Logo

Hukuk Genel Kurulu2020/710 E. 2022/177 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Ücret intibakından kaynaklanan fark işçilik alacaklarına uygulanacak zamanaşımı süresinin beş yıl mı yoksa on yıl mı olduğu ve davalı idarenin yazısının zamanaşımını kesen borç ikrarı niteliğinde olup olmadığı hususları.

Gerekçe ve Sonuç: Davaya konu alacakların, 21.02.2012 tarihli protokol ile değil, hatalı intibak uygulamasına bağlı ücret ve ücretin eki niteliğindeki fark işçilik alacakları olması sebebiyle beş yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu, davalı idarenin 13.11.2014 tarihli yazısının ise kesin bir borç ikrarı niteliğinde olması nedeniyle zamanaşımını kestiği ve bu tarihten itibaren beş yıllık yeni bir zamanaşımı süresinin işlemeye başladığı gözetilerek yerel mahkemenin direnme kararının bozulmasına karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 7. İş Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karara yönelik davacı vekilinin istinaf başvurusu üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesince davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine dair verilen karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonucunda bozulmuş, ilk derece mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı adına üyesi olduğu Türkiye Harb Sanayii ve Yardımcı İşkolları İşçileri Sendikası (Türk Harb-İş Sendikası) vekili dava dilekçesinde; Türk Harb-İş Sendikası ile Türk Ağır Sanayii ve Hizmet Sektörü Kamu İşverenleri Sendikası (TÜHİS) arasında ... (Bakanlık) ve İçişleri Bakanlığına bağlı işyerlerinde işveren tarafından işe girişte hatalı ücret derecesinden intibakı yapılan sendika üyesi işçilerin intibaklarının düzeltilmesi amacıyla 21.02.2012 tarihinde protokol imzalandığını, protokol kapsamında kurulan intibak komisyonunca 789 işçinin hatalı ücret derecesinden işe başlatıldığına karar verilmesinden sonra Bakanlığın 18.01.2013 tarihli “ücret derecesi intibakı” başlıklı yazı ile bu işçilerin ücret derecelerinin düzeltilerek ücretlerinin 14.02.2013 tarihinden itibaren düzeltilen ücret dereceleri üzerinden ödediğini, müvekkilinin ücret derecesine de 14.02.2013 tarihinde dört derece eklendiğini, bunun üzerine ücret derecesi değişen işçilerin geriye dönük 5 yıllık fark alacaklarının dava açılmadan sulh yoluyla ödenmesinin talep edildiğini, davalı Bakanlık tarafından yayımlanan 13.11.2014 ve 15.01.2015 tarihli “İntibaktan Kaynaklanan İşçi Alacakları” konulu yazılar ile 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (659 sayılı KHK) çerçevesinde intibakların düzeltilerek geriye doğru 5 yıllık fark alacakları olan ve dava açmayan Sendika üyesi işçilerle sulh sözleşmesi yapılıp geriye dönük alacakların yasal faiziyle birlikte hesaplanması ve gecikmeden ödenmesinin işyerlerinden istendiğini, ödeme yapılmaya başlandıktan sonra Türk Harb-İş Sendikasının bilgisi dışında açılan davalar gerekçe gösterilerek davalı Bakanlığın 12.03.2015 tarihli yazısı ile geriye dönük yapılan ödemeler ve buna bağlı işlemlerin açılmış davalar sonuçlanıncaya kadar durdurulması yönünde işyerlerine talimat verdiğini, açılan davalarda işçiler lehine kararlar çıkması üzerine birkaç defa Bakanlığa ödeme yapılması konusunda başvuru yapıldığını ancak olumlu cevap alınamadığını, daha sonra 02.05.2018 tarihinde Kamu Denetçilik Kurumuna (KDK) başvurulduğunu, KDK’nın 22.01.2019 tarihli yazısı ile mağdur edilen sendika üyelerinin mağduriyetlerinin giderilmesi ile ortaya çıkan hukuka aykırı işlemin ortadan kaldırılması yönünde Bakanlığa tavsiyede bulunulmasına karar verildiğini, ancak buna rağmen ödeme yapılmadığını, Bakanlık tarafından alacakların zamanaşımına uğradığının belirtildiğini fakat 13.11.2014 tarihli yazının borç ikrarı niteliğinde olduğundan zamanaşımını kestiğini, yeniden işlemeye başlayan zamanaşımı süresinin de henüz dolmadığını ileri sürerek fark ücret, fark akdi ikramiye ve fark ilave tediye alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı ... vekili cevap dilekçesinde; 21.02.2012 tarihinde Türk Harb-İş Sendikası ile ücret derecelerinin tespiti yönünde protokol imzalandığını ancak geçmişe dönük ödemelerle ilgili bir sulh sözleşmesi yapılmadığını, protokolün 18.01.2013 tarihinden itibaren uygulandığını, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun (TBK) 154. ve 156. maddelerinin alacağın belli olmadığı, yazılı belgeye bağlanmadığı durumlarda söz konusu olacağını, Bakanlık tarafından kendi içinde yapılan yazışmalar nedeniyle zamanaşımının kesilmesi veya durmasının söz konusu olmadığını, dava konusu işçilik alacaklarının 5 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğunu ve protokole bağlı hakların zamanaşımına uğradığını belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. Ankara 7. İş Mahkemesinin 03.10.2019 tarihli ve 2019/289 E., 2019/417 K. sayılı kararı ile; Bakanlığın iç yazışması olan 13.11.2014 tarihli yazısında işçilik alacaklarının ödenmesi konusunda sulh anlaşması yapılmasının mümkün olduğu hususunda Hukuk Müşavirliği ve Davalar Daire Başkanlığının görüşünden, intibaktan kaynaklanan alacakların 659 sayılı KHK kapsamında yapılacak sulh anlaşmaları ile ödenmesi konusunda ise Bakan onayından bahsettiğinden borç ikrarı niteliğinde olmadığı, borç ikrarından söz edilebilmesi için borcun neye ilişkin ve ne kadar olduğunun karşı tarafa açıkça “ikrar” şeklinde belirtilmesi gerektiği, ayrıca 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 188. maddesinde sulh görüşmeleri sırasında yapılan ikrarın tarafları bağlamayacağının öngörüldüğü, buna göre de Bakanlığın yazısının 5 yıllık zamanaşımına tabi olan davaya konu işçilik alacakları yönünden zamanaşımını kesmediği veya durdurmadığı gerekçesiyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:

7. Ankara 7. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.

8. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesinin 25.12.2019 tarihli ve 2019/4282 E., 2019/3600 K. sayılı kararı ile; 13.11.2014 tarihli yazının somut borç ikrarı içermeyip intibaktan kaynaklanan alacağın bulunup bulunmadığı ve fiilen ödenen yevmiye miktarı ile intibak sonrası ödenmesi gereken yevmiye miktarı arasındaki farkların periyodik ücret artış dönemlerine göre ayrı ayrı hesaplanarak tespit edilmesinden sonra alacak bulunması hâlinde sulh anlaşması yapılarak ödenmesini öngördüğünden zamanaşımını kesen borç ikrarı niteliğinde olmadığı, ayrıca TBK’da düzenlenen zamanaşımını kesen nedenlerden herhangi birinin somut olayda bulunmadığı, bu nedenlerle dava tarihi itibariyle zamanaşımı süresi geçtiğinden ilk derece mahkemesinin zamanaşımı nedeniyle davanın reddi kararının usul ve yasa ile dosya içeriğine uygun olduğu gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

9. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

10. Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesince 27.02.2020 tarihli ve 2020/1142 E., 2020/3725 K. sayılı kararı ile;

“….Taraflar arasında dava konusu alacakların zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.

Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalabilmesini ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu "eksik bir borç" haline dönüştürür ve "alacağın dava edilebilme özelliği"ni ortadan kaldırır.

6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 146. maddesi gereğince kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.

4857 sayılı İş Kanunun 32/8 maddesinde ise işçi ücretinin 5 yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir.

Türk Ağır Sanayii ve Hizmet Sektörü Kamu İşveren Sendikası ile Türk Harb-İş Sendikası arasında imzalanan 21.02.2012 tarihli protokolde 23. Dönem Toplu İş Sözleşmesinin bir kısım maddelerinde değişiklik yapılması kararlaştırılmıştır. Bu bağlamda, işe girişte hatalı ücret derecesinden intibakı yapılan üye işçilerin intibaklarının düzeltilmesi öngörülmüştür. ...'nın 13.11.2014 tarihli yazısında; 21.02.2012 tarihli protokol gereğince intibak işlemi ve ücret derecelerinin düzeltilmesine ilişkin işlemlerin 15.01.2013 tarihi itibari ile sağlandığı, intibaktan kaynaklanan alacakların yargı yoluna başvurmayanlar için 18.01.2013 tarihinden geriye doğru 5 yıllık süreye ilişkin kısmının ödenmesi maksadıyla sulh anlaşması yapılmasının mümkün olduğu bildirilmiştir. ...'nın 13.11.2014 tarihli yazı içeriği ve 21.02.2012 tarihli protokol birlikte değerlendirildiğinde, 21.02.2012 tarihli protokolün taraflar arasında düzenlenen bir sulh sözleşmesi olduğunun kabulü gerekir. Somut olayda; davacının talebi toplu iş sözleşmesinden kaynaklı işçilik alacaklarının ödenmesi değil, 21.02.2012 tarihli protokol ile sağlanan ücret intibakından kaynaklanan ve ödenmesi taahhüt edilen fark alacakların ödenmesidir. Başka bir deyişle, dava 21.02.2012 tarihli protokolle sağlanan ücret intibakı gereğince ödenmesi gereken fark alacaklara dayanmaktadır. Alacağın dayanağı 21.02.2012 tarihli sözleşme olduğuna göre, somut olay bakımından işçilik alacaklarına uygulanması gereken 5 yıllık zamanaşımı süresinin değil, 6098 Sayılı Kanun'un 146. maddesinde düzenlenen 10 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerekir. Bu durumda dava tarihi itibariyle 10 yıllık zamanaşımı süresi dolmadığından işin esasına girilerek dava konusu alacaklar yönünden bir değerlendirme yapılmalıdır. Davalı Bakanlığın 13.11.2014 tarihli yazısının zamanaşımını kesen borç ikrarı niteliğinde olmadığı ve işçilik alacakları için öngörülen 5 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmesi isabetsiz olup bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

11. Ankara 7. İş Mahkemesinin 14.07.2020 tarihli ve 2020/183 E., 2020/129 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeye ilaveten, davada işçilik alacaklarının tabi olduğu 5 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği, TBK’da öngörülen zamanaşımı süresinin bu alacak kalemlerine uygulanma olanağının olmadığı, alacağın kaynağının taraf sendikalar arasında imzalanan 21.02.2012 tarihli protokole dayanmasının zamanaşımı süresini değiştirmeyeceği gibi TBK’nın 148. maddesi gereği de zamanaşımı sürelerinin tarafların iradeleri veya sözleşme ile değiştirilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

12. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 21.02.2012 tarihli protokolle sağlanan ücret intibakından kaynaklı dava konusu fark işçilik alacaklara uygulanması gereken zamanaşımı süresinin 5 yıl mı yoksa 10 yıl mı olması gerektiği ve Milli Savunma Bakanlığının 13.11.2014 tarihli yazısının dava konusu fark alacaklara ilişkin zamanaşımını kesen borç ikrarı niteliğinde olup olmadığı; buradan varılacak sonuca göre zamanaşımı süresinin dolmadığından bahisle mahkemece işin esasına girilerek dava konusu alacaklar yönünden değerlendirme yapılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

14. Öncelikle konuyla ilgili kavramlar ve yasal düzenlemeler üzerinde kısaca durulmasında fayda bulunmaktadır.

A. Zamanaşımı :

15. Özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde yasanın kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir. Başka bir ifadeyle zamanaşımı; alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden, dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade etmektedir. Zamanaşımı hukukî niteliği itibariyle, maddi hukuktan kaynaklanan bir def'î olup usul hukuku anlamında ise bir savunma aracıdır [(Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt:2, İstanbul 2001 s. 1761; Von Tuhr: Borçlar Hukuku (C.Edege Çevirisi), Ankara 1983, Cilt:1-2, s. 688 vd; Velidedeoğlu, Hıfzı Veldet.: Türk Medeni Hukuku, C. 1, Cüz I, 6. Baskı, İstanbul 1959, s. 274].

16. Zamanaşımı def'î, davalının aslında var olan bir borcunu özel bir nedenle yerine getirmekten kaçınmasına olanak veren bir haktır. Bu itibarla zamanaşımının sonucu; alacak hakkına son verme değil, onu eksik borç hâline getirme şeklinde ortaya çıkmaktadır. Zamanaşımına ilişkin düzenlemelerin temelinde iddia edilen alacağın aradan uzun zaman geçmiş olmasına rağmen kullanılmaması karşısında borçlunun oldukça uzak geçmişte kalan bir borçtan doğabilecek ihtilaflara karşı korunması, kendi alacağına karşı uzun süre kayıtsız kalan kimsenin bu hakkının artık korunmaya layık olmadığını kabul etmiş sayılması yatmaktadır.

17. Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili konusunda devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu hâlde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber artık doğal bir borç (obligatio naturalis) hâline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması, onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli olmayıp borçlunun kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir def'îde bulunması gerekir (Reisoğlu, Seza: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1998, s. 334; HGK’nın 05.05.2010 tarihli ve 2010/8-231 E., 2010/255 K.; 03.05.2006 tarihli ve 2006/4-232 E., 2006/269 K. sayılı kararları). Diğer bir anlatımla davalı tarafından zamanaşımı def'î ileri sürülmedikçe o hak ve alacak için yasanın öngördüğü zamanaşımı süresi dolmuş olsa bile hâkim bunu kendiliğinden göz önüne alamaz. Ancak taraflarca ileri sürülmesi durumunda mahkemece, zamanaşımı def’inin incelenmesi sırasında dikkat edilecek ilk husus, zamanaşımı def’înin süresinde ileri sürülüp sürülmediğinin denetlenmesi, şayet def’înin kanunda belirlenen süreler içerisinde ileri sürüldüğünün belirlenmesi hâlinde ileri sürülen talep hakkında zamanaşımı olgusunun vuku bulup bulunmadığının incelenmesi gerekecektir. Zira taraflardan birinin ileri sürdüğü zamanaşımı def’înin incelenmesi, doğal olarak yasal süresi içerisinde ileri sürülmüş bir zamanaşımı def’înin varlığına bağlı olup yasal süresinden sonra ileri sürülen zamanaşımı def’î hakkında inceleme yapılamaz.

18. Maddi hukuktan kaynaklanan bir def'î ve savunma aracı olan zamanaşımında öngörülen sürelere değinmekte yarar vardır.

19. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 146. maddesinde; “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.” düzenlemesi ile kanunlarda zamanaşımına ilişkin başka bir süre gösterilmemişse alacağın on yıllık zamanaşımı süresine tabi olacağı ancak ayrı süreler öngörülmüşse o sürelerin esas alınması gerektiği belirtilmiştir.

20. Bu genel düzenleme sonrası ise TBK’nın 147. maddesinde bazı alacakların beş yıllık zamanaşımı süresine tabi olacağı düzenlenmiştir. Düzenlemeye göre bu alacaklar, kira bedelleri, anapara faizleri ve ücret gibi diğer dönemsel edimler; otel, motel, pansiyon ve tatil köyü gibi yerlerdeki konaklama bedelleri ile lokanta ve benzeri yerlerdeki yeme içme bedelleri; küçük sanat işlerinden ve küçük çapta perakende satışlardan doğan alacaklar; bir ortaklıkta, ortaklık sözleşmesinden doğan ve ortakların birbirleri veya kendileri ile ortaklık arasındaki; bir ortaklığın müdürleri, temsilcileri, denetçileri ile ortaklık veya ortaklar arasındaki alacaklar; vekâlet, komisyon ve acentalık sözleşmelerinden, ticarî simsarlık ücreti alacağı dışında, simsarlık sözleşmesinden doğan alacaklar; yüklenicinin yükümlülüklerini ağır kusuruyla hiç veya gereği gibi ifa etmemesi dışında, eser sözleşmesinden doğan alacaklardır.

21. Maddede altı bent hâlinde sayılan beş yıllık zamanaşımına tabi alacakların ortak nitelikleri, uzun süre askıda kalmaya elverişli bulunmamalarıdır. Birinci bentte sayılan kira bedelleri, anapara faizleri ve ücret gibi dönemsel edim niteliğindeki alacakların ise ortak nitelikleri dönemsel olmalarıdır. Ancak birinci bentteki sayma sınırlayıcı değildir ve dönemsel edimlere benzer diğer edimlerde buraya girmektedir (Uygur, Turgut: 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu Şerhi, I. Cilt, Ankara 2013, s.959).

22. Öte yandan 4857 sayılı İş Kanununun 32. maddesinde “Ücret ve ücretin ödenmesi” başlığı altında;

“Genel anlamda ücret bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutardır.

(Değişik ikinci fıkra : 17/4/2008-5754/85 md.) Ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkak kural olarak, Türk parası ile işyerinde veya özel olarak açılan bir banka hesabına ödenir. Ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkak, yabancı para olarak kararlaştırılmış ise ödeme günündeki rayice göre Türk parası ile ödeme yapılabilir. Çalıştırılan işçilerin ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakının özel olarak açılan banka hesabına yatırılmak suretiyle ödenmesi hususunda; tabi olduğu vergi mükellefiyeti türü, işletme büyüklüğü, çalıştırdığı işçi sayısı, işyerinin bulunduğu il ve benzeri gibi unsurları dikkate alarak işverenleri veya üçüncü kişileri zorunlu tutmaya, banka hesabına yatırılacak ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakının, brüt ya da kanuni kesintiler düşüldükten sonra kalan net miktar üzerinden olup olmayacağını belirlemeye Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığından sorumlu Devlet Bakanlığı müştereken yetkilidir. Çalıştırdığı işçilerin ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakını özel olarak açılan banka hesapları vasıtasıyla ödeme zorunluluğuna tabi tutulan işverenler veya üçüncü kişiler, işçilerinin ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkaklarını özel olarak açılan banka hesapları dışında ödeyemezler.

(Ek fıkra : 17/4/2008-5754/85 md.) İşçinin ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakının özel olarak açılan banka hesaplarına yatırılmak suretiyle ödenmesine ilişkin diğer usûl ve esaslar anılan bakanlıklarca müştereken çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.

Emre muharrer senetle (bono ile), kuponla veya yurtta geçerli parayı temsil ettiği iddia olunan bir senetle veya diğer herhangi bir şekilde ücret ödemesi yapılamaz.

Ücret en geç ayda bir ödenir. İş sözleşmeleri veya toplu iş sözleşmeleri ile ödeme süresi bir haftaya kadar indirilebilir.

İş sözleşmelerinin sona ermesinde, işçinin ücreti ile sözleşme ve Kanundan doğan para ile ölçülmesi mümkün menfaatlerinin tam olarak ödenmesi zorunludur.

Meyhane ve benzeri eğlence yerleri ve perakende mal satan dükkan ve mağazalarda, buralarda çalışanlar hariç, ücret ödemesi yapılamaz.

Ücret alacaklarında zamanaşımı süresi beş yıldır.” düzenlemesi ile TBK ile paralel olacak şekilde yapılan düzenleme ile ücret alacaklarının beş yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu belirtilmiştir.

23. Bu hükmün kapsamına fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücretleri ile ikramiye ve prim gibi ücret ekleri ve diğer işçilik hakları da girmektedir (Çelik, Nuri/ Canikoğlu, Nurşen/ Canbolat, Talat: İş Hukuk Dersleri, Beta, Yenilenmiş 28. Bası, İstanbul 2015, s.230; Mollamahmutoğlu, Hamdi: İş Hukuku, Gözden Geçirilmiş Yenilenmiş 2. Bası, Ankara 2005, s. 400).

24. İkramiye asıl ücrete ek olarak bazı vesilelerle verilen özel bir ücrettir. Toplu iş sözleşmesinde ya da iş sözleşmesinde açık veya örtülü olarak kararlaştırılmış bulunuyorsa ücretin bir bölümünü oluşturur ve işçiye de bir talep hakkı sağlar. Bu nedenlerle ücrete ilişkin düzenlemeler ikramiye hususunda uygulama yeri bulur (Çelik/Canikoğlu/Canbolat, s. 224).

25. İlave tediye ise 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması ve 6452 Sayılı Kanunla 6212 Sayılı Kanunun 2 nci Maddesinin Kaldırılması Hakkında Kanun (6772 sayılı Kanun) da düzenlenmiş olmakla Devlet ve ona bağlı kurumlarda bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan her işçinin ilave tediyeye hak kazanacağı belirtilmiştir. Yine 6772 sayılı Kanun’da ücret sistemleri ne olursa olsun, işçilere her yıl için birer aylık istihkakları tutarında ilave tediye ödeneceği belirtilmiştir. İlave tediye de niteliği gereği hem dönemsel bir edim hem de bir ücret alacağı niteliğindedir.

26. Sonuç itibariyle ücret, akdi ikramiye ve ilave tediye ücret alacakları gerek 4857 sayılı İş Kanunu gerekse 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu gereği beş yıllık zamanaşımı süresine tabidir.

27. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 148. maddesinde zamanaşımı sürelerinin kesin nitelikte olup sözleşme ile değiştirilmesinin mümkün olmadığı, 149. maddesinde alacağın muaccel olması, ifa zamanının gelmiş olması ile zamanaşımının başlayacağı, 150. maddesinde ise ömür boyunca gelir ve benzeri dönemsel edimlerde alacağın tamamı için zamanaşımının ifa edilmemiş ilk dönemsel edimin muaccel olduğu günden işlemeye başlayacağı öngörülmüştür. Ayrıca zamanaşımı süresinin işlemeye başlaması için, alacaklının alacağından haberdar olması veya haberdar olmak zorunda olması da şart değildir (Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2014, s.1284-1285).

28. Öte yandan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 153. ve 154. maddelerinde zamanaşımının durması ve kesilmesi hüküm altına alınmıştır. Zamanaşımını durduran sebeplerin varlığı hâlinde zamanaşımı hiç işlemeye başlamaz, daha önce işlemeye başlamışsa, işlemesi durur. Zamanaşımının kesilmesinde kural olarak yeni bir süre işlemeye başlarken zamanaşımının durmasında eksik kalan sürenin tamamlanması söz konusu olur (Uygur, s. 978).

29. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununda zamanaşımını kesen sebepler 154. maddede düzenlenmiş olup anılı maddeye göre;

“…Aşağıdaki durumlarda zamanaşımı kesilir:

1. Borçlu borcu ikrar etmişse, özellikle faiz ödemiş veya kısmen ifada bulunmuşsa ya da rehin vermiş veya kefil göstermişse.

2. Alacaklı, dava veya def’i yoluyla mahkemeye veya hakeme başvurmuşsa, icra takibinde bulunmuşsa ya da iflas masasına başvurmuşsa”.

30. Maddenin 1. fıkrasında borçlunun fiili ile; 2. fıkrasında ise alacaklının fiili nedeniyle zamanaşımının kesilmesi düzenlenmiştir. Borçlunun maddede belirtilen eylemlerinin alacaklısına veya temsilcisine yöneltilmesi ve ayırt etme gücü bulunan borçlu tarafından bizzat veya yetkili temsilcisi tarafından yapılması gerekir. Ayrıca borcu ikrar eden borçlunun bu durumunun zamanaşımını keseceğini bilip bilmemesi önemli değildir (Eren, s.1293).

31. Borçlu üçüncü bir şahsa da ikrarda bulunurken, bu ikrarın alacaklının bilgisine sunulacağını ciddi olarak öngörmüş sayılırsa zamanaşımı yine kesilmiş olur (Akman, Sermet/Burcuoğlu, Halûk/Altop, Atillâ/ Tekinay, Selâhattin Sulhi: Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler,7. Bası, İstanbul 1993, s. 1053).

32. Maddedeki “borcu ikrar” deyimi, “borcu tanıma” şeklinde değerlendirilmelidir. Bu tanıma açık ve zımni olabileceği gibi tanımanın mahkeme dışında yapılması da mümkündür. Ancak sonuç doğurabilmesi, alacaklıya yöneltilmiş bulunmasına ve borçlunun temyiz kudretine sahip olmasına bağlıdır (Uygur, s. 984).

33. Kanun zamanaşımının kesilmesini bu şekilde düzenledikten sonra yeni sürenin başlamasına ilişkin olarak 156. maddesinde “Borcun ikrar edilmesi veya karara bağlanması hâlinde” başlığı altında;

“Zamanaşımının kesilmesiyle, yeni bir süre işlemeye başlar.

Borç bir senetle ikrar edilmiş veya bir mahkeme ya da hakem kararına bağlanmış ise, yeni süre her zaman on yıldır.” düzenlemesine yer vermiştir.

34. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 156. maddesinin 1. fıkrasında zamanaşımının kesilmesi ile başlayan yeni sürenin ne kadar olacağı konusunda bir açıklık bulunmamaktadır. Ancak 2. fıkrasındaki ifadede öngörülen düzenlemeden yola çıkılarak ilk fıkradaki süre, gerek doktrin, gerek uygulamada, kural olarak eski sürenin aynısı, örneğin kesilen zamanaşımı süresi, beş yıl ise, yeniden işlemeye başlayacak zamanaşımı süresi de beş yıl olacaktır (Uygur, s. 989).

35. Maddenin 2. fıkrasında ilk fıkraya istisna teşkil eden hâller gösterilmektedir. Diğer bir anlatımla borç bir senetle ikrar edilmiş veya bir mahkeme ya da hakem kararına bağlanmış ise yeni süre kesilen zamanaşımı süresi ile aynı olmayacak, bu hâllerde yeni süre her zaman on yıl olacaktır. Oysa borcun bir senette değil de diğer herhangi bir suretle ikrar edilmesi yine zamanaşımını kesmekle birlikte bu durumda yeniden işleyecek süre eskisi kadar olur; mutlaka on yıl olmaz. Borcun bir senetle ikrar edilmiş sayılması için alacaklıya, borçlu tarafından, alacağın varlığını ve miktarını belirten bir belge verilmiş olmalıdır. O hâlde alacağın varlığını kabul etmekle yetinen, fakat miktarını ihtiva etmeyen bir belge, maddede sözü edilen senet sayılmaz.

36. Alacaklı tarafından borçlu aleyhine açılan bir dava sonunda borç mahkemenin hükmü ile sâbit olursa, yeniden işleyecek zamanaşımı süresi, hükmün kesinleştiği tarihten itibaren on yıl olacaktır. İcra mahkemeleri tarafından borçlunun icra takibine yaptığı itiraz üzerine verilen ve itirazın kaldırılmasına dair olan kararların “hüküm” niteliğinde sayılması mümkün değildir. Zira kanunda kastedilen anlamda hüküm, kesin hüküm teşkil eden mahkeme veya hakem ilâmından ibarettir (Akman / Burcuoğlu /Altop /Tekinay, s.1063-1064).

B. 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname Kapsamında Sulh, Usulü ve Sonuçları:

37. Sulh, taraflar arasında meydana gelen anlaşmazlıkların taraf iradelerinin karşılıklı olarak uyuşması neticesinde sona erdirilmesidir. İç hukukta sulh kavramı; çekişmeli bir konuda tarafların kendi istekleri ile vazgeçip anlaşmaları (eski hâle dönme), karşılıklı istemleri ile uzlaşmaya dayanan ivazlı bir akit, uluslararası hukukta ise sulh kavramı devletler arasında ilişkilerin sürmesini ya da herhangi bir nedenle kesilmiş olan ilişkilerin açılmasını belirtmek anlamı taşımaktadır (Türk Hukuk Lûgatı: Türk Hukuk Kurumu, Ankara 2021, Cilt I,s. 1022).

38. Hukukî açıdan sulhün anlamı ise sözlük anlamına benzer ancak daha dar olarak, tarafların aralarındaki uyuşmazlığı kısmen ya da tamamen sona erdirmek amacıyla yaptıkları sözleşme olarak nitelendirilmektedir (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, C. IV, s. 3742; Tanrıver, Süha: “Mahkeme Huzurunda Yapılan Sulhler”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C. 49, S. 1, 1994, s. 333).

39. Sulh kavramı ilk olarak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) yürürlüğe girmesi ile birlikte kanunda yerini almış ve görülmekte olan bir davada, tarafların aralarındaki uyuşmazlığı kısmen veya tamamen sona erdirmek amacıyla mahkeme huzurunda yaptıkları sözleşme olarak belirtilmiştir.

40. Sulh hususunda düzenlemeler genel olarak özel hukuk alanında yapılmış olsa da, idarenin taraf olduğu adli veya idari uyuşmazlıklara ilişkin olarak da tarafların uyuşmazlık üzerindeki tasarrufları ile yargı yoluna başvurmaksızın uzlaşabilmelerine ilişkin düzenlemeler ayrıca özel hukuk alanında öngörülen sulh kavramından farklı olarak hukukumuzda yer almaktadır.

41. 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname de bu kapsamda sulh yoluyla idarenin taraf olduğu uyuşmazlıkların çözümüne ilişkin olarak 02.11.2011 tarihinde yürürlüğe girmiştir. İdarenin tabi olduğu kurallar ve idari rejim sebebiyle özel hukuk uyuşmazlıklarına getirilen yargı dışı uyuşmazlık çözüm yollarının idarelerin taraf olduğu uyuşmazlıklara uygulanmasında ciddi zorluklarla karşılaşılması ve beklenen yararın sağlanmaması karşısında uyuşmazlıkların yargıya alternatif yollardan giderilmesine imkân tanıyan “sulh” kurumu, özel hukuk uygulamalarından ayrı şekilde 659 sayılı KHK ile idare için düzenlenmiştir (Karaaslan Mehmet: “İdarenin Taraf Olduğu Uyuşmazlıkların Alternatif Uyuşmazlık Çözüm Yöntemleri İle Giderilmesi”, TBB Dergisi, S.140, Ocak-Şubat 2019, s. 85). 659 sayılı KHK ile aslında özel hukuk uygulamalarından farklı olarak sulh adı altında idareye taraf olduğu uyuşmazlıklar konusunda alternatif bir ödeme yöntemi belirlenmiştir.

42. 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname ile idarelerin hukuk hizmetlerini etkili, verimli ve usul ekonomisine uygun şekilde yerine getirmesi, bu hizmetlerin yürütülmesinde uygulama birliği sağlanması ve yargılamaya göre daha çabuk hareket edilerek uyuşmazlıkların uzlaşma temeline dayanan yolla çözülmesi amaçlanmaktadır. 659 sayılı KHK’nın kapsamını ise idarenin bir tarafını teşkil ettiği adli ve idari uyuşmazlıkların çözümü oluşturmaktadır.

43. 659 sayılı KHK’nın 9. maddesinde “Adli uyuşmazlıklarda sulh” başlığı ile;

“(1) İdarelerin adli yargıda dava açmadan veya icra takibine başlamadan önce karşı tarafı sulhe davet etmesi esastır. İdareler, kendi aleyhlerine dava açılacağını veya icra takibine başlanılacağını öğrenmeleri durumunda da karşı tarafı sulhe davet edebilirler. Sulhe davet, uyuşmazlığın tarafı olan gerçek veya tüzel kişilerce de yapılabilir. İlgili mevzuatında daha uzun bir süre öngörülmediği takdirde, sulhe davette karşı tarafa, ifa, itiraz veya sulh teklifinde bulunmak üzere otuz güne kadar süre verilir.

(2) Gecikmesinde sakınca bulunan veya işin mahiyeti gereği süre verilmesinde fayda görülmeyen hallerde doğrudan dava ve icra yoluna başvurulabilir.

(3) Dava konusu edilmiş veya icraya intikal etmiş uyuşmazlıklarda da taraflarca sulh teklifinde bulunulabilir.

(4) 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun kapsamı dışında kalan tüm taksit tekliflerinin değerlendirilmesi de bu madde kapsamında yapılır.

(5) Sulh başvurularının altmış gün içinde sonuçlandırılması zorunludur. Sulh başvurusu altmış gün içinde sonuçlandırılmamışsa istek reddedilmiş sayılır.” düzenlemesi öngörülürken devam eden maddelerinde de sulhün usul ve esaslarına yer verilmiştir.

44. Madde metninden de anlaşılacağı üzere adli uyuşmazlıklar için adli yargı yoluna başvurmadan idareye sulh davetinde bulunma yükümlülüğü yüklemek suretiyle uyuşmazlığı alternatif yolla çözmek amaçlanmıştır. Yalnızca idarenin, adli yargıda dava açmadan veya icra takibine başlamadan sulh daveti yapılması değil, aynı zamanda idarenin kendi aleyhine dava açılacağını veya icra takibi yapılacağını öğrenmesi durumunda da sulh daveti yapılacağı düzenlenmiştir. Öte yandan uyuşmazlığın diğer tarafı olan kişilere de sulhe davet imkânı tanınmıştır.

45. 659 sayılı KHK’nın 10. maddesinin “Adli uyuşmazlıklarda sulhün usul ve esasları” başlığı ile yer alan düzenlemesinde;

“… (1) Sulh anlaşması, anlaşma tutanağında belirtilen tutar kadar bir hakkın tanınması, menfaatin terki, bir şeyin verilmesi, yapılması ya da yapılmaması konusunda anlaşmalar veya sözleşme değişikliklerini kapsar. Sulhe konu işte birden çok ihtilaf bulunduğu takdirde asıl olan, ihtilafın tamamının çözümlenmesidir. Ancak kamu menfaati görüldüğünde kısmi sulh de mümkündür.

(2) Maddi ve hukuki nedenlerle kamu menfaati görülmesi halinde, 11 inci maddedeki yetkiler çerçevesinde asıl alacak ve fer’ilerinden kısmen ya da tamamen vazgeçilebilir.

(3) Bu Kanun Hükmünde Kararname çerçevesinde yapılan sulh anlaşmalarına ilişkin tutanak ilam hükmünde olup ilamların icrasına dair genel hükümlere göre infaz olunur. Ancak vadeye bağlanmamış alacaklarda tutanağın imzalandığı tarihten itibaren iki aylık sürenin dolmasından, vadeye bağlanmış alacaklarda ise vadenin dolmasından önce tutanak icraya konulamaz. Sulh anlaşması hükümleri yerine getirilmediği takdirde alacak muaccel olur ve sulhe konu edilen hak veya alacaklar, alacağın muaccel olduğu tarihten itibaren 6183 sayılı Kanunun 51 inci maddesine göre belirlenen gecikme zammı oranında hesaplanan faizi ile birlikte takip ve tahsil edilir.”

(4) Sulh halinde üzerinde anlaşılan hususlar hakkında taraflarca dava açılamaz.

(5) Tarafların sulhe davet yazısının diğer tarafa tebliği ile uyuşmazlık konusu hak ve alacağın tabi olduğu kanuni süreler durur. Sulhün sağlanamaması halinde bu husus tutanağa bağlanır, tutanak tarihinden itibaren uyuşmazlığın niteliğine göre kanuni süreler yeniden işlemeye başlar. Mücbir sebep halinde genel hükümlere göre işlem yapılır.” .

11. maddesinde “Adli uyuşmazlıkların sulh yoluyla halli, uzlaşma ve vazgeçme yetkileri” başlığında;

“(1) İdarelerin;

a) Kendi aralarında ortaya çıkan her türlü hukuki uyuşmazlığın sulh yoluyla hallinde, dava açılmasında, bunlardan yargı veya icra mercilerine intikal etmiş olanların takiplerinden veya davalarda verilen kararlara karşı kanun yollarına gidilmesinden vazgeçilmesinde, sözleşmelerin değiştirilmesinde veya sona erdirilmesinde,

b) Gerçek veya tüzel kişilerle aralarındaki sözleşmelerde belirtilen sebeplerle yapılan her türlü sözleşme değişikliklerinin yapılmasında, bu hususlarla ilgili olarak çıkabilecek uyuşmazlıkların sözleşme hükümleri çerçevesinde sulh yoluyla hallinde,

hukuk birimlerinin uyuşmazlığın bu şekilde sonlandırılmasında maddi ve hukuki sebeplerle kamu menfaati bulunduğu yönündeki görüşü üzerine, buna dair onay ve anlaşmaları imzalamaya bakanlıklarda bakan, diğer idarelerde üst yönetici yetkilidir. Bakan ya da üst yönetici bu yetkisini sınırlarını açıkça belirlemek suretiyle alt kademelere devredebilir.

(2) Birinci fıkrada belirtilenler dışında, idarelerin, herhangi bir sözleşmeye dayanıp dayanmadığına, yargıya intikal edip etmediğine bakılmaksızın gerçek veya tüzel kişilerle aralarında çıkan her türlü hukuki uyuşmazlığın sulh yoluyla halline, her türlü dava açılmasından veya icra takibine başlanılmasından, bunlardan yargı veya icra mercilerine intikal etmiş olanların takiplerinden veya verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna gidilmesi dışındaki kanun yollarına gidilmesinden vazgeçmeye, davaları kabule, ceza uyuşmazlıklarında şikayetten vazgeçmeye veya uzlaşmaya, davadan feragat etmeye, sözleşmede belirtilmeyen sebeplerle sözleşmelerin değiştirilmesinde veya sona erdirilmesinde maddi ve hukuki sebeplerle kamu menfaati görülmesi halinde, buna dair onay veya anlaşmaları imzalamaya, vazgeçilen veya tanınan ya da terkin edilen hak ve menfaatin değeri dikkate alınmak suretiyle;

a) Tutara ilişkin olmayanlar ile 1.000.000 Türk Lirasına (2.824.611,00 TL) kadar olanlarda (1.000.000 Türk Lirası dahil) hukuk biriminin görüşü alınarak, ilgili harcama yetkilisinin teklifi üzerine üst yönetici,

b) 1.000.000 Türk Lirasından (2.824.611,00 TL) fazla olanlardan 10.000.000 Türk Lirasına (28.246.180,00 TL) kadar olanlarda (10.000.000 Türk Lirası dahil), hukuki uyuşmazlık değerlendirme komisyonunun görüşü alınarak, üst yöneticinin teklifi üzerine ilgili bakan, Milli Savunma Bakanlığında Müsteşarın teklifi üzerine Bakan,

c) 10.000.000 Türk Lirasından (28.246.180,00 TL) fazla olanlarda Cumhurbaşkanı, yetkilidir. Bakan ya da üst yönetici bu yetkisini sınırlarını açıkça belirlemek suretiyle alt kademelere, münhasıran taşra birimlerinin iş ve işlemleriyle ilgili olup illerde valilik, ilçelerde kaymakamlık onayına bağlanan iş ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıklarda vali ve kaymakamlara devredebilir….” düzenlemeleri ile sulhün esas ve yöntemi belirtilmiştir.

46. Hukukî uyuşmazlık değerlendirme komisyonu, 659 sayılı KHK’nın 2. maddesinde; idarelerin bünyesinde, ilgili idarenin üst yöneticisi tarafından oluşturulan hukuk birim amiri ve hukukî uyuşmazlıkla ilgili birim amirinin bulunduğu en az üç üyeden oluşan komisyon olarak tanımlanmıştır. Bu komisyon uyuşmazlığa dair görüş bildirmekle yükümlü olup icrai bir karar alması söz konusu değildir.

47. Hukukî uyuşmazlık değerlendirme komisyonunun hazırladığı görüş maddede belirtildiği üzere karar vermeye yetkili mercilere sunulacak ve bu yetkili mercilerde görüşü değerlendirerek sulh başvurusunu kabul veya reddedecektir. Sulh başvurusu bu yetkili mercilerce kabul edilse de idari makamların yaptığı sulh davetinin başvurucu tarafından kabul edilmemesi hâlinde sulh başvurusu olumsuz sonuçlanacaktır.

48. Sulh başvurusunun kabul ile sonuçlanması üzerine ise bir sulh anlaşma tutanağı düzenlenir. 659 sayılı KHK kapsamında sulh, tarafların dava açmadan önce başvurdukları bir yöntem olup yargılama hukukundan farklı olarak görülmekte olan bir davayı sona erdirme etkisi bulunmamaktadır.

49. Sulh sözleşmesi tarafların karşılıklı iradelerinin uyuşması sonucu imzaladıkları bir sözleşmedir ve taraflar arasındaki uyuşmazlığı kısmen ya da tamamen sona erdirmektedir. 659 sayılı KHK kapsamında yapılan sulh ise açık bir şekilde davayı sona erdirmemekte, sulh olunan konu ya da miktara ilişkin olarak dava açılmaması sonucunu desteklemektedir.

50. 659 sayılı KHK’da sulh anlaşması tutanaklarının ilam niteliğinde belge olduğu belirtilmiştir. Hukukumuzda ilamlar maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmesine rağmen ilam niteliğindeki belgelerin kesin hüküm gücüne sahip olduğunu söylemek mümkün değildir (Tanrıver, Süha; İlâmlı İcra Takibinin Dayanakları ve İcranın İadesi, Ankara 1996, s.83). Yani sulh anlaşma tutanağı ilam niteliğinde belge olduğundan ilamların icrasına dair hükümler doğrultusunda infaz edilecektir ancak maddi anlamda kesin hüküm gücüne sahip olmayacaktır.

C. Somut olayın değerlendirilmesi:

51. 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun (6356 sayılı Kanun) 26. maddesinin 2. fıkrasında yer alan “Kuruluşlar, çalışma hayatından, mevzuattan, örf ve adetten doğan uyuşmazlıklarda işçi ve işverenleri temsilen; sendikalar, yazılı başvuruları üzerine iş sözleşmesinden ve çalışma ilişkisinden doğan hakları ile sosyal güvenlik haklarında üyelerini ve mirasçılarını temsilen dava açmak ve bu nedenle açılmış davada davayı takip yetkisine sahiptir. Yargılama sürecinde üyeliğin sona ermesi üyenin yazılı onay vermesi kaydıyla bu yetkiyi etkilemez.” düzenlemesine dayanarak sendika üyesi olan davacı adına bu davayı Türk Harb-İş Sendikası vekilinin açtığı somut olayda davacının davalı ... Bakanlığına ait Erzurum 55. Bakım Fabrikası Müdürlüğünde 15.09.1997 tarihinde 1. dereceden çalışmaya başladığını ancak ilk intibak derecesi hatalı ve eksik gösterildiğinden ücretinin eksik ödendiğini ileri sürerek fark ücret, fark akdi ikramiye ve fark ilave tediye alacaklarının davalıdan tahsilini talep etmiş; davalı vekili ise talep edilen fark işçilik alacaklarının zamanaşımına uğradığını ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.

52. Davalı Bakanlığa bağlı işyerlerinde çalışan çok sayıda işçinin ilk intibak derecelerinin hatalı belirlendiği ve bu sebeple eksik ücret ödendiği Bakanlığında kabulünde olup bu çerçevede davayı açan işçi sendikası Türk Harb-İş Sendikası ile işveren sendikası olan TÜHİS arasında 21.02.2012 tarihinde protokol imzalanmıştır. Protokolün geçici 3. maddesinde 23.03.2012 tarihine kadar ücret derecesi intibakının yanlış yapıldığını ispatlayıcı belgelerle birlikte işyerine yazılı olarak müracaat eden işçinin bu madde hükümlerine göre oluşturulacak komisyon tarafından işe alınış ücret derecesinin hatalı olduğunun tespit edilmesi hâlinde komisyon tarafından belirlenen ücret derecesine intibakı yapılacağı belirtilmiştir. Maddenin devamında da komisyonun Milli Savunma Bakanlığınca görevlendirilecek iki, işveren ve işçi sendikaları ile ilgili kuvvet komutanlıklarından birer kişinin katılımıyla oluşturulacağı düzenlenmiştir.

53. Protokol kapsamında kurulan komisyonca başvuru yapan işçilerin durumları incelenerek hatalı ücret derecesinden işe başlatıldığı tespit edilenlerin 14.02.2013 tarihinden itibaren yeni ücret dereceleri üzerinden ücretlerinin ödeneceği bildirilmiştir. Davacının da (13) olan ücret derecesinin bu tarihten geçerli olmak üzere (15)’e çıkartıldığı ve davacının bu ücret derecesi üzerinden ücretlerini almaya başladığı anlaşılmaktadır.

54. Bu aşamadan sonra Türk Harb-İş Sendikası protokolün amacına uygun olarak Bakanlıktan ücret derecesi değişen işçilerin fark işçilik alacaklarının dava açılmadan beş yıl geriye dönük ödenmesini talep etmiştir. Bakanlık tarafından yayımlanan ve işçi sendikasına gönderilen 13.11.2014 tarihli “İntibaktan Kaynaklanan İşçi Alacakları” konulu yazı ile geriye dönük ödemelere ilişkin Hukuk Müşavirliği ve Davalar Dairesi Başkanlığınca yargı yoluna başvurmayanlar için komisyon raporundaki kesin kabul ve ücret derecelerinin temel kabul edilerek işe giriş ücret derecelerinin hatalı olduğunun kabul edildiği, 18.01.2013 tarihinden geriye doğru beş yıl süreye ilişkin ücret ve ücret dışı işçilik alacaklarının ödenmesi maksadıyla sulh anlaşması yapılmasının, faiz talebinde bulunulması hâlinde yasal faiz ödenebileceğinin ve 659 sayılı KHK kapsamında sulh anlaşmaları ile çözümlenebilmesi için de Milli Savunma Bakanının onayının alınması gerektiğinin bildirildiği bu konuda gerekli Bakan onayının da alındığının belirtildiği görülmüştür. Aynı yazıda “Milli Savunma Bakanı namına” imzası bulunan personel başkanının sulh anlaşmaları vasıtasıyla intibak alacaklarından kaynaklanan işçi alacaklarının gecikmeye meydan verilmeden ödenmesini rica ettiği görülmüştür.

55. Her ne kadar geçmişe dönük beş yıllık işçilik alacaklarının ödenmesi hususunda mutabık kalınmış ve Bakanlık ödenmesi hususunda yazı yayımlamış ise de Türk Harb-İş Sendikası’nın bilgisi dışında sendika üyesi işçiler tarafından dava açılması üzerine 12.03.2015 tarihli yazı ile sulh tekliflerinin kabul edilmemesi ve ödemelerin durdurulması konusunda Milli Savunma Bakanının onayının kaldırılması onayının alındığı belirtilmiş ve bu onay kaldırma aşamasından sonra da davacının da içinde yer aldığı işçilere ödeme yapılmamıştır.

56. Yukarıda aşamaları belirtilen süreç konusunda taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamakla birlikte burada öncelikle tespiti gereken husus; davacının talep ettiği fark ücret, fark akdi ikramiye ve fark ilave tediye alacaklarına ilişkin zamanaşımı süresinin ne olduğudur.

57. Davaya konu işçilik alacakları niteliği itibariyle genel anlamda ücret niteliğinde olup bu hâliyle gerek İş Kanunu’nun 32. maddesinin son fıkrası gerekse de genel kanun niteliğinde olan TBK’nın 147. maddesinin 1. fıkrası gereği beş yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu açıktır.

58. Özel Daire bozma kararında dava konusu işçilik alacaklarının dayanağının 21.02.2012 tarihli sözleşme olduğu belirtilerek TBK’nın 146. maddesinde belirtilen genel zamanaşımı süresi olan on yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği belirtilmişse de bu tespit hatalıdır. Zira davaya konu alacaklar hatalı intibak uygulamasına bağlı ücret ve ücretin eki niteliğinde olan fark işçilik alacaklarından ibarettir. Sözleşme olduğu belirtilen 21.02.2012 tarihli protokol ücretlerin ödenmesine ilişkin olmayıp sadece işçilerin derece intibaklarının yapılmasına ilişkindir. Daha sonra düzenlenen 13.11.2014 tarihli sulh yapılması yönündeki yazı da bu alacakların vasfını değiştirmemektedir.

59. Mahkemece zamanaşımı süresinin beş yıl olduğuna yönelik yapılan değerlendirme bu yönüyle yerindedir.

60. Dava konusu işçilik alacaklarına uygulanması gereken zamanaşımı süresine yönelik bu belirlemeden sonra 13.11.2014 tarihli yazının niteliğini tespit etmek gerekmektedir.

61. Milli Savunma Bakanı namına personel başkanı imzası ile yayımlanan ve Türk Harb-İş Sendikasına gönderilen “İntibaktan Kaynaklanan İşçi Alacakları” konulu yazı içeriğinde yargı yoluna başvurmayanlar için komisyon raporundaki derece tespitlerinin esas alınarak 18.01.2013 tarihinden geriye doğru son beş yıl için intibaka bağlı olarak ücret ve ücret dışı işçilik alacaklarının 659 sayılı KHK kapsamında sulh sözleşmesi yapılarak gecikmeye mahal vermeden ödenmesi gerektiği belirtilmiştir.

62. Davacı işçinin de protokol kapsamında komisyon kararı ile ücret derecesinin (13) iken (15)’e çıkarıldığı ve bu kapsamda iki derece ilave edildiği anlaşılmakla, ilave edilen derece belirli olduğundan işverenin yapacağı ödemede bu kapsamda kesin belirli bir rakama tekabül etmektedir. Sonuç itibariyle 13.11.2014 tarihli yazı, 18.01.2013 tarihinden geriye doğru son beş yıl için 21.02.2012 tarihli protokol kapsamında oluşturulan intibak komisyonu tarafından belirlenen derece farklarının işçiye ödenmesi noktasında kesin bir kabul içermekle, anılan protokol öngörülen hakların ikrarı mahiyetindedir.

63. Bu ikrar niteliğinde olan belgenin zamanaşımını kesen sebeplerden biri olduğu ve kesilen zamanaşımının da yeniden işlemeye başlaması gerektiği sabittir.

64. Ödemelerin sulh sözleşmesi ile yapılması da 659 sayılı KHK’dan kaynaklanmaktadır. Sendikaya hitaben yazılan 13.11.2014 tarihli yazıda, düzeltilen intibak derecesine göre ücret ve ücret dışı işçilik alacakları açıkça kabul edildiği hâlde bir ödeme yöntemi olarak sulh anlaşması yapılacağı açıklanmıştır. Nitekim yazının 5. ve 6. maddelerinde intibaktan kaynaklanan işçilik alacaklarının sulh anlaşması yoluyla ödenmesinden söz edilmiştir. Ödemelerin sulh sözleşmesi yoluyla yapılması suretiyle 659 sayılı KHK’nın 10. maddesinin 3. fıkrası uyarınca ilam niteliğinde belgeye bağlanması amaçlanmıştır. 659 sayılı KHK uyarınca ödemelerin sulh sözleşmesi yoluyla yapılacak olması kesin borç ikrarını ortadan kaldıran bir durum değildir.

65. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 156. maddesinde zamanaşımının kesilmesiyle yeni bir süre işlemeye başlayacağı kurala bağlanmıştır. Borç bir senetle ikrar edilmiş veya bir mahkeme ya da hakem kararına bağlanmışsa yeni sürenin on yıl olduğu aynı maddenin 2. fıkrasında belirtilmiş ise de; dava konusu fark işçilik alacaklarının bir senetle ikrar edilmediği, mahkeme veya hakem kararına da bağlanmadığı dikkate alındığında, sözü edilen kuralın somut uyuşmazlıkta uygulanması mümkün değildir. Zira 13.11.2014 tarihli yazı ve 21.02.2012 tarihli protokol uyarınca oluşturulan komisyon kararına göre belirlenen intibak derecesi kapsamında davaya konu ücret ve ücret dışı alacaklar belirlenebilir mahiyette olsa da açıkça borç miktarı gösterilmemiştir. Açıkça borç miktarının yer almadığı belgenin Türk Borçlar Kanunu’nun 156. maddesinin 2. fıkrası anlamında senet olarak değerlendirilmesi mümkün olmaz. Bu durumda dava konusu alacaklar için yeni süre, işçilik alacakları için öngörülen beş yıllık süre olmalıdır.

66. Sonuç itibariyle dava konusu fark işçilik alacaklarına uygulanması gereken zamanaşımı süresi beş yıl olup Milli Savunma Bakanlığının 13.11.2014 tarihli yazısı ikrar niteliğinde olduğundan zamanaşımı süresi bu yazı ile kesilmiş ve bu tarih itibariyle de yeni beş yıllık zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlamıştır. Eldeki dava da 11.06.2019 tarihinde açıldığından beş yıllık zamanaşımı süresi dolmamıştır. Bu durumda mahkemece işin esasına girilerek dava konusu alacaklar yönünden bir değerlendirme yapılmalıdır.

67. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında 13.11.2014 tarihli yazının borç ikrarı niteliğinde olup zamanaşımını kestiği, senet niteliğinde olduğu ve bu tarihten sonra uygulanması gereken zamanaşımı süresinin ise TBK’nın 156. maddesinin 2. fıkrasında belirtilen senetle ikrar edilmiş bir borç niteliğinde olduğundan 13.11.2014 tarihinden itibaren yeniden işlemeye başlayan zamanaşımı süresinin on yıl olması gerektiği, direnme kararının bu farklı değişik gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ile borç ikrarı için net bir borç miktarının belirtilmesi gerektiği, 13.11.2014 tarihli yazının sulh anlaşması yapılabileceği hususuna ilişkin bir öneri niteliğinde olduğu, miktar belli olmadan ikrar söz konusu olmayacağından dava konusu fark işçilik alacaklarının zamanaşımına uğradığı ve direnme kararının bu belirtilen değişik gerekçe ile onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüşse de, bu görüşler yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

68. Hâl böyle olunca direnme kararının yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulması gerekmiştir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/1. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine 22.02.2022 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.

KARŞI OY

Senet, gerek medeni usul hukuku gerekse borçlar hukuku bakımından çok önemli temel bir kavram olmasına rağmen Borçlar Kanunu ve Hukuk Muhakemeleri Kanununda senedin tanımı yapılmamıştır.

Geniş anlamıyla senet, bir kimsenin meydana getirdiği (veya temsilcisi ya da vekili aracılığıyla getirttiği) ve kendi aleyhine delil teşkil eden belgedir.

Yazılı delil (senet) 6100 sayılı HMK’da kesin delil olarak düzenlenmiştir. İkrar ve yemin de kesin delillerden olmakla birlikte bir uyuşmazlıkta bu deliller karşı tarafın arzusuna bağlı olarak ortaya çıkabilecek delillerden olduğu için ileride bir ispat vasıtası olarak senet, en önemli kesin delil niteliğini taşımaktadır. Zira hukuki işlemle ilgili olarak bir ikrar veya yemin delilinin ortaya çıkabileceği önceden belli olmadığından bu konuda borçlunun imzasını taşıyan irade açıklaması içeren yazılı belge (senet) elde eden kimse, alacağının varlığının ispatı konusunda kendisini daha güvende hissedecek ve bir davaya konu olduğunda ikrar veya yemin delili ortaya çıkmasını beklemeden bu senetle alacağını ispatlayabilecektir.

Senetle ispat HMK 200 vd. maddelerde düzenlenmiştir. Senetle ispatı gereken hususlar bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukukî işlemlerdir. Maddede sözü edilen senet hukukî işleme ilişkin irade açıklamasını içeren, dar anlamda (hukukî anlamda) senet olarak adlandırılan yazılı belgelerdir. Yazılı bir belgenin hukukî anlamda senet niteliğini taşıyabilmesi için irade açıklamasında bulunan tarafın imzasını veya imza olarak kabul edilen bir işaretini içermesi gerekir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 18.09.1963 tarih 10/27 sayılı kararında hukukî anlamda senedin tanımı yapılmış ve “davacı ile davalı arasında bir hukukî ilişkiyi belgelendirmek üzere düzenlenmiş ve sözü edilenlerden biri tarafından öbürüne yöneltilmiş yahut sözü edilenlerce birbirlerine karşılıklı olarak yöneltilmiş irade beyanlarını kapsayan kağıtlar” olduğu belirtilmiştir.

Borçlar hukuku anlamında senet borcu doğuran bir belge olabileceği gibi borcu doğrulayan bir belge de olabilir. Kanunda yazılı şekilin arandığı sözleşmeler bakımından bu yazılı belge borcu doğuran senet olabilecek ise de yazılı şekilin aranmadığı ve karşılıklı irade açıklamasıyla kurulabilen sözleşmeler bakımından ise borcu ispatlayan senet olabilecektir.

Yazılı belgenin borcu doğuran belge olması veya borcu doğrulayan (ispatlayan) belge olması bu belgenin senet niteliğine etkili değildir. Zira borcu doğuran belgeler aynı zamanda borcu da doğrulayan (ispatlayan) belgelerdir.

Bir belgenin senet sayılması için aksine bir düzenleme olmadıkça şu tarihte, şu miktar borcu şu kişiye ödeyeceğim şeklinde kayıt içermesi zorunlu olmayıp iddia olunan hukukî işlemin varlığını ortaya koyması yeterlidir. Aksine özel düzenlemelere örnek olarak kambiyo senetlerine ilişkin hükümler gösterilebilir.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) 154. maddede hangi hâllerde zamanaşımının kesileceği düzenlenmiş olup bunlar arasında borçlunun borcu ikrar etmesi de bulunmaktadır. Zamanaşımı kesilince alacağa ilişkin zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlar (TBK 156/1) ise de TBK 156/2. maddede yer alan “Borç bir senetle ikrar edilmiş veya bir mahkeme ya da hakem kararına bağlanmış ise, yeni süre her zaman on yıldır” kuralıyla buna istisna da getirilmiştir. İkinci fıkradaki bu kural nedeniyle alacak iki yıl, beş yıl gibi farklı bir zamanaşımı süresine tabi olsa bile, borç bir senetle ikrar edilmiş ise yeniden işlemeye başlayan yeni süre on yıl olacaktır.

Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; 13.11.2014 tarihli Milli Savunma Bakanı adına yazılan yazıda daha önceden ücret dereceleri düzeltilmeyen ve bu hususta yargı yoluna başvurmayanlar için kesin kabul ücret dereceleri temel kabul edilerek işe giriş ücret derecelerinin hatalı olduğunun kabul edildiği yazı tarihi olan 18.01.2013 tarihinden geriye doğru 5 yıllık süreye ilişkin ücret ve ücret dışı alacakların ödenmesi maksadıyla sulh anlaşması yapılmasının mümkün bulunduğu, dilekçe tarihinden itibaren faiz işletilebileceği, bu miktarların sulh anlaşmaları ile ödenmesi konusunda bakan onayı alındığı, bu hususları belirtir şekilde alınacak sulh anlaşmaları vasıtasıyla intibaktan kaynaklanan işçi alacaklarının gecikmeye meydan verilmeden ödenmesi belirtilmiştir.

Bu yazı içeriğinde 18.01.2013 tarihinden geriye doğru 5 yıllık süre için intibaktan kaynaklanan işçi alacaklarının varlığı ikrar edilmiş ve bu kapsamda ödenmesi hususu yazılı belgeye bağlanmış olduğundan, bu resmi yazı gerek borçlar hukuku gerekse medeni usul hukuku anlamında hem ikrar hem de senet niteliğini taşımaktadır. Yazıda sulh anlaşmalarından söz edilmesi dava açılmasını beklemeden mevzuatta öngörülen ödemeye esas bir yöntemin gösterilmesi niteliğinde olup, alacağı kabul eden bir ikrarın ve borcun varlığını doğrulayan bir senedin bulunmadığı anlamına gelmemektedir. Zira varlığı kabul edilen alacağın intibaktan doğan farklara göre belirlenebilir bir miktarı içerdiği de açıktır.

Bu durumda zamanaşımını kesen ikrar, senet niteliği taşıyan bir belgeye dayandığından, 13.11.2014 tarihinde zamanaşımı kesilmiş ve işçilik alacakları için geçerli olan beş yıllık zamanaşımı süresi yerine on yıllık yeni bir zamanaşımı süresi başlamıştır.

Davaya konu alacağın işçilik alacaklarıyla ilgili olup 5 yıllık zamanaşımına tabi olduğu, 13.11.2014 tarihli yazının zamanaşımını kesen ikrar niteliğinde olduğu, bu ikrar ile zamanaşımın kesilerek yeniden işlemeye başladığı ve dava tarihinde zamanaşımının dolmadığı gerekçeleriyle değişik bozma yapılması yönünde, değerli çoğunluk ile aramızda görüş farklılığı yok ise de ikrar içeren bu yazının hukukî anlamda senet niteliği taşıdığı ve bu nedenle 13.11.2014 tarihinden itibaren yeniden işlemeye başlayan zamanaşımı süresinin beş yıl değil on yıl olduğu görüşünde olduğumuz için, bu ikrarın senet niteliği taşımadığı ve yeniden başlayan sürenin beş yıl olduğu yönünde oluşan gerekçesi bakımından değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.