"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi
1. Taraflar arasındaki “maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesince ilk derece mahkemesi kararına yönelik davalı ... Genel Müdürlüğü (TKİ) vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin verilen karar davalı TKİ vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı ... Genel Müdürlüğü vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkillerinden ...’in eşi, diğer davacıların babası olan kazalı işçi ...’in 13.05.2014 tarihinde davalı TKİ’ye ait olup muvazaalı hizmet alım sözleşmesi ile diğer davalı ... Kömür İşletmeleri Anonim Şirketinin işlettiği ... ilçesi ... maden sahasında meydana gelen kazada yaşamını yitirdiğini, kazanın davalıların gerekli iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almaması nedeniyle meydana geldiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla davacı eş ... için 5.000TL maddi, 250.000TL manevi, davacı ... ve ... için ayrı ayrı 5.000TL maddi, 125.000TL manevi tazminatın faizi ile birlikte davalılardan tahsilini talep etmiş; ıslah dilekçesi ile maddi tazminat miktarını davacı ... için 197.052,82TL’ye davacı ... için 34.098,15TL’ye, davacı ... için 44.638,27TL’ye yükseltmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı TKİ vekili cevap dilekçesinde; alacakların zaman aşımına uğradığını, müvekkilinin asıl işveren olmadığını, rödovans usulü ile kendisine ait maden ocaklarını işlettiğini, ihalelerin 4734 sayılı Kanun hükümlerine uygun biçimde yapıldığını, muvazaalı bir ilişki bulunmadığını belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
6. Davalı ... Kömür İşletmeleri Anonim Şirketi ile ... Holding Anonim Şirketi davaya cevap vermemişlerdir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
7. ... İş Mahkemesinin 29.03.2018 tarihli ve 2017/165 E., 2018/156 K. sayılı kararı ile; davalılar TKİ ile ... Kömür İşletmeleri Anonim Şirketi arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunduğu ancak muvazaalı olmadığı, davalı ...Ş. yönünden Türk Ticaret Kanunu’nun 209. maddesinde hükme bağlanan güvenden doğan sorumluluk şartlarının oluşmadığı, iş kazasının meydana gelmesinde davalı TKİ’nin %15, davalı ... Kömür İşletmeleri Anonim Şirketinin %70, dava dışı Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğünün %10, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanlığının %5 oranında kusurlu olduğu, kazalı işçinin kusurunun bulunmadığı, davalıların müteselsil sorumluluk hükümleri kapsamında zararın tamamından sorumlu tutulmaları gerektiği gerekçesiyle davacı eş için 197.052,82TL maddi, 150.000TL manevi, davacı ... için 34.098,15TL maddi, 125.000TL manevi, davacı ... için 44.638,27TL maddi ve 125.000TL manevi tazminatın faizi ile birlikte davalılar TKİ Genel Müdürlüğü ve ... Kömür İşletmeleri Anonim Şirketinden müteselsilen tahsiline, davalı ... Anonim Şirketi hakkındaki davanın taraf sıfatı yokluğundan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:
8. ... İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı davalı TKİ vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
9. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesinin 17.07.2018 tarihli ve 2018/1577 E., 2018/1177 K. sayılı kararı ile; davalı TKİ vekilinin kısa kararın 29.03.2018 tarihinde tefhimi üzerine 02.04.2018 tarihinde süre tutum dilekçesi verdiği, 21.05.2018 tarihinde gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde en son 04.06.2018 tarihinde vermesi gereken gerekçeli istinaf dilekçesini bu süreden sonra 06.06.2018 tarihinde verdiği, süresinde sunulmayan dilekçeye değer verilemeyeceği, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 355. maddesi uyarınca kamu düzenine aykırı bir hususun da tespit edilmediği gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
10. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davalı TKİ vekili tarafından temyiz edilmiştir.
11. Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 17.06.2019 tarihli ve 2018/5703 E., 2019/4417 K. sayılı kararı ile; “…E) Delillerin Değerlendirilmesi ve Gerekçe;
Dava, sigortalının iş kazası sonucunda vefatı nedeniyle yakınlarının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
Bilindiği üzere Bölge Adliye Mahkemesi’nin karar tarihinde yürürlükte bulunan 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunun 7/3.maddesi gereğince 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun kanun yollarına ilişkin hükümleri, iş mahkemelerince verilen kararlar hakkında da uygulanır. 7/4.maddesine göre de kanun yoluna başvuru süresi, ilamın taraflara tebliğinden itibaren işlemeye başlar.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın 321.maddesinin 2.fıkrasına göre ise kararın tefhimi için hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanamadığı ve bu nedenle zorunlu olarak hüküm özetinin tefhim edildiği hallerde, gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir. Bu hüküm doğrultusunda, hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilmediği hallerde gerekçeli kararın taraflara tebliği zorunludur (Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’nın (İkinci Bölüm) 20.03.2014 gün ve 2012/1034 Başvuru sayılı kararı da aynı yöndedir).
Mahkemece, taraflara tefhim edilen kısa kararda (hüküm özeti) hükmün tüm unsurları yer almakla birlikte kararın gerekçesinin tefhim edilememesi halinde temyiz süresi gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlar. Ancak, hüküm tüm unsurları ve gerekçesi ile birlikte tefhim edilmiş ise artık hükmün HMK’nın 321/2 maddesine göre usulüne uygun ve eksiksiz bir biçimde tefhim edildiği kabul edilir ve temyiz süresi tefhim tarihinden itibaren başlar.
Tarafların, gerekçeli karar tebliğ edilmeden önce, süre tutum dilekçesi veya gerekçeli istinaf dilekçesi sunmak suretiyle kararı temyiz ettikleri hallerde dahi, kararın gerekçesini dikkate alarak yeni kanun yolu gerekçelerine dayanmaları mümkün olduğundan, bu gibi hallerde bile gerekçeli kararın taraflara tebliği gerekir.
Davanın tümden kabul veya tümden reddedildiği hallerde, reddedilen bir talebi bulunmadığından davacının veya davacı yararına kurulan bir hüküm bulunmadığından davalının kararı temyizde ilke olarak hukuki yararı bulunmadığı kabul edilmekte ise de tarafların kararın gerekçesini temyiz etme hakları bulunduğundan gerekçeli karar taraflara tebliğ edilmelidir.
Nitekim davacı ve davalı vekilinin kararın tefhiminden itibaren yasal süresi içerisinde sundukları istinaf yoluna başvurularına dair süre tutum dilekçeleri ile kararı istinaf ettiklerini beyan ettikleri anlaşılmaktadır.
Öte yandan 6100 sayılı HMK’da istinaf gerekçelerinin bildirilmesi için ve yine Bölge Adliye Mahkemesinin istinaf incelemesinin süresini sınırlandıran bir hukuki düzenleme yer almamaktadır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19/09/2018 tarih ve 2018/9-584 E- 2018/1332 K sayılı ilamında da belirtildiği üzere;
1982 Anayasasının “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36’ncı maddesi uyarınca, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”Ayrıca Anayasanın 90’ıncı maddesinin son fıkrasında usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınacağı ifade edilmiştir.
Bu bağlamda ülkemizin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 6’ncı maddesinde adil yargılanma hakkı ayrıntılı yer almış olup, gerek Anayasa gerekse AİHS düzenlemelerine koşut olarak da 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 27’nci maddesinde hukuki dinlenilme hakkı düzenlenmiştir.
HMK'nın 27’nci maddesi uyarınca;
"(1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.
(2) Bu hak;
a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,
b) Açıklama ve ispat hakkını,
c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir".
Hukuki dinlenilme hakkı çoğunlukla "iddia ve savunma hakkı" olarak bilinmektedir. Ancak bu hak iddia ve savunma hakkı kavramına göre daha geniş ve üst bir kavramdır.
Hakkın temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
Bunlardan ilki “bilgilenme hakkı” dır. Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerek karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir. Hak sahibinin kendisi ile ilgili yargılama ve yargılamanın içeriği hakkında tam bir şekilde bilgi sahibi olması sağlanmalıdır. Tarafın bilgi sahibi olmadığı işlemler, belge ve bilgiler yargılamada esas alınamaz. Bilgilenmenin şekli bakımından, hukuki dinlenilme hakkına uygun davranılmalı, ilgilinin bilgilenmesi şeklen değil, gerçek anlamda sağlanmaya çalışılmalıdır.
Bu hakkın ikinci unsuru, “açıklama ve ispat hakkı”dır. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Bu durum "silahların eşitliği ilkesi" olarak da ifade edilmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) adil yargılanma hakkını düzenleyen 6’ncı maddesinin birinci bendinin ilk cümlesinde yer alan silahların eşitliği ilkesi, yine AİHS’ne göre, mahkeme önünde sahip olunan hak ve vecibeler bakımından taraflar arasında tam bir eşitliğin bulunması ve bu dengenin bütün yargılama boyunca korunmasıdır. Başka bir deyişle, silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarından birini diğeri karşısında avantajsız bir duruma düşürmeyecek şekilde her iki tarafın deliller de dâhil olmak üzere, iddia ve savunmasını ortaya koymak için makul bir olanağa sahip olması, tarafların denge içinde olması demektir. Söz konusu ilke tarafların usulüne uygun olarak mahkemenin önüne gelmelerini sağlayan tebligat işlemi açısından da önemlidir. Çünkü ancak hukuka uygun bir usulde gerçekleşen tebligat üzerine, durumdan haberdar olan taraflar iddia ve savunmalarını eşit şekilde yapabileceklerdir.
Hukuki dinlenilme hakkının üçüncü unsuru, “tarafların iddia ve savunmalarını yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesi”dir. Bu değerlendirmenin de karar gerekçesinde yapılması gerekir (6100 sayılı HMK’nın gerekçesi m. 32). Yargılama bakımından, sadece bir tarafın dinlenip diğerinin dinlenmemesi, tek yönlü karar verilmesi demektir. Yargılamada yer alan taraflar yargılamanın objesi değil, süjesidir. Hukukî dinlenilme hakkı doğru karar verilmesinin garantisidir; bu nedenle, haksızlığa karşı koyabilme imkânı tanır. Bu hak, hukuk devletinin, insan onurunun korunması ve eşitlik ilkesinin, hak arama özgürlüğünün, adil yargılanma hakkının bir gereğidir.
Bütün bu açıklamalar doğrultusunda, davalı TKİ. Genel Müdürlüğü'nün ilk derece mahkemesinin 29/03/2018 tarihli kısa kararına karşı süresi içerisinde verdiği 02/04/2018 havale tarihli süre tutum dilekçesiyle istinaf kanun yoluna başvurduğu, gerekçeli istinaf dilekçesini de kararın kendilerine 21/05/2018 tarihinde tebliğinden itibaren makul bir süre içerisinde, 06/06/2018 tarihinde verdiği ve gerekçeli istinaf dilekçesinin Bölge Adliye Mahkemesinin istinaf başvurusunu incelediği 17/07/2018 tarihinden önce dosya kapsamına girmiş olduğu dikkate alındığında, davalı TKİ. Genel Müdürlüğü'nün istinaf isteminin gerekçelerini içeren dilekçenin incelenmek suretiyle, istinaf talepleri hakkında bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesince yapılacak iş, davalı TKİ. Genel Müdürlüğü'nün gerekçeli istinaf sebeplerinin makul süre içerisinde sunulduğu dikkate alınarak, bu gerekçeli istinaf başvurusu hakkında bir karar vermekten ibarettir.
O halde, davalı TKİ. Genel Müdürlüğü'nün bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve Bölge Adliye Mahkemesi kararı bozulmalıdır…” gerekçesiyle sair temyiz itirazları incelenmeksizin karar bozularak dosyanın bölge adliye mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
Direnme Kararı:
12. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesinin 17.09.2019 tarihli ve 2019/1862 E., 2019/1266 K. sayılı kararı ile; bozma kararında sözü edilen Anayasa Mahkemesi ve Hukuk Genel Kurulu kararlarının mülga 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu dönemine ilişkin olduğu, Hukuk Genel Kurulu kararlarında kabul edilen başvuru süresinin tebliğden itibaren başlaması gerektiğine ilişkin görüşün yerinde olduğu ancak hukukî öngörülebilirlik ve hukukî güvenlik hakkını ihlal edecek nitelikte olan makul süre kavramına katılmanın imkanı bulunmadığını, süre tutum dilekçesi verilmesinin gerekçeli istinaf dilekçesi sunma noktasında sınırsız bir süre kazandırdığı anlamına gelmeyeceği, hele belirsiz ve tahmine dayalı çıkarım gerektiren makul süre kavramı kapsamında tarafların yargılama sürecini öngörebilme haklarının ellerinden alınmasının kabul edilebilir yanı bulunmadığı, 5521 sayılı Kanun’da temyiz süresinin tefhimle başlatılmasının ve 8 gün ile sınırlandırılmasının amacının bu davaların bir an önce kesinleşmesini sağlamak olduğu, süre tutum dilekçesi vererek gerekçeli istinaf yoluna başvurma açısından yasal süreyi aşar şekilde imkan tanınmasının kanunun amacı ile de bağdaşmayacağı, 25.10.2017 tarihinde yürürlüğe giren 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu ile iş mahkemeleri ve diğer mahkemeler arasında var olan bu farklılığın da ortadan kaldırıldığı, bu kapsamda kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içinde kanun yoluna başvurulmasının gerektiği, aksi durumun Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 90. ve 94. maddelerine de aykırılık oluşturacağı, ayrıca kanun yolunda süre tutum dilekçesi verilebileceğine ilişkin Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda düzenleme bulunmadığı gibi süre tutum dilekçesi uygulamasının kabul edilmesinin kararın tefhimi sırasında hazır olan ile hazır olmayan taraf arasında ikincisi aleyhine eşitsizliğine neden olacağı belirtilerek önceki gerekçe de tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
13. Direnme kararı süresi içinde davalı TKİ vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
14. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ilk derece mahkemesi kararının tefhimi üzerine süre tutum dilekçesi ile istinaf yoluna başvurulan eldeki davada; gerekçeli istinaf dilekçesinin ilk derece mahkemesi kararının tebliğinden itibaren iki haftalık istinaf başvuru süresi geçtikten sonra sunulduğu gözetildiğinde gerekçeli istinaf dilekçesinin makul sürede verildiğinden bahisle bu dilekçe kapsamında istinaf incelemesi yapılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
15. Öncelikle konuyla ilgili kavramlar ve mevzuat hükümlerine kısaca değinmekte fayda bulunmaktadır.
16. 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkındaki Kanun ile kabul edilen istinaf 20 Temmuz 2016 tarihinde faaliyete başlayan bölge adliye mahkemeleri ile birlikte hukuk sistemimize dâhil olmuştur.
17. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 341. maddesinin 1. fıkrasında ilk derece mahkemelerinden verilen nihai kararlar ile ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi ve bu taleplerin kabulü hâlinde itiraz üzerine verilecek kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabileceği hükmü bulunmakta iken 22.07.2020 tarihli ve 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un (7251 sayılı Kanun) 34. maddesi ile 341. maddenin 1. fıkrasında değişiklik yapılarak ilk derece mahkemelerinin nihai kararları ile, ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz taleplerinin reddi kararlarına, ayrıca karşı tarafın yüzüne karşı verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararlarına, yine karşı tarafın yokluğunda verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararlarına karşı yapılan itiraz üzerine verilen kararlara yönelik istinaf yoluna gidilebileceği belirtilmiş ve bu suretle kapsam genişletilmiştir.
18. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ''İstinaf dilekçesi'' kenar başlıklı 342. maddesi;
(1) İstinaf yoluna başvurma, dilekçeyle yapılır ve dilekçeye, karşı tarafın sayısı kadar örnek eklenir.
(2) İstinaf dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:
a) Başvuran ile karşı tarafın davadaki sıfatları, adı, soyadı, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası ve adresleri.
b) Varsa kanuni temsilci ve vekillerinin adı, soyadı ve adresleri.
c) Kararın hangi mahkemeden verilmiş olduğu ve tarihi ile sayısı.
ç) Kararın başvurana tebliğ edildiği tarih.
d) Kararın özeti.
e) Başvuru sebepleri ve gerekçesi.
f) Talep sonucu.
g) Başvuranın veya varsa kanuni temsilci yahut vekilinin imzası.
(3) İstinaf dilekçesi, başvuranın kimliği ve imzasıyla, başvurulan kararı yeteri kadar belli edecek kayıtları taşıması durumunda diğer hususlar bulunmasa bile reddolunmayıp, 355 inci madde çerçevesinde gerekli inceleme yapılır.” düzenlemesini içermektedir.
19. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 355. maddesinde ise;
"İnceleme, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, bölge adliye mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir.'' hükmü mevcut olup bölge adliye mahkemelerinin daha etkin ve nitelikli çalışmaları bakımından istinaf dilekçelerinin istinaf nedenlerini içermesi zorunluluğu getirilmiştir.
20. Bu itibarla istinaf sebeplerinin yeterince açık ve tam gerekçeleri ile ortaya konulması gerekir. Bu şekilde sebebi tam olarak belirtilmemiş dilekçelerle yapılan başvuruları Bölge Adliye Mahkemesinin sadece kamu düzenine aykırılık yönünden incelemesi, bunun dışında bir incelemeye tâbi tutmaması gerekir (Pekcanıtez Hakan/Özekes, Muhammet/Akkan, Mine/Korkmaz, Hülya Taş: Pekcanıtez Usûl, Medeni Usûl Hukuku, Cilt III, İstanbul 2017, s.2223).
21. Kanun'un açık hükmü gereğince, eğer istinaf dilekçesinde, istinaf sebebi belirtilmemişse o husus istinaf sebebi olarak dikkate alınmamalıdır. Çünkü taraflarca getirilme ilkesi (m. 25) istinaf aşamasında da kural olarak geçerlidir (Pekcanıtez Usûl, s.2214).
22. Öte yandan 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 36. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur.
23. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin 1. fıkrası da, “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.” şeklindedir.
24. Anayasa’nın 36. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir [Anayasa Mahkemesinin (AYM) 28.11.2013 tarihli ve 2013/64 E., 2013/142 K. sayılı kararı]. Bu bağlamda Anayasa’nın, devletin işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmesi gerektiğini ifade eden 40. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır. Bunun yanında Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme'nin 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26.3.2013, § 22).
25. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7.11.2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukukî belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
26. Hukukî güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukukî güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukukî güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, 28.11.2013 tarihli ve 2013/64 E., 2013/142 K.).
27. Mahkemeye erişim hakkı sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise üst mahkemelere başvurma hakkını da içerir (Alper Aldemir, B. No: 2014/4987, 09.06.2016, § 32).
28. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ''Başvuru süresi'' kenar başlıklı 345. maddesinde ''İstinaf yoluna başvuru süresi iki haftadır. Bu süre, ilamın usulen taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye başlar. İstinaf yoluna başvuru süresine ilişkin özel kanun hükümleri saklıdır.'' düzenlemesi ile hangi süre içinde istinaf yoluna gidilebileceği açıkça düzenlenmiştir.
29. Özel Kanun niteliğinde olan ve ilk derece mahkemesi karar tarihinde yürürlükte bulunan 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun (7036 sayılı Kanun) 7. maddesi;
“(1) İş mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulanır.
(2) Davaların yığılması hâlinde, her bir talebe ilişkin vakıalar bakımından ispat yükü ve deliller ayrı ayrı değerlendirilir.
(3) 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun kanun yollarına ilişkin hükümleri, iş mahkemelerince verilen kararlar hakkında da uygulanır.
(4) Kanun yoluna başvuru süresi, ilamın taraflara tebliğinden itibaren işlemeye başlar.
(5) Kanun yoluna başvurulan kararlar, bölge adliye mahkemesi ve Yargıtayca ivedilikle karara bağlanır.” düzenlemesini içermektedir.
30. 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 7. maddesinde açıkça iş mahkemelerinde basit yargılama usulünün uygulanacağı belirtilmiştir.
31. Basit yargılama usulüne ilişkin hükümlerin düzenlendiği HMK’nın Altıncı Kısmında yer alan “Hüküm” kenar başlıklı 321. maddesinde;
“Tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca süre verilmez.
Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir.” hükmü yer almaktadır.
32. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 321. maddesindeki “hükme ilişkin tüm hususlar”dan kastedilen HMK’nın 297. maddesindeki unsurlardır. Buna göre mahkeme, tahkikatın tamamlanmasından sonra, tarafların son beyanlarını almalı ve yargılamanın sona erdiğini bildirdikten sonra hükmü tefhim etmelidir. Kural olarak, mahkemece kararın tefhiminde hükme ilişkin tüm hususlar açıklanmalıdır.
33. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 322. maddesindeki atıf nedeniyle basit yargılama usulünde de uygulanması gereken HMK’nın 297. maddesinde hükmün kapsamı açık bir şekilde düzenlenmiştir. Buna göre mahkemenin, gerekçesi ile birlikte tefhim ettiği hükümde taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakları, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini sıra numarası altında, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde göstermesi gereklidir. Bu kanunun getirdiği bir zorunluluktur. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli karar en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılmalıdır. Diğer bir deyişle HMK’nın 321. maddesinde belirtilen şekilde hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilemediği hâllerde gerekçeli kararın mutlaka taraflara tebliğ edilmesi gereklidir.
34. Kararın hukuken sonuç doğurması için tefhim edilmesi yeterli ise de, ayrıca tebliğ edilmesi de gerekir. Çünkü kararın kesinleşmesi ve karara karşı kanun yollarına başvurulabilmesi için tebliğ şarttır (HMK m. 345/1, 361/1; Pekcanıtez Usûl, s.1997).
35. Ancak uygulamada ilk derece mahkemelerinin tefhim edilen kısa kararında HMK’nın 321. maddesi anlamında gerekçe bulunmamasına rağmen kanun yoluna başvurma süresini kaçırmak istemeyen taraflar, gerekçeli kararın açıklanmasını beklemeden kanun yoluna başvurma iradesini ortaya koyan dilekçeler sunmakta olup anılan dilekçeler uygulamada “süre tutum dilekçesi” olarak adlandırılmaktadır.
36. Bu durumda süre tutum dilekçesi vermenin temyiz süresine etkisi olup olmadığı incelenmelidir.
37. Bu kapsamda öncelikle yasada öngörülen süreler, bunların yargılamaya etkisi ve yargısal uygulamanın irdelenmesi gereklidir.
38. Bir davanın açılmasıyla başlayan yargılama faaliyetinde istenen sonuca en kısa zamanda ulaşılması için mahkeme ve taraflarca yapılması gereken belirli işlemler vardır ve her işlemin belli bir zaman aralığında yapılması gerekmektedir. Usul hükümleri ile de kanuni bir değer kazanan bu zaman aralıklarına "süre" denilmektedir. Böylece usul işlemlerinin yapılması zamansal olarak tarafların ya da mahkemenin arzularına, insiyatifine bırakılmamış olmaktadır.
39. Bir uyuşmazlık mahkemeye taşınmış olmakla kamu alanına, toplumun da çıkarını ilgilendiren bir platforma aktarılmış olmaktadır. Bu nedenle bir davanın makul sürede sona erdirilmesinde en az taraflar kadar toplumun da yararı vardır.
40. Şu hâlde süreye ilişkin normların kabulüyle medeni usul hukukunda gerçekleştirilmek istenen amaçlar; adaletin bir an önce sağlanması, keyfiliğin önlenmesi, mahkemenin aynı işle uzun süre meşgul olmasının, başka ifadeyle diğer dava ve işlere yeterince zaman ayıramaz duruma düşürülmesinin önlenmesi; uluslar üstü ve ulusal nitelikteki emredici normlar uyarınca davanın makul sürede sonuçlandırılmasının sağlanması, yargılamanın belli bir düzen ve kestirilebilir bir zamansallıkla yürütülmesi, başka bir anlatımla yargılamanın adil şekilde yapılmasının sağlanması olarak özetlenebilir.
41. Nitekim HMK’nın “Sürelerin belirlenmesi” kenar başlıklı 90. maddesi; “Süreler, kanunda belirtilir veya hâkim tarafından tespit edilir. Kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, hâkim kanundaki süreleri artıramaz veya eksiltemez. Hâkim, kendisinin tespit ettiği süreleri, haklı sebeple artırabilir veya eksiltebilir; gerekli gördüğü takdirde, bu konudaki kararından önce tarafları da dinler.” şeklindedir.
42. Aynı Kanun’un “Sürelerin başlaması” kenar başlıklı 91. maddesi ise; “Süreler, taraflara tebliğ tarihinden veya kanunda öngörülen hâllerde, tefhim tarihinden itibaren işlemeye başlar.” hükmünü içermektedir.
43. Yukarıda da belirtildiği üzere hâkim tarafından sürenin belirlenebildiği durumlar var olmakla birlikte kanunda belirlenen süreler üzerinde hâkimin tasarruf yetkisi bulunmamaktadır. HMK'nın "Kesin süre" başlıklı 94. maddesinin 1. fıkrasında "Kanunun belirlediği süreler kesindir." denilmek suretiyle bu hususa vurgu yapılmıştır. Aynı maddenin üçüncü fıkrasında ise kesin süre içinde yapılması gereken işlemi süresinde yapmayan tarafın o işlemi yapma hakkının ortadan kalkacağı hükme bağlanmıştır.
44. Kesin sürenin kaçırılması hâlinde bundan böyle o usûl işleminin yapılması mümkün değildir. Kesin sürenin üzerinden az veya çok süre geçmesi, sonucu değiştirmez. Aksi takdirde, kesin süre ile kesin olmayan süre arasındaki ayırım ortadan kalkar (Pekcanıtez Usûl, s.467).
45. Kanun yoluna başvuru süreleri de hâkim tarafından değiştirilmesi mümkün olmayan kesin sürelerdendir ve re'sen gözetilmesi gerekir. Kesin sürelerin her olayda ve davanın her iki tarafı için de aynı şekilde uygulanması gerekmektedir. Kanunda, kanun yoluna başvuru sürelerinin arttırılabileceğine ilişkin istisnai bir düzenleme ve imkan da yer almamaktadır. Kanun yollarına başvuru için kesin süre söz konusu olduğundan “makul süre” kavramından da bahsedilmemiştir.
46. Zira Kanun'un taraflara tanıdığı süreler kamu düzenindendir (Pekcanıtez Usûl, s.454).
47. Anılan yasal düzenlemelerden anlaşılacağı üzere süre tutum dilekçesi verilmesinin istinaf başvurusu süresine etki edeceği, süreyi durduracağı veya muhafaza edeceğiyle ilgili 7036 sayılı Kanun’da (ve mülga 5521 sayılı Kanun’da) ve HMK’da bir hüküm bulunmamaktadır.
48. Bir dilekçe ile kanûni sürenin tutulması veya korunması söz konusu olamaz. Böyle bir durumda iki ihtimal mevcuttur; ya süre henüz başlamamıştır, o zaman zaten işleyen bir süre olmadığından, o sürenin tutulması veya muhafazası için bir işleme, zorlamaya gerek yoktur ya da süre işlemeye başlamıştır, o zaman da zaten bir şekilde sürenin tutulması veya muhafazası bir ön dilekçe verilerek sağlanamaz süresinde işlem yapılmalıdır, aksi hâlde hak düşer (Özekes; Muhammet: “Hukuk Yargılamasında Süre Tutum Müessesesi Yoktur, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a Armağan”, Ankara 2009, s.381-396, s.390).
49. Uygulamada yapıldığı üzere kısa karara karşı süre tutum dilekçesi adı altında içeriği olmayan bir dilekçe verip ardından ayrıntılı bir dilekçe vermek ise kanunî temeli ve düzenlemesi olmayan, ayrıca hukuka da açıkça aykırı bir durumdur (Pekcanıtez Usûl, s.2220).
50. Hukuk Genel Kurulunun 01.10.2003 tarihli ve 2003/13-581 E., 2003/527K. sayılı kararında da; "Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 435/2.maddesindeki, temyiz sebeplerinin, temyiz dilekçesinin verilmesinden itibaren bir hafta içerisinde verilecek başka bir dilekçeyle bildirilmesine olanak tanıyan hüküm, 2494 sayılı Yasa ile ortadan kaldırılmıştır. Böylece, uygulamada 'müddeti muhafaza' olarak adlandırılmış olan müessese de ortadan kalkmıştır…” yönünde açıklamalar yapılarak sonuç olarak hukuk yargılamasında, süre tutum müessesesinin mevcut olmadığı belirtilmiştir.
51. İstinaf yoluna başvuru için süre tutum dilekçesi verilmesi, süre tutum dilekçesini veren açısından istinaf nedenlerini belirtir dilekçesini verebilmesi için iki haftalık istinaf yolu süresinden sonrasına sarkacak şekilde ek bir süre tanındığı anlamına gelmeyeceği gibi, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre sonrasının "makul süre" olarak değerlendirilerek her duruma göre değişen, belirlisiz bir kavramın kabulü ile tarafların yargılama sürecini öngörebilme haklarının ellerinden alınması da kabul edilebilir değildir.
52. Bu durum yukarıda tarif edilen hukukî belirlilik ve hukukî güvenlik ilkelerine de aykırıdır.
53. Anayasa Mahkemesi de gerekçeli istinaf dilekçesine rağmen incelemenin yalnızca kamu düzeniyle sınırlı olarak yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası ile yapılan bireysel başvuru kapsamında verdiği kararda; kanun yoluna başvurma iradesini ortaya koyan süre tutum dilekçesinin ilgili yargı yerine verilmesinden sonra gerekçeli istinaf dilekçesinin kişinin iradesine bırakılmadan belirli bir süre içinde verilmesi gerektiği şeklinde derece mahkemeleri tarafından yapılan yorumun aşırı şekilci (katı) olmadığı gibi, mahkemeye erişimi aşırı derece zorlaştırmadığı ya da imkânsız hâle getirmediği belirtilerek Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmıştır (Anayasa Mahkemesinin 19.04.2018 tarihli ve 2017/29989 Başvuru numaralı, R.G; 14.06.2018 tarih ve 30451 sayılı kararı).
54. Somut olayda ilk derece mahkemesi kısa kararının 29.03.2018 tarihinde tefhim edilmesi üzerine davalı TKİ vekilinin 02.04.2018 harç ve havale tarihli süre tutum dilekçesi vererek istinaf yoluna başvurduğu, gerekçeli kararın 21.05.2018 tarihinde tebliğinden sonra ise 06.06.2018 havale tarihli gerekçeli istinaf dilekçesi ibraz ettiği, bölge adliye mahkemesince gerekçeli istinaf dilekçesinin kanunda öngörülen süreden sonra verildiği belirtilerek süre tutum dilekçesi kapsamında kamu düzeni yönünden inceleme yapılarak ilk derece mahkemesi kararında kamu düzenine aykırı bir husus bulunmadığı gerekçesiyle davalı TKİ vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği görülmüştür.
55. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; ilk derece mahkemesi kararında hükme ilişkin tüm hususların gerekçeli kararda açıklanması nedeniyle istinaf yoluna başvuru süresinin gerekçeli kararın tebliğ edilmesi ile başladığı, davalı TKİ vekilinin karar tarihinde yürürlükte bulunan 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 7. maddesi uyarınca gerekçeli kararın tebliğinden itibaren işlemeye başlayan iki haftalık istinaf başvuru süresi içinde istinaf nedenlerinin açıklandığı istinaf dilekçesi vermediği dikkate alındığında, bölge adliye mahkemesi tarafından davalı TKİ vekilinin süresinden sonra sunduğu gerekçeli istinaf dilekçesine değer verilmeyerek HMK’nın 355. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı yönünden incelenmesinin yerinde olduğu sonucuna varılmıştır.
56. Hâl böyle olunca direnme kararı usul ve yasaya uygundur.
57. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 25.11.2020 tarihli, 2019/10(21)-405 E., 2020/949 K.; 18.03.2021 tarihli ve 2021(21)10-13 E., 2021/301 K.; 2020/(21)10-21 E., 2021/300 K. ile 2019/(21)10-690 E., 2021/299 K. sayılı kararları da aynı doğrultudadır.
58. Ne var ki, Özel Dairece bozma nedenine göre sair yönler incelenmeksizin karar bozulduğundan bölge adliye mahkemesi kararı ile ilgili kamu düzeni yönünden temyiz incelemesi yapılması için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekmektedir.
59. Öte yandan Özel Daire bozma kararında davacının istinaf başvurusu olmadığı hâlde “Nitekim davacı ve davalı vekilinin kararın tefhiminden itibaren yasal süresi içerisinde sundukları istinaf yoluna başvurularına dair süre tutum dilekçeleri ile kararı istinaf ettiklerini beyan ettikleri anlaşılmaktadır." cümlesindeki “davacı ve” ifadesinin maddi hata olduğu anlaşılmıştır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Direnme uygun bulunduğundan davalı ... Genel Müdürlüğü vekilinin incelenmeyen temyiz itirazlarının kamu düzeni yönünden incelenmesi için dosyanın YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 16.12.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.