Logo

Hukuk Genel Kurulu2021/900 E. 2023/235 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: İcra mahkemesinin istinaf dilekçesinin süre aşımından reddine ilişkin ek kararına karşı bölge adliye mahkemesince verilen istinaf başvurusunun reddine dair kararın temyiz edilebilir olup olmadığı.

Gerekçe ve Sonuç: 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 365. maddesinin son fıkrası uyarınca, bölge adliye mahkemesinin, icra mahkemesince süre aşımından reddedilen istinaf başvurusuna ilişkin verdiği kararın kesin nitelikte olduğu ve bu nedenle temyiz yolunun kapalı olduğu gözetilerek, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin bozma kararı ile bölge adliye mahkemesinin direnme kararının ortadan kaldırılmasına ve temyiz başvurusunun reddine karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

İNCELENEN KARARIN

MAHKEMESİ : ... Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi

Taraflar arasındaki üçüncü kişinin istihkak iddiası davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.

Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, İlk Derece Mahkemesince ek karar ile istinaf başvurusunun süresinde olmadığı gerekçesiyle istinaf talebinin reddine karar verilmiştir.

Ek kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı-üçüncü kişi vekili dava dilekçesinde; alacaklı tarafından borçlu aleyhine ... 1. İcra Müdürlüğünün 2013/9569 Esas sayılı dosyasında başlatılan ilâmlı icra takibinde 28.12.2017 (doğrusu 26.12.2017) tarihinde davacı üçüncü kişinin ticari merkezinin bulunduğu adreste haciz yapıldığını, davacıya ait malların haczedilmesi üzerine istihkak iddiasında bulunduklarını, ... 3. İcra (Hukuk) Mahkemesinin 03.01.2018 tarihli ve 2018/2 Esas, 2018/3 Karar sayılı kararı ile takibin devamına ve üçüncü kişinin istihkak davası açmakta muhtariyetine karar verildiğini, 26.12.2017 tarihinde davacı şirkete ait bir adet ... marka CNC torna makinesi ile bir adet ... marka CNC torna makinesinin haczedildiğini, borçlu şirketle ilgisi bulunmayan davacı şirketin adresinde yapılan haczin usulsüz olduğunu, borçlu şirket ile davacı şirket arasında herhangi bir bağ bulunmadığını ileri sürerek istihkak iddiasının kabulü ile hacizlerin kaldırılmasına, kötüniyetli davalı alacaklı aleyhine mahcuzların değerlerinin toplamının % 20’sinden az olmamak üzere tazminata hükmedilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

1. Davalı-alacaklı cevap dilekçesinde; haciz yapılan adresin borçlu şirketin faaliyet gösterdiği adres olduğunu, iki şirket arasında organik bağ bulunduğunu belirterek davanın reddini savunmuş ve davacı aleyhine % 20’den aşağı olmamak üzere tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

2. Davalı-Borçlu; beyanda bulunmamıştır.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 10.07.2018 tarihli ve 2018/118 Esas, 2018/545 Karar sayılı kararı ile; 18.06.2014 tarihli ve 8593 sayılı Ticaret Sicil Gazetesine göre borçlu ... Otomativ Yan San. ve Tic. Ltd. Şti.'nin 25.03.2014 tarihli ortaklar kurulu toplantı çağrısı gereğince 14.04.2014 tarihinde alınan kararlar kısmının 2. maddesinde şirketin ticaret sicilinde kayıtlı adresinden mahkeme kararı ile 15.02.2012 tarihinde tahliye edildiği ancak adres değişikliği hususunda herhangi bir girişim yapılmadığı, bu hususun yasal sıkıntılar doğurduğu anlaşılmakla; şirketin ticaret sicilindeki adresinin hâlen üretim faaliyetini yürütmekte olduğu ... Mah. ... Cad. No:40 .../... adresine taşımasına karar verildiği, haciz adresinin bu adres olduğu, borçlu şirket ortağı Mümin Meriç ile istihkak iddiasında bulunan şirket ortağı Şükriye Meriç'in karı-koca oldukları, haciz mahallinde borçlu şirket adına kira sözleşmesi, sicil tasdiknamesi ve cari hesap faturası bulunduğu, her iki şirketin aynı iş kolunda faaliyet gösterdiği, delil olarak bildirilen asliye ticaret mahkemesi dosyasının borçlu şirketin fesih ve tasfiyesine ilişkin olup, konu ile ilgisinin bulunmadığı, kesin süreye rağmen istihkak iddiasında bulunan davacı şirket tarafından ticari defterlerin sunulmadığı hususları birlikte değerlendirildiğinde borçlu şirket ile istihkak iddia eden şirket arasında organik bağ bulunduğu, yapılan işlemlerin alacaklılardan mal kaçırma amacına yönelik olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

1. Bölge Adliye Mahkemesinin 19.09.2018 tarihli ve 2018/1845 Esas, 2018/1557 Karar sayılı kararı ile; taraflarca istinaf yoluna başvurulması üzerine takip tutarı ya da dava konusu mahcuzların toplam değerinden hangisi daha az ise o tutar üzerinden nispi harç alınmasının zorunlu olduğu, İlk Derece Mahkemesince peşin istinaf karar harcının maktu şekilde eksik alındığı gerekçesi ile istinaf kanun yoluna başvuru için gerekli nispi harcın ikmal edilmesi de dahil olmak üzere tüm giderlerin tamamlanması için 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 344 ve 352 nci maddeleri uyarınca dosyanın İlk Derece Mahkemesine iadesine karar verilmiştir.

2. İlk Derece Mahkemesince kesin süreli muhtıranın tebliği üzerine davacı vekili tarafından eksik nispi istinaf kanun yoluna başvurma harcının süresinde yatırılmasından sonra dosya Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmiştir.

3. Bölge Adliye Mahkemesinin 30.01.2019 tarihli ve 2018/2530 Esas, 2019/201 Karar sayılı kararı ile; istihkak davasında takip konusu alacak ile mahcuz malın değerinden hangisi az ise o değer üzerinden peşin nispi ilâm harcının alınması, eksiklik varsa tamamlattırılması gerektiği, dava sonucunda belirlenecek vekâlet ücretinin de takip konusu alacak ve mahcuz malın değerinden hangisi az ise o değer üzerinden belirlenmesi gerektiği, karara yönelik istinaf veya temyiz yasa yolunun belirlenmesi için de haczedilen mahcuzların değerinin belirlenmiş olması gerektiğinden öncelikle dava konusu menkullerin değerinin belirlenerek varsa eksik karar ve ilâm harcının tamamlatılması gerektiği, yargılama işlemlerinin bu suretle eksik bırakıldığı anlaşıldığından istinaf başvurusunda ileri sürülen sebepler inceleme konusu yapılmadığı gerekçesi ile 6100 sayılı Kanun'un 355 inci maddesi uyarınca resen yapılan inceleme sonucunda 6100 sayılı Kanun'un 353/1-a-4 maddesi uyarınca İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına ve belirtilen eksiklikler giderilerek yargılamaya devam edilmesi için dosyanın İlk Derece Mahkemesine geri gönderilmesine karar verilmiştir.

V. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

1. İlk Derece Mahkemesinin 30.06.2020 tarihli ve 2019/209 Esas, 2020/236 Karar sayılı kararı ile; icra dosyasında bulunan 31.01.2020 tarihli kıymet takdir raporunda dava konusu menkullere 280.000,00 TL+KDV değer takdir edildiği, ilk derece mahkemesince bu değer üzerinden eksik harcın tamamlatılmasından sonra önceki karar gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

2. İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

3. İlk Derece Mahkemesinin 05.08.2020 tarihli ve 2019/209 Esas, 2020/236 Karar sayılı ek kararı ile; kararın davacı vekiline 30.06.2020 tarihinde tefhim edildiği, davacı vekilinin 30.07.2020 tarihinde UYAP üzerinden göndermiş olduğu istinaf başvurusunun süresinde olmadığı gerekçesi ile istinaf talebinin reddine karar verilmiştir.

VI. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen ek kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 23.09.2020 tarihli ve 2020/1688 Esas, 2020/1494 Karar sayılı kararı ile; 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun (2004 sayılı Kanun) 363 üncü maddesinin birinci fıkrası gereğince icra hukuk mahkemesi kararlarına karşı istinaf yoluna başvuru süresi tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren on gün olduğu, tarafların on günlük yasal süre içerisinde süre tutum dilekçesi sunmaları hâlinde süre tutum dilekçesini sunan tarafa gerekçeli karar tebliğ edileceği, süre tutum dilekçesi sunan tarafın gerekçeli kararın tebliğinden itibaren on günlük yasal süre içerisinde ayrıntılı istinaf dilekçesini sunmak zorunda olduğu, aksi hâlde ayrıntılı istinaf dilekçesini sunmamış sayılacağı, ilk derece mahkemesi tarafından hüküm kurulan 30.06.2020 tarihli duruşmada davacı üçüncü kişi vekilinin hazır olduğu, istinaf başvuru süresinin tefhimle başladığı, istinaf başvuru dilekçesinin kabul tarihinin ise istinaf başvuru harçların yatırıldığı 30.07.2020 olduğu, bu tarih itibariyle davacı tarafın istinaf başvurusu dilekçesinin kanuni süresi içinde verilmediği, dolayısı ile İlk Derece Mahkemesinin 30.06.2020 (doğrusu 05.08.2020) tarihli ek kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu gerekçesi ile davacı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı Kanun'un 353/1-b-1 maddesi gereğince esastan reddine, temyiz yolu açık olmak üzere karar verilmiştir.

VII. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ İNCELEME SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 09.03.2021 tarihli ve 2020/4796 Esas, 2021/2102 Karar sayılı kararı ile;

"...Dava, üçüncü kişinin 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun(İİK’nin) 96. ve devamı maddelerine dayalı istihkak iddiasına ilişkin olup, anılan kanunun 97. maddesinin 11. fıkrası uyarınca basit yargılama usulüne tabidir.

Basit yargılama usulüne tabi yargılamalara ilişkin olarak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK’nin) “Hüküm” başlıklı 321. maddesinde;

(1) Tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca süre verilmez.

(2) Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir.”hükmü düzenlenmiştir.

321. maddedeki “hükme ilişkin tüm hususlar”dan kastedilen HMK'nin 297. maddesindeki unsurlardır.

Buna göre; mahkeme, tahkikatın tamamlanmasından sonra, tarafların son beyanlarını almalı ve yargılamanın sona erdiğini bildirdikten sonra hükmü tefhim etmelidir. Kural olarak, mahkemece kararın tefhiminde hükme ilişkin tüm hususlar açıklanmalıdır.

HMK’nin 322. maddesi atfı ile uygulanmakta olan HMK'nin 297. maddesinde hükmün kapsamı açık bir şekilde düzenlenmiştir. Buna göre; mahkeme, gerekçesi ile birlikte tefhim ettiği hükümde taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde göstermesi gereklidir. Bu kanunun getirdiği bir zorunluluktur. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli karar en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılmalıdır. Bir diğer deyişle HMK'nin 321.maddesinde belirtilen şekilde hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilemediği hallerde gerekçeli kararın mutlaka taraflara tebliğ edilmesi gereklidir.

İİK’nin 363/1. maddesi uyarınca icra hukuk mahkemelerince verilecek kararların temyiz süresi tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren 10 gündür. Maddedeki “tefhim” kavramının "hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklandığı hal" olarak anlaşılması zorunludur. Bu nedenle, yukarıda açıklanan nitelikte bir tefhim varsa temyiz süresi tefhim tarihinden itibaren, aksi halde gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlayacaktır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun konuyla ilgili içtihatı da bu yöndedir. (21.01.2015 tarihli ve 2014/9-1438 Esas, 2015/580 Karar sayılı karar) Usul hukukunda yer almamakla birlikte uygulamada, tefhimden sonra temyiz süre tutum dilekçesi veya kararın tebliğinden sonra gerekçeli temyiz dilekçesi sunmak suretiyle kararın temyiz edildiği hallerde, kararın gerekçesini dikkate alarak yeni temyiz gerekçelerine dayanılması mümkün olduğundan, gerekçeli kararın bu hallerde de taraflara tebliği gerekir.

Nitekim Anayasa Mahkemesi de gerekçeli kararın tebliğinin temyiz hakkının etkili şekilde kullanılması bakımından gerekli olduğunu, bu yükümlülük getirilmeden kararın kesinleştirilmesini hak ihlali olarak kabul etmiştir (Anayasa Mahkemesi (İkinci Bölüm) 20.03.2014 tarihli ve 2012/1034 Başvuru).

Somut olayda, İlk Derece Mahkemesince yapılan 30.06.2020 tarihli tefhimin yukarıda açıklanan nitelikte bir tefhim olduğundan bahsedilemez. Ayrıca, İlk Derece Mahkemesinin gerekçeli kararının istinaf talep edene tebliğinin de yapılmadığı dikkate alındığında istinaf talebinin reddine dair İlk Derece Mahkemesince verilen 05.08.2020 tarihli ek kararın ve anılan ek karar hakkındaki istinaf başvurusu üzerine bölge adliye mahkemesince verilen 23.09.2020 tarihli başvurunun esastan reddi kararının usul ve yasaya uygun olduğu söylenemez.

Yukarıda açıklanan mevzuat hükümleri ve Anayasa Mahkemesi’nin kararı ışığında 05.08.2020 tarihli ek karar hakkında bölge adliye mahkemesince verilen istinaf talebinin esastan reddine dair karar yerinde olmadığından, Bölge Adliye Mahkemesince İlk Derece Mahkemesinin 05.08.2020 tarihli ek kararının kaldırılması ve İlk Derece Mahkemesinin 30.06.2020 tarihli kararına ilişkin istinaf talebinin incelenmesi için Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki karar gerekçesi tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

VIII. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davacı vekili; gerekçeli kararın dosyanın diğer taraflarına tebliğ edilmişse de davacı vekiline tebliğ edilmediğini, Anayasa Mahkemesinin 20.03.2014 tarihli ve 2012/1034 başvuru sayılı kararında 6100 sayılı Kanun'un 321 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre kararın tefhimi için hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanamadığı ve bu nedenle zorunlu olarak hüküm özetinin tefhim edildiği hâllerde, gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerektiği, hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilmediği hâllerde gerekçeli kararın taraflara tebliğinin zorunlu olduğunun belirtildiği, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.01.2015 tarihli ve 2014/9-1438 Esas, 2015/580 Karar sayılı kararında da tefhim edilen karar hükme ilişkin tüm hususları içermiyorsa, yani sadece hüküm özeti tefhim edilmiş ise temyiz süresi tefhimden değil, tebliğden itibaren başlayacağının belirtildiğini, 6100 sayılı Kanun'un 321 ve 297 nci maddelerde yer alan nitelikte bir tefhim varsa temyiz/istinaf süresi tefhim tarihinden itibaren, aksi hâlde gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlayacağını, İlk Derece Mahkemesince verilen 30.06.2020 tarihli kısa kararda yalnızca davanın reddine karar verildiğinin yazılı olduğunu, bu nedenle sürenin tefhimden itibaren başlamayacağını, istinaf süresinin tebliğden itibaren başlayacağını ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davacı üçüncü kişi vekilinin 30.06.2020 tarihli İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf yoluna başvurusunun süresinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

D. Ön Sorun

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında öncelikle İlk Derece Mahkemesinin 30.06.2020 tarihli kısa kararının davacı vekilinin yüzüne karşı verilmesi, gerekçeli kararın tebliğ edilmemesi ve davacı vekilinin 30.07.2020 tarihinde istinaf yoluna başvurması karşısında 2004 sayılı Kanun'un 02.03.2005 tarihli ve 5311 sayılı Kanun ile değişik 365 inci maddesine göre bölge adliye mahkemesinin 23.09.2020 tarihli kararının temyizi kabil olup olmadığı ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.

E. Gerekçe

1. 26.09.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'a paralel olarak, 2004 sayılı Kanun'un temyiz ve karar düzeltmeye ilişkin hükümlerinde değişiklik yaparak istinaf ve temyiz ile ilgili hükümleri yeniden düzenleyen 18.03.2005 tarihli ve 5311 sayılı Kanun ile 2004 sayılı Kanun'a eklenen geçici 7 nci maddeye göre, 5311 sayılı Kanun hükümleri Bölge Adliye Mahkemelerinin göreve başladığı 20.07.2016 tarihinden sonra verilen kararlar hakkında uygulanır.

2. İcra mahkemelerinin hukuka ilişkin kararlarına karşı kanun yolları 5311 sayılı Kanun ile değişik 2004 sayılı Kanun'un 363, 364, 365 ve 366 ncı maddelerinde özel hükümlerle düzenlenmiştir. Söz konusu yasal düzenlemeler uyarınca 20.07.2016 tarihinden itibaren verilen icra mahkemesi kararlarına karşı istinaf ve temyiz kanun yolları öngörülmüş olup, karar düzeltme yolu ortadan kaldırılmıştır.

3. 2004 sayılı Kanun'un 5311 sayılı Kanun ile değişik 363 üncü maddesi, maddenin değişiklik öncesi hâlinin aksine icra mahkemesinin hangi kararlarına karşı istinaf yolunun kapalı olduğunu düzenlemiştir. Bu düzenlemeye göre 5311 sayılı Kanun ile değişik 2004 sayılı Kanun'un 363 üncü maddesinde gösterilmeyen icra mahkemesi kararlarına karşı istinaf yolu açıktır. 2004 sayılı Kanun'un 363 üncü maddesinin birinci fıkrasına göre istinaf yoluna başvuru süresi tefhim veya tebliğden itibaren on gündür.

4. İcra mahkemesi kararları aleyhine işlemleri uzatmak gibi kötüniyetle istinaf yoluna başvurulduğu anlaşılır ise 2004 sayılı Kanun'un 363 üncü maddesinin ikinci fıkrası göndermesi ile 6100 sayılı Kanun'un 351 inci maddesi uygulanır. Bu hüküm, anılan maddenin üçüncü fıkrası uyarınca istinaf yolu kapalı olan karara, başka bir anlatım ile kesin karara karşı istinaf yoluna başvuranlar içinde uygulanmaktadır. Benzer şekilde 2004 sayılı Kanun'un 366 ncı maddesinin birinci fıkrasının göndermesi ile uygulanması gereken 6100 sayılı Kanun'un 368 inci maddesi gereğince temyiz yolu kapalı olan Bölge Adliye Mahkemesi kararlarına karşı kötüniyetle temyiz yoluna başvurulması hâlinde Yargıtayca 6100 sayılı Kanun'un 329 uncu maddesi hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüştür.

5. "İstinaf dilekçesinin reddi" başlıklı 2004 sayılı Kanun'un 365 inci maddesinin birinci fıkrasında "İstinaf yoluna başvurma, yasal süre geçtikten sonra yapılır veya istinaf yoluna başvurulmasına olanak bulunmayan bir karara veya vazgeçme nedeniyle itiraz veya şikâyetin reddine yahut süresi geçmiş bir şikâyete ilişkin olursa, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun ilgili hükümleri gereğince istem icra mahkemesince reddedilir” düzenlemesine, son fıkrasında ise “Bölge adliye mahkemesi, birinci fıkra kapsamına girdiği hâlde reddine karar verilmemiş başvuruyu geri çevirmeyip doğrudan kesin karara bağlar” hükmüne yer verilmiştir.

6. 2004 sayılı Kanun'un 366 ncı maddesinin birinci fıkrasına göre istinaf ve temyiz incelemeleri 6100 sayılı Kanun'a göre yapılır. Bu yasal düzenleme uyarınca Bölge Adliye Mahkemesi 6100 sayılı Kanun'un 352 nci maddesine göre yapacağı ön inceleme sonucunda 2004 sayılı Kanun'un 365 inci maddesinin birinci fıkrasında yazılı hususlardan olan istinaf yoluna başvurunun yasal süre geçtikten sonra yapıldığını tespit eder ise başvurunun süreden reddine kesin olarak karar verir. Başvurunun usulden reddi kararı usule ilişkin nihai karar niteliğindedir. 6100 sayılı Kanun'da başvurunun reddi kararına karşı kanun yoluna başvurulamayacağı konusunda açık bir hüküm yoktur. Ancak 2004 sayılı Kanun'un 365 inci maddesinin son fıkrası "Bölge adliye mahkemesi, birinci fıkra kapsamına girdiği hâlde reddine karar verilmemiş başvuruyu geri çevirmeyip doğrudan kesin karara bağlar” hükmü ile bu yönde verilen kararlara karşı temyiz kanun yolunu kapatmıştır. Şu hâle göre istinaf kanun yolu başvurusunun süresinde olup olmadığı Bölge Adliye Mahkemesince kesin olarak karara bağlanacağı açık ve yoruma ihtiyaç bırakmayacak şekilde düzenlenmiştir. Bu nedenle bölge adliye mahkemesinin bu yönde verdiği kararları 2004 sayılı Kanun'un 364 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca Yargıtayın ilgili dairesince herhangi bir gerekçeye dayanarak temyiz incelemesine konu yapılamaz.

7. Mahkeme kararının şekli anlamda kesin hüküm olabilmesi için o karara karşı olağan kanun yolunun bulunmaması veya açık olan kanun yollarının tüketilmesi gerekir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.04.2003 tarihli ve 2003/20-266 Esas, 2003/285 Karar sayılı kararında "...Bir son karar, şekli anlamda kesinleşince, yanların o davada izledikleri amaç gerçekleşmiş olur..." görüşüne yer verilmiştir. Şekli anlamda kesin hükmün amacı bir davanın sona ermesine hizmet etmektir. Hükmün şekli anlamda kesinliği olağan kanun yolu süresinin geçirilmesi üzerine eski hâle getirme talebinde bulunması ve bu talebin yerinde görülmesi ile sona erer. Maddi anlamda kesinlik ise yargısal kararlara kanun tarafından tanınan gerçeklik niteliğidir. Bu niteliğinden dolayı aynı taraflar arasında aynı dava sebebine dayanarak aynı dava konusu hakkında yeni bir dava açılamaz; açılırsa bu dava dinlenmez (Ramazan Arslan vd., Medeni Usul Hukuku, Ankara 2019, s.688). Maddi anlamda kesin hüküm ile taraflar arasındaki uyuşmazlık sona erdirilerek böylece hukuki istikrar sağlanarak yargı kararlarına güven sağlanır. Maddi anlamda kesin hükmün, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (1086 sayıl Kanun) 445 ve devamında düzenlenen yargılamanın iadesi davası ya da değişiklik davası yoluyla kaldırılmadıkça mahkemeler, yasama ile yürütme organları ve idare yönünden bağlayıcı nitelikte olduğu tartışmasızdır. Bir kanun yolu denetiminden geçmeden kesinleşen karara karşı 6100 sayılı Kanun'un 363 üncü maddesi uyarınca kanun yararına temyize başvurulabilir. Kanun yararına temyiz sonucunda yürürlükteki açık hukuk kurallarına aykırı olarak verilip kesinleşmek suretiyle hukuka ve yargıya güveni sarsan kararların bozulması sağlanmakta ancak verilen kararın hukuki sonuçları ortadan kaldırılmamaktadır.

8. Diğer taraftan 6100 sayılı Kanun'un 30 uncu maddesinde düzenlenen usul ekonomisi ilkesi, Anayasal dayanağı olan bir ilke olup 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 141 inci maddesinin dördüncü bendinde davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğuna açıkça işaret edilmiştir. Usul ekonomisi ilkesi yasalarda belirlenen düzenleme çerçevesinde yargılamanın kolaylaştırılmasını, yargılamada öngörülen olağan zaman süresinin aşılmamasını ve gereksiz gider yapılmamasını amaçlar ve bunu hâkime bir görev olarak yükler. Bu bağlamda, basitlik, hızlılık ve ucuzluk usul ekonomisini oluşturan unsurlar olarak ortaya çıkar. Usul ekonomisinin bir unsuru olan hızlılık, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesinde, “makul sürede yargılanma hakkı” olarak karşımıza çıkmaktadır. İcra takiplerinin en kısa sürede basit ve ucuz şekilde sonuçlandırılması da usul ekonomisinin bir gereğidir.

9. Somut olayda icra mahkemesinin istinaf dilekçesinin süre aşımından reddine ilişkin ek kararı usule ilişkin nihai karardır. 2004 sayılı Kanun'un 365 inci maddesinin son fıkrası uyarınca davanın reddine ilişkin icra mahkemesi kararı ile birlikte Bölge Adliye Mahkemesinin ek karara karşı istinaf isteminin reddine ilişkin kararı şekli anlamda kesin hüküm niteliğindedir. Kesin olarak verilen karara karşı kötüniyetle temyiz yoluna başvuran aleyhinde disiplin para cezası hükmedileceği hükmü adli teşkilatın kötüniyetle meşgul edilmesini önlemek amacı ile usul ekonomisi göz önünde tutularak düzenlenmiştir.

10. Anayasa'nın 36 ncı maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Mahkemeye erişim hakkı sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise üst mahkemelere başvurma hakkını da içerir. Somut olayda istinaf kanun yolu açık olup, davacı üçüncü kişinin mahkemeye erişim hakkı da ihlâl edilmemiştir.

11. Sonuç olarak temyiz kanun yolu kapalı olan bir kararın temyizi üzerine Özel Dairece denetlemesi ve bozulması, hukuk devletinin bir ilkesi olan hukuki güvenlik ilkesi ve usul ekonomisi ilkesine aykırıdır. Nitekim bu hususlar Hukuk Genel Kurulunun 14.01.2020 tarihli ve 2019/8-732 Esas, 2020/8 Karar ile 17.11.2022 tarihli ve 2020/8-636 Esas, 2022/1540 Karar sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

12. Hâl böyle olunca ortada usulüne uygun bir Özel Daire bozma kararı ile direnme kararı bulunduğundan söz edilemez. Dolayısıyla her iki kararın ortadan kaldırılması gerektiği sonucuna varılmıştır.

13. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; asıl olan bir kararın temyize tâbi olması, istisnanın ise kesinlik olduğu, istisna alanının yorum ya da kıyas yoluyla genişletilemeyeceği, 2004 sayılı Kanun'un 365 inci maddesinde icra mahkemesince verilen istinaf isteminin reddi kararına karşı istinaf yoluna gidildiğinde Bölge Adliye Mahkemesince verilecek esastan ret kararına karşı temyiz yolunun kapalı olduğu yönünde açık bir hüküm bulunmadığı, Bölge Adliye Mahkemesinin 23.09.2020 tarihli kararının temyizi kabil olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

14. O hâlde 2004 sayılı Kanun'un 365 inci maddesinin son fıkrasına göre Bölge Adliye Mahkemesinin kesin nitelikte olan kararı gereğince davacı üçüncü kişi vekili tarafından süresinde istinaf yoluna başvurulmaması gerekçesi ile icra mahkemesince verilen ilk karar kesinleştiğinden Özel Daire bozma kararı ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen direnme kararının ortadan kaldırılmasına, 2004 sayılı Kanun'un 364 üncü maddesi ile 6100 sayılı Kanun'un 366 ncı maddesinin göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı Kanun'un 352 nci maddesi gereğince davacı üçüncü kişi vekilinin 10.11.2020 tarihli temyiz başvuru talebinin reddine karar vermek gerekmiştir.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

1. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 09.03.2021 tarihli ve 2020/4796 Esas, 2021/2102 Karar sayılı bozma kararı ile bu karara karşı verilen ... Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin 22.06.2021 tarihli ve 2021/1169 Esas, 2021/1418 Karar sayılı direnme kararı usulüne uygun olmadığından ORTADAN KALDIRILMASINA,

2. 2004 sayılı Kanun'un 365 inci maddesinin son fıkrasına göre kesin nitelikte olan ... Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin 23.09.2020 tarihli ve 22020/1688 Esas, 2020/1494 Karar sayılı kararına yönelik davacı üçüncü kişi vekilinin 10.11.2020 tarihli temyiz başvuru talebinin 2004 sayılı Kanun'un 364 üncü maddesi ve 6100 sayılı Kanun'un 366 ncı maddesinin göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı Kanun'un352 nci maddesi gereğince REDDİNE,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca ... Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesine gönderilmesine,

22.03.2023 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

'' K A R Ş I O Y ''

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen olayda uyuşmazlık, İcra (Hukuk) Mahkemesi tarafından verilen istinaf isteminin süre yönünden reddine dair ek karara ilişkin Bölge Adliye Mahkemesinin istinaf başvurusunun reddi kararının temyize tâbi olup olmadığı hususundadır.

Sayın Çoğunluk, söz konusu Bölge Adliye Mahkemesi kararının kesin nitelikte olduğundan bahisle Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin bozma ilâmının ve Bölge Adliye Mahkemesinin direnme hükmünün ortadan kaldırılmasına (temyiz talebinin reddine) karar vermiştir.

Aşağıda açıklamış olduğumuz nedenlerle Bölge Adliye Mahkemesinin direnme kararının temyize tâbi olduğunu düşündüğümüzden çoğunluğun görüşüne katılmamız mümkün olmamıştır.

Somut olayda davacı üçüncü kişi bir icra takibinde haczedilen bazı makinelere ilişkin istihkak davası açmış, İcra (Hukuk) Mahkemesince yapılan yargılama sonunda davanın reddine karar verilmiştir. Anılan karara yönelik davacı tarafından istinaf isteminde bulunulması üzerine İcra (Hukuk) Mahkemesince verilen 05.08.2020 tarihli ek kararla istinaf başvurusunun süresinde yapılmadığından bahisle reddine karar verilmiştir. Bu ek karara yönelik olarak davacı tarafça yapılan istinaf istemi ise Bölge Adliye Mahkemesince 23.09.2020 tarihli kararla esastan reddedilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesinin kararına karşı davacı tarafından temyiz isteminde bulunulmakla hüküm, Yargıtay 8. Hukuk Dairesince özetle "somut olayda istinaf başvurusunun süresinde yapıldığı gerekçesiyle" bozulmuştur.

Bölge Adliye Mahkemesince verilen direnme kararı üzerine dosya Hukuk Genel Kurulu önüne gelmiş durumdadır. Hukuk Genel Kurulunca, davacının istinaf başvurusunun süre yönünden reddiyle ilgili hükümlerin isabetinden önce Bölge Adliye Mahkemesince verilen 23.09.2020 tarihli kararının temyize tâbi olup olmadığı bir ön sorun olarak incelenmiş ve oy çokluğuyla anılan kararın kesin nitelikte olduğu sonucuna varılmıştır.

Bu kapsamda söz konusu kararın kesin olup olmadığına ilişkin kanun hükümlerinin bir bütün olarak incelenmesinde fayda bulunmaktadır.

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun (İİK) 365 inci maddesinin 5311 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki hâli şöyledir:

"Temyiz, kanuni müddet geçtikten sonra yapılır veya temyizi kabil olmıyan bir karara veya vazgeçme sebebiyle itiraz ve şikayetin reddine veyahut müddeti geçmiş bir şikayete taallük ederse, tetkik mercii temyiz talebinin reddine karar verir.

Temyiz eden şahıs ret kararını kabul etmezse temyiz dilekçesi diğer tarafa tebliğ edildikten sonra, karar sureti ve verilirse cevap layhiyası ile birlikte Yargıtaya gönderilir. Şu kadar ki, bu halde satış dahil hiçbir icra muamelesi durmaz.

(Ek: 6/6/1985 - 3222/46 md.) Yargıtay, birinci fıkra kapsamına girdiği halde reddine karar verilmemiş temyiz talebini, geri çevirmeyip doğrudan karara bağlar."

İİK'nın 365 inci maddesinin 5311 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten sonraki hâli ise şöyledir:

"İstinaf yoluna başvurma, yasal süre geçtikten sonra yapılır veya istinaf yoluna başvurulmasına olanak bulunmayan bir karara veya vazgeçme nedeniyle itiraz veya şikâyetin reddine yahut süresi geçmiş bir şikâyete ilişkin olursa, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun ilgili hükümleri gereğince istem icra mahkemesince reddedilir.

İstinaf yoluna başvuran kişi ret kararını kabul etmezse, istinaf dilekçesi diğer tarafa tebliğ edildikten sonra, karar sureti ve verilirse cevap dilekçesiyle birlikte yetkili bölge adliye mahkemesine gönderilir. Şu kadar ki bu hâlde satış dahil hiçbir icra işlemi durmaz.

Bölge adliye mahkemesi, birinci fıkra kapsamına girdiği hâlde reddine karar verilmemiş başvuruyu geri çevirmeyip doğrudan kesin karara bağlar."

Hukuk Genel Kurulunun çoğunluğunun istinaf isteminin süre yönünden reddine dair İcra (Hukuk) Mahkemesince verilen ek karara ilişkin Bölge Adliye Mahkemesinin istinaf başvurusunun esastan reddine yönelik 23.09.2020 tarihli kararının kesin nitelikte olduğu yönündeki değerlendirmesinin kanuni dayanağının 5311 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten sonraki hâliyle İİK'nin 365 inci maddesinin üçüncü fıkrasında geçen "kesin" ibaresi olduğu görülmektedir.

İİK'nin 365 inci maddesinin birinci fıkrasında istinaf başvurusunun süresinde yapılmaması durumunda icra mahkemesince verilecek istemin reddi kararına karşı istinaf kanun yolunun açık olduğu belirtilmiştir. Buna karşılık maddede, istinaf isteminin süre yönünden reddi kararına yönelik Bölge Adliye Mahkemesi tarafından yapılacak inceleme sonunda verilen kararın kesin olduğu yönünde bir hüküm bulunmamaktadır. Bir başka anlatımla, kanun koyucu bu tür durumda istinaf merciinin verdiği karara kaşı temyiz yolunu kapatmış değildir.

İİK'nin 365 inci maddesinin üçüncü fıkrasında ise süresinde yapılmayan istinaf istemleri bakımından, istinaf başvurusunun icra mahkemesince reddedilmemesi hâlinde istinaf mahkemesince başvurunun geri çevrilmeyeceği ve doğrudan kesin karara bağlanacağı ifade edilmiştir. Bu bağlamda kanun koyucu, istinaf başvurusunun süresinde yapılmaması hâlinde İcra Mahkemesince bir karar verilmediği durumlarda Bölge Adliye Mahkemesinin doğrudan başvuruyu reddettiği kararların kesin olduğunu düzenleme altına almıştır.

Bir başka deyişle Kanun'da İcra Mahkemesince verilen istinaf isteminin reddi kararına karşı istinaf yoluna gidildiğinde; Bölge Adliye Mahkemesince verilecek -esastan ret- kararına karşı temyiz yolunun kapalı olduğu yönünde açık bir hüküm bulunmaktadır.

Burada çoğunluğun değerlendirmesinin temelinde Bölge Adliye Mahkemesince doğrudan verilen istinaf başvurusunun reddi kararlarının kesin olduğu düzenlendiği hâlde, bu hususta İcra Mahkemesince verilen ek kararlara yönelik istinaf istemleriyle ilgili kararların da kesin olduğunun kabul edilmesi gerektiği düşüncesi yer almaktadır.

Bölge Adliye Mahkemesinin istinaf isteminin süre yönünden reddine ilişkin olarak doğrudan verdiği bir kararın kesin olması söz konusu iken bu sebeple İcra Mahkemesinin verdiği ret kararına yönelik istinaf başvurusunun reddi yönündeki kararın kesin olmaması bir ölçüde tutarsız bir düzenleme olarak kabul edilebilir. Ancak bu tutarsızlık bizatihi Kanun'un lafzından kaynaklanmaktadır. Bu şekilde tutarsız da olsa bir kanun hükmünün uygulama dışında tutulması mümkün değildir.

Bu çerçevede "çoğun içinde az da vardır" ilkesinden çıkarım yapılarak Kanun'da kesin olduğu ifade edilmeyen bir kararın (somut olayda Bölge Adliye Mahkemesinin, İcra Mahkemesince verilen istinaf başvurusunun süre yönünden reddi kararına dair istinaf isteminin esas bakımından reddi kararının) yorum yoluyla kesin olduğu sonucuna varılması kişilerin mahkemeye erişim haklarının kanuni bir dayanak olmaksızın kısıtlanması sonucu doğurur.

Esasen kanun hükümlerinin yorumlanmasında dikkate alınacak temel prensiplerden biri istisna hükümlerinin dar yorumlanmasıdır. Latince "singularia non sunt extenda" olarak ifade edilen ve Roma hukukunda da kabul edilmiş olan bu ilke Mecelle'nin 9 uncu maddesinde de "Sıfat-ı arızada aslolan ademdir" şeklinde ifade edilmiştir. Buna göre eldeki uyuşmazlık bakımından asıl olan bir kararın temyize tâbi olması, istisna ise kesinliktir. Kanun koyucu temyiz yolu kapalı olan kararı kendisi istisna olarak İİK'nin 365 inci maddesinde açıkça Bölge Adliye Mahkemesinin doğrudan verdiği karar (istinaf başvurusunun süre yönünden reddi kararı) olarak sınırlamıştır. Bu istisna alanının yargı mercilerince yorum ya da kıyas yoluyla genişletilmesi mümkün değildir. İstisnayı belirleme yetkisi, kural koyna merci olarak yasama organına aittir.

Bu itibarla eldeki davada Bölge Adliye Mahkemesince verilen 23.09.2020 tarihli kararın temyizi kabil olduğu kanaatinde bulunduğumuzdan olduğumuzdan Sayın Çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyoruz.