Logo

Hukuk Genel Kurulu2021/111 E. 2022/959 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Davacının, mülkiyeti siteye ait olmayan arazi üzerine inşa edilen sosyal donatı alanlarının teslimi konusunda satıcının eksik ifa veya ayıplı ifa sorumluluğuna gidilip gidilemeyeceği ve buna bağlı olarak uygulanacak zamanaşımı ve ihbar süreleri uyuşmazlığı.

Gerekçe ve Sonuç: Davacının talebinin, ihbara tabi olmaksızın on yıllık genel zamanaşımı süresine tabi bir eksik ifa iddiası olduğu, tüketici hukuku anlamında ayıplı ifa olmadığı ve bu nedenle ihbar yükümlülüğünün bulunmadığı gözetilerek yerel mahkemenin direnme kararı onanmış, ancak davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Tüketici Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 5. Tüketici Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (kapatılan) 13. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiş, Mahkemece ek kararla süresinde talepte bulunulmadığı gerekçesiyle temyiz isteminin reddine karar verilmiş, davalı vekili ek karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) “Geçici Madde 3” hükmüne göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun’la değişikliği öncesi hâliyle 438. maddesinin ikinci fıkrası gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davalı vekilinin duruşma isteminin reddine oy birliğiyle karar verilip dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili; müvekkilinin davalıdan satın aldığı ... Yenişehir Bambu Evleri sitesindeki taşınmazın bir kısım ortak alanlarının bulunduğu arazilerin Belediyeye ait olduğunun sonradan öğrenildiğini, davalının belediyeye ait olduğunu bilmesine rağmen kendi mülkiyetlerindeymiş gibi sosyal tesislerin daire sahiplerinin ortak malı olduğunu söyleyerek satış işlemlerini gerçekleştirdiğini, bu durumun o süreçte davacı tarafından öğrenilmesinin mümkün olmadığını, maket üzerinden satış yapılırken tüm sitenin güvenlik, basketbol sahası, tenis kortu, otopark gibi alanların bir bütün olarak gösterildiğini ve bu çevre içinde bir yaşam vadedildiğini, müvekkilinin de bu taahhütlere ve aynı kapsamdaki sözleşmeye dayanarak evi satın aldığını, belediyenin ecrimisil talep etmesi üzerine sosyal tesislerin bulunduğu alanların siteye ait olmadığının ortaya çıktığını, sözleşmenin bu suretle eksik ifa edilmesi nedeniyle zarara uğranıldığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000TL’nin faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, ıslahla birlikte talep sonucunu 14.000TL’ye yükseltmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili; davacının sözleşme anında satın aldığı dairenin ve/veya ortak alanlarının nereye yapılacağını tapu sicil kayıtlarından görebilecek durumda olduğunu, taşınmazın hâlihazır durumu bilinerek satın alındığını ve eksiksiz olarak satın aldığı şekilde kullandığını, müvekkilinin taahhüt ettiği hâlde ifa etmediği herhangi bir borç ve yükümlülüğünün bulunmadığını, davaya konu alacak iddiasının zamanaşımına uğradığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. İstanbul 5. Tüketici Mahkemesinin 30.05.2013 tarihli, 2011/484 E., 2013/541 K. sayılı kararı ile; projenin tanıtım materyalleri ve duvarla çevrilmesi nedeniyle davacıda dava konusu yerlerin siteye dâhil olduğu intibaı uyandırıldığı, söz konusu sosyal tesislerin, mülkiyeti siteye ait olmayan alanda yapılmış olmasının alıcının satın alma kararını etkilediği gibi, taşınmazın değerinin azalmasına neden olduğu, sosyal tesislerin Ümraniye Belediyesi ve kamuya terk edilen taşınmaz üzerine yapılmış olmasının eksik ifa teşkil ettiği ve 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un (TKHK) 30. maddesine göre, bu Kanunda hüküm bulunmayan hâllerde genel hükümlere göre uyuşmazlığın çözümü gerektiğinden dava tarihi itibariyle on yıllık genel zamanaşımı süresinin dolmadığı, davalının eksik ifa nedeniyle taşınmazda meydana gelen değer kaybından sorumlu olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, 10.000TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay (kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 02.04.2014 tarihli ve 2013/32405 E., 2014/9992 K. sayılı kararı ile; “…Dava, satış esnasında sunulan katalog, proje ve tanıtımlarda belirtilen ancak bunlara uygun olarak yapılmayan veya eksik yapılan işler nedeni ile davacının satın aldığı dairede oluşan değer kaybının ödetilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece, alınan bilirkişi raporunda açıklandığı üzere, tanıtım materyallerinde proje kapsamında ve vaziyet planı içerisinde gösterilerek taahhüt edilen sosyal tesislerin inşa edilmiş olduğu ancak bu alanların sitenin bulunduğu 20 nolu parsel dışında kamuya açık alanda kaldığı, bu şekilde taahhüt edilen şekilde edimlerin yerine getirilmediği, bu durumun eksik ifa niteliğinde olduğu kabul edilerek, değer kaybına hükmedilmiştir.

Davaya konu projenin imal edildiği 20 nolu parselin bitişiğindeki parsellerin Ümraniye Belediyesi'ne terk edilen alanlar olduğu ve açık ve kapalı otopark ile park alanı ve spor sahalarının terk edilen kamuya açık alanda inşa edildiği ve dava konusu dairenin 05.12.2003 tarihinde davacı adına tapu devrinin yapıldığı tüm dosya kapsamı ile anlaşılmaktadır. Emsal dosyalarda alınan bilirkişi raporlarında ekli kroki ile açıklandığı üzere, otopark alanı ve spor alanlarının davaya konu 20 nolu parsel ve dava dışı 19 nolu parselde kurulu bulunan site sakinleri tarafından kullanıldığının belirtildiği görülmektedir.

Uyuşmazlık; dava konusu olayda “ayıplı ifa” mı, yoksa “eksik ifa”nın mı söz konusu olduğu; burada varılacak sonuca göre satıcının sorumluluğuna gidilebilecek ihbar ve zaman aşımı süreleri ile talep hakkının kapsamının ne olduğu noktalarında toplanmaktadır.

Davacı tüketici olduğuna göre, tüketici hukuku ile ilgili ayıba ilişkin düzenleme, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun (TKHK)’un 4. maddesinde yer almaktadır. Anılan maddenin birinci fıkrasında; “Ambalajında, etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda yer alan veya satıcı tarafından vaat edilen veya standardında tespit edilen nitelik ve/veya niceliğine aykırı olan ya da tahsis veya kullanım amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren mal veya hizmetler, ayıplı mal veya ayıplı hizmet olarak kabul edilir.” denilmekte, devam eden fıkralarda ise buna ilişkin biçimsel koşullar sayılmaktadır.

Ayıp kavramı ile eksik iş ise birbirinden farklıdır.

Ayıp; yasa yada sözleşmede öngörülen unsurlardan birinin veya birkaçının eksikliği yada olmaması gereken vasıfların olmasıdır.

Eksik iş ise; sözleşme konusu işlerin yapılmaması yani hiç yapılmayan iştir.

Eksik ifa ise, kanunlarımızda tanımı yapılmamakla birlikte, 4077 sayılı Kanun’un 4 maddesinde sayılan ayıp kavramı içerisinde mütalaa olunmaktadır.

Yukarıda da ayrıntısı ile açıklandığı üzere; malın ayıplı olması halinde taraflara ait hak ve yükümlülüklerin nelerden ibaret olduğu, 4822 sayılı Kanun’la değişik 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 4.maddesinde düzenlenmiş; ayıbın gizli ya da açık olması halleri için ayrı ihbar süreleri getirilmiş; hatta ayıbın ağır kusur veya hile ile gizlenmesi halinde zamanaşımı süresinden yararlanılamayacağı, açıkça ifade edilmiştir.

Buna göre; satılan maldaki ayıp açık ayıp niteliğinde ise,

4077 sayılı Kanun’un 4.maddesi uyarınca malın teslim tarihinden itibaren 30 gün içinde; gizli ayıp niteliğinde ise, dava zamanaşımı süresi içinde ve ayıp ortaya çıktıktan sonra derhal (dürüstlük kuralına uygun olan en kısa sürede), ihbar edilmesi; ayıbın açık mı, yoksa gizli mi olduğunun tayininde ise, ortalama (vasat) bir tüketicinin bilgisinin dikkate alınması, gerekmektedir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacının 1998 yılında satın aldığı dairenin Aralık 2001 tarihinde fiilen teslim edildiği, davacının satın aldığı bu taşınmazla ilgili ayıp ihbarını, dava tarihinden önce davalıya bildirdiğine ilişkin bir delil bulunmadığı ve sonrasında 30.11.2011 tarihinde açtığı eldeki dava ile de, taahhüt edilen tesislerin kamunun kullanımına da açıldığı gerekçesi ile bu ayıp nedeniyle satın aldığı taşınmazda meydana gelen ekonomik eksikliğin tazminini istediği anlaşılmaktadır.

Davacının dava dilekçesinde tanımladığı ve davalı tarafında da inşa edildiği anlaşılan mevcut durumun satın aldığı bağımsız bölümün ekonomik değerini düşüren açık ayıp olduğu, davalıların bu ayıbı gizlemek için de herhangi bir hileye başvurmadıkları, davacının bu ayıplardan bağımsız bölümü satın ve teslim aldığı tarihte kolayca bilgi sahibi olabileceği kuşkusuzdur.

Davacının teslim aldığı bağımsız bölüm nedeniyle, 4077 sayılı Kanun’un 4.maddesi gereğince malın teslim tarihinden itibaren 30 gün içinde davalıya ayıp ihbarında bulunmadığı da anlaşılmaktadır.

Her ne kadar, 4.madde de konut satışlarında zaman aşımı süresi beş yıl olarak öngörülmüş ise de, konutu satın alan davacı, açık ayıp halinde, malı teslim aldığı tarihten itibaren otuz gün içerisinde satıcı veya malike ayıp ihbarında bulunur ise, bu durumda malı teslim aldığı tarihten itibaren beş yıl içerisinde 4077 sayılı Kanun’a dayanarak dava açabilecektir.

Hal böyle olunca, otopark ve spor alanlarına ilişkin mahkemece ayıp ihbarının süresinde yapılmadığı gerekçesi ile davanın reddi gerekirken yanlış değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. Mahkemenin 01.11.2018 tarihli ve 2014/1718 E., 2018/755 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Mahkemenin Ek Kararı:

11. Mahkemenin 20.02.2020 tarihli ek kararıyla; direnme kararının davalı vekiline elektronik tebligatla 01.02.2020 tarihinde tebliğ edildiği, temyiz dilekçesinin ise 18.02.2020 tarihinde verildiği, bu nedenle süresinde temyiz talebinde bulunulmadığı gerekçesiyle temyiz talebinin reddine karar verilmiştir.

Ek Kararın Temyizi:

12. Ek karar davalı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

13. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; mülkiyeti siteye ait olmayan arazi üzerine inşa edilerek teslim edilen yeşil alan ve sosyal donatılar yönünden davacının iddiasının açık ayıp niteliğinde mi yoksa ihbara ilişkin hak düşürücü süreye tabi olmaksızın genel zamanaşımı süresi içerisinde ileri sürülebilecek bir eksik ifa iddiası niteliğinde mi olduğu noktasında toplanmaktadır.

III. ÖN SORUN

14. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce, mahkemece verilen “temyiz talebinin reddine” ilişkin ek kararın usul ve yasaya uygun olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre ek karar kaldırılarak esasa yönelik temyiz incelemesi yapılıp yapılamayacağı hususu ön sorun olarak tartışılmış ve değerlendirilmiştir.

IV. GEREKÇE

A- Ön Sorun Bakımından Yapılan Değerlendirme:

15. Direnme kararının verildiği tarihte davalı vekili 04.09.2018 tarihli vekâletname gereği Av. ...’dir. Nitekim gerekçeli karar başlığında da davalı vekili olarak bu kişiye yer verilmiştir. Buna rağmen direnme kararı önceden davalı vekili olarak görev yapan ancak vekâletname süresi sona erdiği için devam eden süreçte yargılamaya katılmayan bir başka avukata elektronik tebligatla 01.02.2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Davalının yetki sahibi vekili ise 18.02.2020 tarihinde temyiz isteminde bulunmuştur.

16. Davayı takip yetkisi bulunmayan avukata yapılan tebligatın geçersiz olduğu açıktır.

17. Mahkemece gerçek vekilin öğrenme tarihi esas alınmak suretiyle temyiz talebinin süresinde olduğu gözetilmeksizin hatalı şekilde süresinde temyiz isteminde bulunulmadığı gerekçesiyle temyiz dilekçesinin reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

18. Hâl böyle olunca, gerekçeli direnme kararının davalı vekiline usulünce tebliğ edilmediği anlaşıldığından davalı vekilinin temyiz isteminin süresinde kabulüyle, davalı vekilinin temyiz talebinin süre aşımı yönünden reddine ilişkin 20.02.2020 tarihli ek kararın kaldırılmasına oy birliğiyle karar verilerek ön sorun aşılmış, işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

B- Uyuşmazlığın Esası Bakımından Yapılan Değerlendirme:

19. Uyuşmazlık tanımından da anlaşılacağı üzere aynı maddi vakıa iki yargı merciinde hukuken farklı nitelendirilmiş ve bu suretle farklı neticelere varılması üzerine direnme konusu ihtilâf ortaya çıkmıştır.

20. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 74. ve 75. maddeleri gereği hâkim, bir davada sadece tarafların ileri sürdüğü maddi vakıalar ve talep sonuçları ile bağlı olup, dayandıkları kanun hükümleriyle ve onların hukukî nitelendirmeleriyle sınırlı olmaksızın, kanunları re'sen uygulayarak iddia ve savunmadaki talepleri karara bağlamakla yükümlüdür. Tabi olacakları kurallar ile etki ve sonuçlarının belirlenmesi yönünden, taraflarca dile getirilen taleplerin hukukî nitelendirmesi büyük önem arz etmektedir.

21. Bu doğrultuda öncelikle; her ikisi de genel anlamda borcun gereği gibi ifa edilmemesi olgusunu temelinde barındıran “eksik ifa” ve “ayıp” kavramları üzerinde kısaca durulması gerekir.

22. En öz tanımı ile ifa, borçlanılmış olan edimin yerine getirilmesi suretiyle borcun sona erdirilmesidir (Alman Medeni Kanunu, m. 362/I, Tunçomağ, Kenan: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1976, s. 663; Türk Hukuk Lûgatı: Türk Hukuk Kurumu, Ankara 2021, s. 542).

23. Borcun ifa edilmemesi hâlinde borçlunun sorumluluğunu düzenleyen ve sözleşme tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 96. maddesine göre “Alacaklı hakkını kısmen veya tamamen istifa edemediği takdirde borçlu kendisine hiçbir kusurun isnat edilemeyeceğini ispat etmedikçe bundan mütevellit zararı tazmine mecburdur”.

24. Gerek sözleşme tarihi itibariyle yürürlükte bulunan BK gerekse 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’da (TKHK) eksik ifa kavramı tanımlanmamış, bu kavramdan kastedilenin ne olduğu konusunda doktrin ve uygulamada çeşitli görüşler ileri sürülmüştür.

25. Somut olayda taraflar arasındaki sözleşmenin yalnızca bir daire satışına ilişkin olmayıp konut tesliminin yanında taşınmazın bulunduğu alanın bütünlük arz eden bir toplu yapı olmasının getirdiği ve gerektirdiği yan edimleri de içeren vasıflı bir satım sözleşmesi mahiyeti taşıyor olması nedeniyle uyuşmazlık noktası anlamında eksik ifa kavramı ile ilgili doktrin ve uygulamadaki görüşlere daha çok inşaat hukukuna ilişkin kaynaklardan ulaşılmaktadır.

26. Buna göre; normal olan, sözleşme konusu yapının tarafların sözleşme ile kararlaştırıldıkları şekilde teslim edilmesidir. Bu doğrultuda yüklenicinin sözleşme gereğince üstlendiği bütün edimleri yerine getirmesi, inşaatı sözleşmeye, plan ve projesine uygun olarak tamamlaması gerekir. İnşaatın teslimi de bundan sonra söz konusu olacaktır. Bu nedenle inşaatın tamamlanması ve teslimi zaman bakımından birbirini takip eden süreçlerdir (Tandoğan, Haluk: Özel Borç İlişkileri, Ankara 1977, C.2, s.74 vd).

27. Belirtmek gerekir ki; irade özgürlüğü çerçevesinde tamamlanmamış bir yapı da teslim alınabilir. Ancak bu hâlde eksiklik ile ayıbı birbirinden ayırt etmek güç olabilir.

28. Ayıplı mal satımı karşısında alıcıyı korumaya yönelik genel nitelikli düzenlemeler mevcut iken [BK, m.194-207 ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK) m. 25/3], tüketiciyi daha etkin bir biçimde koruma gayesi ile yürürlüğe giren TKHK’da da bu husus ayrıca düzenleme yeri bulmuştur.

29. 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrasında; “Ambalajında, etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda yer alan veya satıcı tarafından vaat edilen veya standardında tespit edilen nitelik ve/veya niceliğine aykırı olan ya da tahsis veya kullanım amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren mal veya hizmetler, ayıplı mal veya ayıplı hizmet olarak kabul edilir” denilmekte, devam eden fıkralarda ise buna ilişkin biçimsel koşullar sayılmaktadır.

30. Borçlar Kanunu’ndaki düzenlemeden hareketle ayıp, satılan malda ortaya çıkan, alıcının o maldan tümüyle ya da gerektiği gibi yararlanmasını engelleyen eksiklikler ve aksaklıklar gibi özürleri ifade eder (m.194) (Zevkliler, Aydın: Borçlar Hukuku Özel Hükümler, Ankara 2002, s.108; Zevkliler, Aydın/Aydoğdu, Murat: Tüketicinin Korunması Hukuku, Ankara 2004, s.104).

31. Bu tanımdan anlaşılacağı üzere borçlar hukukundaki ayıp kavramı ile tüketici hukukundaki ayıp kavramı birbiri ile örtüşmektedir. Ayıbın varlığı hâlinde satıcıyı maldaki ayıptan sorumlu tutabilmek için BK ve TKHK hükümlerine göre birtakım maddi koşulların (ayıp sayılan bir eksikliğin mevcudiyeti, ayıbın önemli olması, ayıbın malın yarar ve zararının alıcıya geçtiği anda var olması, tüketicinin ayıbın varlığını bilmeden malı satın almış olması) gerçekleşmesi ve bazı biçimsel koşulların da (ihbar ve BK hükümlerinde muayene) alıcı tarafından sağlanması gerekir.

32. Tüketici satımlarında açık ayıbın varlığı hâlinde, bu durum malın tesliminden itibaren otuz gün içerisinde muhatabına bildirilmelidir (TKHK, m.4/II). Ayıp gizli, yani ortalama bir tüketici bilgisine göre olağan bir gözlemle tespit edilemeyecek yahut sonradan ortaya çıkar mahiyette ise veya ayıp tüketiciden hileyle (kasten veya ağır kusurla) gizlenmişse alıcı otuz günlük süre ile bağlı olmaksızın, ayıbın ortaya çıktığı andan itibaren TKHK’nın 30. maddesi yollamasıyla BK’nın 198/II-III maddesi hükmü gereği derhal, başka bir ifade ile dürüstlük kuralına uygun olan en kısa sürede ayıbı ihbar etmelidir.

33. Söz konusu maddi ve biçimsel koşulların sağlanması hâlinde alıcı tüketici, bedel iadesini de içeren sözleşmeden dönme, malın ayıpsız misliyle değiştirilmesi veya ayıp oranında bedel indirimi ya da ücretsiz onarım isteme haklarına sahiptir (m. 4/II-2.c.) ve bu seçimlik haklardan satıcı yanında imalatçı-üretici, satıcı, bayi, acente, ithalatçı ve bağlı kredi veren kuruluşlar da müteselsilen sorumludur (m.44/III).

34. Bu madde ile ayıba karşı sorumlu tutulanlar ayıba karşı daha uzun bir süre ile sorumluluk üstlenmemişlerse, ayıplı maldan sorumluluk, ayıp daha sonra ortaya çıkmış olsa bile malın tüketiciye teslimi tarihinden itibaren iki yıllık zamanaşımına tabidir. Bu süre konut ve tatil amaçlı taşınmaz mallarda beş yıldır. Ancak satılan malın ayıbı, tüketiciden satıcının ağır kusuru veya hile ile gizlenmişse zamanaşımı süresinden yararlanılamaz (m.4/IV).

35. Alıcı ayıbın varlığı hâlinde satış sözleşmesi ile ulaşmak istediği ifa menfaatini elde edemediğinden ayıptan sorumluluk, satıcının satılanın teslimi ve mülkiyetini geçirme borcunun tamamlayıcısı olma özelliğini gösterir. Ayıba karşı tekeffül borcu fiilen ve tamamen teslimin gerçekleşmesi ile doğar. Teslimi gerçekleşmemiş bir işin muayenesi de mümkün değildir. Bu nedenle eksik iş ile ayıplı işin aynı hukukî niteliği taşıdığı söylenemez. Nitekim genel hükümlerin uygulandığı uyuşmazlıklarda ayıp kavramı ile eksik kavramına farklı kanun maddelerinin uygulanması gerektiği görüşü doktrin ve uygulamada genel itibari ile kabul görmektedir (Zevkliler, Aydın/ Gökyayla, K. Emre; Borçlar Hukuk Özel Borç İlişkileri, Ankara 2018, s. 137; Tandoğan: C.1, s. 206).

36. Her ne kadar TKHK’nın 4. maddesinin birinci bendinde ayıplı mal tanımı yapılırken “maddi, hukukî veya ekonomik eksiklikler içeren mallar” tabiri kullanılmış ise de, bu anlatımın kanun koyucunun tüketici işleri yönünden eksik ifayı ayıp kavramı içerisinde eritmesi şeklinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Aksi hâlde sözleşmenin gereği gibi ifa edilmediği, eksik ifanın söz konusu olduğu düşüncesiyle hak arama gayretine düşen tüketiciyi, sözleşmeye aykırılığa ilişkin genel hükümlerin yüklemediği ihbar yüküne ve daha kısa zamanaşımına tabi kılmak sonucu doğuracaktır ki bu durum, Kanunun konuluş amacı ve ruhuna uygun düşmez.

37. Nitekim açıklanan tüm bu hususlar Hukuk Genel Kurulunun 15.02.2022 tarihli, 2021/(13)3-598 E., 2022/137K.; 08.07.2020 tarihli, 2019/13-468 E., 2020/539 K.; 20.12.2018 tarihli, 2017/13-768 E., 2018/1969 K. sayılı kararlarında da aynen benimsenmiştir.

38. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı tüketicinin, kendisine teslim edileceğinin sözleşme ve tanıtım materyalleri ile taahhüt edildiğini iddia ettiği sosyal donatı alanlarının sitenin mülkiyet alanı dışındaki parsel üzerinde inşa edildiğini ileri sürerek açtığı davanın, ihbar koşuluna bağlı olmaksızın BK’nın 125. maddesinde düzenlenen on yıllık genel zamanaşımı süresine tabi eksik ifa iddiası olarak değerlendirilmesi gerekir.

39. İddianın haklı olup olmadığı, tazminat koşullarının oluşup oluşmadığı, oluştuysa tazminatın ne şekilde hesaplanması gerektiği hususları ise Hukuk Genel Kurulunun incelemesi dışındadır.

40. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında davacı iddiasının TKHK anlamında ayıp mahiyetinde olduğu, bu nedenle tüketicinin süresinde ayıbı ihbar yükünü yerine getirmeden ileri sürdüğü iddiaların dinlenebilirlik koşulu bulunmadığından Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken direnme kararı verilmesinin hatalı olduğu, kararın bu nedenle bozulması görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş, yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

41. Hâl böyle olunca, sosyal donatılara ilişkin taleplerin sözleşmeye aykırılık niteliği taşıdığı ve ayıp ihbarına ilişkin hak düşürücü süreye tabi olmadığı yönündeki direnme gerekçesi usul ve yasaya uygun olup davalı vekilinin bu yöne ilişkin temyiz itirazları yerinde değildir.

42. Ne var ki, bozma nedenine göre davalı vekilinin sair hususlara ilişkin temyiz itirazları incelenmediğinden bu konuda inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.

V. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı vekilinin direnme kararına yönelik temyiz istemi süresinde olduğundan temyiz talebinin süre aşımı yönünden reddine ilişkin mahkemece verilen 20.02.2020 tarihli ek kararın KALDIRILMASINA (IV-A, oy birliği ile),

Direnme uygun olup davalı vekilinin sair yönlere ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE (IV-B, oy çokluğu ile),

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Geçici Madde 3” hükmü atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III-1. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 21.06.2022 tarihinde kesin olarak karar verildi.