"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Kayseri 7. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalının 14 12.2012 tarihinde Samanyolu Haber TV’de yayınlanan “Günlük” isimli programda kullandığı ifadelerle müvekkilinin kişilik haklarına saldırıda bulunduğunu ileri sürerek 30.000TL manevi tazminatın haksız fiil tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkilince kullanılan ifadelerin kişilik haklarına saldırı teşkil etmediğini, kullanılan ifadelerin eleştiri ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. Kayseri 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 11.03.2014 tarihli ve 2013/2 E., 2014/101 K. sayılı kararı ile; davacının Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı, davalının da ana muhalefet partisi Genel Başkanı olduğu, davalının güncel olaylara ilişkin olarak yorum ve eleştirilerde bulunduğu, davacının siyasi kişilik olması nedeniyle sert, ağır ve incitici eleştirilere katlanması gerekirse de bunun sınırsız olduğunun değerlendirilemeyeceği, davalının iddia ettiği olayla ilgili olarak davacı hakkında verilmiş bir mahkeme kararı bulunmadığı gibi bu hususlarla ilgili olarak Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığının 2011/1493 E., 2011/15569 K., ve 2007/24740 E., 2008/3088 K. sayılı dosyalarında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verildiği, ayrıca davalının bu konu ile ilgili olarak başka tarihlerde yaptığı konuşmalar nedeniyle davacı tarafından açılan davalar sonucu manevi tazminat ödemesine karar verildiği, davalının yaptığı konuşmanın davacının kişilik haklarına saldırı oluşturduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne 15.000TL manevi tazminatın 14.12.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 28.05.2015 tarihli ve 2014/9453 E., 2015/6873 K. sayılı kararı ile;
“…1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.
2- Davalının diğer temyiz itirazına gelince;
…
Somut olaya gelince; olay tarihi, taraflar arasındaki olayların gelişim süreci, tarafların siyasi kişilikler olmaları ile yukarıda anılan ilkeler gözetildiğinde davacı yararına takdir edilen manevi tazminat tutarı fazladır. Davacı yararına daha alt seviyede manevi tazminata karar verilmesi gerekirken yazılı biçimde karar verilmiş olması doğru değildir. Bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle karar oy çokluğu ile bozulmuştur.
9. Özel Dairenin yukarıda belirtilen kararına karşı davalı vekili süresi içinde karar düzeltme isteminde bulunmuştur.
10. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 19.01.2016 tarihli ve 2015/10994 E., 2016/617 K. sayılı kararı ile;
“…Davacının dava dilekçesinde belirtilen ve mahkemenin de kararına gerekçe yapılan TV programındaki konuşma içeriği incelendiğinde, davacının isminin geçmediği görülmektedir. Normal düzeydeki bir kişinin dava konusu konuşmayı dinlediğinde davalının davacıyı hedef aldığı sonucuna varamayacağından konuşmanın davacıya matuf olduğu ve matufiyet unsurunun gerçekleştiğinden söz edilemez. Şu durumda, matufiyet unsuru yokluğundan davanın reddi gerekirken yanlış değerlendirmeye dayalı olarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı görüldüğünden kararın bozulması gerekmiştir…” gerekçesi ile önceki bozma kararı kaldırılarak karar bu gerekçe ve oy çokluğu ile bozulmuştur.
Direnme Kararı:
11. Kayseri 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 07.06.2016 tarihli ve 2016/104 E., 2016/157 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçe genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 14.12.2012 tarihinde yayınlanan “Günlük” isimli programda davalı tarafça kullanılan sözlerden dolayı matufiyet unsurunun gerçekleşip gerçekleşmediği, buradan varılacak sonuca göre ifadelerin davacının kişilik haklarına saldırı teşkil edip etmediği ve davacı yararına manevi tazminat koşullarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuyla ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
15. Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
16. Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi [4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 24], isme saldırı (TMK m. 26), nişan bozulması (TMK m. 121), evlenmenin butlanı (TMK m. 158/2), boşanma (TMK m. 174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma [818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) m. 47, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 56] durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m. 49, 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir.
17. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesi ile 6098 sayılı TBK’nın 58 . maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.
18. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde;
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” düzenlemesi mevcuttur.
19. Dava konusu yayının yapıldığı ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 6098 sayılı TBK’nın 58. maddesinde ise;
“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.
Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.” hükmü yer almaktadır.
20. Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve TBK’nın 58. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
21. Görüldüğü üzere TBK'nın 58. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
22. Bu genel açıklamalardan sonra uluslararası metinlerde ifade özgürlüğünün nasıl yer aldığının da incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
23. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. maddesinin son fıkrası; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
24. Hâl böyle olunca, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde (AİHS/Sözleşme) konunun nasıl düzenlendiğinin ve Sözleşme'nin uygulanmasını sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının incelenmesi yerinde olacaktır.
25. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin 1. fıkrası; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” hükmünü içermekte olup hangi hâllerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin 2. fıkrasında düzenlenmiştir.
26. İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşme'nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilmiştir. Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağıdır.
27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmektedir:
i. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “yasayla öngörülme" ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olması gerektiğini hatırlatır. Ancak söz konusu ifade hukukî normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, başvuru no: 39288/98; Ürper ve diğerleri/Türkiye kararı, başvuru no: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20 Ekim 2009).
ii. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği:
Sözleşme'nin 10/2. maddesine göre, "... Bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demoktarik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir."
Görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla ve "başkalarının şöhret ve haklarının korunması" amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli/Türkiye kararı). Kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığı konusunda kuşku yoktur. Diğer bir deyişle, terazide bir yanda siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları, diğer yanda ifade özgürlüğü bulunduğu durumda, tercihin daha çok ifade özgürlüğünden yana kullanıldığı söylenebilir (Doğru, O., Nalbant, A; İhsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C.2, Ankara 2013, s.232).
iii. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı:
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi; ifade özgürlüğünün, demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens/Avusturya, başvuru no: 9815/82, 08.07.1986). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, başvuru no: 13585/88, 26.11.1991).
28. Kabul edilebilir eleştiri sınırları hususunda ise AİHM, sıradan bir kimse ile karşılaştırıldığında bu sınırların, halka mâl olmuş bir kişi olarak hareket eden siyaset adamları için daha geniş olduğunu birçok kez kabul etmiştir. Siyasetçilerin fiil ve davranışları, kaçınılmaz olarak ve bilinçli bir şekilde, gazetecilerin olduğu kadar vatandaşların, hepsinden çok da siyasi rakibinin sıkı bir denetimine tabidir.
29. İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her bireyin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS’nin 10. maddesinin 2. fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olmaz (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976, parag. 49).
30. İfade özgürlüğünün yanı sıra bazı durumlarda matufiyet şartı da manevi tazminat için varlığı gerekli bir şart olarak karşımıza çıkar.
31. Matufiyet kelime anlamı olarak, “yöneliklik, yönelmiş olmaklık” olarak tarif edilmektedir.
32. Özellikle kişilik haklarına saldırı nedeniyle tazminat istemini içeren davalarda söz konusu olan matufiyet şartı, açıkça kanunda yer almamakla birlikte, Yargıtay içtihatlarıyla hukukumuza girmiştir. Matufiyet şartı içtihatlarda adı, sanı, kimliği belli olmasa da ona yöneldiği konusunda kuşku bırakmayacak şekilde ithamlara, yönelimlere yer veren ifadeler olarak kabul edilmektedir.
33. Matufiyet yargısal kararlarda yayın ile şeref ve haysiyetine veya özel yaşamına dolayısıyla kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu iddia eden yönünden varlığı aranan önemli bir koşul olarak tarif edilmiş, matufiyetin varlığını kabul için o yayında veya konuşmada, ya kişinin adından açıkça söz edilmesi ya da konumunun, sıfatının gösterilmesi veya bunlardan söz edilmese dahi yayın içeriğinden bu kişinin amaçlandığı, sözlerin ona yönelik olduğunun anlaşılması veya anlaşılabilir olması şartları aranmıştır.
34. Hukuka aykırı eylemde bulunan kişi mağdurun ismini açıkça belirtmemiş veya isnat ettiği fiili üstü kapalı bir biçimde geçiştirmişse, isnadın mahiyetinde ve mağdurun şahsına matufiyetinde tereddüt edilmeyecek derecede karineler varsa, hem isim zikredilmiş hem de hakaret vaki olmuş sayılır (Hukuk Genel Kurulunun 07.05.2019 tarihli ve 2017/4-1488 E., 2019/527 K.; 16.09.2015 tarihli ve 2014/4-85 E., 2015/1774 K.; 07.07.2010 tarihli ve 2010/4-377 E, 2010/365 K. sayılı kararları).
35. Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davalının davaya konu televizyon programındaki konuşma içeriğinde, davacının isminin geçmediği görülmektedir. Normal düzeydeki bir kişi dava konusu konuşmayı dinlediğinde davalının davacıyı hedef aldığı sonucuna varamayacağından konuşmanın davacıya matuf olduğu ve matufiyet unsurunun gerçekleştiğinden söz edilemez.
36. Hâl böyle olunca; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki delillere, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
37. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440/III-1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 21.12.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.