Logo

Ceza Genel Kurulu2024/209 E. 2024/168 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Gıyapta verilen hükmün temyiz incelemesi talebi, yalnızca sanık müdafiine tebliğ edilmiş olup müdafi temyiz yoluna başvurmamışken, sanığın kendisine yapılan tebliğden sonra yaptığı temyiz başvurusunun süresinde olup olmadığı.

Gerekçe ve Sonuç: Ceza yargılamasında verilen gerekçeli kararın kural olarak hem sanığa hem de varsa müdafiine ayrı ayrı tebliğ edilmesi gerektiği, müdafiine yapılan tebliğden sonra müdafiin kanun yoluna başvurmaması halinde, kararı kendisine tebliğ edilen sanığın yaptığı temyiz başvurusunun süresinde kabul edilmesi gerektiği gözetilerek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı kabul edilmiş ve Özel Dairenin temyiz isteminin reddine ilişkin kararı kaldırılmıştır.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

İTİRAZ

HÜKÜMLÜ

İtirazname No : 2023/71261

KARARI VEREN

YARGITAY DAİRESİ : 2. Ceza Dairesi

MAHKEMESİ :Ceza Dairesi

SAYISI : 1025-1048

I. HUKUKİ SÜREÇ

Sanığın nitelikli hırsızlık suçundan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 142/2-d, 143, 62, 53 ve 58. maddeleri uyarınca 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve cezanın mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin Kayseri 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 12.02.2020 tarihli ve 893-209 sayılı hükmün, sanık tarafından istinaf edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesince 10.09.2020 tarih ve 1075-1166 sayı ile; "...Sanığa atılı suçun gerektirdiği cezanın alt sınırı dikkate alınarak CMK'nın 150/3 ve 196/2. maddeleri uyarınca zorunlu müdafii atanması gerektiği gözetilmeden, müdafiin hazır bulunmadığı oturumda sanığın savunması alınmak suretiyle savunma hakkının kısıtlanması," isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Bozma ilamına uyan Yerel Mahkemece devam olunan yargılama sonucunda 17.02.2021 tarih ve 1441-396 sayı ile önceki hüküm gibi sanığın cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Hükmün, sanık ve müdafii tarafından istinaf edilmesi üzerine Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesince dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda 19.04.2021 tarih ve 1025-1048 sayı ile istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.

Bu hükmün de, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 2. Ceza Dairesince 11.10.2022 tarih ve 8265-16524 sayı ile temyiz isteminin süre yönünden reddine karar verilmiştir.

II. İTİRAZ SEBEPLERİ

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 17.07.2023 tarih ve 71261 sayı ile; "...Sanık açısından temyiz süresinin gerekçeli kararın müdafiine değil, kendisine yapılan tebliğ tarihinden itibaren başlayacağı, hükmün sanığa 24.05.2021 tarihinde tebliğ edildiği, bu itibarla sanığın 26.05.2021 tarihli temyiz dilekçesinin süresinde olduğu," görüşüyle itiraz yoluna başvurmuştur.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece 21.11.2023 tarih ve 21770-7322 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca görüşülmüş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

III. UYUŞMAZLIK KONUSU

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; Bölge Adliye Mahkemesince sanık ve müdafiin yokluğunda verilen 19.04.2021 tarihli istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararı 26.04.2021 tarihinde tebellüğ eden sanık müdafiin temyiz isteminde bulunmadığı dosyada, kanun yolu başvurusu için ayrıca sanığa tebligat yapılması gerekip gerekmediğinin, buna bağlı olarak incelemeye konu suç yanında başkaca suçlardan da cezaevinde bulunan sanığın, gerekçeli kararın 24.05.2021 tarihinde tebliği üzerine yaptığı 26.05.2021 tarihli temyiz isteminin süresinde olup olmadığının belirlenmesine ilişkin olup mahkeme içtihatlarındaki değişimin olağanüstü kanun yollarına başvuru hakkı tanıyıp tanımadığı hususunun da değerlendirilmesi gerekmektedir.

IV. OLAY VE OLGULAR

İncelenen dosya kapsamından;

Nitelikli hırsızlık suçundan sanığın mahkûmiyetine ilişkin Kayseri 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 17.02.2021 tarihli ve 1441-396 sayılı hükmün, sanık ve müdafii tarafından istinaf edilmesi üzerine Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesince dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, sanık ve müdafiinin yokluğunda 19.04.2021 tarih ve 1025-1048 sayı ile istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği,

Gerekçeli kararın sanık müdafiine 26.04.2021 tarihinde tebliğ edildiği, müdafiin temyiz isteminde bulunmadığı,

İncelemeye konu suç yanında başkaca suçlardan da ceza infaz kurumunda bulunan sanığın 24.05.2021 tarihinde gerekçeli kararın kendisine tebliği üzerine 26.05.2021 tarihli dilekçesi ile hükmü temyiz ettiği anlaşılmaktadır.

V. GEREKÇE

Uyuşmazlık konusuyla ilgili sağlıklı bir değerlendirme yapılabilmesi için ilgili yasal düzenlemelerin tarihi süreç içindeki görünümüne değinmek gerekmektedir.

Bu bağlamda mülga 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun "Kararın tefhim ve tebliği" başlıklı 33. maddesi;

"Alakadar tarafın yüzüne karşı ittihaz edilen kararlar kendisine tefhim olunur ve isterse kararın bir sureti de verilir.

Diğer kararlar tebliğ olunur.

Alakadar olan taraf mevkuf ise tebliğ edilen varaka talebi halinde kendisine okunup anlatılır.",

"Tebligat usulleri" başlığını taşıyan 35. maddesi ise; "Hukuk muhakeme usullerinin tebligata dair olan hükümleri ceza işlerinin tebligatında dahi caridir."

Şeklinde düzenlenmiştir.

Konuya ilişkin mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 124. maddesinin ilk hâlinde de; "Vekil vasıtasile cereyan eden davalarda tebliğ behemehal vekile yapılır." hükmüne yer verilmiştir.

1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu'nda da; 7201 sayılı Tebligat Kanunu ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun tebligata dair hükümlerinin kaldırılmış ve tebligatın bu kanuna göre yapılmasının hükme bağlanmış bulunması sebebiyle CMUK'un 35. maddesinin değiştirildiği ve tebligatın bahse konu kanun hükümlerine göre yapılacağı ifade olunmuştur.

Bu doğrultuda CMUK'un 21.05.1985 tarihli ve 3206 sayılı Kanun'un 9. maddesi ile değiştirilen 35. maddesi; "Tebligat, 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılır." hükmüne yer vermiştir.

7201 sayılı Kanun'un "Vekile ve kanuni mümessile tebligat" başlıklı 11. maddesinin değişiklikten önceki hâli; "Vekil vasıtasiyle takibedilen işlerde tebligat vekile yapılır.

Kanuni mümessilleri bulunanlara veya bulunması gerekenlere yapılacak tebligat kanunlara göre bizzat kendilerine yapılması icabetmedikçe bu mümessillere

yapılır." olarak düzenlenmiş,

Tebligat Kanunu Lâyihası ve Muvakkat Encümen Mazbatası (1/105) Esbabı Mucîbesi'nin ilgili bölümünde ise; "

...

Lâyihanın 11 nci maddesinin birinci fıkrası, vekil vasıtasiyle takibedilen işlerde tebligatın vekile yapılmasını âmirdir. Ancak buradaki (vekil) tâbiri, münhasıran avukatları değil, bunlanr ve müvekkili namına işi takip salâhiyetini haiz olan kimseleri de şümulü içine almaktadır. Bu fıkranın mukabili halen, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 124 ncü maddesidir.

Maddenin ikinci fıkrası, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 120 nci maddesinin birinci

cümlesinin, maksada uygun hale getirilmiş ve vuzuh verilmiş şeklidir. Bu fıkradaki (Kanuni mümessil) tâbiri, veli, vasi, kayyım gibi kimseleri ifade eder. Fıkra metninde üç ihtimal derpiş edilmiştir: 1. Tebligat kanuni mümessili bulunanların şahıslarına değil, mümessillerine yapılacaktır. 2. Kanuni mümessili olmayıp da bulunması gerekenlere, meselâ, velisi bulunmıyan bir küçüğün vasisinin olması gerektiğine göre, evvelâ usulü dairesinde kanuni mümessil tâyini cihetine gidilecek ve tebligat kanuni mümessile yapılacaktır. 3. Eğer tebligat; kanunlara göre, mümessili bulunan bizzat şahsına yapılması icabederse, meselâ, temyiz kudretini haiz küçük veya mahcurların münhasıran şahsa merbut hakların istimali mevzuu bahsolursa, tebligat mümessile değil, onun temsil ettiği kimsenin adresine çıkarılır." açıklamalarına yer verilmiştir.

15.06.1985 tarihli ve 18785 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 06.06.1985 tarihli ve 3220 sayılı 11.2.1959 Tarih ve 7201 Sayılı Tebligat Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine ve Bu Kanuna Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun'un 5.maddesi ile 7201 sayılı Kanun'un 11. maddesinin birinci fıkrası; "Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise, bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır." şekilde değiştirilmiş,

Değişikliğe ilişkin madde gerekçesi ise; "...Ceza 'Muhakemeleri Usulü Kanununun «Kararların tefhim ve tebliği» başlığını taşıyan 33 üncü maddesinde, ilgililerin yüzüne karşı verilen kararların tefhim olunacağı ve diğer kararların tebliğ edileceği esası kabul edilmiştir.

Görülüyor ki, her hükmün ilgiliye bildirilmesi, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun ana ilkelerinden birini oluşturmaktadır. Kanun koyucu bu konuda çok hassas davranmış, ilgililerin kanunî haklarını kullanabilmeleri için sanıkların karar ve hükümlerden haberdar edilmelerini öngörmüştür. Hal böyleyken, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun eski 124 üncü maddesinin mukabili olan Tebligat Kanununun 11 inci maddesinde geçen «Vekil» kavramı çoğu zaman müdafi kavramıyla aynı mahiyette telâkki edilmekte, bu sebeple ceza yargılamasında, tebligat bakımından birbirinden farklı uygulamalara ve hatalı sonuçlar doğmasına sebep olmaktadır.

Bilindiği gibi, hukuk yargılamasındaki «Vekil» ile ceza yargılamasındaki «Müdafi» kavramları birbirinden farklıdır.

Vekil, müvekkilden ayrı ve bağımsız bir statüye sahip değildir, bağımlıdır. Temsil ettiği kişinin talimatıyla hareket eder ve onun yokluğunda onun yerine geçer. Müdafi ise, sadece ceza davasında söz konusudur.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 25.12.1978 gün ve 427/507 sayılı kararında da belirtildiği üzere, duruşma vekil için değil sanık için yapılmaktadır. Akıbeti de sanığın özgürlüğü veya malî durumu ile kısacası şahsı ile ilgili bulunmaktadır.

Bu itibarla, ceza davalarında kararların sanıklara tebliğ edilmesine gerek görmemek, müdafiine yapılan tebliği "geçerli saymak adalet ilkeleriyle bağdaştırılamıyacak bir durumdur.

İşte,yukarıda 'belirtilen görüşlerin ışığı altında uygulamaya açıklık getirmek için 11 inci maddenin birinci fıkrası yeniden düzenlenmiş ve ... Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmesine ilişkin hükümleri saklı tutulmuştur." olarak açıklanmıştır.

CMK'nın "Kararların Açıklanması ve Tebliği" başlıklı 35. maddesi;

"(1) İlgili tarafın yüzüne karşı verilen karar kendisine açıklanır ve isterse kararın bir örneği de verilir.

(2) Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.

(3) İlgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu ise tebliğ edilen karar, kendisine okunup anlatılır.",

"Tebligat usulleri" başlığını taşıyan 37. maddesi ise; "(1) Tebligat, bu Kanunda belirtilen özel hükümler saklı kalmak koşuluyla, ilgili kanunda belirtilen hükümlere göre yapılır. ..."

Biçiminde düzenlenmiştir.

Gerek yukarıda yer verilen yasal düzenlemeler gerek bu düzenlemelerin tarihi süreç içinde geçirdiği değişiklikler ve gerekse anılan kanunların madde gerekçeleri birlikte değerlendirildiğinde şu sonuçlara ulaşılabilir:

1. Hem CMUK hem de CMK'da kararların tebliği usulüne dair doğrudan bir düzenlemeye yer verilmemiş ve fakat bu hususta önce hukuk muhakeme usullerinin tebligata dair olan hükümlerine, bilahare de 7201 sayılı Kanun hükümlerine atıf yapılmakla yetinilmiştir.

2. 7201 sayılı Kanunu yürürlüğe girene dek 1086 sayılı Kanun'un tebligata dair 124. maddesi gereğince "vekil vasıtasile cereyan eden davalarda tebliğ behemehal vekile" yapılmıştır.

3. 19.02.1959 tarihli ve 10139 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7201 sayılı Kanun'un 62. maddesi ile 1086 sayılı Kanun'un 81. maddesinin ikinci fıkrası ile 10. faslının birinci kısmı yürürlükten kaldırılmıştır.

4. 7201 sayılı Kanun'un meriyet kazandığı 19.02.1959 tarihinden, anılan Kanun'un 11. maddesini de değiştiren 3220 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 15.06.1985 tarihine (CMUK'un 35. maddesini değiştiren 3206 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 21.05.1985 tarihi itibarıyla) kadar da 7201 sayılı Tebligat Kanun'unun 11. maddesinin ilk hâli gereğince "vekil vasıtasiyle takibedilen işlerde tebligat vekile" yapılmıştır.

5. Böylece;

a. 7201 sayılı Kanun'un 11. maddesini de değiştiren 3220 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 15.06.1985 tarihinden itibaren anılan madde, vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılacağına dair genel kuralın istisnasını; "Ancak, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır." şeklinde sarahatle belirtmesine, işbu değişiklikle ilgili madde gerekçesinde de vekil/müdafi kurumlarının farkına da işaret edilerek; "... Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 25.12.1978 gün ve 427/507 sayılı kararında da belirtildiği üzere, duruşma vekil için değil sanık için yapılmaktadır. Akıbeti de sanığın özgürlüğü veya malî durumu ile kısacası şahsı ile ilgili bulunmaktadır.

Bu itibarla, ceza davalarında kararların sanıklara tebliğ edilmesine gerek görmemek, müdafiine yapılan tebliği "geçerli saymak adalet ilkeleriyle bağdaştırılamıyacak bir durumdur.

İşte,yukarıda 'belirtilen görüşlerin ışığı altında uygulamaya açıklık getirmek için 11 inci maddenin birinci fıkrası yeniden düzenlenmiş ve ...Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmesine ilişkin hükümleri saklı tutulmuştur. " denilmesine,

b. CMUK'un "Kararın tefhim ve tebliği" kenar başlıklı 33. maddesinin, alakadar tarafın gıyabında ittihaz edilen kararlarla ilgili; "Diğer kararlar tebliğ olunur." şeklindeki tebligatın muhatabının işaret edilmesi bakımından daha muğlak ve genel olduğu söylenebilecek ikinci fıkrasına karşılık gelen CMK'nın "Kararların Açıklanması ve Tebliği" başlıklı 35. maddesinin 2. fıkrasının; "Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur." hükmünün apaçıklığına, kararların öncelikle ve doğrudan "ilgili"sinin sanık olduğunda ve müdafii olsa bile aynı Kanun'un 260. maddesinin 1. fıkrası gereğince ayrıca kanun yoluna başvuru hakkını kullanabileceğinde kuşku ve tartışma bulunmamasına, Hukuk Genel Kurulunun 10.07.1940 tarihli ve 7-75 sayılı İçtihadı Birleştirme kararının 1086 sayılı Kanun'un tebligata dair 124. maddesinin tatbik edildiği döneme ilişkin olarak alınmasına rağmen anılan maddede öngörülen; "vekil vasıtasile cereyan eden davalarda tebliğ behemehal vekile yapılır." amir hükmüne istinaden oluşan uygulama, zikredilen yasal değişiklikler göz ardı edilerek sürdürülegelmiştir.

6. a. Somut olay yönünden yargılama ve hüküm tarihi itibarıyla Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Özel Dairelerce, gıyapta verilen hükmün kendisini bir müdafi aracılığıyla temsil ettiren sanığa da ayrıca tebliğinin zorunlu olmadığı kabul edilmekte iken Ceza Genel Kurulu 24.02.2022 tarihli ve 573-119 sayılı, 17.05.2023 tarihli ve 49-277 sayılı, 27.09.2023 tarihli ve 336-483 sayılı kararlarında, uygulamanın kanuni temelleri ile örtüşmeyen problemli yönüne işaret ederek sonuçları itibarıyla iş bu içtihatla aynı düşünceyi benimsemekle birlikte, gerekçeli karar kendisine tebliğ edilmeyen sanığın, süresinde kanun yoluna başvurmayan müdafiine yapılan tebligat tarihine göre süresinden sonra verdiği kanun yolu başvuru dilekçesinin; CMK'nın "Eski hâle getirme" kenar başlıklı 40. maddesi kapsamında, kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişinin, eski hâle getirme isteminde bulunabileceğine (1.fıkra), kanun yoluna başvuru hakkı kendisine bildirilmemesi hâlinde de kişinin kusursuz sayılacağına (2.fıkra) ilişkin düzenleme gereğince eski hâle getirme talebi olarak kabul edilmesi gerektiği gerekçesine dayanmıştır. Oysa esasen yukarıda yapılan açıklamalar muvacehesinde kanun yoluna etkin başvuru hakkını kullanabilme bağlamında, kanunun amir hükmüne rağmen gerekçeli karar kendisine tebliğ edilmediği için süresinde kanun yoluna müracaat edemeyen sanığın, kanun yolu süresini kaçırdığından bahsetme imkânı yoktur. Zira temyiz istemi süresi, CMK'nın 291. maddesinin 1. fıkrası uyarınca hükmün gerekçesiyle birlikte tebliğ edildiği tarihten başlayacağından, başlamayan sürenin kaçırılması mevzubahis olamaz. Gerekçeli kararın -sadece- müdafie tebliğ edilmiş olması da bu gerçeği değiştirmez.

b. Bir ceza yargılaması kurumu olarak müdafiin, ceza usul hukukumuz içindeki yerinin vekillikten farklı bir statü olarak belirlenmesi ve yargılama faaliyetinin doğası ile ilgili düzenlemeler itibarıyla savunmayı/sanığı temsil fonksiyonuna nazaran yardımcı rolünün baskın olması gerçeği de nazara alındığında, gerekçeli kararın sanığa tebliğinin sadece bilgilendirme amaçlı olduğuna ve buna başkaca anlam ve hukuki sonuç yüklenemeyeceğine dair bir yorum ve kabulün kanun yoluna etkin başvuru hakkının özüne yargı mercilerince yapılmış bir müdahale sonucunu doğuracağı açıktır.

7. Temyiz mahkemesi, karardaki tüm hukuka aykırılıkların bir defada tespit edilmesi suretiyle hukuk güvenliği ve kesin hükmün otoritesinin korunmasını teminen temyiz davasına konu kararın ilgililerine bildirilip bildirilmediğini denetlemekle yükümlüdür. Ancak Anayasa'nın 36 ve AİHS'nin 6. maddeleri ile Ek 7 numaralı Protokol'ün "Cezai Konularda Temyiz Hakkı" başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrası gereğince kanun yoluna etkin başvuru hakkı bağlamında,"mahkeme tarafından ceza gerektiren bir suç nedeniyle mahkûm edilen herkese, mahkûmiyetinin veya hükmolunan cezanın yüksek bir mahkeme tarafından yeniden incelenmesini sağlamak..." , devletin/yargı mercilerinin pozitif yükümlülüğü arasındadır. Bu cümleden olarak, usul hükümleri yorumlanırken, esas itibarıyla maddi gerçeğe ve adalete etkin ve makul sürede erişmekte bir vasıta olan normlara, bir değer olarak adalete ve nihayet mahkemeye erişim hakkının özüne müdahale oluşturacak bir anlam yüklemek kabul edilebilir bir yaklaşım olamaz. Yargılama faaliyetinin -bir bütün halinde- çatışan haklar arasında adil bir denge kurma sanatı olduğu da gözetilerek, yasada öngörülen usul ve şartlara uygun olarak müdafi tarafından yapılan kanun yolu başvurusu bulunan durumlarda, kural olarak makul sürede yargılanma ve/veya devletin davaları makul sürede ve en az masrafla sonuçlandırma görev ve hakları birlikte değerlendirildiğinde gerekçeli kararın sanığa da tebliğ edilmemesinin bir tevdi-mahalline iade sebebi yapılmasının maksada uygun düşmeyeceği açıktır. Burada belirleyici kriter, kanun yoluna başvuru hakkının olaysal olarak doğrudan ya da müdafii marifetiyle etkin biçimde kullanılıp kullanılmadığıdır.

8. Şu hâle göre, ceza yargılaması neticesinde verilen (gerekçeli) kararın, kural olarak hem ilgilisine/sanığa, hem de varsa müdafie ayrı ayrı tebliğ edilmesi gerekir. Müdafie tebliğ, her hâlükârda yasal zorunluluktur. Yasada öngörülen usul ve şartlara uygun olarak müdafi tarafından yapılan kanun yolu başvurusu bulunan durumlarda, kanun yoluna başvuru hakkının etkin biçimde kullanılmadığına dair yasal ve olgusal temellere dayanan bir itiraz bulunmadıkça ayrıca sanığa da tebliğe ihtiyaç yoktur. Ancak somut olayda da vuku bulduğu üzere, gerekçeli karar tebliğ edilen müdafiin, öngörülen usul ve şartlara uygun olarak kanun yolu başvurusunda bulunmadığı hâllerde gerekçeli karar kendisine tebliğ edilmeyen sanığa da tebliğ mazbatası çıkarılarak kanun yolu süresinin, tebliğ tarihinden ya da kararı öğrendiğini beyan ettiği tarihten itibaren başlatılması gerekir.

Son olarak ifade etmek gerekir ki, 15.06.1949 tarihli ve 4-11 sayılı içtihadı birleştirme kararı da gözetildiğinde, yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında kalan içtihat değişikliklerinin kural olarak geriye yürümeyeceği, henüz kesin hükümle neticelenmemiş, devam eden yargılamalarda uygulanabileceği yönünde istikrar kazanan uygulamanın süreceğinde bir tereddüt bulunmamalıdır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Nitelikli hırsızlık suçundan sanığın mahkûmiyetine ilişkin Kayseri 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 17.02.2021 tarihli ve 1441-396 sayılı hükmün, sanık ve müdafii tarafından istinaf edilmesi üzerine Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesince 19.04.2021 tarih ve 1025-1048 sayı ile istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği, gıyapta verilen hükmün yalnızca sanık müdafiine 26.04.2021 tarihinde tebliğ edildiği, müdafiin temyiz isteminde bulunmadığı, karar tarihi itibarıyla incelemeye konu suç yanında başkaca suçlardan da ceza infaz kurumunda bulunan sanığın bu kez 24.05.2021 tarihinde gerekçeli kararın kendisine tebliği üzerine 26.05.2021 tarihli dilekçesi ile hükmü temyiz ettiği, inceleme yapan Özel Dairece, sanığın temyiz isteminin süre yönünden reddine karar verildiği anlaşılan olayda sanığın 26.05.2021 tarihli temyiz isteminin süresinde olduğunun kabulü gerekir.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.

İtirazın kabulü yönündeki çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi ...; "Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğu ile aramızdaki ihtilaf, müdafi ile takip edilen davalarda müdafiin kanun yoluna süresinde başvurmaması hâlinde, tutuklu sanığa ayrıca kanun yoluna başvuru hakkı verilip verilmeyeceğine ilişkindir.

Ceza Muhakemesi Kanunu'nda Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık, katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar, verilen hüküm veya karar nedeniyle hukuki hakları zarar gören üçüncü kişiler, şüpheli veya sanığın yasal temsilcisi ve eşinin kanun yollarına başvuru hakkı bulunmaktadır.

CMK’nın 291. maddesine göre temyiz davası açılması için on beş günlük bir süre öngörülmüştür. Hükmün yüze karşı açıklanmasından itibaren bu süre içinde temyiz yoluna başvurulması şarttır. Kural olarak temyiz başvurusunun yazılı şekilde olması yani hükmü veren mahkemeye verilecek bir dilekçe ile yapılması gerekir. Ancak zabıt katibine beyanda bulunmak suretiyle sözlü başvuruda bulunmak da mümkündür. Bu durumda beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hâkim tarafından onaylanır.

Bu genel açıklamalar ışığında uyuşmazlığın çözümü, Tebligat Kanunu'nun 11. maddesi ve madde gerekçesi ile CMK'nın ilgili hükümleri, özellikle Kanun'un 35/2. maddesi arasındaki ilişkinin irdelenmesine bağlıdır.

7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 'Vekile ve kanuni mümessile tebligat' başlıklı 11. maddesinde; 'Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise, bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak, Ceza Muhakemeleri Usulu Kanunu'nun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır.' şeklinde iken, CMK'nın 35/2. maddesi ise 'Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.' şeklindedir.

Müdafi kanun gereğince atanmaktadır, müdafilik ücretini de kamu ödemektedir. Vekilin ücretini sanık kendisi ödemektedir. Anayasa'nın 40/2. maddesinde ve CMK ile diğer mevzuatlarda müdafiin, sanığın savunmasını yapma, sanık adına yapılan tebligatı alma ve kanun yollarına başvurma gibi tüm konularda vekile göre daha az yetkili olduğuna dair bir ayrım ve düzenleme yoktur. Kanun yoluna baş vurma hak ve yetkisi açısından vekil de müdafi de aynı yetkilere sahiptir. Kanun yollarına başvurma süresini mazeretsiz kaçıran sanık vekili de sanık müdafi de aynı cezai müeyyidelere maruz kalmaktadır. Tebligat veya sanığın haklarının savunma açısından müdafi ile vekil arasında ayrım yapmak Anayasa'nın 10. maddesindeki kanun önünde eşitlik ilkesine aykırıdır.

CMK'nın 35/2. maddesi içeriği incelendiğinde ise müdafii bulunan sanık hakkında verilen ve kanun yollarına başvurulması mümkün bir hükmün, sadece sanığa tebliğ edileceğine, müdafiin tebliğ alma hak ve görevinin kanun tarafından kaldırıldığına ilişkin açık bir düzenlemenin yer almadığı, bu doğrultuda bu madde ile birlikte Tebligat Kanunu'nun 11. maddesinin 1. cümlesinin amir ve emredici konumunu sürdüğü anlaşılmaktadır.

CMK'nın 35/2. maddesi bu anlamda bir istisna olmadığından temyiz hakkının kullanılabilmesiyle ilgili hukuki sürece bir etkisi bulunmamaktadır. Aksi kabulün temyiz hakkının kullanımının şart ve usulleriyle ilgili bir karışıklığa sebebiyet vermesinin yanında temyiz hakkı gibi ceza muhakemesinde özel önem taşıyan bir hakkın kullanımında sanığı müdafi yardımından yoksun bırakacağı söylenebilecektir. Bu durum müdafiden yararlanma hakkının özüne dokunan bir sonuç yaratacaktır. Kanun koyucunun amacının bu yönde olması düşünülemez.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanık müdafiin kendisine usulüne uygun tebliğ olunan istinaf mahkemesi kararını süresinde temyiz talebinde bulunmadığı, temyiz süresinin müdafie yapılan tebliğ tarihinde başladığı, müdafie yapılan tebliğ tarihinden itibaren müdafiin yasal sürede temyiz talebinde bulunmadığı, sanığın ise CMK'nın 191/1. maddesinde öngörülen 15 günlük yasal süre geçtikten sonra temyiz talebinde bulunduğu gerekçeleri ile Yargıtay 2. Ceza Dairesi tarafından temyiz isteminin aynı Kanun'un 298. maddesi gereğince reddine karar verilmiştir.

Tebligat Kanunu'nun 11. maddesi gereğince müdafi ve avukatlarla takip edilen davalarda tebligatın, müdafi ve avukatlara yapılacağı, müdafi birden çoksa ilk yapılan tebligattan itibaren sürenin başlayacağı açıkça düzenlenmiştir. Kanun yollarına başvuru hakkı gibi temel hakların kimler tarafından nasıl kullanılacağı CMK'da açıkça düzenlenmiştir. Müdafinin veya avukatın süresinde temyiz yoluna başvurmaması hâlinde tutuklu sanıklara ayrıca temyiz hakkı tanındığına dair düzenlemenin açık ve net olarak kanunla yapılması gerekir. Müdafinin veya avukatın süresinde temyiz yoluna başvurmaması hâlinde tutuklu sanıklara ayrıca temyiz hakkı tanındığına dair CMK'da açık ve net hiç bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. Müdafinin veya avukatın süresinde temyiz yoluna başvurmaması hâlinde tutuklu sanıklara ayrıca temyiz hakkı tanınacağına dair kanunların farklı yorumlanıp yargı kararlarıyla yorum yoluyla bu hakkın tanınmaya çalışılması usul ve kanuna, kanunilik ilkesine aykırıdır. İlerde bu kararların aksi yönünde farklı kararlar çıkması da mümkün olduğundan, bu durumda yargı kararlarının farklılığı nedeniyle, müdafinin veya avukatın süresinde temyiz yoluna başvurmaması hâlinde tutuklu sanıklara ayrıca temyiz hakkı tanınmasına dair hukuki alanda kaos ve güven sorunlarının ortaya çıkma ihtimali doğabilecektir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle Yargıtay 2. Ceza Dairesinin sanığın süre geçtikten sonra yaptığı temyiz talebinin reddi kararının isabetli olduğu, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmesi gerektiği," açıklamasıyla,

İtirazın kabulü yönündeki çoğunluk görüşüne katılmayan beş Ceza Genel Kurulu Üyesi de; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle,

Karşı oy kullanmışlardır.

Ulaşılan sonuç karşısında on bir Ceza Genel Kurulu Üyesi; "Müdafii tarafından kanun yoluna başvurulmadığında ya da müdafiin temyiz isteminin reddine karar verildiği hâllerde, sanığın dilekçesinin eski hâle getirme talebi niteliğinde olduğu kabul edilerek temyiz incelemesi yapılması gerektiği," yolunda farklı görüş açıklamışlardır.

VI. KARAR

Açıklanan nedenlerle;

1-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2-Yargıtay 2. Ceza Dairesinin 11.10.2022 tarihli ve 8265-16524 sayılı temyiz isteminin reddi kararının KALDIRILMASINA,

3-Temyiz incelemesi yapılması amacıyla dosyanın Özel Daireye gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 29.05.2024 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.