"İçtihat Metni"
YARGITAY DAİRESİ : 1. Ceza Dairesi
MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SAYISI : 93-153
I. HUKUKÎ SÜREÇ
Sanık ... hakkında maktul ...'e yönelik kasten öldürme suçuna azmettirmeden 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 38/1, 81/1, 53, 58/6-7 ve 63. maddeleri uyarınca müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, mahsuba ve cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine, ...katılan ...'ye yönelik teşebbüs aşamasında kalan kasten öldürme suçuna azmettirmeden aynı Kanun’un 38/1, 81/1, 35, 53, 58/6-7 ve 63. maddeleri uyarınca 13 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, mahsuba ve cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine; sanıklar ..., ... ve ... hakkında kasten öldürme suçundan TCK’nın 37/1, 81/1, 53, 58/6-7 ve 63. maddeleri uyarınca müebbet hapis hapis cezası ile cezalandırılmalarına, hak yoksunluklarına, mahsuba ve cezalarının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine; sanıklar ... ve ... hakkında teşebbüs aşamasında kalan kasten öldürme suçundan aynı Kanun’un 37/1, 81/1, 35/2, 53, 58/6-7 ve 63. maddeleri uyarınca 13 yıl hapis cezası ile cezalandırılmalarına, hak yoksunluklarına, mahsuba ve cezalarının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine; sanıklar ..., ..., ... ve ... hakkında kasten öldürme suçuna yardımdan TCK’nın 81/1, 39/2-c, 62, 53, 58/6-7 ve 63. maddeleri uyarınca 8 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına, hak yoksunluklarına, mahsuba ve cezalarının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin Malatya 4. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 04.10.2019 tarihli ve 275-377 sayılı kısmen resen istinafa tabi olan hükümlere yönelik olarak sanıklar müdafileri tarafından istinaf talebinde bulunulması üzerine Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesince 16.03.2021 tarih ve 93-153 sayı ile istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.
Bu kararın sanıklar müdafileri ile katılan ... vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 17.05.2022 tarih ve 12825-36663 sayı ile sanık ... hakkında kasten öldürme suçuna yardımdan kurulan hükmün;
“(...) Sanık ...'ın iş yerinde bulunan ve silah kullanan diğer sanıklar ..., ... ve ... ile birlikte maktule ateş ettiği, fiil üzerinde hakimiyet kurduğu, bu hususun sanıklar ... ve ...'in beyanları ile sabit olduğu, sanık ... hakkında TCK'nın 37/1. maddesi gereği mahkûmiyet hükmü kurulması gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde yardım eden olarak kabulü ile hüküm tesisi,
B) Kabule göre; sanık hakkında kurulan hükümde uygulanan Kanun maddesinin TCK'nın 39/2-b maddesi yerine TCK'nın 39/2-c maddesi olarak hatalı gösterilmesi,” isabetsizliklerinden 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 307/5. maddesi gereğince sanığın kazanılmış haklarının dikkate alınarak bozulmasına, diğer sanıklar hakkındaki hükümlere yönelik temyiz itirazların ise esastan reddi ile onanmasına karar verilmiştir.
Daire Üyesi İ. İlhan; “ (...) Dosyada bulunan mesaj dökümlerinden maktul ve ...’ın ... ve ...’a yoğun bir şekilde tehdit ve hakaret içeren mesajlar attıkları ve şirketi ya da evlerini basmakla tehdit ettikleri, sanıkların tehdidin boyutunu ve ciddiyetini dikkate alarak tedbir aldıklarını, maktul ve ...’ın silahlı bir şekilde şirkete geldikleri ve gelir gelmez de silahlı çatışmanın çıktığı önce kimin ateş ettiği konusunda tarafsız görgü tanığının bulunmadığı, bu nedenle maktul ve ...’ın gerek olaydan önceki haksız hareketleri ve olay günü silahlı olarak sanık ... ve ...’ın bulunduğu iş yerine baskın yapmak suretiyle haksız konumda oldukları anlaşıldığından, sanıklar ... ve ... yönünden TCK’nın 29. maddesi gereğince cezalarından indirim yapılması gerektiği,” düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
II. İTİRAZ SEBEPLERİ
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 30.09.2022 tarih ve 96568 sayı ile; “(...) 1- Sanık ... hakkında kasten öldürmeye azmettirme ve kasten öldürmeye teşebbüse azmettirme suçlarından beraat kararı verilmesi yerine mahkûmiyet hükümleri kurulmasının hatalı olduğu,
2- Sanıklar ..., ..., ..., ..., ..., ... ve ... hakkında 5237 sayılı TCK'nın 29. maddesi uyarınca haksız tahrik nedeniyle indirim yapılması gerektiği,” görüşüyle itiraz yoluna başvurmuştur.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 27.03.2023 tarih, 9191-1312 sayı ve oy çokluğuyla itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
III. UYUŞMAZLIK KAPSAMI VE KONUSU
İtirazın kapsamına göre inceleme sanıklar ..., ..., ... ... hakkında maktul ...’e yönelik kasten öldürme ve katılan ...’ye yönelik teşebbüs aşamasında kalan kasten öldürme, sanık ... hakkında maktul ...’e yönelik kasten öldürme, sanıklar ..., ..., ... ve ... hakkında maktul ...’e yönelik kasten öldürme suçuna yardımdan kurulan hükümlerle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Sanık ...’a atılı suçların sabit olup olmadığının,
2- Sanıklar ..., ..., ..., ..., ..., ... ve ... ile atılı suçların sabit olduğunun kabul edilmesi durumunda sanık ... hakkında maktul ... ve katılan ...’ye yönelik suçlarında haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının oluşup oluşmadığının,
Belirlenmesine ilişkin ise de uyuşmazlık konularının görüşülmesine geçilmeden önce Ceza Genel Kurulu Başkanınca;
a) Sanıklardan ...'nın, Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube Müdürlüğünce alınan ifadesinin 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 148. maddesinin 5. fıkrası hükmüne aykırılık oluşturup oluşturmadığının,
b) Yerel Mahkemece kurulan hükümlerin Anayasa'nın 141 ve CMK'nın 34, 230 ve 232. maddelerinde öngörülen şekilde yasal ve yeterli gerekçe içerip içermediğinin,
c) Sanık ...'ın diğer sanıkları suç işletmeye azmettirip azmettirmediğinin,
d) Sanık ...'ın diğer sanıkları suç işlemeye azmettirdiğinin kabulü hâlinde kasten öldürme suçuna mı yoksa kasten yaralama suçuna mı azmettirdiğinin,
Değerlendirilmesi gerektiği ileri sürülmüş ve uyuşmazlık konuları bu şekilde ele alınmıştır.
IV. OLAY VE OLGULAR
İncelenen dosya kapsamından;
26.07.2017 tarihli olay yeri inceleme raporunda; aynı tarihte saat 11.30 sıralarında Malatya ili, Yeşilyurt ilçesi, İnönü Mahallesi’nde bulunan Platform isimli iş yerinde silahlı çatışma çıktığının bildirilmesi üzerine olay yerine gidildiği, 5 katlı betonarme binanın zemin katında faaliyet gösteren iş yerinin önündeki kamyonet üzerinde çok sayıda isabet izi bulunduğu, kamyonetin ön kısmında 1 adet Browning marka tabanca, bu tabancada 4 adet 9 mm çapında mermi, yerde kan birikintisi, kovan ve deforme mermi çekirdeklerinin olduğu, iş yeri giriş kapısı camı ve çerçevesi üzerinde çok sayıda av tüfeği ve tabanca mermisi isabet izlerinin bulunduğu, etrafta kovan ve mermi çekirdeği ile mermi gömlek parçalarının olduğu, iki kattan oluşan iş yerinin ofis şeklinde dizayn edildiği, sağlı, sollu büroların bulunduğu, üst katta da ofislerin olduğu, giriş kapısı zemininden itibaren incelemeye başlanıldığında, giriş zemini üzerinde yoğun kan birikintilerinin bulunduğu, kan birikintisi kısmında duvar ve kolon zeminleri üzerinde yine çok sayıda mermi isabet yerlerinin olduğu, iş yeri içerisinde 1 adet 16G- 0218 TSE Oskar ibareli av tüfeği, 3 adet boş kartuş, plastik kartuş tapası, kan birikintisi bulunduğu, üst katta bulunan ofis içerisinde 1 adet 9 mm çapında fişek olduğu, olay yerinde toplam 10 adet boş kovan, 3 adet boş av tüfeği kartuşu, 23 adet mermi çekirdeği nüvesi, 1 adet metal parça, 5 adet deforme mermi çekirdeği, 11 adet mermi çekirdeği gömlek parçası elde edildiğinin ifade edildiği,
15.08.2017 tarihli uzmanlık raporunda; olay yerinde bulunan Browning marka yarı otomatik tabancanın 9x19 mm çap ve tipinde fişek kullandığı, atışa engel arızasının bulunmadığı, olay yerinde bulunan 10 adet 9 mm çapındaki kovandan 5 adedinin bu silahtan ateşlenmiş olduğu, kalan 5 kovanın ise 3+2 şeklinde iki ayrı tabancadan ateşlenmiş oldukları, 5 adet deforme mermi çekirdeği ile 3 adet mermi çekirdeği gömlek parçasının incelemeye konu tabancadan ateşlenmedikleri, kalan 8 mermi çekirdeği gömlek parçası ile 23 mermi çekirdek nüvesi üzerinde mukayeseli inceleme yapılmasının mümkün olmadığı, 1 adet metal parçada karakteristik iz bulunmadığı, Torun marka Oskar model 12 numara av fişeği patlatan yarı otomatik av tüfeğinin atışa engel arızasının bulunmadığı, 12 numaralı 3 adet av tüfeği kartuşunun incelemeye konu Torun marka av tüfeğinden atılmış olduğunun belirtildiği,
16.08.2017 tarihli uzmanlık raporunda; maktul ...’ten alınan tüm svaplarda, ...’tan alınan sol el üstü ve sağ el üstü svaplarında atış artığı tespit edildiğinin, ...’den alınan svaplarda ise atış artığına rastlanılmadığının ifade edildiği,
19.12.2017 ve 04.01.2018 tarihlerinde Malatya Adli Tıp Grup Başkanlığı Morg İhtisas Dairesince maktul ... hakkında düzenlenen raporlarda; 30-35 yaşlarında, 181 cm boyunda, 71 kg ağırlığındaki erkek cesedinde tek atışla husulü mümkün av tüfeği saçma taneleri toplu giriş yarası ile birlikte 6 adet ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarası saptandığı, kişiye toplam 7 atışın isabet etmiş olduğu, av tüfeği saçma tanesi toplu giriş yarasının tek başına ölüm meydana getirir nitelikte olduğu, ölümün av tüfeği saçma tanesi yaralanmasına bağlı çoklu kot ve ekstremite kırıkları ile birlikte seyreden iç organ harabiyetinden gelişen iç, dış kanama sonucu meydana gelmiş olduğu, ölenin kan ve idrarında alkol veya sistematikteki kayıtlı diğer maddelerin bulunmadığı tespitlerine yer verildiği,
20.06.2018 ve 02.10.2019 tarihlerinde Malatya Adli Tıp Şube Müdürlüğünce katılan ... hakkında düzenlenen raporlarda; kafaya nafiz ateşli silah yaralanmasının şahsın yaşamını tehlikeye sokan bir durum olduğu, kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı, saptanan sol arka pariyetal kırığının hayat fonksiyonlarına etkisinin ağır (6) derecede etkileyecek nitelikte olduğu, duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına neden olduğunun ifade edildiği,
20.06.2018 tarihinde Malatya Adli Tıp Şube Müdürlüğünce sanıklardan ... hakkında düzenlenen raporda; sağ uyluğa isabet eden mermi ile yaralanan kişinin yaşamının tehlikeye girmediği, yaralanmanın basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı, saptanan parçalı femur kırığının hayat fonksiyonlarına etkisinin ağır (6) derecede olduğunun belirtildiği,
05.09.2017 tarihinde sanık ... hakkında düzenlenen raporda; bacağında iki adet eski yara izi olduğu, bu yaraların basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduklarının ifade edildiği,
27.07.2017 tarihli kolluk tutanağında; tanık ...’in telefonundan sanıklardan ...’nın telefonuna 25.07.2017 tarihinde saat 22.23’te başlayıp 26.07.2017 tarihinde saat 00.28’e kadar gönderilen çok sayıda mesajda sanıklar ... ile ...’ı hedef alan hakaret ve tehdit ifadelerinin bulunduğu bilgisine yer verildiği,
01.09.2017 tarihli bilirkişi raporunda; olayın meydana geldiği iş yerine ait güvenlik kamerası görüntülerini kaydeden cihazın sabit diskinde, olay günü saat 09.57.55 ve 10.12.36’da iki kez format atma, silme, temizleme işlemi kaydı olduğu, cihazın sabit diskinde verileri silme şeklinde müdahalede bulunulduğunun değerlendirildiği,
Anlaşılmaktadır.
Katılan ... kollukta ve mahkemede benzer şekilde; maktul ...’in babası olduğunu, yanlış kişilerle, yanlış işler yapmasından dolayı son yıllarda oğluyla aralarının açıldığını, ancak aynı evde ikamet etmeye devam ettiklerini, oğlu ... ile ölümünden birkaç gün önce konuştuğunu, oğlunun kendisine arkadaşı olan ... ile bir otopark açacağını söylediğini, konuşma sırasında oğlunun üzerinde açık metalik gri renkli, büyükçe bir silah gördüğünü, neden silah taşıdığını sorduğunda, oğlunun kendisine “Baba sana söz veriyorum, bu silahı kimseye doğrultmayacağım ve kimseye zarar vermeyeceğim.” dedikten sonra sanık ...’ın kendisini öldürmek için Battalgazili bir gruba 25.000 TL verdiğini, bundan dolayı silah taşımak zorunda kaldığını ifade ettiğini, 26.07.2017 tarihinde sabah saat 8.30 sıralarında ...’le ailece kahvaltı yaptıklarını, ...’in daha sonra kardeşini Malatya il merkezindeki evlerine bıraktığını, ardından acil bir işi olduğunu söyleyerek buradan ayrıldığını, saat 13.00 sıralarında ise oğlunun öldürüldüğünü haber aldığını, oğlunu öldürttüğünü iddia ettiği sanık ... ve diğer sorumlulardan şikâyetçi olduğunu,
Katılan ... mahkemede; ...'un yaralanması olayı ile ilgisinin bulunmadığını, sanıklardan ...'ın yanına her zaman gidip geldiğini, iş takipçiliği yaptığını, olay günü şirkete tek başına gittiğini, gitmeden önce ...’ı arayıp aramadığını hatırlamadığını, şirketin girişinde sesler ve küfürler işittiğini, içeri girdiğinde maktul ...’i kan içinde yerde gördüğünü, maktulün yanında sanıklardan ..., ..., ..., ... ve ...'ın bulunduğunu, sanık ...'ın yerde yatan maktul ...'e sinkaflı küfrederek “Bunu mu istiyordun?” dediğini işittiğini, içeri girdiğini fark eden sanık ...'un yine sinkaflı küfrederek “Bunu da öldürün.” dediğini, orada bulunan herkesin kendisine doğru ateş etmeye başladıklarını, kendisinin de yanında taşıdığı tabanca ile ateş açanlara doğru ateş etmeye başladığını ve geri kaçtığını, dışarı çıktığı esnada başından ve vücudunun değişik yerlerinden isabet alıp yaralandığını, sonrasını hatırlamadığını, sanık ...'nın sanık ... ile görüştüğü ve mağdur ...'u yaralama işini aldığı, sonra ... ve ...'a adı geçen müştekiyi silahla yaralattığı, bu işi yaptıktan sonra sanık ...'dan 20.000 TL istediği ve sanık ... ile birlikte sanık ...'tan 10.000 TL aldığı yönündeki tüm iddiaların yalan olduğunu, sanık ...'nın telefonuna gönderilen mesajların kendisine ait olmadığını, maktul ...'in sanık ...’a mesaj gönderip göndermediğini bilmediğini, olayın asıl sorumlusunun sanık ... olduğunu, diğer sanıkların tetikçi olduklarını, sanık ...'ın yanına her zaman gidip geldiğini, olay günü maktulün öldürüldüğünü gördüğü için sanık ...’un kendisini de öldürmek istediğini, maktulün sanık ...'dan alacağı olup olmadığını bilmediğini,
Tanık ... mahkemede; maktul ...'in dayısı olduğunu, maktulle çok samimi olduklarını, maktulün yapacağı işlerden sık sık kendisine bahsettiğini, maktul ile son görüşmelerinde yanlarında katılan ...’nin de bulunduğunu, maktulün kendisine; ...’ın kendilerine bir iş verdiğini, bir şahsı ihaleden çekilmesi için ikna edeceğini, karşılığında ...'dan 50.000 TL alacağını söylediğini; sanık ...'un bu şekilde dört, beş kişiyi kullanarak işlerini yaptırdığını, kullandığı şahısları da öldürdüğünü, kendisinin ise bu işlerden hep sıyrıldığını ifade ettiğini, “O zaman bu işi niye yapıyorsunuz?” diye sorduğunda, katılan ...'ın sanık ...'u tanıdığını, kendisine bir yanlışlarının olamayacağını söylediğini, yeğeninin sanık ...'u tanımadığını, Kız Meslek Lisesi arkasında bir emlâkçıyı belki yaralayarak belki de korkutarak ihaleden çekilmesini sağlayacaklarını anlattıklarını, sonraki gün tekrar buluştuklarında, maktulün söz konusu işi motosikletli bir kişi ile beraber yapacağını kendisine söylediğini, birkaç gün sonra maktulün kendisini telefonla aradığını, “Dayı paramızı hak ettik, ben paramı alacağım, kardeşime bir iş yeri tuttum, onun kirasını verecek.” diyerek yapacaklarını anlattığını, iki gün sonra da ...’in öldürüldüğünü öğrendiğini, sanık ...'ın maktule 50.000 TL'yi ödemediğini, önce 5.000 TL, ardından bir 5.000 TL daha ödediğini, bu hususu maktulden duyduğunu, cenazede de olay günü parayı vermek üzere maktulün iş yerine çağrıldığını etraftakilerden işittiğini, maktulün sanık ... ile görüşüp görüşmediğini bilmediğini, ancak katılan ...’nin iki yıldır sanık ...'un yanında olduğunu, onun adamı olduğunu, bu işten kendilerine herhangi bir sıkıntı gelmeyeceğini, yeğeni maktul ...’in kendisine söylediğini, yeğeninin hapse girip çıktığını, gözünü hiçbir şeyden sakınmadığını, kabadayı birisi olduğunu,
İnceleme dışı sanık ... istinabe olunan mahkemede; katılan ...’nin halasının oğlu olduğunu, boş zamanlarında ...’ın işlettiği kahvaltı salonunda kendisine yardım ettiğini, mağdur ...’un yaralandığı gün, akşam üzeri motosikleti ile giderken maktul ...'e rastladığını, maktul ...’in kendisini bir yere bırakmasını istediğini, maktulün sabıkalı ve sıkıntılı biri olması nedeniyle bir şey diyemediğini ve kabul ettiğini, motora maktulle binip arka sokaklardan onun tarif ettiği yere gittiklerini, maktulün elindeki tuşlu telefonla mesajlaştığını ve “Yavaşla!” demesiyle yavaşladığını, bu sırada ...’in 3-4 el ateş ettiğini, ardından “Devam et, durma!” deyince şaşkınlıktan ve korkudan sürmeye devam ettiğini, Çavuşoğlu mahallesinde yıkık bir eve girdiklerini, maktulün kendisini evin ikinci katına gönderdiğini, bir müddet burada beklediğini, kapının çalındığını, tanımadığı bir gencin maktule tuşlu bir telefon verip gittiğini, maktulün gelen bu telefonla konuştuğunu, karşısındaki kişiye “Hemen gelmen lazım.” dediğini, bir müddet sonra ismini sonradan öğrendiği sanıklardan ...’nın bulundukları eve geldiğini, alt katta yan odaya geçtiğini ancak maktulle sanık ... arasındaki konuşmaları işitebildiğini, maktulün ...’a “Abiye söyle işi hallettim, enayinin düştüğünü gözlerimle gördüm. Paranın kalanını istiyorum.” dediğini, ...’ın ise “On bini ne çabuk yediniz.” diye cevap verdiğini, ...'in “Abi” diye bahsettiği kişinin kim olduğunu bilmediğini, fakat ...’ın çıkarken “Tamam, ben ... Abi ile konuşurum.” dediğini, maktul hiç parasının olmadığını söyleyince sanık ...’ın cebinden 3-4 adet 100 TL’lik banknot çıkarıp maktule verdiğini, sabıkalı bir kişi olan maktulün kendisini tehdit etmiş olması nedeniyle olayı kimseye anlatamadığını, ...'in öldürüldüğünü, katılan ...'ın ise yaralandığını öğrenince hastaneye ...'ı ziyarete gittiğini, ...'ın arkadaşlarının kendi aralarında konuşurken sanık ...’un parayı vermemek için ...'i öldürdüğünü söylediklerini duyduğunu,
İnceleme dışı mağdur ... Cumhuriyet Başsavcılığında; Malatya’da emlâkçılık yaptığını, 23.07.2017 tarihinde ikametine giderken iki el silah sesi duyduğunu, bu sırada motosikletli ve kasklı iki şahsın yanından geçtiklerini, ayağından vurularak yaralandığını, bu olaydan yaklaşık bir ay önce Şanlıurfalı bir yemek şirketine iş yerini kullandırttığını, şirketin İkinci Ordu Komutanlığının yemek ihalesi ile ilgili olarak burada bir görüşme yaptığını, ..., ..., ... ve ...'ı tanımadığını,
Tanık ... kollukta; ... ile 4-5 yıldır samimi arkadaş olduklarını, maktul ...’i de ... ile birlikte gezmesinden dolayı olaydan 10 gün önce tanıdığını ve maktulle de arkadaş olduklarını, 25.07.2017 tarihinde saat 18.00 sıralarında Çavuşoğlu Mahallesi’ndeki oyun salonunda ... ve maktulle buluştuklarını, oturup sohbet ettiklerini, ardından içki içip maktulün aracıyla gezmeye başladıklarını, araç içerisindeyken ...’ın kendisine “Abi sana bir numara vereyim, bu numaraya ‘Abi bana acil dön’ diye mesaj at.” dediğini, kendisinin de “Abi, hayırdır?” diye sorması üzerine ...’ın mesaj atılmasını istediği şahsın ... olduğunu, bu şahıs vasıtasıyla ...’la görüşmek istediklerini söylediğini, ... ile ne işleri olduğunu sorduğunda, ...’dan alacakları olduğunu, bu şahısla görüşerek alacaklarını tahsil etmek istediklerini söylediğini, ...’ın gün içerisinde ...’la konuştuğunu ancak ...’ın verdiği sözü tutmayarak buluşmaya gelmediğini ve telefonunu da açmadığını, ...’ın mesaj atmasını istemeden önce kendisine söylediğini, yine ...’ın ... isminde samimi bir arkadaşı olduğunu, mesajda ... olduğunu belirtirse ...’ın telefona cevap vereceğini ...’ın kendisine ifade ettiğini, bunun üzerine ...’ın söylediği telefon numarasına “Abi ben ..., acil bana döner misin?” diye mesaj attığını, cevap gelmeyince, maktul ...'in telefonu alarak mesaj yazmaya devam ettiğini, bu yazışmanın yaklaşık 3 saat kadar sürdüğünü, mesajlaşma sırasında maktulle ...’ın “...’yı nerede buluruz, ona nasıl ulaşırız?” şeklinde aralarında konuştuklarını, saat 23.00 sıralarında ... ve ...’ten ayrıldığını, telefonundan atılan mesajları silmediğini, mesajların tutanağa bağlanmasına rıza gösterdiğini, mesajların bir kısmında hakaret ve tehdit içerikli ifadeler olduğunu, bu ifadeleri maktulün kullandığını, aralarında ne tür husumet veya ilişki olduğunu bilmediğini,
İnceleme dışı sanık ... kollukta; ...’in öldürülmesi üzerine ...’ın firar ettiğini, sonrasında kendisine ulaşarak sanık ... üzerinden sanık ...'a ulaşmasını ve söz verilen paranın sanık ...’dan ...aracılığı ile alınmasını istediğini, bu konu için kardeşi ...'i gönderdiğini, bu olaydan bir süre sonra ...'ın tekrar sanık ...’dan para almak için kendisini sanık ...'e yönlendirdiğini, bunun üzerine sanık ...’e gittiğini, ...’in sanık ...'un il dışında olduğunu, bir hafta sonra görüşebileceğini söylediğini, ...’ın Battalgazi’deki ofiste sanık ... ile görüştüğünü, görüşme sonrası işin yarına kaldığını söylediğini, daha sonra ...'in kendisine miktarını söylemeden parayı aldıklarını ifade ettiğini, görüşmeden sonra da sanık ...’in kendisine sanık ...'un 60.000 TL getirdiğini, kendisinin de bu parayı ...'e teslim ettiğini söylediğini, yine farklı bir tarihte sanık ...’in 30.000 TL’yi bu şahıslara teslim ettiğini ifade ettiğini, ...’dan duyduğuna göre, sanık ...’un sanık ... üzerinden sanıklar ... ... ve ...’a şirketteki sıkıntılardan dolayı koruma için teklifte bulunduğu, bu konuyu görüşmek üzere yine sanık ... aracılığıyla cinayet olayından bir gün önce sanık ...’un bu şahısları büroya çağırdığı, ardından silahlı çatışmanın yaşandığını,
Mahkemede; olay yerinde olmadığı için görgüye dayalı bir bilgisinin bulunmadığını, sanıklardan ...’ın yanına gelip kendisine “... bizi vuracak.” dediğini ve kendisinden para istediğini, sanığa yaklaşık 400 TL verdiğini, sanık ...'ın İstanbul'a kaçtığını sonradan duyduğunu, İstanbul'dan döndükten sonra sanıklardan ...vasıtasıyla ... ile Eski Malatya'daki kayısı bahçelerinde görüştüklerini, ...’ın kendilerine iş başvurusu için sanık ...'un iş yerine gittiklerini, ancak olay yerine maktul ... ve katılan ...'nin de geldiğini, orada bir çatışma çıktığını anlattığını, ... ile bu olaydan sonra iki kez görüştüklerini, ikinci görüşmelerinde ...’ın polis tarafından yakalandığını, ...ile de ...ile de herhangi bir para alışverişinde bulunmadığını, kolluktaki beyanları ile oluşan çelişki nedeniyle sorulması üzerine, mahkemede verdiği ifadesinin doğru olduğunu, bahsi geçen 60.000 TL ile ilgili olarak ne sanık ... ne de sanık ... ile görüştüğünü, bu konular hakkında hiçbir bilgisinin bulunmadığını, sanık ...'ın sanık ...'un korumalığını ya da tetikçiliğini yapıp yapmadığını bilmediğini,
İnceleme dışı sanık ... kollukta; ...’in öldürülmesinden bir gün önce, abisi sanık ...'ın kendisinin yanında sanık ...’yı arayarak sanık ...’a gideceğini söylediğini, cinayet tarihinde inceleme dışı sanık ...'in eve gelerek olayı anlattığını, olaydan sonra firar eden abisinin kendisine sanık ... ile görüşüleceğini söylediğini ve yapılacak görüşmenin kayda alınmasını istediğini, bu sebeple bir mağazadan kayıt cihazı aldıklarını, abisi ...'ın, diğer abisi Yunus ile birlikte sanık ...'in koordinasyonunda sanık ... ile görüştüklerini, görüşmede ses kaydı aldıklarını, bu ses kaydını abisinin kendisine dinlettiğini, daha sonra ses kaydını bahçede bir yere Yunus abisi ile birlikte gömdüklerini, ses kaydında sanık ...’un “Bütün işi bağladım, sana ceza aldırtmayacağım, ...’nın silah kullandığını ve boş kovanları topladığını ifadende söyleyebilirsin, ayrıca İzollular ile alakalı birkaç genç bir araya gelin araçların önünü kesin, dövün, kafalarına silah dayayın” şeklinde beyanları olduğunu hatırladığını, abisi ...'ın firari olduğu dönemde inceleme dışı sanık ... aracılığı ile sanık ...'e haber gönderip ...’dan para istediğini, bunun üzerine ...’ın görüşmeye geldiğini, bu görüşmede sanık ...'in de olabileceğini, görüşme sonrası sanık ...’un 30.000 TL verdiğini abisinden öğrendiğini,
Mahkemede; olay günü abisi ...’ın iş görüşmesi için gittiği iş yerinde çatışma çıktığını, tanımadığı birtakım şahısların iş yerine gelip silahla ateş etmeye başladıklarını, abisinin de kendisini korumak maksadıyla ateş ettiğini, olay esnasında sanıklardan ...'ın maktul ... ile boğuştuğu esnada tüfeğin ateş aldığını abisi ...’dan işittiğini, bunun dışında bilgisinin olmadığını,
İnceleme dışı sanık ... kollukta; sanıklardan ...’in 29.07.2017 tarihinde gece vakti evine geldiğini, evde oturdukları sırada ...’in belinden parlak renkli bir silah çıkarttığını ve 26.07.2017 tarihinde İnönü Mahallesi’nde meydana gelen cinayet olayını anlatmaya başladığını, olayda kendisinin de bulunduğunu, olay yerinde ... isimli bir şahsı vurduğunu, ... ölünce üzerinden silahını aldığını, belinden çıkardığı silahın ölenin üzerinden aldığı bu silah olduğunu, yurt dışına kaçacağını söylediğini,
Mahkemede; olay günü sanık ...’in kendisi yokken evine geldiğini, eşinin de daha önceden tanıdıkları için ...’i eve aldığını, eve geldiğinde ...’i gördüğünü, o gece kendilerinde kaldığını, ertesi gün evden ayrıldığını, eve geldiğinde ...'in evden gitmesini söylediğini ancak kendisinin evden gitmediğini, üzerinde silah olduğu için çekindiğini, daha fazla ısrar edemediğini, ertesi gün polislerin gelmesi üzerine de evden kaçıp gittiğini,
Tanık ... mahkemede; sanıklardan ...’ın eşi olduğunu, olay sabahı birlikte kahvaltı yaptıktan sonra eşinin bilgisi dâhilinde kızını alarak dişçiye gittiğini, eşinin iş yerine kızıyla beraber geleceğini bildiğini, olaydan yaklaşık 10 dakika önce kızıyla birlikte iş yerine geldiklerini, kızının babasının ofisine geçtiğini, kendinin ise şirketin üst katında bulunan odasına geçtiğini, 10 dakika sonra silah sesleri işittiğini, kimin kime ateş ettiğini görmediğini, kardeşi ...’ın kızını alıp yanına geldiğini, arka kapıdan araçlarıyla iş yerinden ayrıldıklarını, eşinin kendisinden önce mi, sonra mı ayrıldığını bilmediğini, olayın gerçekleştiği noktaya inmediğini, ölen ya da yaralananları görmediğini, olay günü eşinin tavırlarında bir değişiklik, herhangi bir tedirginlik sezmediğini, iş yerinde böyle bir olayın gerçekleşeceğini bilse eşinin çalışanların dahi zarar görmemeleri için iş yerine çağırmayacağını,
... mahkemede; olay tarihinde sanıklardan ...'ın asistanı olarak çalıştığını, ... kendi odasında kızı ile oynadığını, saat 11.00 sırasında odasının bulunduğu katta gürültü ve silah sesleri işittiğini, korktuğu için masanın altına gizlendiğini, ön tarafta çatışma olduğu için depoya sığındığını, sanık ...’un kızını kendisine bırakıp depodan çıkıp gittiğini, ...’un eşi ile kayınbiraderinin gelip çocuğu aldıklarını, kendisinin de olay yerinden uzaklaştığını, bu esnada polislerin iş yerine geldiğini, yaklaşık 7 ay iş yerinde çalıştığını, kameralarda sürekli sıkıntı olduğunu, hatta son zamanlarda sanık ...'un “Bu kamera işini halledin.” şeklinde talimat verdiğini, olay günü özellikle kameranın söküldüğü hususunun doğru olmadığını, sanık ...’un olay esnasında korkmuş bir şekilde iş yerinden tek başına apar topar ayrıldığını, kimin kime ateş ettiğini ve kimin yaralandığını ya da öldüğünü görmediğini,
Tanık ... mahkemede; sanıklardan ...'ın iş yerindeki kamera tesisatı ve diğer elektronik işlemlerini yaptıklarını, daha önce konuyla ilgili ifade vermediğini, iş yerindeki elektrik sıkıntısı nedeniyle kameraların daima arıza verdiğini, sabit diskin birkaç kez değiştiğini, olay gününden bir hafta kadar önce kameraya bakması için kendisine haber verildiğini, gidip ikinci el bir sabit disk taktığını, ancak bu defa da bir kablonun arızalı olduğunu gördüğünü, kabloyu değiştirip kamerayı aktif hâle getirmeden söz konusu olayın gerçekleştiğini, sabit disk değiştiği zaman kayıtlı olan tüm görüntülerin otomatik olarak silindiğini, özellikle görüntünün silinmesi gibi bir durumun söz konusu olmadığını, kendisine görüntülerin silinmesi yönünde bir talepte bulunulmadığını, kısa sürelerle cihaz kendini açıp kapattığı için kısa süreli görüntülerin görülebileceğini, geçmişe dönük görüntüleri silmiş olsa bu görüntülerin bir daha geri getirilemeyeceğini,
İfade etmişlerdir.
Sanık ... kasten öldürme suçundan 2017/16863 soruşturma numarasıyla yürütülen soruşturmada, 05.09.2017 tarihinde Cinayet Büro Amirliğinde müdafii huzurunda; katılan ... ile vaktiyle aynı şirkette çalıştıklarını, bu nedenle kendisini yaklaşık 7 yıldır tanıdığını, olay tarihinden 15 gün kadar önce katılan ...'ın kendisi ile irtibat kurmaya çalıştığını, kendisiyle görüşmediğini, ancak katılanın başında sıkıntılar olduğunu, parasız kaldığını belirtip "...'dan büyük para kopartması" için kendisinden yardımcı olmasını istediğini ve alacağı haraçtan kendisine de pay vereceğini vadettiğini, katılanın teklifini reddettiğini, olaydan bir gün önce 25.07.2017 tarihinde akşam saatlerinde telefonuna "Ben ..., bana dön." şeklinde mesaj geldiğini, mesaj gönderenin sanıklardan yakın arkadaşı ... olduğunu düşünerek mesajın geldiği numarayı aradığını, telefonu katılan ...'ın açtığını ve bahsettiği görüşmedekilere benzer talepte bulunduğunu, katılan ...'ın taleplerini kabul etmediğini, o gece ...'ın kendisine çok sayıda mesaj gönderdiğini, olay sabahı arkadaşı sanık ... ile birlikte iş yerine geldiklerini, mesajları sanık ...'a göstermek için fırsat kolladığını ancak ... toplantıda olduğu için mesajları gösteremediğini, çay ocağında beklerken bağrışma sesleri işittiğini şirketin girişinde aralarında katılan ...'ın da bulunduğu 5-6 kişilik bir grup gördüğünü, bir sütunun ardına gizlendiğini, tanımadığı üç kişinin maktulün elindeki tüfeği almak için maktulle boğuştuklarını, katılan ...'ın da 2 metre uzaktan bu kişilere tabancayla ateş ettiğini, tüfeğin ateş almasıyla ayaklarından yaralandığını, depoya geçtiğinde, depoda sanık ...'u, ...'un kızını ve ... isimli çalışanı gördüğünü, bu sırada silah seslerinin arttığını, sanık ...'a "Abi, bunlar dünden beri bana sarıyorlar, beni ve seni tehdit ediyorlar, bizi vuracaklar, kaç." dediğini, sanık ...'un da kızını bırakıp depodan kaçtığını, kendisinin de ...'un ardından depodan çıkıp kaçtığını, ölenin yakınlarından korktuğu için 41 gün boyunca gizlendiğini, olay sırasında üzerinde tabanca olmadığını, maktulü tanımadığını,
Suç örgütü kurma, ihaleye fesat karıştırma, kasten öldürme ve kasten yaralama suçlarından Malatya Cumhuriyet Başsavcılığınca 2017/18731 ve 2018/17328 numaralarıyla yürütülen soruşturmalar kapsamında, 10.11.2017 tarihinde Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde müdafii huzurunda; 26.07.2017 tarihinde ...’in ölümü, ... ve ...’ın yaralanmaları ile neticelenen olayın ...’un ateşli silah ile yaralanması olayı ile irtibatlı olduğunu, ...'un vurulmasından yaklaşık bir hafta önce sanık ... ve katılan ...'ın alt sokaklardan birinde buluştuklarını, kendisinin sonradan bu buluşmaya dahil olduğunu, katılan ...'ın sanık ...’a hitaben “Ankara’da icraat yaptırıyorsun, bize haber vermiyorsun, biz yabancı mıyız? Zaten senden alacağım var” dediğini, ...’ın bunu doğruladığını, ...’nin ...’dan bu konularla ilgili iş istediğini, sanık ...'un da katılan ...'a mağdur ... olayını verdiğini, ama konunun detaylarını kendisinin yanında konuşmadıklarını, kendisinin araçtan indiğini, bu görüşmeden iki gün sonra katılan ...'ın kendisini araması üzerine buluştuklarını, katılan ...'ın “Pazartesi yapılan görüşmeden dolayı ... bize para verecekti” dediğini, kendisinin bundan haberinin olmadığını belirttiğini, ayrıca katılan ...'ın kendisine “Sen araçtan indikten sonra ... bize ...’un işini verdi, ‘Bu işi Pazar gününe kadar bitirin, ben bu hafta Malatya’da olmayacağım, Çarşamba günü size 20.000 TL göndereceğim’ diye vaatte bulundu” dediğini, kendisinin de “Size kim söz verdiyse, ona gidin.” diyerek şahısların yanından ayrıldığını, ertesi gün konuyu sanık ...’a anlattığını, sanık ...’ın ...'u WhatsApp isimli uygulama üzerinden arayarak durumu aktardığını, sanık ...’ın “Para işini hallettim.” diyerek 10.000 TL ile geldiğini ve “Kahvedelermiş, gidip verelim.” dediğini, katılan ...’ın bulunduğu kahveye gittiklerini, kendisinin sanık ...'tan aldığı parayı katılan ... ve maktul ...’in bulunduğu masaya bıraktığını, mağdur ...’un vurulmasından bir gün sonra sanık ...'un kendisine “İnternete falan baktım, hastanelere sordurdum, ses soluk yok, bu nasıl iş?” dediğini, kendisinin konudan haberi olmadığını söylediğini, daha sonradan katılan ...'ın kendisini arayarak iş için “Tamam” dediğini, sanık ... ile buluşmak istediğini söylediğini, kendisinin bunu sanık ...’a anlattığını, sanık ...'un kendisine “Kardeşim ben .... diye hastanelerden sorduruyorum, her tarafa sorduruyorum, böyle bir şey yok, bana ispatlasınlar, haberi gelsin, ondan sonra görüşürüm, bunlar adamı vurmadı, benden alacakları vardı, adamı vurdum ayağına akıllarınca benden alacaklarını tahsil edecekler.” dediğini, katılan ...'ın kendisini devamlı arayıp mesaj göndermeye başladığını fakat kendisinin görüşmediğini, bu çağrıların ardından kendisinin sanık ... ile görüşebilmek için sanık ...’ı aradığını, saat 20.00 sıralarında sanık ... ile birlikte sanık ...'un Yeşilyurt’ta bulunan villasına gittiklerini, sanık ...'a katılan ...'ın göndermiş olduğu mesajları göstererek savcılığa suç duyurusunda bulunmak istediğini söylediğini, sanık ...'un kendisine “Aman, aman! Sen savcıyı falan katma bu işe, sen telefonunu açma, mesajlara cevap verme, ben bir avukat ... ile görüşeyim, seni haberdar ederim, saat 23.00 – 23.30 gibi gel.” dediğini, daha sonra sanık ...'un villasının bulunduğu sokağa girdiğinde ...’un avukatı İsa'yı sokaktan çıkarken gördüğünü, villanın önünde sanıklar ..., ...ve ...’ın aralarında konuştuklarını, gece saat 00.00’a kadar katılan ...'ın gönderdiği mesajları beraberce takip ettiklerini, sanık ...'un sanık ...’a “... kim var? Bunlar şirkete gelebilirler, sabah orada olun ha!” dediğini, sanık ...'ın da “Abi, Ensari ile ... var, sabah onları da alır gelirim” dediğini, sanık ...’un kendisine “.....'ı arayın şirkette bir silah var, onu ...'a verin, mesajları da sakın silme.” dediğini, cinayet tarihinde saat 09.00’da sanık ...'un iş yerine geldiğini, saat 10.00 sıralarında sanıklar ..., ... ve ...’in de şirkete geldikleri, katılan ...'ın kendisini WhatsApp üzerinden sürekli aramaya başladığını, bu durumu sanık ...'a anlattığı sırada katılan ...'ın aracını gördüklerini, sanık ...'un panikleyerek “..., aha geldiler!” dediğini, deponun kapısını açtığında maktul ...’in iş yerinde olduğunu, daha sonra sanıklar ..., Sait ve ...'nın depodan çıkarak yanlarına geldiklerini, sanık ...'ın elinde av tüfeği olduğunu, bu esnada katılan ...'ın iş yerine girdiğini, maktul ...’in katılan ...'ı görünce “Bunlar bizi silah ile karşılıyor.” diyerek belindeki tabancayı çekip sanık ...'a doğrulttuğunu, katılan ...'ın da bu olay ile birlikte silahını çektiğini, av tüfeği patlayınca maktul ...'in yaralandığını, kısa süreli çatışma çıktığını, katılan ...'ın kaçtığını gördüğünü, sanık ...'un kendisine seslenerek ne olduğunu sorduğunu, kendisinin de “... cansız gitti.” dediğini, sanık ...’la depodan çıkarak olay yerine geldiklerini, henüz yaralı olan ...’in başına giderek “Ne oldu Bozo, nasılmış?” dediğini, sonra sanık ...’la birlikte yaya olarak şirketten kaçtıklarını, bu esnada katılan ...'ı şirketin dışında yerde yatar hâlde gördüklerini, sanık ...’un “Ahan da yatıyor, kimse sıktı mı buna?” dediğini, sonra ...’la bağ evine gittiklerini, buraya sonradan sanık ...'un babası .....’ın geldiği ve iş yerine gelip sıkarak kaçan şahsı balkondan ateş edip yaraladığını söylediğini, sanık ...'un da “Baba sen ne yaptın, adam kaçıyormuş.” diyerek tepki gösterdiğini, daha sonra kendisinin Ankara'ya gittiğini, sanık ...'un buraya sanık ...’ı göndererek “Bağ evinde biz konuştuk, ...'ın vurulmasını ... üstlenecekti, gidip teslim olacaktı, niye teslim olmuyor, bunu kabul etmez, teslim olmazsa herkes üzülür.” diyerek tehdit edip katılan ...'ın vurulması olayını üstlenmesini istediğini, kendisinin bu teklifi kabul etmediğini,
Sulh Ceza Hâkimliğinde 10.11.2017 tarihinde; tabancasının olmadığını, kimseye ateş etmediğini, sanıklar ..., Sait ve ...'un babasının ateş ettiklerini, sanık ...'un yanında çalıştığı için olay yerinde bulunduğunu, diğer şahısların baskına geldiklerini, akşam sekiz saat boyunca tüm bildiklerini doğru olarak anlattığını, kendisine okunan kollukta verdiği ifadenin doğru olduğunu ve aynen tekrar ettiğini,
Mahkemede; ...'u tanımadığını, bu şahsın yaralanmasıyla ilgisinin bulunmadığını, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesinde polislerin yönlendirmesi ile ifade verdiğini, bu ifadeyi kabul etmediğini, mahkemedeki ifadesinin doğru olduğunu, maktul ...'i tanımadığını, katılan ... ve sanık ...'u tanıdığını, ancak suç tarihinde diğer şirkette çalıştığını, katılan ...'ın kendisi ile irtibata geçip sanık ...'la görüşmek istediğini, sanık ...’a ulaşmak için ısrar ettiğini, katılan ...’ın sanık ...’dan para talep edeceğini bildiğini ancak bunun kendi aralarındaki alacak verecekten mi yoksa durumu iyi olduğu için sanık ...'dan para almak için mi olduğunu bilmediğini, olaydan bir gün önce katılan ...'ın kendisinin telefonuna sinkaflı ve tehdit içeren mesajlar gönderdiğini, ...’la aralarında herhangi bir sorun olmadığını, ...’ın ... üzerinden kendisini tehdit ettiğini, olay sabahı sanık ... ile birlikte şirkete gittiğini, diğer sanıklar ..., ... ve ...'i tanımadığını ancak olay günü bu sanıkların da şirketin girişinde olduğunu, bir ara lavaboya gittiğini, döndüğünde daha önceden tanımadığı maktul ...'in pompalı tüfekle şirkete girdiğini, ..., ... ve ...'in ...'ten tüfeği almaya çalıştıklarını, bu arbede devam ederken tüfeğin bir el ateş aldığını, bu esnada katılan ...'ın içeriye doğru ateş ederek girdiğini, korunmak için sütunun arkasına gizlendiğini, bu sırada sanık ...'un asistanı ve küçük çocuğuyla birlikte depo kısmına kaçtığını, yanında silahının olmadığını, kimseye ateş etmediğini, sütunun arkasına gizlendiği için kimin kime ateş ettiğini, maktul ...'i kimin vurduğunu, katılan ...'ı da kimin yaraladığını görmediğini, olay gecesi sanık ...'un villasının önünde buluştuğu, mesajları sanık ...'a ve diğer sanıklara gösterdiği, bu buluşmada sanıklar ..., ... ve ...'ın da bulunduğu, sanık ...'un şirketteki silahın sanık ...'a verilmesi yönünde talimat verdiğine ilişkin hususların doğru olmadığını, her ne kadar KOM Şubedeki ifadesi sırasında müdafisi var görülüyorsa da müdafisinin ifade alındıktan sonra gelip tutanağı imzaladığını, anahtarını şirkette unuttuğu için sanıklar ... ve ... ile birlikte olay gecesi şirkete gittiklerini, olay esnasında saçma taneleri ile hafif şekilde yaralandığını, ancak hastaneye gidip tedavi olmadığını, olaydan sonra sanık ...’la hiç görüşmediğini, katılan ...'ın kendisine ...'dan para alacağını, yardımcı olursa kendisine de para verebileceğini söylediğini, ancak bu paranın bir alacak mı yoksa haraç mı olduğunu bilmediğini,
Sanık ... mahkemede; olay gecesi bir ihale dosyasını götürmek üzere sanıklardan ...'ın villasına gittiğini, sanıklar ...’yı, ...’ı ya da ...'ı olay gecesi görmediğini, sanık ...'un kendisine kesinlikle “Şirkette bir silah var bu silahı ...'a ver.” şeklinde bir talimatı olmadığını, olay esnasında şirkette olduğunu, sanıklar ..., ... ve ...’nın iş başvurusu için şirkete geldiklerini, kendilerine başvuru formu verdiğini, sonra şirketin arka tarafında işleri olduğu için oraya geçtiğini, bir süre sonra silah sesi duyduğunu, korktuğu için dışarı çıkmadığını, sanık ...'un şirketten kucağında küçük kızı ile hızlıca çıktığını gördüğünü, kimin kime ateş ettiğini görmediğini, olaydan sonra sanık ...'un yönlendirmesi ile sanıklar ... ve ... ile görüşmediğini, sanık ...'ın kardeşi ...’ın kendisi aracılığı ile sanık ...'dan para istemediğini, olaydan önce iş yeri güvenlik kameralarının kapatıldığı ya da kimin kapattığı hususunu bilmediğini,
Sanık ... mahkemede; olay gecesi sanık ... ile birlikte sanık ...'ın villasına iki kez gittiğine ilişkin iddianın doğru olmadığını, o akşam sanık ...’ın alkollü bir şekilde yanına geldiğini, bu hâlde eve gidemeyeceğini, evin anahtarını şirkette unuttuğunu söylediğini, bu nedenle ... ile birlikte sanık ...'ın evinin bulunduğu TOKİ'ye birlikte gittiklerini, ...’ın şirketin anahtarını kendilerine vermediğini, “Birlikte gidip ...'ın anahtarını size vereyim.” dediğini, üçü birlikte şirkete gittiklerini, saatin kaç olduğunu hatırlamadığını, şirkete girdiklerini, sanık ...’ın anahtarını bulduğunu ve beş dakika bile içeride kalmadan şirketten geri çıktıklarını, daha sonra sanık ...'ı evine bıraktıklarını, kendilerinin de Gündüzbey'e geçtiklerini, şirkette başka kimseyi görmediklerini, kimseye silah vermediğini, bu işe aracılık etmediğini, o gece sanık ... ile görüşmediğini,
Sanık ... mahkemede; olay günü sanıklar ... ve ...’ın evine geldiklerini, saatin gece yarısı civarında olduğunu, kendisinden şirketin anahtarını istediklerini, sanık ...'ın evinin anahtarının şirkette kaldığını söylediklerini, ...'ın çok sarhoş olduğunu görünce şirketin anahtarını vermek istemediğini, bu ikisiyle birlikte şirkete gittiklerini, sanık ...’ın anahtarı aldığını, yaklaşık beş dakika içinde şirketten ayrıldıklarını, sanıklar ... ve ...’nin kendisini evine bıraktıklarını, diğer olaylarla ilgili bilgi sahibi olmadığını, şirkete vardıklarında şirkette başka kimsenin olmadığını, katılan ...'nin ısrarla kendisini arayıp sanık ... ile görüşmek istediği yönündeki iddiaların doğru olmadığını, mağdur ...'un silahla yaralanması ile ilgili olarak sanık ... ile birlikte katılan ... ve maktul ...'le görüşüp onlara 10.000 TL verdiği iddiasının da doğru olmadığını, kendisinin sanık ...'un şirketinde çalışmadığını, ... isimli şirkette çalıştığını, sanık ...'un hiçbir işini yapmaya yetkili olmadığını, hiçbir işini de takip etmediğini, çalıştığı şirket ile sanık ...’un şirketinin aynı binada olduğunu, biri binanın zemininde iken, diğerinin üst katta ofis şeklinde olduğunu, girişlerinin de farklı olduğunu,
Sanıklar ..., ... ve ... mahkemede benzer şekilde; sabıkalı olduklarını, sigortalı bir işe girmek için olayın meydana geldiği iş yerine iş başvurusu için gittiklerini, sanıklardan ...’ın kendilerini maktul ... ve katılan ...’yi öldürmek için azmettirmediğini,
Sanık ... Mahkemede; ...'un yaralanması için kimseyi azmettirmediğini, bu konuyla ilgili olarak katılan ... ile görüşüp para karşılığı ona bu işi yaptırmadığını, ...'in öldürülmesi ve ...'nin yaralanması olayıyla ilgili olarak ise her iki kişiyi de tanımadığını, bu kişilere borcu bulunmadığını, olay günü iş yerinde silah seslerini ve bağrışmaları duyunca yanında bulunan kızını alarak şirketten ayrıldığını, kimin kime ateş ettiğini görmediğini, diğer sanıkların olay yerinde olup olmadığını bilmediğini, olaydan sonra maktul ...'in baş ucuna gelip ona küfrederek “Bunu mu istiyordun?” şeklinde bir şey demediğini, katılan ...'a küfrederek diğer sanıklara onu öldürmeleri yönünde talimat vermediğini, sanık ...'nın olay gecesi villasına birden fazla gelip orada sanıklar ...ve ... ile görüştüğü, şirketteki silahın sanık ...’a verilmesi şeklinde talimat verdiğine ilişkin iddialarını kabul etmediğini, sanık ...’ın kendisinin çalışanı olmadığını, aralarında herhangi bir husumet bulunmadığını, kendisini neden bu şekilde itham ettiğini bilmediğini, sanık ...’ın yaralı şekilde yatan maktul ...'in başına eğilerek “Ne oldu Bozo nasılmış?” şeklinde söz söylediğine ilişkin beyanlarını da kabul etmediğini, yanında kızı olduğu için yaralı ...'in yanına gitme imkânının bulunmadığını, suçsuz olduğunu,
Savunmuşlardır.
Ceza Genel Kurulu Başkanınca yeniden belirlendiği şekliyle uyuşmazlık konularının ayrı ayrı değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.
1- Sanıklardan ...'nın, Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube Müdürlüğünce alınan ifadesinin 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 148. maddesinin 5. fıkrası hükmüne aykırılık oluşturup oluşturmadığı;
GEREKÇE
A- İlgili Mevzuat ve Öğretide Uyuşmazlık Konusuna İlişkin Görüşler
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "İfade alma ve sorguda yasak usuller" başlıklı 148. maddenin 5. fıkrası;
"Şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında, bu işlem ancak Cumhuriyet savcısı tarafından yapılabilir." hükmünü içermektedir.
Maddenin beşinci fıkrası, kolluk bakımından bir yeniden ifade alma yasağı içermektedir. Aslında soruşturma ve kovuşturma evrelerinde şüpheli veya sanığın her bir yetkili makam tarafından birden fazla kez ifadesinin alınması veya sorgulanması mümkündür. Ancak beşinci fıkra bu imkânı kolluk bakımından kabul etmemiştir. Bu hüküm Cumhuriyet savcısının en başından itibaren soruşturmaya hâkim olmasını zorunlu kılmaktadır. Bu hükmün yeniden yakalama ve gözaltına alma yasağı ile birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Burada yasaklanan, aynı gözaltı süresinde şüphelinin kolluk tarafından birden fazla bilgisine başvurulması değil, gözaltı sona erdikten sonra yeniden yakalanarak ifadesinin alınmasıdır. (Cumhur Şahin, ... Göktürk, Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin Yayınları, 10. bası, Ankara, 2019, sayfa 172.). Şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında, bu işlemin ancak Cumhuriyet savcısı tarafından yapılabilmesi, Türk Hukukuna özgü bir düzenlemedir. (Feridun Yenisey, Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin Yayınları, 5. bası, Ankara, 2017, sayfa 641.). Kolluk, savcı talimatı olsa bile aynı olayla ilgili aynı şüpheliyi ikinci kez dinleyemez. Düzenlemeye aykırı davranmanın yaptırımı kanunda gösterilmemiştir. Kolluk yetkisiz işlem yaptığı için, hukukun genel ilkelerinden hareketle yaptırımın yokluk olduğu söylenebilir. (... Yaşar, Ceza Muhakemesi Kanunu, Seçkin Yayınları, 9. bası, Ankara, 2020, sayfa 1399.).
B. Uyuşmazlığa İlişkin Hukuki Nitelendirme
Sanık ...'nın ...'in öldürülmesi ve katılan ...'nin yaralanması olayına ilişkin olarak Malatya Cumhuriyet Başsavcılığınca 2017/16863 soruşturma numarasıyla yürütülen soruşturma kapsamında 05.09.2017 tarihinde Cinayet Büro Amirliğinde müdafii huzurunda; Malatya Cumhuriyet Başsavcılığınca 2017/18731 ve 2018/17328 numaralarıyla yürütülen soruşturmalar kapsamında ihaleye fesat karıştırma, suç örgütü kurma, suç örgütüne üye olma suçları ile suç örgütü kapsamında işlenen kasten öldürme ve kasten yaralama suçlarını da kapsayan olaylarla ilgili olarak ise 10.11.2017 tarihinde Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde müdafii huzurunda ifadelerinin alındığı; sanığın 10.11.2017 tarihinde Malatya 1. Sulh Ceza Hâkimliğindeki sorgusunda kollukça alınan 10.11.2017 tarihli ifadesinin doğru olduğunu ve aynen tekrar ettiğini belirttiği, ayrıca kollukça alınan bu iki ayrı ifadenin Kanun'un belirttiği şekilde aynı olaya ilişkin olmadıkları, farklı soruşturmalar kapsamında alınan farklı suçlamalara dair ifadeler olduğu anlaşıldığından, sanık ...'nın, Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube Müdürlüğünce alınan 10.11.2017 tarihli ifadesinin CMK'nın 148. maddesinin 5. fıkrası hükmüne aykırılık oluşturmadığı kabul edilmelidir.
Bu uyuşmazlık yönünden çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Başkanı; "Birinci uyuşmazlık bakımından; sanık ...’nın soruşturma aşamasında şüpheli olarak kolluk tarafından ikinci kez ifadesinin alınmasının CMK 148/5 maddesi kapsamında yasak delil niteliğinde olup olmadığı değerlendirme konusudur. Bilindiği üzere CMK 148/5. fıkrasında “şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında bu işlem ancak Cumhuriyet Savcısı tarafından yapılabilir” düzenlenmesine yer verilmiştir. Yerel mahkeme; sanık hakkında suç işlemek amacıyla örgüt kurma, ihaleye fesat karıştırma ve edimin ifasına fesat karıştırma suçlarından soruşturma yürütüldüğü, bu soruşturmalar nedeniyle müdafii eşliğinde ifadesi alınırken dava konusu olay hakkında ki ayrıntılı beyanın diğer delillerle de doğrulanmış olması nedeniyle CMK’nın 148/5 maddesine aykırılık oluşturmadığı yönünde değerlendirme yapmıştır.
Özel Daire de ikinci kez alınan ifadeyi hukuka uygun kabul ederek hükme esas almıştır.
İstikrar kazanmış yargı kararlarında vurgulandığı ve öğretide de ifade edildiği üzere, ceza muhakemesinin amacı usul kurallarının öngördüğü ilkeler çerçevesinde maddi gerçeğe erişmektir. Maddi gerçeğe ulaşılmasında kullanılan araç delillerdir. Anayasanın 38/6. maddesine göre “Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez” Anayasal hükme paralel şekilde; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Delilleri takdir yetkisi" başlıklı 217. maddesinin ikinci fıkrasındaki; "Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir" şeklindeki hükümle, ceza muhakemesinde kullanılacak delillerin hukuka uygun bir şekilde elde edilmesi gerektiği açıkça belirtilmiş ve "delillerin serbestliği" ilkesine de vurgu yapılmıştır. Buna göre bütün deliller hukuka uygun olarak elde edilmeli ve değerlendirilmelidir.
Maddi vakıanın ispatında vicdani kanaat Anayasa ve Yasalara uygun olarak elde edilen delillerin değerlendirilmesi sonucunda tecelli edecektir.
Ceza muhakemesinde bir hususun hangi delille ispat olunacağı konusunda sınırlama bulunmayıp, yargılamayı yapan hâkim, hukuka uygun şekilde elde edilen delilleri kullanmak suretiyle, sanığın aleyhine olduğu kadar lehine delilleri de araştırıp değerlendirerek, her türlü şüpheden arınmış bir neticeye ulaşmalıdır. Dolayısıyla yargılamaya konu olayın açıklığa kavuşturulması ve maddi gerçeğin bulunabilmesi için ispat amacıyla kullanılan her araç delil olarak kabul edilmiştir. Ancak maddi gerçek, her ne pahasına olursa olsun değil, hukuk kuralları içerisinde, şüpheli ve sanığın hakları korunarak araştırılmalıdır.
Kolluktaki ifade alma yöntemi konunun aydınlatılması bakımından önem arz etmektedir.
Şüphelinin kolluk görevlileri veya Cumhuriyet Savcısı tarafından soruşturma konusu suçla ilgili olarak dinlenmesi, "ifade alma" olarak tanımlanmıştır. (CMK 2-1g md).
CMK 161'inci maddesine göre, ifade alma işlemi bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından yapılabileceği gibi; Cumhuriyet savcısının talimatıyla kolluk görevlileri tarafından da yapılabilir. Cumhuriyet savcısının talimatı olmaksızın kolluk görevlileri tarafından yapılan ve uygulamada "bilgi alma" şeklinde tutanağa bağlanan işlem 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu'nun 15'inci maddesi gereğince "Polis; yaptığı tahkikat esnasında ifadelerine müracaat lazım gelen kimseleri çağırır ve kendilerine lüzumlu olan şeyleri sorar" hükmüne dayanmaktadır.
İfade alma sırasında CMK'nun 148.maddesinde öngörülen sınırlayıcı kurallara uyulması yasanın emredici hükmüdür. Bu yasaklar; şüpheliye kötü davranma, işkence, ilaç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma ve kanuna aykırı yarar vaat etme olarak sayılmıştır. Ayrıca 1412 sayılı CMUK’da yer almayan “aynı suçlamaya ilişkin kolluğun ikinci kez ifade alması” hâli, bu yasaklar kapsamında gösterilmiştir.
Şüpheli veya sanık olay hakkında doğrudan doğruya bilgi sahibi olan tek kişidir. Bir çok suçta mağdurun olaya ilişkin doğrudan doğruya bilgisi bulunamaz. Bu nedenle şüpheli veya sanık beyanı, olayın aydınlatılması bakımından son derece önemlidir. İfade alma genel bir tanımla, ifade alanın şüphelinin karşısına resmi bir sıfatla çıkmasını ve ondan bilgiyi istemesini ifade eder. Ceza muhakemesinde yapılan en önemli işlemlerden olan ifade almanın amacı muhakemenin amacıyla aynı doğrultudadır. Yani ifadeyi almada da, maddi gerçeği bulmak için, resmi makamlarca soru sorulması, bilgi toplanması, şüpheli açısından ise savunma söz konusudur.
Uyuşmazlık konusuyla ilgisi bakımından hangi hallerin ifade kapsamında olduğu ayrıca değerlendirildiğinde; Öğretideki görüşlere göre:
Kolluk, suçu öğrenir öğrenmez araştırmalara başlar. Suç şüphesinin belirli bir kişiyi göstermediği aşamada etraftakilere rastgele soru sorabilir. Henüz suç şüphesi altında olmayan kişilerin verdikleri bilgiler ifade alma ya da sorgu olarak değerlendirilemez (Centel/Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 11. Bası, İstanbul 2014, Sayfa:215; Ünver Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, C. I-II, Ankara 2013, C:2, Sayfa :107, 111; Gedik Topaloğlu, Ceza Muhakemesinde İspat ve Şüphenin Sanık Lehine Yorumlanması, Ankara 2014, Sayfa:49.).
Ancak, kolluğun belirli kimseler üzerinde şüphenin somutlaşmasını takiben bu kimselere soru sorması artık ifade almadır ve ifade alma usulüne tabi olmalıdır (Ünver/Hakeri C:2, Sayfa:107.).
Şüpheliye, kendisine yüklenen isnat bildirilmeksizin ve hakları hatırlatılmaksızın yapılan "öngörüşme", "dostane sohbet" ya da "ifade öncesi mülakat" gibi yöntemlerle alınan beyanlarda "ifade alma" ve dolayısıyla da delil olarak kabul edilemez (Fatih Birtek, Ceza Muhakemesinde Delil ve İspat, 2. Baskı, Sayfa:82.).
Şüphelinin kendiliğinden yaptığı açıklamalar ve kolluğun soruşturmaya ilişkin bilgi toplama faaliyeti kapsamında kolluğa verilen cevaplar delil olarak kabul edilebilecektir (Centel, Zafer, Sayfa:216; Gedik Topaloğlu, Sayfa:49.).
Kendisine suç isnadı yapılmamış bir kimsenin tanık olarak dinlenmesine ve bu beyanı duruşmada okunarak delil olarak kabul edilmesinde hukuki engel bulunmamaktadır (Feyzioğlu, Tanıklık Sayfa:49-50.).
O hâlde ani olarak yapılan açıklamalar ve bilgi toplama esnasında elde edilen bilgiler, henüz kimin şüpheli olduğu bilinmediğinden, ifade ... bunlar için ifade almaya özgü kurallara uyulması gerekmez. Bu arada, ileride şüpheli/sanık olabilecek kişilere de bu yolla soru sorulmuş veya o kendiliğinden açıklama yapmış olabilir. Ani açıklamalar ve bilgi toplama kapsamında kolluğun sorduğu sorulara verilen cevaplar, ifade alma usulüne uyulmamış olmasına rağmen kovuşturma evresinde değerlendirmeye alınır (Centel, Zafer, Sayfa:242-245.).
Şüpheli veya sanığın kendisine isnat olunan maddi vakıayı-olguyu ve bu vakıadan doğan ceza sorumluluğunu üstlenmesi "ikrar" olarak tanımlanmaktadır. İkrar bir emare olmayıp doğrudan doğruya delildir (Gedik, Topaloğlu Sayfa:41; Ünver Hakeri, C:2, Sayfa:116.).
Vakıanın bütününü kapsayan ikrarın tam ikrar olarak adlandırıldığı, hukukumuzda ikrarın bölünmezliği prensibi bulunmadığı için, kısmi ikrarda hakim tarafından delil olarak takdir edilebilir (Erem, Faruk, Ceza Usulü Hukuku, Genişletilmiş Beşinci Bası, Ankara 1978, Sayfa: 404; Selçuk, Kanıtların Toplanmasında Yasallık, Sayfa:57.).
İkrarın delil olarak kabul edilebilmesi için, akli melekeleri yerinde olan şüpheli veya sanık tarafından, Cumhuriyet savcısı veya hakim huzurunda, tesadüfen değil doğrudan doğruya hususen ve maddi veya manevi cebir altında olmadan, kendiliğinden, ispatı zorunlu hususlarda ilgili olacak ve karışıklığa mahal vermeyecek bir şekilde yapılmış olması ve daha sonradan geri alınmamış bulunması gerekmektedir (Erem, Ceza Usul Hukuku, Sayfa:402; Centel, Zafer Sayfa:222; Bıçak, Suç Muhakemesi Hukuku, Sayfa:437.).
Yargıtayın istikrarlı uygulamasına göre de; "vicdani delil sisteminin geçerli olduğu Ceza Muhakemesi Hukukumuzda, özgür iradeye dayalı olan ikrarın da, dosyada varlığını koruyan diğer tüm deliller gibi hakim tarafından serbestçe taktir edilip değerlendirilmesi gerekecektir. bir kimsenin, hangi saikle olursa olsun suçlu olmadığı halde kendisine suçlu sayılması veya bir başkasının suçunu kabullenmesi mümkündür. Bu durumda ikrarın hangi aşamada gerçekleştiği, özgür iradeye dayalı olup olmadığı, ikrarda bulunanın beyanının ciddiyetini ve doğacak sonuçları bilip bilmediği, ikrarın başka delillerle desteklenip desteklenmediği, hayatın olağan akışına uygun olup olmadığı, şüpheden arınmışlığını ve güvenirliğini zayıflatacak biçimde ikrardan dönülüp dönülmediği gibi hususlar göz önünde bulundurulmak suretiyle,somut olaydaki ikrarın değeri ortaya konulmalı ve ispat sorunu bu şekilde çözümlenmelidir." (Yargıtay CGK 29.11.2005 tarih, Esas 2005/7-144, Karar 2005/150; 26.03.2013 tarih, Esas 2012/10-1319, Karar 2013/98.).
Bu açıklamalar ve doktrindeki görüşler doğrultusunda somut olay değerlendirildiğinde;
Somut bir suç şüphesi altındaki kişiye kolluk görevlileri ya da Cumhuriyet savcısı tarafından eylem ile ilgili soru yönetildiği andan itibaren ifade alma işlemi başlamış olacağından yasal haklarının hatırlatılması ve CMK 148. maddeki yasaklara riayet edilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda bir başka suçlama nedeniyle kolluk tarafından ifadesine başvurulduğu sırada önceki suçlama ile ilgili kollukta tekrar dinlenmesinin hukuka uygunluğu değerlendirildiğinde;
Şüpheli ya da sanığın kolluğa müracaat ederek kendiliğinden beyanda bulunması hâlinin ifade kapsamında kabul edilmediğinden yasak sorgu kuralının geçerliliği söz konusu olmayacak ise de; bir başka suçlama ile ifade vermesi için çağrılması nedeniyle gönüllü başvurunun gerçekleştiğinden söz edilemeyecektir. Sanığın ikinci ifadesinin özgür iradesine dayalı olmadığına ilişkin savunmasının aksi ispat edilmiş değildir. Diğer taraftan ikinci ifadeye konu suçlama kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla sonuçlandığından, soruşturmaya başlama işlemindeki gereklilikte şüpheyle karşılanmalıdır. CMK 148/5 maddede öngörülen yasaklar yoruma yer vermeyecek kadar açıklıktadır. Kanuna aykırı yöntemle tespit edilen ve aşamalarda sanık tarafından reddedilen ifadeye hukuki değer izafe etmeye yasal olanak bulunmadığından, maddi olayın tesbitinde ikrara yönelik bu delilin değerlendirme dışı bırakılmasında zorunluluk bulunmaktadır." düşüncesiyle,
Bu uyuşmazlık yönünden çoğunluk görüşüne katılmayan dört Ceza Genel Kurulu Üyesi; sanıklardan ...'nın hükme de dayanak yapılan 10.11.2017 tarihinde Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünce alınan ifadesinin 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'un 148. maddenin 5. fıkrasına aykırılık oluşturduğu düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
2- Sanıklar hakkında verilen mahkûmiyet hükümlerinin Anayasa'nın 141 ve CMK'nın 34, 230 ve 232. maddelerinde öngörülen şekilde yasal ve yeterli gerekçe içerip içermediği;
İncelenen dosya kapsamından;
Yerel Mahkemece sanıklar hakkında yürütülen yargılama sonucunda, 04.10.2019 tarihli ve 275-377 sayılı hükümler kurulmuş, hükümlerde iddia ve savunmada ileri sürülen görüşlere, hükme esas alınan delillere, ulaşılan kanaata, sanıkların suç oluşturduğu sabit görülen fiilleri ve bunların nitelendirilmesine yer verildiği, istemleri de dikkate alarak Türk Ceza Kanunu'nun 61 ve 62. maddelerinde belirlenen sıra ve esaslara göre cezalarının belirlendiği anlaşılmıştır.
GEREKÇE
A- İlgili Mevzuat ve Öğretide Uyuşmazlık Konusuna İlişkin Görüşler
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın "Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması" başlıklı 141. maddesinin üçüncü fıkrası; "Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır." şeklinde düzenlenmiştir.
CMK'nın "Kararların gerekçeli olması" başlıklı 34. maddesinin birinci fıkrasında; "Hâkim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dahil, gerekçeli olarak yazılır. Gerekçenin yazımında 230. madde göz önünde bulundurulur. Kararların örneklerinde karşı oylar da gösterilir.”,
"Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar" başlıklı 230. maddesinde de;
"(1) Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde aşağıdaki hususlar gösterilir:
a) İddia ve savunmada ileri sürülen görüşler.
b) Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi.
c) Ulaşılan kanaat, sanığın suç oluşturduğu sabit görülen fiili ve bunun nitelendirilmesi; bu hususta ileri sürülen istemleri de dikkate alarak, Türk Ceza Kanunu'nun 61 ve 62. maddelerinde belirlenen sıra ve esaslara göre cezanın belirlenmesi; yine aynı Kanun'un 53 ve devamı maddelerine göre, cezaya mahkûmiyet yerine veya cezanın yanı sıra uygulanacak güvenlik tedbirinin belirlenmesi.
d) Cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adlî para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin istemlerin kabul veya reddine ait dayanaklar.
(2) Beraat hükmünün gerekçesinde, 223. maddenin ikinci fıkrasında belirtilen hâllerden hangisine dayanıldığının gösterilmesi gerekir.
(3) Ceza verilmesine yer olmadığına dair kararın gerekçesinde, 223. maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarında belirtilen hâllerden hangisine dayanıldığının gösterilmesi gerekir.
(4) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen hükümlerin dışında başka bir karar veya hükmün verilmesi hâlinde bunun nedenleri gerekçede gösterilir.",
"Hükmün gerekçesi ve hüküm fıkrasının içereceği hususlar" başlıklı 232. maddesinde ise;
"(1) Hükmün başına, 'Türk Milleti adına' verildiği yazılır.
(2) Hükmün başında;
a) Hükmü veren mahkemenin adı,
b) Hükmü veren mahkeme başkanının ve üyelerinin veya hâkimin, Cumhuriyet savcısının ve zabıt kâtibinin, katılanın, mağdurun, vekilinin, kanunî temsilcisinin ve müdafiin adı ve soyadı ile sanığın açık kimliği,
c) Beraat kararı dışında, suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi,
d) Sanığın gözaltında veya tutuklu kaldığı tarih ve süre ile halen tutuklu olup olmadığı,
Yazılır.
(3) Hükmün gerekçesi, tümüyle tutanağa geçirilmemişse açıklanmasından itibaren en geç onbeş gün içinde dava dosyasına konulur.
(4) Karar ve hükümler bunlara katılan hâkimler tarafından imzalanır.
(5) Hâkimlerden biri hükmü imza edemeyecek hâle gelirse, bunun nedeni mahkeme başkanı veya hükümde bulunan hâkimlerin en kıdemlisi tarafından hükmün altına yazılır.
(6) Hüküm fıkrasında, 223. maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir.
(7) Hükümlerin nüshaları ve özetleri mahkeme başkanı veya hâkim ile zabıt kâtibi tarafından imzalanır ve mühürlenir.”,
Hükümlerine yer verilmiştir.
Buna göre, Anayasa'nın 141 ve CMK'nın 34, 230 ve 232. maddeleri uyarınca mahkeme kararlarının karşı oy da dâhil olmak üzere gerekçeli olarak yazılması zorunlu olup hüküm; başlık, sorun, gerekçe ve sonuç (hüküm) bölümlerinden oluşmalıdır. Başlık bölümünde; hükmü veren mahkemenin adı, mahkeme başkanının ve üyelerinin veya hâkimin, Cumhuriyet savcısının, zabıt kâtibinin, katılanın, mağdurun, varsa vekilinin ve kanuni temsilcisinin adı ve soyadı, sanığın açık kimliği ile varsa müdafisinin adı ve soyadı, beraat kararı dışında suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi, sanığın gözaltında veya tutuklu kaldığı tarih ve süre ile hâlen tutuklu olup olmadığı belirtilmeli, Sorun bölümünde; iddia ve savunmada ileri sürülen görüşler ortaya konulmalı, "Gerekçe" kısmında; mevcut deliller tartışılıp değerlendirildikten sonra, hükme esas alınan ve reddedilen deliller belirlenmeli, delillerle sonuç arasındaki bağ üzerinde durularak, niçin bu sonuca ulaşıldığı anlatılmak suretiyle hukuki nitelendirmeye yer verilmeli ve sonuç bölümünde açıklanan uygulamaların dayanaklarına değinilmeli, Sonuç (hüküm) kısmında ise CMK’nın 230 ve 232. maddeleri uyarınca aynı Kanun'un 223. maddesine göre verilen kararın ne olduğu, TCK’nın 61. ve 62. maddelerinde belirlenen sıra ve esaslara göre uygulanan kanun maddeleri ve hükmolunan ceza miktarı, yine aynı Kanun'un 53. ve devamı maddelerine göre, mahkûmiyet yerine veya cezanın yanı sıra uygulanacak güvenlik tedbiri, cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adli para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin taleplerin kabul veya reddine ait dayanaklar, kanun yollarına başvurma ve tazminat talep etme imkânının bulunup bulunmadığı, kanun yoluna başvurma mümkün ise kanun yolunun ne olduğu, şekli, süresi ve mercisi tereddüde yer vermeyecek biçimde açıkça gösterilmelidir.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturulabilmesi açısından mahkeme kararlarının Gerekçe bölümü üzerinde ayrıca durulması gerekmektedir.
CMK'nın 230. maddesi uyarınca, hükmün gerekçe bölümünde, suç oluşturduğu kabul edilen fiilin gösterilmesi, nitelendirilmesi ve sonuç (hüküm) bölümünde yer alan uygulamaların dayanaklarının gösterilmesi zorunludur. Gerekçe, hükmün dayanaklarının, akla, hukuka ve dosya muhtevasına uygun açıklamasıdır. Bu nedenle, gerekçe bölümünde hükme esas alınan veya reddedilen bilgi ve belgelerin belirtilmesi ve bunun dayanaklarının gösterilmesi, bu dayanakların da geçerli, yeterli ve kanuni olması gerekmektedir. Kanuni, yeterli ve geçerli bir gerekçeye dayanılmadan karar verilmesi, kanun koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi, uygulamada da keyfiliğe yol açacaktır. Bu itibarla keyfiliği önlemek, tarafları tatmin etmek, sağlıklı bir denetime imkân sağlamak bakımından, hükmün gerekçeli olmasında zorunluluk bulunmaktadır.
Ayrıca, hükmün gerekçeyi ihtiva etmemesi, CMK'nın 289/1-9 ve 1412 sayılı CMUK'nın 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 308/7. maddeleri uyarınca hukuka kesin aykırılık hâllerinden birini oluşturacaktır.
Diğer taraftan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); bir yargılamada hak ve özgürlüklerin gerçek anlamda korunabilmesi için davaya bakan mahkemelerin, tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi olduğunu belirtmektedir (Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21.3.2000, § 33). AİHM; mahkemelerin davaya yaklaşma yönteminin, başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve temel şikâyetlerini incelemekten kaçınmaya neden olduğunu tespit ettiği durumları, davanın hakkaniyete uygun bir biçimde incelenme hakkı yönünden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 6. maddesinin ihlali olarak nitelendirmektedir (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11.4.2007, § 84, 85).
AİHM ayrıca, derece mahkemelerinin, kararların yapısı ve içeriği ile ilgili olarak özellikle delillerin kabulü ve değerlendirilmesinde geniş bir takdir yetkisine sahip olduğunu pek çok kararında yinelemiştir (Van Mechelen ve diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/93, 21364/93, 21427/93 ve 22056/93, 23.4.1997, § 50; Barbera Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6.12.1988, § 68). Bu bağlamda, temel hak ve özgürlüklerin ihlali sonucunu doğuracak derecede ve keyfî olmadıkça belirli bir kanıt türünün (tanık beyanı, bilirkişi raporu veya uzman mütalaası) kabul edilebilir olup olmadığına, değerlendirme şekline veya aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermenin ilk derece mahkemelerinin görevi olduğunu vurgulamaktadır (Garcia Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21.1.1996, § 28; S.N./İsveç, B. No: 34209/96, 2.7.2002, § 44).
Bunun yanı sıra AİHM; derece mahkemelerinin kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda olmamakla birlikte somut davanın özelliğine göre esas sorunları incelemiş olduğunun, açık ya da zımni anlaşılabilir bir şekilde gerekçeli kararında yer almasına önem vermektedir (Boldea/Romanya, B. No: 19997/02, 15.2.2007, § 30; Hiro Balani/İspanya, B. No: 18064/91, 9.12.1994, § 27). Zira mahkemelerin, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olan “Kararlarını hukuken geçerli hangi temele dayandırdıklarını yeterince açıklama” yükümlülüğü altında bulunduklarını belirtmektedir (Hadjianastassiou/Yunanistan, B. No: 12945/87, 16.12.1992, § 33).
Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamakta; tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gerekli olmaktadır (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18.6.2014, §§ 31, 34).
Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde, davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35).
Aksi bir tutumla mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında İlgili ve yeterli bir yanıt vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).
Nitekim Anayasa Mahkemesinin 25.05.2017 tarihli ve 11798 sayılı kararında da aynı hususlar vurgulanmıştır.
B. Uyuşmazlığa İlişkin Hukuki Nitelendirme
Yerel Mahkemece sanıklar hakkında yapılan yargılama sonucunda kurulan 04.10.2019 tarihli ve 275-377 sayılı hükümlerde, iddia ve savunmada ileri sürülen görüşlere, hükme esas alınan delillere, ulaşılan kanaata, sanıkların suç oluşturduğu sabit görülen fiilleri ve bunların nitelendirilmesine yer verildiği, istemleri de dikkate alarak, Türk Ceza Kanunu'nun 61 ve 62. maddelerinde belirlenen sıra ve esaslara göre cezalarının belirlendiği anlaşıldığında, hükümlerin kanun koyucunun aradığı anlamda yasal ve yeterli gerekçe içerdiği kabul edilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi; sanıklar hakkında yasal ve yeterli olmayan gerekçe ile mahkûmiyet hükümleri kurulduğu düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
3- Sanık ...'ın diğer sanıkları suç işletmeye azmettirip azmettirmediği; azmettirdiğinin kabulü hâlinde diğer sanıkları kasten öldürme suçuna mı yoksa kasten yaralama suçuna mı azmettirdiği;
GEREKÇE
A- İlgili Mevzuat ve Öğretide Uyuşmazlık Konusuna İlişkin Görüşler
5237 sayılı TCK'da, 765 sayılı Kanun'daki asli iştirak-feri iştirak ayrımı terk edilerek suça iştirakte, faillik ve şeriklik ayırımı öngörülmüş ve azmettirme, yardım etme ile birlikte şeriklik kavramı içinde değerlendirilmiştir.
“Azmettirme”, TCK'nın 38. maddesinde;
"(1) Başkasını suç işlemeye azmettiren kişi, işlenen suçun cezası ile cezalandırılır.
(2) Üstsoy ve altsoy ilişkisinden doğan nüfuz kullanılmak suretiyle suça azmettirme hâlinde, azmettirenin cezası üçte birden yarısına kadar artırılır. Çocukların suça azmettirilmesi hâlinde, bu fıkra hükmüne göre cezanın artırılabilmesi için üstsoy ve altsoy ilişkisinin varlığı aranmaz.
(3) Azmettirenin belli olmaması hâlinde, kim olduğunun ortaya çıkmasını sağlayan fail veya diğer suç ortağı hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine onbeş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezasına hükmolunabilir. Diğer hâllerde verilecek cezada, üçte bir oranında indirim yapılabilir." şeklinde düzenlenmiştir.
Azmettirme, belli bir suç işleme hususunda henüz bir düşüncesi olmayan kişide, bir başkası tarafından suç işleme kararının oluşmasının sağlanmasıdır. Eğer kişi daha önceden suçu işlemeye karar vermiş ise bu takdirde azmettirme değil, artık aynı Kanun'un 39/2. maddesi kapsamında manevi yardım söz konusu olacaktır. Azmettiren konumundaki kişinin kasten hareket etmesi gerekir. Bu kastın, failde belli bir suçu işleme konusunda karar oluşturmayı, suçun bu kişi tarafından işlenmesi hususunu ve azmettirilen suçun kanuni tanımındaki unsurlarını kapsaması gerekli olmasına karşın, eylemin yer ve zamanı ile işleniş tarzına ilişkin ayrıntıların belirlenmesine gerek yoktur.
Öte yandan uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi bakımından, doğrudan kast ve olası kasta değinilerek birbirlerinden ayırt edici ölçütlerin ortaya konulması gerekmektedir.
5237 sayılı TCK'nın "Kast" başlıklı 21. maddesi;
"(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.
(2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir" şeklinde düzenlenerek, maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde doğrudan kast, ikinci fıkrasının birinci cümlesinde de olası kast tanımlanmıştır.
Olası kastın tanımlandığı TCK’nın 21. maddesinin 2. fıkrasının gerekçesinde; “...Olası kast durumunda suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşebileceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir. Diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir. Mevzuatımıza giren yeni bir kavram olan olası kastla ilgili uygulamadan bazı örnekler vermek yararlı olacaktır.
Yolda seyreden bir otobüs sürücüsü, trafik lambasının kendisine kırmızı yanmasına rağmen, kavşakta durmadan geçmek ister; ancak kendilerine yeşil ışık yanan kavşaktan geçmekte olan yayalara çarpar ve bunlardan bir veya birkaçının ölümüne veya yaralanmasına neden olur. Trafik lambası kendisine kırmızı yanan sürücü, yaya geçidinden her an birilerinin geçtiğini görmüş; fakat, buna rağmen kavşakta durmamış ve yoluna devam etmiştir. Bu durumda otobüs sürücüsü, meydana gelen ölüm veya yaralama neticelerinin gerçekleşebileceğini öngörerek, bunları kabullenmiştir.
Düğün evinde törene katılanların tabancaları ile odanın tavanına doğru ardı ardına ateş ettikleri sırada, bir kişinin aldığı alkolün de etkisi ile elinin seyrini kaybetmesi sonucu, yere paralel olarak yaptığı atışlardan bir tanesinden çıkan kurşun, törene katılanlardan birinin alnına isabet ederek ölümüne neden olur. Bu örnek olayda kişi yaptığı atışlardan çıkan kurşunların orada bulunan herhangi birine isabet edebileceğini öngörmüş; fakat, buna rağmen silâhıyla atışa devam etmiştir. Burada da fail silâhıyla ateş ederken ortaya çıkacak yaralama veya ölüm neticelerini kabullenmiştir.
Verilen bu örneklerde kişinin olası kastla hareket ettiğinin kabulü gerekir.” şeklinde açıklamalara yer verilmiş ve olası kasta ilişkin örnek olaylar gösterilmiştir.
Buna göre, doğrudan kast; öngörülen ve suç teşkil eden fiili gerçekleştirmeye yönelik irade olup kanunda suç olarak tanımlanmış eylemin bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi ile oluşur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini bilmesi ve istemesi hâlinde doğrudan kastla hareket etmiş olacak, buna karşın işlemiş olduğu fiilin muhtemel bazı neticeleri meydana getirebileceğini öngörmesine ve bu neticelerin gerçekleşmesini mümkün ve muhtemel olarak tasavvur etmesine rağmen muhtemel neticeyi kabullenerek fiili işlemesi hâlinde olası kast söz konusu olacaktır.
Olası kast ile doğrudan kast arasındaki farkı ortaya koyan en belirgin unsur, doğrudan kasttaki bilme unsurudur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini biliyorsa doğrudan kasıtla hareket ettiğinin kabulü gerekmektedir. Yine failin hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerle birlikte, hareketin zorunlu veya kaçınılmaz olarak ortaya çıkan sonuçları da, açıkça istenmese dahi doğrudan kastın kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Belli bir sonucun gerçekleşmesine yönelik hareketin, günlük hayat tecrübelerine göre diğer bir kısım neticeleride doğurması muhakkak ise, failin bu sonuçlar açısından da doğrudan kastla hareket ettiği kabul edilmelidir.
Olası kastı doğrudan kasttan ayıran diğer ölçüt; suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşmesinin muhakkak olmayıp muhtemel olmasıdır. Fail, böyle bir durumda muhakkak değil ama, büyük bir ihtimalle gerçekleşecek olan neticenin meydana gelmesini kabullenmekte ve "olursa olsun" düşüncesi ile göze almakta; neticenin gerçekleşmemesi için herhangi bir çaba göstermemektedir. Olası kastta fiilin kanunda tanımlanan bir sonucun gerçekleşmesine neden olacağı muhtemel görülmesine karşın, bu neticenin meydana gelmesi fail tarafından kabul edilmektedir.
B- Uyuşmazlık Konusuna İlişkin Hukuki Nitelendirme
Sanık ...’ın kurduğu çeşitli şirketlerle kamu kurumlarının yemek hizmeti alım ihalelerine girdiği, olay tarihinden kısa süre önce karargâhı Malatya’da bulunan İkinci Ordu Komutanlığı yemek hizmeti alım ihalesini Şanlıurfa merkezli başka bir firmanın kazandığı, ihaleyi kaybeden sanık ...’un, Malatya’da emlâkçılık yapıp ihaleyi kazanan şirkete ihale sürecinde yardımcı olan ...’un cezalandırılması amacıyla daha önce de çeşitli suçlardan birlikte yargılandığı katılan ...’ye ...’un silahla yaralanması işini verdiği, katılan ...'ın da bu işi arkadaşı maktul ... ve akrabası ...’la iştirak hâlinde yapmayı kararlaştırdığı, iş karşılığında sanık ...'un sanık ... aracılığıyla maktul ... ve katılan ...’a 10.000 TL’yi avans olarak verdiği, olaydan üç gün önce 23.07.2017 tarihinde bahse konu suçun işlendiği, mağdur ...’un sokak ortasında ayağından ateşli silahla vurularak yaralandığı, 50.000 TL karşılığında işi yaptıklarını iddia eden katılan ... ve maktul ...’in kalan alacaklarını sanık ...’dan alamadıkları, bu yüzden aralarında uyuşmazlık çıktığı, sanık ... ile doğrudan irtibatları bulunmayan katılan ... ve maktul ...’in paralarını alabilmek için aracı konumundaki sanık ... ile temasa geçmeye çalıştıkları, sık sık telefonla sanık ...’ı aradıkları, sanık ...'ın telefonunu açmadığı, gelen mesajlara yanıt da vermediği, olaydan bir gün önce maktul ... ve katılan ...'ın bu kez tanık ...’in telefonuyla sanık ...’a ulaşmaya çalıştıkları, sanık ...’ın, arayanın katılan ... ve maktul ... olduğunu anlaması üzerine tanık ...’in telefonundan gelen çağrılara da cevap vermediği, bunu üzerine maktul ... ile katılan ...'ın 25.07.2017 tarihi saat 22.23’ten 26.07.2017 tarihi saat 00.28’e kadar sanık ...’nın telefonuna çok sayıda mesaj gönderdikleri, bu mesajlarda sanıklar ... ve ...'u hedef alan hakaret ve tehdit içerikli ifadelerin bulunduğu, sanıklardan ...'ın bu mesajları sanık ...’a olaydan önceki gece gösterdiği, sanık ...'un talimatıyla sanık ...’nın tanıdıkları olan sabıkalı diğer sanıklar ..., ... ve ...’in temin edildikleri ve sanık ...’un talimatıyla sanıklar ..., ... ve ... vasıtasıyla şirkette bulunan silah veya silahların ..., ... ve ...’ya verildiği, maktul ... ve katılan ...’ın olay sabahı şirkete gelmeleri ihtimaline binaen sanıkların sabah erken saatlerden itibaren şirkette toplanıp önlem aldıkları, şirketin 24 saat kayıt yapan güvenlik kameralarının kapatıldığı, içindeki verilerin iki kez silindiği, katılan ...’ın bu arada sanıklardan ...’a mesaj göndermeye devam ettiği, saat 11.00 sıralarında önce maktul ...’in, ardından katılan ...’nin sanık ...'un şirketinin bulunduğu binaya iki ayrı araçla gelip kısa aralıkla iş yerine girdikleri, sanık ...’nın maktul ve katılanı karşıladığı, tokalaştıkları, sanık ...'un ise iş yerinin arkasında depo olarak kullanılan bölüme saklandığı, önceden silahlanan sanıklardan ..., ..., ... ve ... ile yine silahlı olarak iş yerine gelen maktul ... ile katılan ... arasında silahlı çatışma çıktığı, ...’nın kollukta müdafisi eşliğinde verip Sulh Ceza Hâkimliğinde de kabul ve tekrar ettiği ifadesine göre ilk atışı şirkette demir bir dolap içerisinde dipçiği bulunan av tüfeği ile sanık ...’ın yaptığı, meydana gelen çatışmada ...’in vücuduna isabet eden av tüfeği saçmaları nedeniyle hayatını kaybettiği, katılan ...’nin ise başına ve ayaklarına isabet eden mermi çekirdekleri ile ağır şekilde yaralandığı, sanık ...’ın da bacağından mermi çekirdeği ile yaralandığı, çatışmanın bitmesi ardından depodan çıkan ...’ın henüz yaralı olan ...’in baş ucuna giderek “Ne oldu Bozo, nasılmış?” dedikten sonra depo kapısından kaçarak uzun süre yakalanamadığı, diğer sanıklar ..., ... ve ...’in de olay yerinden kaçtıkları ve günler sonra yakalanabildikleri anlaşılan olayda;
Katılan ...’in, öldürülen oğlu ...’in kendisine “Baba ... beni öldürtmek için 25.000 TL vererek Battalgazili bir grup tutmuş” şeklindeki beyanı; katılan ...’nin, Mahkemedeki ifadesinde; içeri girdiğinde maktul ...’i kan içinde yatarken gördüğü, maktulün yanında sanıklardan ..., ..., ..., ..., ...'ın bulunduğu, sanık ...'ın yerde yatan maktul ...'e sinkaflı küfrederek “Bunu mu istiyordun?” dediğini duyduğu ve içeri girdiğini fark eden ... yine sinkaflı küfrederek “Bunu da öldürün.” dediği yönündeki anlatımı; sanıklardan ...’nın çatışmadan sonra yerde yaralı yatan henüz ölmemiş olan ...’in baş ucuna gelen sanık ...’ın “Ne oldu Bozo, nasılmış?” şeklindeki beyanı; inceleme dışı sanık ...’ın olaydan sonra sanık ...’ın ... aracılığıyla ...’a yüklü miktarda para verdiğine ilişkin anlatımı; olaydan sonra kaçarak uzun süre yakalanamayan sanık ...’ın, olaydan önceki gece geç saatlere kadar iletişim hâlinde olması ile sanığın gece saatlerinde ... ile yüz yüze görüştüğünün sabit oluşu; olay sabahı iş yerindeki kayıtların iki kez silinmiş olması; suçta kullanılan Torun marka tüfeğe ait dipçiğin olaydan sonra sanık ...’ın iş yerindeki demir dolap içerisinde gizlenmiş şekilde bulunması hususları hep birlikte değerlendirildiğinde; sanık ...’ın, kesinleşen mahkeme kararı ile sabit olduğu üzere, katılan ... ve maktul ...’e mağdur ...’u silahla yaralama suçuna azmettirdikten sonra ... ve ...’e vadettiği parayı tam olarak vermemesinden kaynaklanan husumet nedeniyle diğer sanıkları maktul ...’e yönelik kasten öldürme ve katılan ...’ye yönelik teşebbüs aşamasında kalan kasten öldürme suçlarına azmettirdiğinin sübut bulduğu, sanığın suçtan kurtulmaya yönelik savunması ile yakın akrabası veya çalışanları olan tanıkların dosya kapsamındaki bilirkişi raporları ile çelişen beyanlarına itibar edilemeyeceği kabul edilmelidir.
Sanık ...'ın diğer sanıkları suç işlemeye azmettirdiği yönündeki çoğunluk görüşüne katılmayan bir Ceza Genel Kurulu Üyesi; sanık ...'ın diğer sanıkları suç işlemeye azmettirmediği düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
Sanık ...'ın diğer sanıkları kasten öldürme suçuna azmettirdiği yönündeki çoğunluk görüşüne katılmayan dört Ceza Genel Kurulu Üyesi; sanığın azmettirdiği suçun kasten yaralama suçu olduğu düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
4- Sanıklar ..., ..., ..., ..., ..., ..., ... ve ... hakkında maktul ... ve katılan ...’ye yönelik suçlarında haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının oluşup oluşmadığı;
GEREKÇE
A- İlgili Mevzuat ve Öğretide Uyuşmazlık Konusuna İlişkin Görüşler
5237 sayılı TCK'nın 29. maddesinde de haksız tahrik;
"Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir." şeklinde ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak kabul edilmiştir.
Ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak düzenlenen haksız tahrik, kişinin haksız bir fiilin kendisinde meydana getirdiği hiddet ya da şiddetli elemin etkisi altında suç işlemesi durumunda kusur yeteneğindeki azalmayı ifade etmektedir. Bu hâlde fail, suç işleme yönünde önceden bir karar vermeden, dışarıdan gelen etkinin ruhsal yapısı üzerinde meydana getirdiği karışıklığın neticesi olarak bir suç işlemeye yönelmektedir. Bu yönüyle haksız tahrik, kusurun irade unsuru üzerinde etkili olan nedenlerden biridir. Başka bir anlatımla, haksız tahrik hâlinde failin iradesi üzerinde zayıflama meydana gelmekte, böylece haksız fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altındaki kişinin suç işlemekten kendisini alıkoyma yeteneği önemli ölçüde azalmaktadır.
Ceza Genel Kurulunun istikrar kazanmış kararları ile öğretide de kabul gören görüşler doğrultusunda haksız tahrik hükmünün uygulanabilmesi için;
a) Tahriki oluşturan haksız bir fiil bulunmalı,
b) Fail öfke veya şiddetli elemin etkisi altında kalmalı,
c) Failin işlediği suç bu ruhsal durumunun tepkisi olmalı,
d) Haksız tahrik teşkil eden eylem mağdurdan sâdır olmalıdır.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda, 765 sayılı Kanun'da yer alan ağır – hafif tahrik ayırımına son verilerek; tahriki oluşturan eylem, somut olayın özelliklerine göre hâkim tarafından değerlendirilip, sanığın iradesine etkisi göz önünde bulundurulmak suretiyle, maddede gösterilen iki sınır arasında belirlenen oranda cezasından indirim yapılacağı hüküm altına alınmıştır.
Haksız tahrik hükmünün uygulanabilmesi açısından, failin suçu ilk haksız fiilin doğurduğu öfke veya şiddetli elemin etkisiyle işleyip işlemediği önemlidir. Mağdur ya da ölenden gelen haksız hareketin psikolojik etkisinin devam ettiğinin kabulünde zorunluluk bulunan hâllerde, haksız tahrik hükmünün uygulanması gerekmektedir.
Yerleşmiş yargısal kararlarda kabul edildiği üzere, gerek fail, gerekse mağdurun karşılıklı haksız davranışlarda bulunması hâlinde, tahrik uygulamasında kural olarak, haksız bir eylem ile mağduru tahrik eden fail, karşılaştığı tepkiden dolayı tahrik altında kaldığını ileri süremez. Ancak maruz kaldığı tepki, kendi gerçekleştirdiği eylemle karşılaştırıldığında aşırı bir hâl almışsa, başka bir deyişle tepkide açık bir oransızlık varsa, bu tepkinin artık başlı başına haksız bir nitelik alması nedeniyle fail bakımından haksız tahrik oluşturduğu kabul edilmelidir.
Karşılıklı tahrik oluşturan eylemlerin varlığı hâlinde, fail ve mağdurun biri diğeri yönünden tahrik oluşturan bu haksız davranışları birbirlerine oranla değerlendirilmeli, öncelik-sonralık durumları ile birbirlerine etki-tepki biçiminde gelişip gelişmediği göz önünde tutulmalı, ulaştıkları boyutlar, vahamet düzeyleri, etkileri ve dereceleri gibi hususlar dikkate alınmalı, buna göre; etki-tepki arasında denge bulunup bulunmadığı gözetilerek, failin başlangıçtaki haksız davranışına gösterilen tepkide aşırılık ve açık bir oransızlık saptanması hâlinde, failin haksız tahrik hükümlerinden yararlandırılması yoluna gidilmelidir.
B- Uyuşmazlık Konusuna İlişkin Hukuki Nitelendirme
Kararın (3-B) bölümünde detaylı şekilde anlatılan olayda; maktul ... ile ve katılan ...'den kaynaklanan ve sanıklar ..., ..., ..., ..., ... ve ...'a yönelen herhangi bir haksız davranış olmadığından bu sanıklar yönünden haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının bulunmadığı; sanıklar ... ve ... yönünden ise bu sanıkların maktul ... ve katılan ...'ye yönelik eylemlerini, maktul ve katılan tarafından gönderilen ve kendilerini hedef alan mesajların meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi ile değil tetikçilik yaptırdıkları katılan ... ve maktul ...’e vaadettikleri parayı vermemeleri yönündeki gayrimeşru ilişkiden kaynaklanan alacak verecek meselesi nedeniyle işledikleri, bu itibarla sanıklar ... ile ... yönünden de haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının bulunmadığı kabul edilmelidir.
Sanıklar ... ve ... yönünden haksız tahrik bulunmadığına ilişkin çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Başkanı;
"İkinci uyuşmazlığın çözümü bakımından haksız tahrik kavramının hukuki niteliğini ayrıca değerlendirmek gerekecektir.
5327 sayılı T.C.K’da haksız tahrik, “ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenler” başlığı altında kusurluluğu etkileyen hal olarak düzenlenmiştir.
Doktrinde haksız tahrikin hukuki esası konusunda sübjektif, objektif ve karma görüş teorileri ileri sürülmüştür.
Sübjektif görüşe göre; failin, dışarıdan gelen bir etkinin sebep olduğu hiddet veya şiddetli elemin etkisinde olması nedeniyle irade yeteneğinden yoksun olması ve bu sebeple daha az kusurlu sayılması düşüncesidir. Bu görüşe göre “dışarıdan gelen bir eylem nedeniyle, şiddetli bir öfke veya üzüntü içine giren kişinin irade özgürlüğü zaafa uğramış olduğundan ve bu durumdaki kişinin, kusursuz, normlara uygun davranma yeteneği kısıtlanmış olduğundan verilecek cezada bu kısıtlanma hali göz önüne alınmalı ve faile yasal indirim uygulanmalıdır.” (Tutumlu, ... Akif, Türk Ceza Hukukunda Haksız Tahrik Genel ve Özel Hükümler, Sayfa 19, Adil Yayınevi, Ankara 1999).
Fail, haksız bir fiilin doğurduğu öfke veya elemin etkisi altında kalarak suçu işlediği takdirde, faili harekete geçiren saikler daha az vahim sayılarak olaya mağdurun sebep olması göz önünde tutulmuştur. (Yargıtay CGK 2002/1-247 esas 2002/414 karar sayılı ilamı).
Dolayısıyla kanun koyucu tahrikin etkisi altında suç işleyen failin içinde bulunduğu ruhsal karmaşayı doğal karşılamış ve psikolojik bir hakikat olan heyecana hukuki bir değer atfederek, bu psikozun etkisinde kalarak suç işleyen kişiye verilecek cezada belli bir oranda indirim yapılmasını öngörmüştür (Epözdemir, Rezzan, Haksız Tahrik, Sayfa:141, Adalet Yayınevi, 2021 Ankara).
Objektif görüşte ise haksız tahrikin hukuki esası; failin şahsi durumu ve içinde bulunduğu ruhsal karmaşalık durumundan çok failin fiili ve mağdurdan gelen haksız hareket ile ilişkilendirmiştir (Aydın, Devrim, Yeni Türk Ceza Kanununda Haksız Tahrik, Sayfa:225-253).
Haksız hareket neticesinde suç işleyerek toplumun huzurunu bozan ve kanunlara muhalefet eden fail, her ne kadar kusurlu hareket ederek bir suç işlemişse de onun bu eyleminde mağdurdan sadır olan hareketin etkisi olduğu şüphesizdir ve işlenen bu suçta tek kusurlu fail değildir. Failin suçu işlemesinde suçun mağduru veya maktulü de etken olmuştur. Her iki tarafın da kusurlu olduğu böyle bir durumda kusurun tümünü faile yüklemek adaletli olmaz ve bu bakımdan mağdurun kusuru, failin kusurunda mutlaka indirilmelidir (Epözdemirage, sayfa:143).
Karma görüş ise her iki görüşe yönelik eleştirilerden hareketle çözüm içerip bu görüşlerden ders çıkarılması neticesinde haksız tahrikin hukuki esasını ortaya koymuştur. Türk Ceza Hukukunda da esas alınan ilke karma görüştür. Bu görüşe göre, haksız tahrik etkisi altında işlenmiş bir suçta, suça neden olan ve cezayı azaltan neden olarak kabul edilen iki durum söz konusudur. Bunlardan birisi mağdurdan sadır olan ve failin maruz kaldığı tahrik fiili, diğeri ise failin etkisinde kaldığı şiddet veya hiddetli elem hali yani iradesini zaafa uğratan içinde bulunduğu psikolojik durumdur. Karma görüş haksız tahrikin hukuki esasını açıklarken hem faile hem de fiile ilişkin hususları değerlendirmiş ve böylelikle her iki görüşü de bir çatı altında birleştirmiştir.
Nitekim kanun koyucu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun haksız tahriki düzenleyen 29’uncu maddesinde; haksız tahrikin cezayı azaltan bir sebep olarak kabul edilmesi için sadece hiddet veya şiddetli elem halini yeterli görmemiş, ayrıca bu durumun haksız fiilden kaynaklanması gerektiğine de madde metninde yer vermiştir.
Ceza Genel Kurulunun haksız tahrik konusundaki yerleşik uygulamalarına bakıldığında haksız tahrik, failin haksız bir fiilinin yarattığı hiddet veya şiddetin elemin etkisi altında hareket ederek bir suç işlemesini ifade eder ki, bu durumda fail suç işleme yönünde önceden bir karar vermeksizin, dışarıdan gelen etkinin ruhsal yapısında yarattığı karşılığın sonucu olarak suç işlemeye yönelmektedir.
Haksız tahrikin uygulanabilmesi için;
a) Tahrik oluşturan bir fiil olmalı,
b) Bu fiil haksız bulunmalı,
c) Fail öfke veya şiddetli elemin etkisi altında kalmalı,
d) Failin işlediği suç ruhi durumun tepkisi olmalı,
e) Haksız tahrik teşkil eden eylem, mağdurdan sadır olmalıdır.
f) Suçun tahrik teşkil eden fiili gerçekleştirene karşı işlenmiş olması.
(CGK 08.05.2012 gün 1/436-190; 12.05.2009 gün 1/190-124 sayılı kararları)
Tahrikin koşullarına ilişkin şartlar ayrıntılı olarak değerlendirildiğinde;
a) Tahrik teşkil eden bir fiilin varlığı: haksız tahrik uygulanabilmesi için tahrik teşkil eden bir eylemin bulunması zorunludur. Kanunumuzda fiilin yalnızca haksız olma niteliğinden bahsedilmiş bunun dışında tahriki oluşturan eylemlerin neler olduğu belirtilmemiş ve herhangi bir sınırlama getirmemiştir. Fiilin insan davranışından kaynaklanmış olması gerekmektedir. Hayvanlar tarafından gerçekleştirilen saldırıların tahrik kabul edilebilmesi için bu hayvan hareketlerinin insan tarafından yönlendirilmesi ya da tahrik eylemine hayvan sahibinin kusurlu davranışı sebebiyle neden olması gerekmektedir.
Objektif olarak bulunmayan yanılarak ya da yanıltılarak var sandığı bir eylemin doğurduğu hiddet veya şiddeti eylemin etkisi altında kişi pekâlâ suç işleyebilir. Böyle bir durumun varlığı halinde “mefruz tahrik” konusu gündeme gelecektir. Mefruz tahrik halinde failin cezasından indirim yapılıp yapılmayacağı doktrinde görüş birliği bulunmadığı gibi Yargıtay da bu konuda yerleşik uygulaması bulunmamaktadır. 765 sayılı TCK’nun yürürlükte olduğu dönemde mefruz tahrik halinde tahrik nedeniyle cezada indirim yapılması imkânı bulunmamakta ise de 5237 sayılı TCK’nun 30/3’üncü maddesindeki ceza sorumluluğunu kaldıran ve azaltan nedenlerin koşullarında kaçınılmaz bir hataya düşülmüşse, tahrikin maddi şartlarında kaçınılmaz hata yapılmış olduğundan, haksız tahrikin koşulları oluşmuş gibi cezada indirim yapılmasıgerekecektir.
b) Fiilin haksız olması; tahrike konu olan fiil haksız olmalıdır. Zira hukuka uygun fiillere her ne sebeple olursa olsun herkesin tahammül etmesi zorunlu kılınmıştır. Haksız fiil kanunda tanımlanmış olmayıp içeriği uygulamaya bırakılmıştır. Bu nedenle tahrik teşkil eden fiilin haksız olması hususunda diğer hukuk dalları aracılığıyla ve fakat tamamen onlara bağlı kalmaksızın bir değerlendirme yapmak mümkündür (BostancıBozbayındır, Gülşah, Ceza Hukukunda Haksız Tahrik, Sayfa, 183, Beta yayınları İstanbul 2013).
Borçlar hukuku anlamında dahi haksız fiil sayılması şart değildir (Nuhoğlu, Ayşe, Namus İçin Adam Öldürme Suçlarında Haksız Tahrik Uygulaması, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2004, Sayfa:209).
Borçlar Hukuku anlamında haksız fiil olarak nitelendirilmeyecek olan bazı fiillerin tahrik teşkil etmesi bu bakımdan fail hakkında cezanın indirimine sebep olması mümkündür. Diğer taraftan fiilin haksızlık niteliğini tespit ederken suç teşkil etmesi de gerekli değildir. Bir fiil hukuk düzeni tarafından kabul görmüyorsa tahrik teşkil eden haksız bir fiil olarak kabul edilebilecektir (Erem, Faruk, Ümanist doktrin açısından Türk Ceza Hukuku, Sayfa:54 Cilt 2, 10’ncu baskı, Ankara 1974).
Ancak ceza hukukunda suç olarak belirlenen davranışların haksız tahrik bakımından evveliyatla birer haksız fiil olarak kabul edilmelidir. Yargıtay uygulamalarına göre, fiilin haksız olup olmadığının değerlendirilmesi yapılırken yalnızca yazılı hukuk kuralları değil, hukuk düzeninin bütünü, toplumsal değer yargıları, davranış normları, ahlak ile örf ve adet kuralları dikkate alınmalıdır.
Gerek fail, gerekse mağdurun karşılıklı haksız davranışlarda bulunması halinde haksız bir eylem ile mağduru tahrik eden fail karşılaştığı tepkiden dolayı tahrik altında kaldığını ileri süremez. Ancak maruz kaldığı tepki kendi gerçekleştiği eylemle karşılaştırıldığında aşırı bir hal almışsa, başka bir deyişle tepkide açık bir oransızlık varsa, bu tepkinin artık başlı başına haksız bir nitelik alması nedeniyle fail bakımından tahrik oluşturduğu kabul edilmelidir. Karşılıklı tahrik oluşturan eylemlerin varlığı halinde, fail ve mağdurun yek değeri yönünden tahrik oluşturan bu haksız davranışları birbirlerine oranla değerlendirilmeli, öncelik-sonralık durumları ile birbirlerine etki-tepki biçiminde gelişip gelişmedikleri göz önünde tutulmalı, ulaştıkları boyutlar, vahamet düzeyleri, etkileri ve dereceleri gibi hususlar dikkate alınmalı, buna göre etki-tepki arasında denge bulunup bulunmadığı gözetilerek, failin başlangıçtaki haksız davranışına gösterilen tepkide aşırılık ve açık bir oransızlık saptanması halinde, failin haksız tahrik yükümlerinden yararlandırılması yoluna gidilmelidir (CGK 20.09.2011 gün, 1/152-180 sayılı karar).
c) Fail öfke ve şiddetli eylemin etkisi altında kalmalı; tahrik nedeniyle indirim yapılabilmesi için sadece tahrikin varlığının tespit edilmesi yeterli değildir. Haksız hareketin failde hiddet veya şiddetli elem duygusu oluşturup oluşturmadığı da her somut olay bakımından ayrıca değerlendirilmelidir. Bunun dışında, “kompleksler, kıskançlıklar, failin kişilik bozuklukları, intikam duyguları, stresli olma durumu, ya da fazla alınganlık gibi duygular tahrik hükümlerinin uygulanmasını gerektirmez.” (Duran, Gökhan Yaşar, Ceza Hukukunda Haksız Tahrik, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Sayfa:150).
Hiddet; kişinin kendisini kontrol etmesini sağlayan mekanizmasını işlevsiz bırakan kuvvetli bir heyecan hali olarak tanımlanabilir. Hiddet iradeye şiddet ve süratle tesir ederek, bireyde iyi düşünmek için gereken zaman ve sükûna imkân bırakmayan haldir (Epözdemirage, sayfa:224).
“Elem”, Türk Dil Kurumuna göre; “acı, üzüntü, dert, keder” anlamında kullanılmaktadır. Şiddetli elem de; bu duyguların ileri derecede ve yoğun hallerini ifade etmektedir. Tahrik teşkil eden haksız fiilin failde hiddet veya şiddetli elem meydana getirmesi koşulu, esasında haksız tahrik kurumunun tamamen psikolojik temeli ile ilgilidir. Dolayısıyla tahrik fiilin ortaya çıkarttığı heyecan halinin etkisinde kalarak iradesi zayıflayan failin psikolojik durumu normal bir insandan farklıdır (Erem, Faruk, Adalet Psikolojisi, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara 1977, sayfa:34).
Faile yüklenen suçun işlenmesi sırasında bu etkinin varlığını mutlaka araştırmak gerekir.(Dönmezer, Sulhi/Erman, Sahir Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku Genel Hükümler, 10. Baskı Beta Yayınları, Cilt:2, İstanbul 1994, sayfa:434) Nitekim bu görüş Yargıtay içtihatlarında da yer almıştır. “Sanığın, mağdur ya da ölenden gelen haksız hareketin psikolojik etkisinin devam ettiğinin kabulünde zorunlu bulunan hallerde, haksız tahrik hükmünün uygulanması gerekmektedir.” (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2015/1-695 esas, 2019/128 26.10.2019 tarih, karar sayılı ilamı).
d) Failin işlediği suç ruhi durumun tepkisi olmalı;işlenen suç ile tahrik teşkil eden haksız fiil arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Esasında, failde meydana gelen hiddet veya şiddetli elem halinin başka bir sebepten ileri gelmesi halinde hakkında haksız tahrik uygulanmaması gerekecektir. Önceden suç işleme kararı alan fail hakkında tahrik teşkil eden bir hareket bulunsa dahi bu eylemin onu suça sürüklediği kabul edilemez (Epözdemir, age, Sayfa:239).
e) Haksız tahrik teşkil eden eylem, mağdurdan sadır olmalıdır; haksız tahrik uygulanabilmesi koşullarından birisi de haksız fiilin mağdurdan sadır olması veya mağdurun o fiili önleme yükümlülüğünün bulunmasıdır (CGK 17.01.219 tarih, 2015/6-1219 esas, 2019/13 karar sayılı ilamı). Mağdurun tahrik teşkil eden haksız fiili bizzat gerçekleştirmesi şart değildir. Üçüncü bir kişiyi araç olarak kullanmak suretiyle haksız fiil gerçekleştirmiş olabilir. Ayrıca mağdurun tahrik teşkil eden fiili önleme yükümlülüğü bulunmasına rağmen önlememesi ya da zımnen bu haksız fiili onaylaması halinde haksız tahrik hükümlerinin uygulanması mümkündür.
f) Suçun tahrik teşkil eden haksız fiili gerçekleştirene karşı işlenmesi; tahrik teşkil eden haksız fiili gerçekleştiren kişiyle suçun mağdurunun aynı kişi olması gereklidir. Daha genel ifadeyle suç, tahrik edenin zararına işlenmiş olmalıdır. Haksız tahrik sayılabilecek eylemin etkisi altında kalan kişinin Devlete veya topluma karşı bir suç işlemesi durumunda tahrik hükümleri uygulanamayacaktır.
Fail tahrik teşkil eden haksız fiili gerçekleştiren kişiye karşı işlediğini zannediyorsa ve bu kastla hareket etmişse fakat suç kastedilen ve zannedilen kişiden başka üçüncü bir kişi ise tahrik hükümlerinden yararlanıp yararlanamayacağı “hatta hükümleri” çerçevesinde çözüme kavuşturulmalıdır. Nitekim TCK’nun 30’uncu maddesinin 3’üncü fıkrasında “ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi bu hatasından yararlanır” hükmünün uygulama alanı bulunduğu görülmektedir. Bu durumda hatanın kaçınılmaz olması gereklidir. Kaçınılmazlık hali takdir edilirken, failin gereken dikkat ve özeni göstermesi durumunda bu hataya düşüp düşmeyeceği belirlenerek uygulama yapılmalıdır (Yargıtay Ceza Genel Kurulu 24.12.2013 tarih, 2013/1-664 esas, 2013/622 karar sayılı ilamı).
Saldırıya uğrayan kimsenin kendi hareketi ile buna sebebiyet verilmesi hâinde, saldırının yine haksız sayılıp sayılmayacağı meselesi öğretide şu şekilde değerlendirilmiştir. “Bir kimsenin saldırının yapılmasına kendi kusurlu hareketi ile sebebiyet vermiş olması, saldırının buna sebebiyet veren tahrikten fazla olması halinde, ilk olarak tahrikte bulunan kimsenin kendisini korumak hakkını kaybetmesine sebep olamaz; meğer ki, sebebiyet veren kimse sırf böyle bir saldırı nedeniyle saldıranı öldürüp kendisinin meşru müdafaada bulunduğunu iddia etmek, yani meşru müdafaa halini kendi fiiliyle yaratmak ve sonucunda hasmını cezalandırmaktan korkmaksızın öldürmek amacıyla hareket etmiş olsun.” (Florian, 535; Ranieri, 147; Mezger, 251; Battaglini, 324; Antolisei, 211; Maggiore, 310; Donnedieu de Vabres, 202; Ayni fikir istikametinde olarak Chauveau – Helie, IV, no. 1489, 1490; Garraud, II, no. 477, 1; Merle- Vitu, 1973, 438.).
Bu konuda Dönmezer ve Erman; “kanaatimizce saldırıya sebebiyet vermiş olan kimse, artık kendisini korumak hakkından yoksun kalmış .... 765 sayılı TCK’nın 462. maddesi de bu saldırının haksız olduğunu belirtmektedir.” (Dönmezer, Sulhi- Erman, Sahir, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku Genel Kısım 2. Cilt, İstanbul 1981 Baskı, S:137).
“Karşılıklı çatışma ve kavga hallerinde meşru müdafaanın mevcut olup olmadığını tespit için esasta saldırıyı kimin başlattığını tespit etmek gerekir. Her iki tarafında çatışma için hazırlandığı ve saldırıya ilk geçenin kim olduğunun belirlenemediği hallerde her iki tarafı saldırgan olarak kabul etmek ve meşru müdafaayı uygulamamak gerekir.” (Dönmezer, Erman, age, S:139).
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; sanık ...’ın yemek firması sahibi olarak ticari faaliyette bulunduğu, girdiği bir ihaleyi kaybetmiş olmanınkızgınlığı ile karşı firmalardan birine yardımcı olmaktan sorumlu tuttuğu ...’a gözdağı verilmesi için ... ile anlaşma sağladığı, ...”ın azmettirmesiyle akrabası Ümit ve maktul ...”in ...’a yönelik silahla yaralama işini gerçekleştirdikleri, bu suçun işlenmesi karşılığında sanık ... tarafından, katılan ... ve adamlarına peşin 10.000 TL verilerek, geri kalan 40.000 TL”nin işin gerçekleştirme sonrasında ödeneceğinin vaat edilmiş olduğu,
Sanık ...’ın aynı iş yerinde çalıştığı ve ...’un işlerine yardımcı olduğu, mağdur ve maktulun bu eylemi gerçekleştirdikleri halde vaat edilen 40.000 TL’nin kendilerine ödenmemesi nedeniyle, bu hususu görüşmek için sanık ...’tan kendilerini ... ile görüştürmesini istedikleri, görüşme sağlanmayınca ve telefon ve mesajlara cevap verilmemesinin kızgınlığı ile her iki sanığa yönelik hakaret ve tehdit içeren birden çok mesaj göndererek, paranın ödenmemesi hâlinde iş yerine baskın yapacakları tehdidinde bulundukları, bu durumdan haberdar edilen sanık ...’un iş yerinde tedbir alınması, adam temin edilerek silah verilmesi hususunda ...”a talimat verdiği, ertesi gün maktul ve mağdurun sanık ...’un iş yerine silahlı olarak geldikleri gören ...”un olay yerinden uzaklaştığı, silahlı olan her iki taraf karşılaştıklarında aralarında çıkan tartışmanın silahlı çatışmaya dönüşmesi sonucunda; maktul ...'in ise silahla yaralanma sonucu öldüğü, sanıklar tarafında ki bir kişinin BTM ile giderilmeyecek, karşı tarafta yer alan mağdur ...’ın ise hayati tehlike geçirecek şekilde yaralandıkları olayda;
Özel Dairenin çoğunluk görüşünde; “maktul ile katılan ...’ın sanık ...’un iş yerine baskına gideceğinin öğrenilmesi üzerine sanıkların silahlanarak hazır şekilde iş yerinde beklemeye başladıkları, maktul ve ...’ın sanık ...’un iş yerine geldiğinde tartışma çıktığı, maktulde av tüfeği bulunduğu, tüfeği ...’a doğrulttuğu, iş yeri içinde bulunan sanıkların açtığı ateşle öldüğü, katılan ...’ın ise hayati tehlike meydana gelecek şekilde yaralandığı olayda” Azınlık görüşünde ise; “maktul ve ...’ın silahlı bir şekilde şirkete geldikleri ve gelir gelmez de silahlı çatışmanın çıktığı, önce kimin ateş ettiği konusunda tarafsız görgü tanığının bulunmadığı” şeklinde gerçekleştiği kabulüne varılmıştır.
Gerek sanık ... gerekse mağdur ve maktulün haksız zeminde bulundukları tartışmasızdır. Zira ...’un silahla yaralanması suçuna bir taraf azmettiren diğer tarafın ise fail olarak iştirak etmiştir. Mağdur taraf hukuka aykırı olan ve suç teşkil edenbu eylem nedeniyle sanıklardan 40.000 TL’nin ödenmesini talep etmektedir. Bu bedelin haklı bir alacak olarak kabulü ve hukuk düzeni tarafından korunması mümkün olmadığı tartışmadan varestedir. O halde ilk haksız hareketin sanıklardan geldiği kabul edilemeyecektir. Maktul ve katılanın sanıklara yönelik hakaret ve tehditlerinin haksızlık oluşturduğu gibi hukuken talep edilmesi mümkün bulunmayan bir alacağın ödenmesinin sağlanması için iş yerine silahlı olarak gitmeleri silahlı çatışmaya sebebiyet vermiştir. Sanık ...”un azmettirici olması hukuk düzenince meşru görülen haklı bir hareket olarak kabul edilemeyecek ise de; sadece suçsuz insanların değil suç işleyen kişilerin de hayatlarını koruma hakları vardır. Hayata yönelik saldırı bir düello tarzında silahlı çatışma ise meşru savunma değil tahrik hükümlerinin uygulanması Yargıtay’ın yerleşik içtihatları gereğidir. Haksız tahrikin koşulları yukarıda ayrıntılı olarak izah edilmiş olup mağdur ve maktul tarafından meydana getirilen hareket haksızdır. Bu hareket sanıklardan ... ve ...'a yönelmiştir, mağdur sanıkların objektif ve sübjektif bakımdan haksız hareket nedeniyle derin bir üzüntü ve elem duyulması kaçınılmaz olup kişilerin kusurlarını azaltacağından haksız tahrik nedeniyle cezada indirim yapılması hakkaniyete uygun olacaktır. Bu itibarla sanıklar ... ve ...’a yönelik hakarette bulunma ve iş yerine silahlı saldırıda bulunulacağına ilişkin tehditler sonrası istenilen amaca ulaşılmayınca bu kez silahlı olarak iş yerine gidip özel dairenin de kabul ettiği şekilde karşılıklı silahlı çatışmaya sebebiyet vermek sanıklar açısından haksız tahrik oluşturacağına kuşku yoktur.
İlk haksız hareketin sanıklardan gelmiş olması nedeniyle karşı tarafın orantısız tepki verip sanıkları meşru savunmada bırakması hâlinde dahi meşru savunma hükümlerinin uygulanma olanağının bulunduğu kabul edilmesine rağmen haksız tahrikin bu gerekçeyle gerçekleşmediğini kabulde isabet bulunmamaktadır. Diğer taraftan Özel Dairenin sanık ve mağdur tarafın hukuk düzeni içinde haksız zeminde bulunmaları nedeniyle tahrik hükümlerinden yararlanamayacağı sonucuna varıldığı hâlde, saldırıyı başlatan tarafın mağdur sanık ... olduğu hâlde eyleminin meşru savunma koşulları içinde gerçekleştiği yönündeki kabul hükümde çelişki oluşturmaktadır.
Bu nedenlerle sanık ... yönünden ayrıca daha önceden suç teşkil eden eylemlerle hiçbir şekilde irtibatı bulunmayan sanık ... yönünden tahrik hükümlerinin uygulanmamasına yönelik sayın çoğunluğun görüşüne iştirak edilmemiştir.", görüşüyle
Bu uyuşmazlık konusu yönünden çoğunluk görüşüne katılmayan dokuz Ceza Genel Kurulu üyesi de; maktul ... ile katılan ...’nin, tanık ...’in telefonundan sanıklardan ...’nın kullandığı telefona 25.07.2017 tarihinde saat 22.23’te başlayıp 26.07.2017 tarihinde saat 00.28’e kadar çok sayıda mesaj gönderdikleri, bu mesajlarda sanıklar ... ile ...’ı hedef alan çok sayıda hakaret ve tehdit içerikli ifadelerin bulunduğunun anlaşılması karşısında, sanıklardan ...’ın maktul ...’e yönelik kasten öldürme suçuna azmettirme ve katılan ...’ye yönelik kasten öldürme suçuna teşebbüse azmettirme ile, sanık ...’nın maktul ...’e yönelik suçlarında haksız tahrik hükmünün uygulanma şartlarının oluştuğu düşüncesiyle;
Sanıklar ..., ..., ..., ..., ..., ... yönünden haksız tahrik bulunmadığına ilişkin çoğunuluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu üyesi; bu sanıklar yönünden haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının oluştuğu düşüncesiyle;
Karşı oy kullanmışlardır.
V. KARAR
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının tüm uyuşmazlıklar yönünden REDDİNE,
2- Dosyanın, 5271 sayılı CMK'nın 304/2-a maddesi uyarınca, gereği için Malatya 4. Ağır Ceza Mahkemesine, kararın bir örneğinin ise Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 27.09.2023 tarihli ilk müzakerede; haksız tahrike ilişkin uyuşmazlık konuları yönünden yeterli çoğunluk sağlanamadığından 11.10.2023 tarihinde yapılan ikinci müzakerede; tüm uyuşmazlık konuları yönünden oy çokluğuyla karar verildi.