bağırsağından biyopsi alınan hastanın işlem sırasında ya da hemen sonrasında olumsuz bir durum gelişmemiş ise müşahedesi ve hastanede tutulmasının gerekmediği, işlem öncesi onam formunun imzalanmış olduğu, bu verilerle hastada ortaya çıkan istenmeyen sonucun ilgili hekimin ihmal ve kusurundan kaynaklanmadığı kanaatinde olduğu,

Genelkurmay Başkanlığı Gülhane Askeri Tıp Akademisi ve Askeri Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Başkanlığı Üst Sindirim Sistemi Endoskopi Hasta Onam Formunda; söz konusu formun katılanın kızı ... Aksu tarafından imzalandığı ve herhangi bir tarih ve saat kaydının bulunmadığı, formda “...Endoskopist gerekli gördüğünde mide ya da on iki parmak barsağından mikroskop altında incelenmek üzere biyopsi (minik doku parçası) alabilir...” ibaresinin bulunduğu,

Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığının 16.12.2011 tarihli ve 281-193 sayılı kovuşturmaya yer olmadığı kararına göre; alınan ifadeler, bilirkişi raporu ve tanık beyanları birlikte değerlendirildiğinde katılandaki mide kanamasının gerçekleştirilen biyopsi işlemine bağlı olmadığı, endoskopi yapılmasına karar verilme nedeni olan "eroziv gastroduodenit" rahatsızlığının bir sonucu olduğu, biyopsiye bağlı kanamanın gerçekleştiği yönünde dosya içerisinde hiçbir tıbbi belge ve mütalaa bulunmadığından sanık hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği, söz konusu karara katılan tarafından itiraz edilmesi üzerine Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 23.01.2012 tarihli ve 50-36 sayılı kararı ile sanığın sorumluluğu bulunup bulunmadığı hususunda Adli Tıp Kurumunun ilgili ihtisas kurulunca araştırma yapılmasının gerekli olduğu anlaşıldığından itirazın kabulüne karar verilerek dosyanın Askeri Savcılığa gönderilmesine karar verildiği,

Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu 3. Adli Tıp İhtisas Kurulunun 30.12.2013 tarihli ve 1633 sayılı raporuna göre; 19.10.2010 tarihli gastroenteroloji endoskopi sonuç raporu fotokopisinde "eroziv gastroduodenit" denildiği, 20.10.2010 tarihli endoskopi raporunda Dr. ... tarafından yapılan işlemde aktif gastrik hemorajisi denildiği, yatışının yapıldığı, belli aralıklarla kan sayımı yapıldığı, 20.10.2010 tarihinde Dr. ...tarafından endoskopi sonuç raporunda aktif kanayan (fışkırır tarzda) lezyon tespit edildiği, şahsın kan ve kan ürünleri transfüzyonu yapıldığı, endoskopi işlemi sonrası takibinin yoğun bakım ünitesinde yapıldığı, şahsın INR değerinin 20.10.2010 tarihinde 2,63 olduğu, “coumadin” adlı ilacın kesilerek “cleaxane” adlı ilacın başlandığı, INR değerinin katılanın taburcu edildiği 25.10.2010 tarihinde 1.10 olarak ölçüldüğü, 19.10.2010 tarihinde ilk endoskopi yapılan günde yapılmış INR değerinin evrak dahilinde bulunamadığı ve poliklinik bölümüne dış merkezde yapıldığı söylenen INR değerinin yapılmış olan bu testin evrak dahilinde olmadığı, “coumadin” kullanan hastalarda invaziv işlem yapılmadan önce bu tedaviye ara verilerek kısa etkili düşük molekül ağırlıklı "heparin" tedavisine geçilmesi ve bu tedavinin de işlemin hemen öncesinde sonlandırılması gerektiği, “coumadin” kullanımı kesilmeden biyopsi işlemi yapılmasının tıp kurallarına uygun olmadığı, kişinin endoskopi yapıldığı günün ertesi gün yaptığı başvuruda "gastrik hemoroji" tanısıyla yapılan takip ve tedavinin tıp kurallarına uygun olduğu,

Genelkurmay Başkanlığı Gülhane Askeri Tıp Akademisi Komutanlığı Askeri Tıp Fakültesi Dekanlığı ve Eğitim Hastanesi Baştabipliğinin Kasım 2014 tarihli ve 1548 sayılı yazısına göre; katılanın 18.10.2010 tarihinde GATA Kardiyoloji Polikliniğinde kaydının olduğu, poliklinik kaydında INR ölçüm isteği veya sonucunun bulunmadığının bildirildiği,

Anlaşılmaktadır.

Katılan; olay nedeniyle 35 gün yoğun bakımda kaldığını, sanıktan şikâyetçi olduğunu,

Tanık Nurten Aksu Savcılıkta; babası olan katılanın 77 yaşında bulunduğundan tedavi aşamasında yanında yer aldıklarını, ayrıca askeri doktor olan ağabeyinin GATA’da tanıdığı doktorların olması nedeniyle katılanın GATA’da tedavi gördüğünü, 2000 yılında başka bir hastanede kalp kapakçığı ameliyatı olduğunu, katılana protez kapak takıldığını, devamında “coumadin” isimli kan sulandırıcı ilacı kullandığını, bu ameliyat sonrasında da GATA’da sık sık kontrolünü yaptırdığını, bunun için Afyonkarahisar’dan Ankara’ya geldiklerini, 2010 yılı Ekim ayında yine kontrol için geldiğinde, daha öncesinde de mide bulantısı bulunduğunu muayene sırasında kardiyoloji uzmanına söyleyip dahiliye polikliniğine gitmeye karar verdiklerini, 15.10.2010 tarihinde dahiliye uzmanı Dr. ...Genç’e katılanın muayene olduğunu, tanık ...’in "Endoskopi yapılsın, tedaviyi o şekilde uygulayalım." demesi üzerine katılanın kan sulandırıcı ilaç kullandığını, endoskopi yapılmasını istemediklerini söyleyince tanık ...’in “Sadece endoskopi ile bakılsın, biyopsi yapılmasın, doktoru bu şekilde uyarın.” dediğini, 19.10.2010 tarihinde tekrar GATA’ya gittiklerini, yanlarında kan değerlerinin de olduğunu, sanıkla görüştüklerinde sanığa katılanın kan sulandırıcı ilaç kullandığını, bu yüzden endoskopi sırasında parça alınmaması gerektiğini tanık ...’in söylediğini belirttiklerini, sanığın da “Merak etmeyin parça almayacağız” dediğini, katılanın endoskopi odasına gittiğini, katılanın sonradan kendilerine anlattığı kadarıyla işlem öncesinde katılanın parça alınmaması gerektiğini söylediğini, katılanın kulaklarının duymadığını ve %10 görebildiğini, endoskopi sırasında 2 - 3 kez midesine hortumla girilip çıkıldığını öğrendiklerini, katılan endoskopiden çıktıktan sonra midesinden parça alınmış olabileceğini söyleyince bunu sanığa sorduklarını, sanığın ise parça alınmadığını ifade ettiğini, işlem sonrasında katılanın gastrit rahatsızlığı olduğunun tespit edildiğini, bir saat sonra yemek yiyebileceği sonrasında da kan sulandırıcı ilacı kullanabileceği hususunun sanık tarafından söylendiğini, katılanın evde ilacını kullandığını, sabah erken saatlerde hâlsizliğinin ve gayıtasının siyah renk olduğunu öğrenmeleri üzerine GATA’ya gittiklerini, kan değerlerine bakıldığında midesinin kanadığının tespit edildiğini, hatta acil servise gittikleri sırada katılanın bayıldığını, endoskopi yapılması gerektiğinin söylendiğini, o aşamada da hâla katılanın midesinden parça alındığını bilmediklerini, öğleden sonra doktor olan tanık ...’un ekibinin katılana tekrar endoskopi uyguladığını, tanık ...'un endoskopiden çıktıktan sonra katılanın midesinde çok fazla kanama olduğunu, mideyi 2-3 kez yıkadıklarını, biyopsi noktalarına müdahale ederek kanamayı durdurmaya çalıştıklarını, midede çok fazla kan olduğu için görebildiği kadarıyla müdahale edebildiklerini söylediğini, katılanın o gece hastanede kaldığını, gece kan değerleri tekrar düşünce doktor olan tanık ...tarafından saat 23.00’te yeniden endoskopi yapıldığını, tanık ...’ın diğer sağlık görevlileriyle “Mide duvarındaki atardamar üzerinden biyopsi alındığını, fışkırır tarzda basınçlı kanamanın olduğu” şeklinde konuştuğunu, endoskopiden çıktıktan sonra tanık ...’ın bunu kendilerine de söylediğini, katılanın sonrasında yoğun bakıma alındığını ve altı ünite kan verildiğini, bir gün sonra yoğun bakımdan çıkıp serviste beş gün kaldığını, hastaneden çıktıktan sonra katılanın tekrar mide kanaması geçirdiğini ve 08.11.2010 tarihinde yeniden GATA’ya müracaat ettiklerinde, yeniden endoskopi yapılması uygun görülmediğinden vitamin ile kanı pıhtılaştırarak kanın durmasının sağlandığını, katılanın kullandığı kan pıhtılaştırıcı ilaçlar sebebiyle kalp sağlığının da bozulduğunu, olay tarihine kadar katılanın midesinde hiçbir rahatsızlık yokken ve o tarihe kadar hiç endoskopi yaptırmamışken olay sonrasında midesinde kanamanın gerçekleştiğini, bu kanamanın endoskopi sırasında yapılan işleme bağlı olduğunu, endoskopi işleminden üç hafta kadar sonra patoloji sonuçlarını aldıklarında katılana biyopsi yapıldığını kesin olarak öğrendiklerini, endoskopi öncesinde kendilerine bir form imzalatıldığını ve katılana biyopsi yapılmamasını söylediklerini, ancak buna rağmen biyopsi yapıldığını, hatta sanığın endoskopi sonrasında ablası olan tanık ...’a bir tüp verilince biyopsi yapıldığı konusunda şüphelendiklerini, sormaları üzerine biyopsi yapılmadığının söylendiğini,

Mahkemede; tanık ...’e babası olan katılanı götürmeleri üzerine 19.10.2010 tarihine endoskopi randevusu verildiğini, tanık ...’e katılanın “coumadin” adlı ilacı kullandığını söylediklerinde tanık ...’in “Endoskopi işleminden önce bunu yine dile getirin, sadece endoskopi yapılsın, biyopsi yapılmasın, eğer biyopsi yapılacaksa öncelikle bu ilaç kesilsin, tekrar 3-4 gün sonraya endoskopi günü verilsin, bu konuda oradaki doktoru ikaz edin.” dediğini, tanık ...’in söylediklerini sanık ve ekibine ilettiklerini, endoskopiden çıkan katılanın kendisinden muhtemelen parça alındığını söylemesi üzerine sanığa bunu sorduklarında sanığın biyopsi yapılmadığını söylediğini, sonrasında endoskopi işleminden bir saat sonra katılanın yemek yeyip sonrasında da ilacını kullanabileceğinin söylendiğini, katılanın durumunun kötüleşmesi üzerine GATA Acil Servisine gittiklerini, burada tanık Ahmet tarafından endoskopi işleminin yapıldığını, katılanın midesinde kanama olduğunun tespit edildiğini, aynı akşam saat 23.00 sıralarında katılanın kan değerlerinin düşmesi üzerine tanık ...’ın yeniden katılana endoskopi uyguladığını, tanık ...’ın işlemden sonra “Ben böyle bir şey görmedim, mide içerisindeki arteri parçalamışlar, böyle biyopsi alınır mı? Fışkırır tarzda bir kanama mevcut, biz müdahale etmeye çalıştık, midesini yıkadık ancak eğer yine başarılı olunmazsa midenin alınmasının gerekebileceğini” söylediğini, katılanın yoğun bakım sonrasında dört gün kadar serviste kaldığını, hastaneden ayrıldıktan on gün sonra katılanın yeniden mide kanaması geçirdiğini, bu sefer vitaminle kanı durdurduklarını, endoskopi sonrasında tanık ...’a bir tüp verilince ve sonrasında patoloji laboratuarından sonuçların alınması konusu gündeme gelince biyopsi yapıldığını öğrendiğini, hasta onam belgesini tanık ...’ın endoskopi işlemi öncesinde imzaladığını, işlem öncesi biyopsi yapılmamasını özellikle belirttiklerini, kendilerine biyopsi yapılmayacağı söylendiği için hasta onam belgesini ayrıntılı şekilde okumadıklarını, babasının görme ve işitmeyle ilgili sorunları olduğundan bu belgeyi tanık ...’ın imzaladığını, tanık ...’e katılan muayene olmadan önce, kardiyoloji bölümünde kan değerlerine bakıldığını, bu nedenle bu değerlerin baz alındığını,

Tanık ... ASavcılıkta; katılanın kızı olup Ankara’da hemşire olarak çalıştığını, katılanın on bir yıldır “coumadin” adlı kan sulandırıcı ilacı kullandığını, son zamanlarda midesinden rahatsız olması üzerine dahiliye uzmanı tanık ...’den randevu aldıklarını, katılan ve kız kardeşi tanık Nurten ile birlikte 15.10.2010 tarihinde tanık ...’in yanına gittiklerini, tanık ...’in endoskopi ile katılanın midesine bakılması gerektiğini söylemesi üzerine tanığa katılanın kan sulandırıcı ilaç kullandığını ifade ettiğini, tanığın “19.10.2010 tarihinde gelin bir bakalım, parça alınması gerekirse birkaç gün ilaç kesilir, kan değerleri normale döndüğünde parça alınır, endoskopi yapacak personele parça alınmamasını söyleyin, ben de söylerim.” dediğini, telefonda katılana endoskopi yapılacağını söylediği doktor olan eşinin “O yaştaki insana endoskopi mi yapılır, yaptırmayın” dediğini, bunun üzerine tanık ...’in odasına gidip sadece CA markerlerine bakılmasını talep ettiğini, tanık ...’in “Bizi yanlış yönlendirmeyin!” diyerek sitemde bulunduğunu, 19.10.2010 tarihinde hastaneye katılan, tanık Nurten ve annesi ile birlikte gittiklerini, katılana endoskopi yapılmadan önce katılanın kan sulandırıcı ilaç kullandığını, biyopsi alınmaması gerektiğini söyleyip, katılanın PTZ ve INR değerlerini içeren kağıtları sanığa verdiğini, sanığın endoskopi yapan ekibin başında olduğunu, katılanın kendisinden parça alınmamasını endoskopi yapan ekibe söylediğini öğrendiklerini, işlem sonrasında eline bir tüp verdiklerini, daha önce parça alınmayacağını söylediklerini hatırlatması üzerine “Biz kanamadan alırız, hiç kanamadı, herhangi bir problem yok.” denildiğini, katılanın yemekten sonra ilacını kullanmaya devam edebileceğinin söylendiğini, katılanın eve gidince hâlsizleşmesi ve gayıtasının renginin siyah olması üzerine tekrar GATA Acil Servisine gittiklerini, katılanın midesinin kanadığının tespit edilmesi üzerine tanık Ahmet tarafından endoskopi yapıldığını, aynı gün akşam katılanın kan değerlerinin düşmesi üzerine tanık ... tarafından yeniden endoskopi yapıldığını, kanamanın durdurulduğunu ve katılanın yoğun bakıma alındığını, şikâyet tarihinden bir hafta sonra katılanın tekrar midesinin kanadığını, kan pıhtılaştırıcı ilaç ile kanamanın durdurulduğunu,

Mahkemede; son zamanlarda midesinden rahatsız olan katılanı tanık ...’e götürdüklerini, tanık ...’in 50 yaş üzerindeki şahısların on yılda bir rutin endoskopi yaptırmasının iyi olacağını söylediğini, birkaç gün önce kardiyoloji için kan değerlerine bakıldığında INR değerine de bakıldığını, katılanın kullandığı “coumadin” isimli ilacın kesilip kesilmeyeceğini sorduğunda, tanık ...’in “Biyopsi yapmayalım sadece endoskopi ile bakılsın değerler normal, eğer biyopsi yapılmasına gerek görülürse o zaman ilacı keseriz tekrar gün verilir.” dediğini, dört gün sonra endoskopi işlemi için gittiklerinde işlemi gerçekleştirecek sanığa katılanın INR değerinin yüksek olduğunu, biyopsi alınmamasını sadece endoskopi ile bakılmasını söylediğini, o esnada elindeki kan değerlerine ilişkin belgeyi de gösterdiğini, sanığın da “Tamam” dediğini, hatta endoskopiyi gerçekleştirecek ekibe de bunları söylediğini, katılanın endoskopi sonrasında kendisinden muhtemelen parça alındığını söylediğini, sonrasında bir tüp verilerek patolojiye götürmesinin istendiğini, katılana biyopsi yapılmayacağının söylendiğini belirtmesi üzerine “Sorun değil kanamadı.” tarzında beyanda bulunulduğunu, eve gittikten sonra katılanın kendisini kötü hissetmesi üzerine GATA Acil Servisine gittiklerini, endoskopi yapan tanık Ahmet’in katılanın midesinde kanamanın olduğunu söylediğini, katılanın geceleyin tekrar kötüleşmesi üzerine tanık ... tarafından yeniden endoskopi yapıldığını, tanık ...’ın yanında bulunan ekibe “Nasıl almış biyopsiyi, kepçe şeklinde oymuş gibi, bu kadar derin alınmaz, fışkırır tarzda kanama mevcut.” şeklinde sözler söylediğini, katılanın yoğun bakıma alındığını, sonrasında serviste üç - dört gün kaldığını, hastaneden çıktıktan on gün sonra midesinin tekrar kötü olduğunu, söz konusu “onam belgesinin” katılanın endoskopiye girmesinden sonra belki de katılanın işlemden çıkmasından sonra görevli personel tarafından imzalatıldığını, endoskopi öncesinde imzalamadığını, bu formu tam olarak okumadığını, formun içerisinde geçen “biyopsi alınabileceğine” ilişkin ibarenin dikkatini çekmediğini, bu olayın hesabını soracağını ifade edince tanık ...’ın işlem sonrası bir süre belgeleri düzenlemediğini, sonrasında da “Doktorun katılanı tanımadığını, kasti bir davranışının olmadığını” söylediğini,

Tanık ...Genç idari tahkikat aşamasında; 15.10.2010 tarihinde katılanın müracaat ettiğini, katılanın şikâyetleri nedeniyle endoskopi yapılmasına karar verdiğini, katılanın bilgilerini kontrol etmesi neticesinde “coumadin” isimli ilacı kullandığını fark ettiğini, katılanın sağlık personeli olan kızının bu hapın kullanılması konusundaki endişelerini dile getirdiğini, hasta yakınlarının kendisine verdiği o tarihlere ilişkin tetkik sonuçlarına baktığında INR sonucunun işleme engel olmadığını hatırladığını, bu sonuçlara dayanarak endoskopinin yapılabileceğini, diğer konularda endoskopiyi yapan hekimin gerekli dikkati göstereceğini anlatmaya çalıştığını, ancak “Endoskopiyi yapan doktora söyleyin, biyopsi yapılmasın.” şeklinde bir söz söylemediğini, zira endoskopiyi yapacak kişinin gastroenteroloji uzmanı olduğunu ve mesleki olarak kendisinden daha kıdemli olduğunu,

İstinabe suretiyle alınan beyanında; o tarihte Gastroenteroloji Bölümünde yan dal uzmanlık öğrencisi olduğunu, katılanın ilk muayenesini kendisinin yaptığını, katılanı endoskopiye sevk ettiğini, hasta yakınları tarafından biyopsi istenmediğine yönelik bir talep iletilmediğini, katılanın “coumadin” adlı ilacı kullandığını tespit ettiği için endoskopi sırasında buna endoskopiyi yapan doktorun da dikkat edeceğini ve biyopsiye ilgili doktorun karar vereceğini söylediğini, bunun dışında bir beyanının olmadığını, katılanın INR değerini kontrol ettiğinde hedef değerde olup endoskopiye engel bir hâlin bulunmadığını tespit ettiğini, endoskopi istek ve onam formunun detaylı bir form olduğunu, hasta ve yakınlarının bu formu okuduktan sonra imzaladıklarını, INR değerinin sağlıklı insanlarda 0.8 - 1.3 birim aralığında, kalp hastalarında ise 2 - 3 birim arasında olduğunu, bunun üzerindeki değerlerde vücudun başka yerlerinde kanamaların meydana gelebileceğini, katılanın değerinin de hedef değer kapsamında kaldığını, ayrıca Uluslararası Endoskopi Uygulama İşlemleri Rehberinde de “coumadin” kullanılsa dahi endoskopi ve bazı durumlarda biyopsi yapılabileceğinin belirtildiğinin, o tarihte asistan öğrenci olduğundan söz konusu kan sulandırıcı ilacın kullanımı hususunda endoskopiyi yapacak doktorun göz önünde bulunduracağını, uzman doktora talimat veremeyeceğini,

Tanık ... idari tahkikat aşamasında; olay tarihinde gastroenteroloji bölümüne bir hastanın başvurduğu ve vakanın acil olduğu söylenince endoskopi labaratuarına gittiğini, 20.10.2010 tarihinde saat 17.00 civarında endoskopi işlemine başladığını, söz konusu işlem sonrası düzenlenen rapordan da anlaşıldığı üzere katılanın yemek borusuna girildiği anda 20 cm’den itibaren kanamanın fark edildiğini, kanamaya neden olan odak görülmemekle beraber midenin boşluklarını dolduran kanama (hematom) gözlemlendiğini, tahmini gözlenen sızıntı odaklarına kan durdurucu müdahalede bulunulduğunu, kanamanın durması üzerine kontrol edilerek işleme son verildiğini, yapmış olduğu endoskopide midedeki kan miktarı fazla olduğu için kanamanın yerleri ve nedeni hakkında yorum yapmasının mümkün olmadığını,

Mahkemede; katılana ilk işlemi gerçekleştiren sanığın gastroenteroloji uzmanı olduğunu, yine bu uzman sıfatıyla belirli periyotlarla uzman hekimler için gerçekleştirilen bir eğitim amacıyla da hastanede bulunduğunu, bunun bir çok yerde uygulandığını, hastada endoskopi işleminin yapılmasından sonra kanama meydana gelince ikinci endoskopi işlemini gerçekleştirdiğini, raporu incelediğinde de katılanın midesinde sızıntı tarzında kanama şüphesi oluşturacak kan kütlesiyle karşılaşıldığını, kanamanın durdurulduğunu hatırladığını, katılanın yakınlarına herhangi bir beyanda bulunduğunu ve onlarla görüşme yaptığını anımsamadığını, yaygın bir alanda kanama varken ve mide boşluğunun % 80’nini kapatan bir kan kütlesi mevcutken biyopsi işlemi yapılıp yapılmadığını tespit etmenin zor olduğunu, kanama mevcut olmasa bir gün önce yapılan bu tür işlemlerde çok küçük kırmızı noktalar veya noktasal ülserler şeklinde lezyonlar bulunabileceğinden biyopsi alınmış olabileceği kanaatinin oluşabileceğini, ancak katılanda çok fazla kanama olduğundan bunun değerlendirilemediğini, hasta yakınlarına biyopsi yapılan yerlere müdahalede bulunduğuna dair bir şey söylemesinin mümkün olmadığını, bazen hasta yakınlarının duygusal durumları da dikkate alındığında kendileri tarafından söylenen sözleri yanlış anlayabildiklerini, biyopsi işleminin genelde 6 - 8 saat içerisinde iyileşmeye başladığını, 24 saat geçtikten sonra ise neredeyse kapandığını, iyi bir mide ve savunma sistemi olan hastalarda bir gün sonra midede hiçbir belirti olmayabileceğini, ayrıca katılanın “coumadin” kullandığını bilmediğini,

Tanık ...idari tahkikat aşamasında; gece saat 23.00 sıralarında klinikte yatan bir hastanın hemoglabin değerinin düştüğünün bildirilmesi üzerine hastaneye gittiğini, katılanın kan değerlerini incelemesi neticesinde tekrar endoskopi yapılmasına karar verdiğini, yapılan endoskopide hastanın midesinin kanla dolu olduğunu, mide ön duvarında pıhtıyla kaplı bir bölge gördüğünü, o bölgenin yıkanması sonucunda altta erozyona bağlı olarak açığa çıkmış bir damar olduğunu tespit ettiğini, bunun sebebinin büyük olasılıkla midenin üst tabakasının tahriş edici maddelerle erozyona uğraması sonucu olduğunu düşündüğünü, söz konusu bu damar üzerinde gereken tedavi edici işlemleri uyguladığını, kanamanın durduğunu tespit ettikten sonra endoskopi işlemine son verdiğini, katılanın ailesine bilgi verdiğinde kanamanın büyük olasılıkla erozyona uğramış bölgede açığa çıkan damardan dolayı oluştuğunu ve biyopsi işlemi ile ilgilisinin kurulamayacağını anlatmaya çalıştığını, kanamanın biyopsi sonucu olduğunu söyleyebilecek bir görüntünün bulunmadığını,

Askeri Savcılıkta; gösterilen endoskopi raporunu kendi el yazısı ile yazdığından dolayı olayı net olarak hatırladığını, olay günü çağrılması üzerine gece 23.00 sıralarında hastaneye gittiğini ve katılana endoskopi yapılmasına karar verdiğini, katılanın işlem sırasında midesinin kanla dolu olduğunu ve pıhtılı bir alan gördüğünü, bunu tazyikli suyla yıkadığında altından fışkırır tarzda bir kanama gerçekleştiğini tespit ettiğini, atardamar kanamasına müdahale ederek kanamayı durdurduğunu, kanamanın olduğu bölgenin büyük ihtimalle midenin birçok bölgesinde olan erozyonlu alanlardan birinin derinleşerek damarın açığa çıkması sonucu oluştuğunu değerlendirdiğini, kanama bölgesinde ısırık tarzında bir yara açıklığının olmadığını, biyopsi alındığında ısırık olarak tarif edilen düzgün kenarlı bir izin kaldığını, bu nedenle bu kanamanın biyopsi sonucu oluşmadığını düşündüğünü, raporunda da mukoza üzerindeki kanama olduğunu belirttiğini, kanamanın çevresinin erozyonik bir alan olduğunu, biyopsi cihazlarının ucundaki bıçakların mukozanın altına geçecek kadar derin olmadığını, dolayısıyla biyopsi alınarak mukozanın altına ulaşmanın mümkün bulunmadığını, bu nedenle katılanın mide iç çeperindeki mevcut yaraların derinleşerek altındaki damarı açığa çıkarması sonucu kanamanın meydana geldiğini değerlendirdiğini, söz konusu yara büyüyerek daha derinlere inip alttaki damarı açığa çıkarması sonucu “diaulafoy erozyonu” hastalığı oluştuğunu, biyopsiden sonra hasta yakınlarına da bu şekilde bilgi verdiğini, biyopsi işlemi sonucu damarın açığa çıktığı ve böyle bir yerden biyopsi alınmaz şeklinde bir açıklama yapmadığını,

Mahkemede; katılanın durumunun kötüleşmesi üzerine müdahale ettiğini ve endoskopi yapılmasına karar verdiğini, endoskopi sırasında açılmış bir damar gördüğünü, bu yere müdahale ederek kanamayı durdurduklarını, mide içerisinde de kanamanın olduğunu, hafif basınçlı bir kanama olduğunu, endoskopi yapmadan önce sanık tarafından katılana “eroziv gastrit” tanısı konulduğunu hatırladığını, müdahale sırasında katılanın mide mukozasını detaylı şekilde inceleyecek zaman bulunmadığından katılanın rahatsızlığı konusunda bir tanı koymasının mümkün olmadığını, amaçlarının kanamayı durdurmak olduğunu, midenin içerisini yıkadıktan sonra katılanın midesinde 0.5 cm’den küçük erezyon olabileceğini değerlendirdiğini ve lezyon gördüğünü, bu bölümdeki kanamanın durduğunu gördükten sonra endoskopiyi sonlandırdığını, katılanın durumu hakkında yakınlarına bilgi verdiğini, yakınlarının katılanın “coumadin” kullandığını, bunu sanığa söylemelerine rağmen biyopsi yapıldığını ve bundan kaynaklanan bir kanama gerçekleştiğini düşündüklerini söylediklerini, kendisinin de katılanın “eroziv gastrit” hastası olduğunu, dolayısıyla bu işlem öncesindeki rahatsızlığı nedeniyle damarda bir kanamanın meydana gelmiş olabileceğini, baz aldıkları rehberde de “coumadin” kullanan hastalarda kan değerinin belli aralıkta olması hâlinde (beşin altında olması durumunda, daha doğrusu tedavi edici değerler arasında olması hâlinde) bu işlemin yapılabileceğini söylediğini, midedeki kanamanın biyopsiden kaynaklanmadığını düşündüğünü, çünkü biyopsiden itibaren 6 - 12 saat içerisinde biyopsi yerlerinin düzgün sınırlı oyuk tarzında görülebildiğini, kendisinin ise böyle bir düzgün sınırlı lezyon görmediğini, gördüğü lezyonun damar üzerinde 0,4 x 0.3 cm’lik noktasal kenarları çok keskin olmayan bir erezyon olduğunu, düzgün sınırlı bir lezyon olmadığını, bu nedenle bu şekilde kanaatte bulunduğunu, kendisinin yaptığı endoskopinin ilk endoskopi işleminden 24-36 saat sonra olduğunu, tanık ...’a sanığın yaptığı işlemden dolayı hatalar olabileceğine dair bir şey söylediğini hatırlamadığını,

Tanık Nihat Aydın; sanığı hatırlamadığını, muhtemelen eğitim için hastaneye geldiğini, söz konusu endoskopi işlemleri hakkında da bir bilgisinin olmadığını, endoskopi teknisyeni olarak görev yaptığını, hasta onam belgesinin hastanın endoskopiye girmeden önce doldurulup imzalatıldığını, işlemden sonra imzalatılmadığını, aksi hâlde endoskopi işleminin yapılamayacağını, teknisyen olarak doktorla birlikte bu işlemin nasıl yapıldığını, midenin durumunun nasıl olduğunu bizzat gördüklerini, doktorun biyopsi yapmaya karar verdiğinde mutlaka kendilerinin bilgisinin olduğunu, zira forsepsiyi kendilerinin kumanda ettiklerini, doktorun talimatına göre alınması gereken yere geldiklerinde bu parçayı kendilerinin aldığını,

Tanık Aslan Taçyıldız; Gastroenteroloji Bölümünde teknisyen olarak görev yaparken 2010 yılı Temmuz - Ağustos ayında ameliyat olduğunu ve sekiz ay kadar raporlu olup sonrasında sağlık durumu nedeniyle memur olarak görevine devam ettiğini, söz konusu “onam belgesi” imzalatılmadan, hatta hastanın yakınları yanında olmadan hastayı endoskopiye almadıklarını, hasta ve yakınlarının bu işlemlerden önce yapılacak işler konusunda bilgilendirildiğini,

Tanık Mustafa Cingiz; sanığın muhtemelen eğitim için hastaneye gelen doktor olduğunu, olayı hatırlamadığını, uygulamada “onam belgesi” nin işlemden önce gerekli izahat danışma bölümünde yapılıp bu belge imzalanıp imzalanmadığı da kontrol edildikten sonra endoskopi teknisyeni olarak hastayı işleme aldıklarını, hastanın şuurunun yerinde olmaması gibi hâllerde bu belgenin hasta yakınları tarafından da imzalanabildiğini, aksi hâlde işlemi gerçekleştirmediklerini, endoskopi sırasında her zaman işlemin kayıt altına alınmadığını, buna doktorun karar verdiğini, sadece mide görüntüsünün kayıt altına alınabildiğini, teknisyen olarak “aydınlatılmış onam formu” nun imzalı olup olmadığına baktıklarını,

Tanık Rahmi Dönmez; endoskopi teknisyeni olarak görev yaptığını, sanığın muhtemelen eğitim için hastaneye geldiğini, söz konusu olayı hatırlamadığını, ancak uygulamada “aydınlatılmış onam formu” hasta veya yakınına imzalatılmadan endoskopi işlemine hastanın alınmadığını, biyopsi işlemine doktorun karar verdiğini, endoskopi sonrasında doktorun hasta yakınlarıyla bir konuşmasına tanık olmadığını, biyopsinin yapıldığı forsepslerin standart olup 0.6 - 0.7 cm gibi olduğunu, bunların aldığı parçanın büyüklüğünün de değiştiğini, söz konusu “onam formu” imzalanınca endoskopi ve biyopsiyi muvafakat edildiğinin de anlaşıldığını, endoskopi işlemi icra edilirken hastaya tekrar biyopsi konusunda bir rızasının olup olmadığının sorulmadığını,

Tanık Sinem Kaldırım; hemşire olarak görev yaptığını, Gastroenteroloji Bölümünde teknisyen sayısında azalma olunca teknisyen olarak görev yaptığını, söz konusu olayı hatırlamadığını, endoskopi işlemi öncesinde “aydınlatılmış onam formu” nun hastaya müracaat kısmı tarafından verilip doldurulup imzalatıldığını, hastanın işlemden önce bu belgeyi imzalayıp imzalamadığını kontrol ettiklerini, imzalanmamışsa hastanın işleme alınmadığını,

Beyan etmişlerdir.

Sanık Askeri Savcılıkta; GATA Hastanesinde Gastroenteroloji Bölümünde doktor olarak görev yaptığını, katılanın endoskopi işlemine katıldığının, endoskopinin yapıldığı gün katılanla hiçbir konuşmasının olmadığını, katılanın yakınları tarafından katılanın “coumadin” isimli ilacı kullandığının bildirildiğini ve bazı tetkiklerin verildiğini, tetkik sonuçlarını incelediğinde INR değerinin normal olup tedavi dozu sınırları içerisinde bulunduğundan endoskopi, biyopsi ve diğer girişimlere engel teşkil etmediğinden biyopsi işlemini yaptığını, mide kanamasının en sık sebeplerinden biri olan "eroziv gastrit" gözlemlediklerini, bu tür erozyonların kansere yol açan lezyonlardan olabileceğinden ve hastanın INR değerleri tedavi sınırlarında olduğundan biyopsi aldıklarını, biyopsilerin 3 - 5 mm çapında ve yüzeyden alındığı için kanama riskinin çok düşük olduğunu, biyopsi alınan bölgelerde midenin yapısı gereği büyük damarların zaten olamayacağını, bu bölgede sadece kılcal damarların bulunduğunu, bu sebeple kansere yol açabilecek lezyonlar görüldüğünde erken teşhis ve tedavi amacıyla biyopsilerin alındığını ve arkasında hiçbir kanama olmadığını gözlemlediklerini, işlem sonrasında gerek katılan gerekse yakınları tarafından kendisine herhangi bir şikâyetin ulaşmadığını, işlemden bir gün sonra katılanın midesinde meydana gelen kanamanın biyopsiden kaynaklandığı iddia edilse de söz konusu kanamanın biyopsi yapılan yerden olup olmadığına dair hiçbir bulgunun gözlemlenemeyeceğini, milimetrik olan biyopsi yerinin mide mukozası tarafından hemen kapatıldığını, biyopsi yerinde iz kalmadığı için sonradan yapılan endoskopilerde biyopsi izine rastlanmayacağını, zaten katılanın kendilerine başvurma nedeninin daha önceden var olan mide kanaması şüphesi olduğunu, şayet biyopsi neticesinde kanama olsa endoskopi sırasında anında tespit edilip tedavisinin gerçekleştirileceğini, ayrıca katılanın anında fenalaşacağını, ertesi günü beklemeyeceğini, herhangi bir sorumluluğunun bulunmadığını, zira biyopsi işlemi sonrası alınan parçada kanserleşmeye yol açabilecek lezyonlar tespit edildiğini, böylece erken teşhisin sağlandığını,

İstinabe suretiyle alınan beyanında; söz konusu olaydaki görevinin sadece endoskopi yapılmasıyla sınırlı olduğunu, hastanın önceki takip ve tedavisiyle ilgili görevinin bulunmadığını, hastanın ilaç kullanımı, bu kullanıma ne zaman son verileceği hususlarının kendi vazifesi olmayıp, poliklinik hekiminin takdirinde olduğunu, endoskopi sırasında gerek görüldüğünde biyopsi işlemi için parça alınacağına dair müsaade belgesinin imzalanıp imzalanmadığını kontrol ettiğinde imzalandığını gördüğünü, sözlü olarak kendisine herhangi bir talebin iletilmediğini, endoskopi sırasında şüpheli lezyonlar görmesi üzerine üç parça biyopsi aldığını, böylece hastanın kansere yol açabilen öncül lezyonunun tespit edildiğini, kesinlikle katılandan yanlış bir şekilde biyopsi almadığını, katılanda meydana gelen kanamanın kendi işleminden kaynaklandığını gösteren bir belge bulunmadığı, Adli Tıp Kurumu raporunda da bu yönde bir görüşün olmadığını, katılandaki kanamanın nedeninin endoskopi raporlarında da belirtilen erozyon ve ülser belirtileri nedeniyle gerçekleştiğini, yaptığı biyopsiyle meydana gelen kanama arasında bağ bulunmadığını, “coumadin” adlı ilacın endoskopiden önce kullanımına son verilme işleminin görevi kapsamında olmadığını, zira bu ilacın kesilmeden de endoskopi yapılabileceğinin söz konusu Endoskop İşlemler Kılavuzunda belirtildiğini, INR değerinin aynı gün tespit edilmemesinin ihmal olduğu belirtilmiş ise de bu değerin endoskopiden bir hafta önce yapılmasının önerildiğini, katılanın da dört gün önce INR değerinin tespit edildiğini, endoskopiden bir gün sonra yapılan INR testinde hastanın değerlerinin tedavi dozunda çıktığını, bu nedenle endoskopiye engel bir durumun bulunmadığını, katılanın midesindeki kanamanın katılandaki eroziv gastrit rahatsızlığının bir sonucu olduğunu, suçlamayı kabul etmediğini,

Savunmuştur.

Ceza muhakemesinin amacı, her somut olayda kanuna ve usulüne uygun olarak toplanan delillerle maddi gerçeğe ulaşıp adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasının önüne geçebilmek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmektir. Gerek 1412 sayılı CMUK, gerekse 5271 sayılı CMK; adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaç edinmiştir. Bu nedenle ulaşılma imkanı bulunan bütün delillerin ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle adaletin tam olarak gerçekleşebilmesi için, maddi gerçeğe ulaşma amacına hizmet edebilecek tüm kanuni delillerin toplanması ve tartışılması zorunludur.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Katılan ...’nun 2000 yılında geçirdiği kalp ameliyatı sonrası kontrollerini Ankara GATA Kardiyoloji Servisinde yaptırdığı ve rahatsızlığı nedeniyle “coumadin” isimli kan sulandırıcı ilacı kullandığı, 2010 yılı Ekim ayı içerisinde tedavisi için GATA’ya gittiği, mide rahatsızlığı sebebiyle de 15.10.2010 tarihinde dahiliye servisinde doktor olan tanık ...Genç’e muayene olduğu, tanık ...'in katılana endoskopi yapılmasını önermesi üzerine 19.10.2010 tarihinde katılana gastroenteroloji uzmanı olan sanık ... tarafından endoskopi işleminin yapıldığı, işlem sırasında midede yer yer erezyonlar gözlemlendiği, eroziv alanlardan biyopsi ile alınan üç adet parçanın patolojiye gönderildiği, işlem sonrası katılanın evine gidip bir saat sonra yemek yiyebileceği ve sonrasında “coumadin” isimli ilacı kullanabileceğinin söylendiği, aynı gün hastaneden ayrılan katılanın ertesi sabah hâlsizlik, gaitadan kan gelmesi şikâyetleriyle GATA Acil Servisine başvurduğu, gastroenteroloji bölümüne sevk edilen katılanın kan değerlerine göre midesinde kanama şüphesi üzerine doktor olan tanık Ahmet tarafından saat 17.00 sıralarında yapılan ikinci endoskopi işleminde kanama odağı görülmemekle birlikte mide boşluklarını dolduran bir kanamanın tespit edildiği ve kanamanın durdurulmaya çalışıldığı, hastanede müşahede altında tutulan katılanın saat 23.00 civarında kan değerlerinin düşmesi sebebiyle doktor olan tanık ...tarafından yapılan üçüncü endoskopi işleminde midenin kanla dolu olduğu, kanamanın olduğu bölgenin yıkanması sonucunda açığa çıkmış bir damarda kanamanın bulunduğunun tespit edildiği, fışkırır tarzda olan bu kanamaya müdahale edilip katılanın işlem sonrası yoğun bakıma alındığı, ertesi gün yoğun bakımdan, 25.10.2010 tarihinde de hastaneden taburcu edilen katılanın şikâyeti üzerine sanık hakkında soruşturmaya başlandığı, katılanın hayati tehlike geçirmesine neden olan mide kanamasının sanığın gerçekleştirdiği biyopsi işleminden kaynaklandığına dair bir delil bulunmamakla birlikte sanığın katılanın kullandığı kan sulandırıcı “coumadin” adlı ilacın kullanımına son vermeden endoskopi ve biyopsi işlemi yaptığı, işlem öncesinde güncel INR değerini de tespit etmediği, bu şartlar altında 19.10.2010 tarihinde mide içerisindeki eroziv alanlardan üç adet biyopsi alıp eroziv alanlarda kanamalar meydana gelmesine neden olarak ihmali davranışla görevi kötüye kullandığının iddia edildiği olayda;

Mahkemece yapılan yargılama neticesinde sanığa atılı eylemin suç oluşturmadığı gerekçesiyle beraatine karar verilmiş ise de; katılanın dilekçesinde ve katılanın kızları olan tanıklar ... ve Nurten'in aşamalardaki beyanlarında, katılanın “coumadin” isimli kan sulandırıcı ilacı kullandığını sanığa bildirildiklerini, sadece endoskopi işlemi yapılıp biyopsinin yapılmamasını söylemelerine rağmen biyopsi işleminin de yapıldığını ve buna bağlı olarak mide kanamasının gerçekleştiğini beyan etmeleri, sanığın, biyopsi yapılmamasına yönelik bir talebin olmadığını, tarih ve saat içermeyen “aydınlatılmış hasta onam formu” nun katılanın kızı tanık ... tarafından imzalandığını ve bu formda biyopsi yapılabileceğine dair ibarenin bulunduğunu savunarak suçlamayı kabul etmemesi, Adli Tıp Kurumu 3. Adli Tıp İhtisas Kurulunun raporunda “coumadin” isimli ilacı kullanan hastalarda invaziv işlem yapılmadan önce bu tedaviye ara verilerek kısa etkili, düşük molekül ağırlıklı heparin tedavisine geçilmesi ve bu tedavinin de işlemin hemen öncesinde sonlandırılması gerektiği, kişiye “coumadin” kullanımı kesilmeden biyopsi yapılmasının tıp kurallarına uygun olmadığı hususu belirtilmekle birlikte sanığın kusurlu olup olmadığına dair bir açıklamanın yapılmaması, yargılama aşamasında gastroenteroloji uzmanı olan iki ayrı bilirkişi tarafından düzenlenen raporun ise aksi yönde olup katılanın kullandığı ilacın biyopsi işlemi öncesinde kesilmesine gerek olmayıp işlem öncesi ve sonrasına ilişkin INR değerleri dikkate alındığında sanığın kusurunun bulunmadığının belirtilmesi karşısında;

Katılanın kızları olan tanıklar ... ve Nurten'in, katılanın tanık ...'e muayene olmadan bir kaç gün önce GATA Kardiyoloji Bölümünde katılanın çektirdiği INR değerini tanık ...'e ve endoskopi işleminden önce sanığa gösterdiklerini beyan ettikleri, tanık ...ve sanığın da söz konusu belgeyi inceledikleri yönündeki ifadeleri de dikkate alınarak, öncelikle, INR değerini içeren söz konusu belge temin edilerek, Adli Tıp Kurumu 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen rapor ile kovuşturma aşamasında gastroenteroloji uzmanlarınca tanzim edilen raporlar arasında çelişki bulunduğundan, ayrıca Adli Tıp Kurumu 3. Adli Tıp İhtisas Kurulunun raporu yeterince kanaat verici nitelikte olmayıp kardiyoloji ve gastroenteroloji uzmanlarının da söz konusu kurulda bulunmadığından dosyanın Adli Tıp Kurumu Genel Kuruluna gönderilerek kardiyoloji ve gastroenteroloji uzmanlarının da katılımı ile oluşturulacak kurulca katılanın hayati tehlike geçirmesine neden olan mide kanamasının sanık tarafından gerçekleştirilen biyopsi işleminden kaynaklanıp kaynaklanmadığının, bu işlemden kaynaklanmış ise endoskopi ve özellikle biyopsi işlemi öncesinde INR değerinin ölçülmesi hususunun zorunlu olup olmadığının, işlem öncesine ilişkin INR değerine ulaşılması hâlinde dosya kapsamında bulunan INR değerleri de incelenerek söz konusu değerin referans değer aralığında olup olmadığının ve endoskopi işlemi öncesinde “coumadin” isimli kan sulandırıcı ilacın kesilmesinin gerekip gerekmediğinin tespit edilmesinden sonra sanığın hukuki durumunun tayin ve tespiti gerekirken eksik araştırma ile hüküm kurulduğu kabul edilmelidir.

Bu itibarla; Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün eksik araştırmayla hüküm kurulması isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi ...; "Yargıtay Ceza Genel Kurulunun önüne direnme yoluyla gelen bu dosyada, eksik inceleme ile karar verildiği yönündeki Yüksek Ceza Genel Kurulunun çoğunluk görüşüne katılmıyorum.

Şöyle ki; katılan ... sivil bir şahıs olup, GATA'da görevli sanık Dr. Binbaşı ... tarafından suç tarihinde katılana endoskopi yapıldığı, endoskopi yapıldığı tarihte katılanın 'coumadin' adlı ilacı kullandığı, endoskopi sırasında da katılanın midesinden parça alındığı, sonuçta katılanın mide kanaması geçirdiği olayda, Genelkurmay Askeri Savcılığınca katılanın şikâyeti üzerine yapılan soruşturma sonucu kanamanın biyopsi işlemine bağlı olmadığı eroziv mide rahatsızlığına bağlı olduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, katılanın itirazı üzerine Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesince itirazın kabulüne karar verilerek sanık tabip binbaşı hakkında görevi ihmal suçundan açılan davada sanığın beraatine karar verilmiştir. Gerekçe olarak Adli Tıp 3. İhtisas Kurulunca 30.12.2013 tarihinde konu ile ilgili düzenlenen raporda 'coumadin' kullanımı kesilmeden biyopsi yapılmasının tıp kurallarına uygun olmadığı belirtilmiş olmasına rağmen askeri savcılık tarafından dinlenen bilirkişiler Doç. Dr. ..., mide içindeki yaralardan kaynaklı damarın açığa çıkması sonucu kanama gerçekleştiğini mütalaa ettiği, duruşmadaki beyanında Adli Tıp Kurumu raporunda, gastroenteroloji ve kalp uzmanının yer almadığını, bu yüzden Adli Tıp Kurumu raporuna katılmadığını beyan etmiştir.

Duruşmada ayrıca iç hastalıkları ana bilim dalı gastroenteroloji uzmanı Hacettepe Üniversitesinde görevli Prof. Dr. Seyfettin Köklü dinlenmiş, o da; hastada biyopsi sırasında bir sorun olmadığı, işlem öncesi formun imzalanmış olduğu, hastada ortaya çıkan sonucun hekimin ihmal veya kusurundan kaynaklanmadığını beyan etmiştir.

Sanık tarafından katılana endoskopi işlemi 19.10.2010 tarihinde yapılmış, parça alınmıştır, aynı tarihte de evine gönderilmiştir. Katılan hâlsizlik ve dışkıda kan şikâyeti üzerine ertesi gün 20.10.2010 tarihinde tekrar GATA'ya müracaat etmiş, Prof. Tbp. Alb. ... tarafından saat 17.00'de yapılan endoskopide kanama odağı görülmemekle birlikte mide boşluklarını dolduran bir kanama tespit edilip bu kanamanın durdurulması için müdahalede bulunularak işleme son verilmiştir.

Aynı gün kan değerlerinin düşmesi sonucu saat 23.00 civarında Dr. Tbp. Yrb. ...tarafından 3. kez endoskopi yapıldığı, bu sırada midenin kanla dolu olduğu, kanamaya müdahale edilerek durdurulduğu, 'coumadin' kullanımına son verildiği rapor edilmiştir.

Yerel Askeri Mahkeme tarafından, her iki bilirkişinin beyanları dikkate alınarak hastada ortaya çıkan istenmeyen durumun sanığın ihmal ve kusurundan kaynaklanmadığı yönündeki rapor ve beyanları doğrultusunda beraatine karar verilmiştir. Tebliğname onama talepli olmasına rağmen Askeri Yargıtay 2. Dairesi bilirkişilerin mütalaası ile Adli Tıp Kurumu raporu arasındaki çelişkinin Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan rapor aldırılarak giderilmesi noksan soruşturma ile karar verildiği gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir.

Yerel Mahkeme her iki bilirkişinin raporuna itibar ederek direnme kararı vermiştir. Olay tarihi, direnme kararındaki gerekçe, Adli Tıp Kurumu raporunda gastroenteroloji ve kalp uzmanı olmaması, daha da önemlisi bilirkişiler Doç. Dr. ... ve gastroenteroloji uzmanı Prof. Dr. Seyfettin Köklü'nün rapor ve beyanlarının birbirleri ve dosya ile uyumlu olması dikkate alındığında direnme kararı isabetlidir. Askeri Yargıtay 2. Dairesinin bozma kararı yerinde değildir. Yerel Mahkeme Genelkurmay Askeri Mahkeme kararının onanması gerektiği" düşüncesiyle,

Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Ceza Genel Kurulu Üyesi de; sanık hakkında eksik araştırmayla hüküm kurulmadığı görüşüyle,

Karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Ankara 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 30.06.2016 tarihli ve 1203-1084 sayılı direnme kararına konu hükmünün, eksik araştırmayla hüküm kurulması isabetsizliğinden BOZULMASINA,

2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 02.12.2021 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.