"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Kadastro Mahkemesi
1. Taraflar arasında birleştirilerek görülen “kadastro tespitine itiraz” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, ... Kadastro Mahkemesince davacı ...’in davasının kısmen kabulüne, diğer davacıların davasının reddine ilişkin olarak verilen karar birleştirilen davada davacılar ... ve arkadaşları vekili ile davalı Hazine vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı birleştirilen davada davacılar ... ve arkadaşları vekili ile davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Asıl Davada Davacı İstemi:
4. Davacı ... vekili ... Asliye Hukuk Mahkemesine sunduğu 19.02.2002 havale tarihli dava dilekçesinde; müvekkilinin, ... ilçesi ... köyü ... mevkiinde bulunan ve doğusu:..., batısı:..., güneyi:sahil yolu ve kumsal, kuzeyi:... taşınmazı ile çevrili yaklaşık 992 m2 yüzölçümündeki taşınmazı ve zilyetliğini eski malik ...’dan 13.06.1990 tarihinde satın ve teslim aldığını, satın alma tarihinden itibaren kendi nam ve hesabına aralıksız, çekişmesiz, malik sıfatıyla sürdürdüğünü, söz konusu taşınmazın kazandırıcı zamanaşımı yoluyla iktisap koşullarının müvekkili yararına oluştuğunu ileri sürerek dava konusu taşınmazın müvekkili adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Birleştirilen Davada Davacı İstemi:
5. Davacılar ... ve arkadaşları vekili ... Asliye Hukuk Mahkemesine sunduğu 07.03.2002 tarihli dava dilekçesinde; tescil davasına konu edilen taşınmazın müvekkilleri ve murisleri adına kayıtlı ilk geldisi 1290 tarih, defter 9, varak 18 ve 19 ile gitti kayıtları kapsamında kaldığını, zilyetlikle iktisabının mümkün olmadığını, anılan tapuların ve geldi kayıtlarının icareteynli vakıf olup, ilgili mevzuat gereği müvekkillerinin mülkiyetine geçtiğini, dava konusu taşınmazın da aynı çiftlik hududunda kalan diğer yerler gibi icara verilmek suretiyle kullanıldığını, tapu kayıtlarının muntazam intikal ve tedavül gördüğünü, davacı ...’in kendisinden önce ...’ın zilyetliğine dayandığını, ancak ilk zilyet olduğu ileri sürülen ...’ın ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 1988/333 Esas sayılı davada müvekkilleri aleyhine açılan dayanak tapu kayıtlarının iptalini isteyen davacılar arasında yer aldığını, ...’ın bu yerlerin tapulu olduğuna dair çok sayıda belgede imzası bulunduğunu ileri sürerek eldeki davanın tescil davası ile birleştirilmesine, tescil davasının reddine ve davalının el atmasının önlenmesine karar verilmesini istemiştir.
Asıl ve Birleştirilen Davalarda Davalı Cevabı:
6. Davalı Hazine vekili; davacı ... lehine zilyetlikle iktisap koşullarının oluşmadığını, taşınmazın imar ve ihya edilmediğini, güneyinde sahil yolu ve kumsal bulunduğunu, devletin hüküm ve tasarrufu altında olan kumsaldan yer kazanılmaya çalışıldığını, doğal ve tarihi sit bölgesi içinde kalan yerlerden olup olmadığının araştırılması gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
7. Davalı ... Tüzel Kişiliği; usulüne uygun tebligata rağmen cevap dilekçesi sunmadığı gibi duruşmaları da takip etmemiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
8. ... Asliye Hukuk Mahkemesince; davalar birleştirildikten sonra, davaya konu parsel hakkında kadastro tutanağı düzenlenmiş olması nedeniyle 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 5 ve 27. maddeleri gereğince görevsizlik kararı ile dosya Kadastro Mahkemesine aktarılmıştır.
9. ... Kadastro Mahkemesinin 28.04.2011 tarihli ve 2009/1580 E., 2011/273 K. sayılı kararı ile; davacıların mirasbırakanı ...’a isabet ettiği bildirilen çiftliklerin paylaşma işleminin 21 Haziran 1885 (1301 H.) tarihli başvuruya rağmen başvuru ile ilgili belgeler bekletilerek 25 yıl sonra 21 Ağustos 1910 (1326 H.) tarihinde yapıldığı, 26 Temmuz 1291 tarihinde yürürlüğe giren Nizamname hükümlerine göre bu tarihten sonra vakıflarla ilgili olarak her türlü kayıt ve belgelerin tapu idarelerine devredildiği, her türlü tasarruf işlemlerinin devrin yapıldığı tapu idarelerince yapılması gerektiği, miras paylaşımının 1301 tarihinde yapılması nedeni ile tapu maliki ...nin en geç bu tarihte öldüğünün kabulünün zorunlu olduğu, 1326 tarihine kadar tapu intikalinin yaptırılmayarak beklenildiği ve 1326 tarihinde Liva Meclisinde yaptırıldığı, 26 Temmuz 1291 tarihli Nizamname gereği tapu idaresi önünde yapılması gerekirken neden 25 yıl sonra liva meclisinde yaptırıldığının anlaşılamadığı, davacıların dayandıkları bütün tapu kayıtlarının bu kayda dayanan ve bu kayıttan tedavül gören tapu kayıtları olduğu, işlem tarihi itibarı ile uyulması gereken yasal prosedüre uyulmayarak intikal yapılmasının ve bu intikal için de 25 yıl beklenilmesinin tapunun hukukî kıymetinin kalmadığını gösterdiği, yapıldığı tarihte merî olan yasanın ya da mevzuatın öngördüğü maddi ya da şekli şartları taşımayan işlemlerin hukukî sonuç doğurmasının mümkün olmadığı, bu durumda tapu kaydının davacı zilyet ... lehine hukukî kıymetini kaybettiği; davacılar ... ve arkadaşlarının tutunduğu tapu kaydının gayri sabit sınırlı olup, dayanılan kayıtlardaki hudutların arazinin tamamının etrafını kapatır şekilde çevrelememesi, bazı hudutların nokta hudutlar olması, hudutların birbirleri ile düz hatlarla birleştirilmesi sonucu oluşan geometrik şekil içerisinde kullanılmayan ve kullanılması mümkün olmayan deniz, dere, dağ, ırmak, tepe, orman, kayalık-taşlık alan gibi yerlerin bulunması karşısında dış hat ya da sınır olarak belirlenen geometrik şeklin tarafları bağlayıcı addedilmesinin olanaksız olduğu, dayanılan tapu kaydının bu nedenle sınırları itibarı ile geçerli sayılmasının mümkün olmadığı; tapu kaydında sabit kabul edilebilecek bir sınır olmadığı için kayıtta yazılı miktarın nereden ölçüleceğini tespit etmenin mümkün olmadığı, kadastro çalışması sırasında tespit gören ve özel mülkiyete konu olabilecek nitelikte olan arazilerin çevresi dağ, tepe, orman, taşlık kayalık ve benzeri arazilerle çevrili küçük sayılabilecek alanlardan oluştuğu, sınırların birleştirilmesi ile oluşan geometrik şeklin içinde kalan arazi yapısı içerisinde miktar itibarı ile uygulama yaparak davacıların tutundukları tapu kapsamında taşınmaz belirlenemeyeceği, tapu kaydının miktarı itibarı ile de araziye uygulanmasının mümkün olmadığı, bu açıdan da tapu kaydının hukukî sonuç doğurmasının mümkün olmadığı; 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20/B maddesi uyarınca harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu sınırlar içinde kalan yer hak sahibi tarafından kullanılıyor ise kayıt ve belgelerde gösterilen sınırlar esas alınarak tespit yapılacağı, davacılar ... ve arkadaşlarının ise davacı ...’in taşınmazı kendilerine teb’an ve kiracı sıfatıyla kullandığını kanıtlayamadığı, eski tapu kaydının davacıların zilyetliği ile birleşmediği, mülkiyet iktisabı için zilyetliklerinin bulunmadığı; kaldı ki, ailenin dayandığı tapu kayıtlarının miktar itibarı ile geçerli olduğu varsayılsa bile tapu kaydında yazılı taşınmaz miktarı, tapu kaydında malik görünen kişi sayısı, kaydın oluşturulduğu ve tedavül gördüğü zamanın tarımsal üretim metot ve tekniği, toprak işlemenin hayvan ve insan gücü ile yapılması, bir insanın da işleyeceği alanın çok kısıtlı olması hususları nazara alındığında davacıların ve mirasbırakanlarının tapu kaydında belirtilen miktarı işlemelerinin mümkün olmadığı, eski tapu kayıtlarına tutunan davacıların işçi tutarak, araç gereç temin ederek vb. yollardan kayıtta yazılı miktarı işlediklerini de kanıtlayamadıkları, bu boyutta bir arazinin kiracılara verme usulü ile işlenmesi hâlinde bu durumun yöre halkının gözünden kaçmasının, şahit olan insan bulunamamasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı, tapuda malik görünenlerin davaya konu taşınmaza hiçbir zaman zilyet olmadıkları sabit olduğu için lehlerine tapunun hüküm doğurmasının mümkün olmadığı; kaldı ki taşınmazın bulunduğu mevkide yer alan taşınmazların hâli arazi iken 1960’lı yıllarda köylüler tarafından taksim edilerek zirai amaçla kullanılmaya başlandığı, daha önce zirai amaçla kullanılmadığı anlaşılan dava konusu taşınmaz ve komşu taşınmazların davacı ... ailesinin tutunduğu ve miktarı itibariyle zilyetlik gözetilse dâhi tapu kapsamında kalmadıkları; hukukî değerini yitiren tapu kayıtlarının tedavül görmesi neticesinde yeni hak iddia edenler ortaya çıkmış ise de hukukî geçerliği olmayan tapu kayıtlarının tedavül görmesi ile yeni hak sahibi olunamayacağı, davacılar ... ve arkadaşlarının tutundukları tapu kayıtlarının dava konusu taşınmazı kapsadığı kabul edilse dâhi davacı ve taşınmazı ona devredenlerin 743 sayılı Medeni Kanun’un meriyetinden evvel 10 yılı aşkın bir süre taşınmazda zilyet olduğu, bu zilyetliğin Medeni Kanun’un meriyet kazanmasından sonra da kadastro tespit tarihine kadar malik sıfatıyla nizasız ve fasılasız devam ettiği, davacıların (... ailesi) bu duruma müdahale edip varlığını iddia ettikleri haklarını korumak için herhangi bir çekişme yaratmadıkları, davacı zilyedin ve taşınmazı ona devredenlerin bir insan ömrünü aşar zilyetliğinin te’ban ve kiracılık sıfatı ile devam ettiğinin davacılar tarafından kanıtlanamadığı, hâlen yürürlükte olan 1274 (1858) tarihli Arazi Kanunnamesinin 20 ve 78. maddeleri gereğince davacıların tutunduğu tapu kayıtlarının davacı zilyet lehine hukukî kıymetini yitirdiği, 3402 sayılı Kanun’un 14. maddesindeki iktisap koşullarının ... lehine oluştuğu, ancak dava konusu taşınmazın bulunduğu mahalde 1997 yılında kesinleşen ve idare tarafından belirlenen kıyı kenar çizgisinin mevcut olduğu, dava konusu taşınmazın tapu kaydı ve krokisi kapsamında haritacı, jeolog ve ziraat bilirkişileri tarafından belirlenen ve ekli krokide gösterilen kısmının kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı, bu kısmın deniz kumluğu olduğu, bu nitelikteki bir taşınmazın özel mülkiyete konu olamayacağı ve tescil harici bırakılması gerektiği gerekçesiyle; davacı ...’in davasının kıyı kenar çizgisi dışında kalan kısım yönünden kabulüne, kıyı kenar çizgisi içinde kalan kısım yönünden reddine, diğer davacıların davalarının tümden reddine, 157 ada 1 parsel sayılı taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kalan ve ilgili bilirkişi raporunda A harfi ile gösterilen 118,52 m2’lik kısmın tescil harici bırakılmasına, taşınmazın A harfi ile gösterilen kısmı dışında kalan 711,53 m2’lik kısmın kadastro tespit tutanağındaki vasıfla davacı ... adına tespit ve tapuya tesciline, dava konusu taşınmazın 2. derece doğal sit alanında kaldığının 2863 sayılı Kanun’un 7. maddesi uyarınca tapu kütüğünün beyanlar hanesinde gösterilmesine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
10. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde birleştirilen davada davacılar ... ve arkadaşları vekili ile davalı Hazine vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
11. Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesinin 30.10.2012 tarihli ve 2012/7587 E., 2012/8358 K. sayılı kararı ile; ‘’...1- Davacı ... ve diğerlerinin kök kayıt malikinin mirasçısı olup olmadığı: Davacı ..., kayıt maliki ile davacılar ... ve diğerlerinin murisi ... arasında irs ilişkisi olmadığını ileri sürmüşse de; bu davacıların ...’ın mirasçısı oldukları hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Tereddüt davacı ...'in iddia ettiği gibi ...’ın tapu maliki ...’nin kızı olup olmadığı konusundadır. Dosyada ...’ın nüfus kaydı mevcut olup, bu kayıtta baba adı ...’dir. Tapu kayıtlarında ise “... Kızı” olarak geçmektedir. Ancak davacılar tarafından ibraz edilen ve Osmanlı arşivleri ile şer’i sicil kayıtları üzerinde yapılan araştırmanın yer aldığı klasör içindeki belgeler arasında yer alan 1303 tarihli vekaletnamede; vekil eden olarak “..., ... Mahallesi sakinlerinden ... ağa İbn-i ... adı geçmektedir. ... ağanın ...’ın kardeşi olduğu sabittir. Yine Şer’i sicil defterinde kayıtlı ... ağaya ait bir dilekçede “... ağa İbn-i ..., İbn-i ...” ve “kız kardeşim ... İbn ... İbn-i ...” yazılıdır. Yine aynı belgeler içerisinde yer alan Orman ve Maadin Nezaretinin Sadaret Makamına sunduğu 4 Nisan 1311 tarihli tezkerede “...lı Müteveffa ... Kerimesi ...’ın uhdei tasarrufunda bulunan ... “... ... Çiftliklerin” ifadeleri yer almaktadır. Bu ve benzeri kayıtlardan ... ile ...’nin aynı kişi ve ...’ın ... (...) ...’nin kızı olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla davacı ...'in ...’ın tapu maliki ...’nin kızı olmadığı, dolayısıyla diğer davacıların tapu malikinin mirasçısı sıfatını taşımadıkları yönündeki itirazları dosya kapsamına uygun düşmemektedir.
2- 1274 tarihli Arazi Kanunnamesi'nin tespit ve dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunup bulunmadığı ve şartları mevcut olduğu takdirde uygulanıp uygulanamayacağı: Medeni Kanun’un 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra Arazi Kanunnamesini’nin Medeni Kanun’a aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte bulunup bulunmadığı uzun süre tartışılmıştır. Bazı hukukçular Medeni Kanun’un taşınmaz mal mülkiyetini yeni baştan düzenlediğini, 864 sayılı Uygulama Kanunu’nun 43. maddesi ile Arazi Kanunnamesi’nin yürürlükten kaldırıldığının kabul edilmesi gerektiği savunmuşlarsa da; Tatbikatta Arazi Kanunnamesi’nin Medeni Kanun'a aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte bulunduğu kabul edilmiş, uygulamada istikrarlı olarak bu yönde sürdürülmüştür. Arazi Kanunnamesi’nin Medeni Kanun’a aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte olduğunu kabul eden hukukçular; 864 sayılı Uygulama Kanunu’nun 43. maddesinde “MECELLE” açıkça yürürlükten kaldırıldığı halde, Arazi Kanunnamesi’nin kaldırılan kanunlar arasında sayılmamasını, Medeni Kanun’un kabulünden sonra, ancak yürürlüğünden önce kabul edilen 2.5.1926 tarih 87 sayılı Kanunla Arazi Kanunnamesi’nin 68, 69, 70, 71, 74, 76, 84 ve 85.maddeleri yürürlükten kaldırıldığı halde diğer maddelerin yürürlükte olduğunun kabul edilmiş bulunduğunu, Yargıtay’ın 27.1.1943 tarih 5/7 ve 9.2.1944 tarih 4 numaralı İçtihadı Birleştirme Kararları ile 28 Şubat 1998 tarihinde yürürlüğe giren 4342 sayılı Mer’a Kanunu’nun 36. maddesi ile Arazi Kanunnamesi’nin 97, 98, 99, 100, 101, 102 ve 105. maddelerinin yürürlükten kaldırılmasını görüşlerine dayanak yapmışlardır. Yargıtay Yüksek 7. Hukuk Dairesi ile 16. Hukuk Dairesi de Arazi Kanunnamesi’nin Medeni Kanun’a aykırı düşmeyen hükümlerinin, bu arada Arazi Kanunnamesi’nin 20 ve 78. maddelerinin yürürlükte olduğunu kabul etmiş ve uygulamalarını bu yönde sürdürmüşlerdir. (Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 22.11.1978 gün 1977/11819 Esas 1978/13674 sayılı ilamı ile 16. Hukuk Dairesinin 24.04.2001 tarih, 2001/418-2033 sayılı ilamlarında anılan yasa hükümlerinin yürürlükte olduğu açıkça vurgulanmıştır.) Bu durumda davaya konu parselin tespiti ve dava tarihi itibariyle, Medeni Kanuna aykırı düşmeyen Arazi Kanunnamesi hükümlerinin bu arada Arazi Kanunnamesi’nin 20 ve 78. maddelerinin yürürlükte bulunduğunun kabulü ile olayda anılan yasa hükümlerinin uygulanması gerekip gerekmediğinin araştırılıp tartışılması zorunludur. Mevcut uygulama karşısında davacı ... ve diğerlerinin bu konudaki itirazları yerinde değildir.
3- Asliye Hukuk Mahkemesinin 1996/11 Esas sayılı dosyasında yapılan tapu kaydı kapsamının belirlenmesi işleminin davacı ...'i bağlayıp bağlamayacağı: Söz konusu dosyada davacı ...'in taraf olmaması ve kapsam belirleme işleminin 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20. maddesinde yazılı ilkelere uyularak yapılmamış bulunması nedeniyle davacı ...'i bağlamayacağı açıktır.
4- Dayanılan kayıtların kapsamının nasıl belirleneceği: Belirtildiği üzere davacı ... ve diğerleri tapu kayıtlarına dayanmışlardır. Dayanılan kayıtlardaki hudutların arazinin tamamının etrafını kapatır şekilde çevrelememesi bazı hudutların nokta hudutlar olması, hudutların birbiri ile düz hatlarla birleştirilmesi suretiyle meydana gelen geometrik şekil içerisinde kullanılmayan ve kullanılması mümkün olmayan deniz, dağ, dere, orman, ırmak, tepe gibi yerlerin bulunması nedeniyle dayanılan kayıtlar hudutları ile değil miktarı ile geçerli olan tapu kayıtlarıdır. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20/B maddesinde yazılı “Harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu sınırlar içinde kalan yer hak sahibi tarafından kullanılıyor ise, kayıt ve belgelerde gösterilen sınırlar esas alınarak tespit yapılır.” hükmü karşısında; arazinin ve sınırlarının yukarıda belirtilen özelliği nazara alındığında kayıtların sınırlarını sabit kabul edip buna göre hüküm kurmak mümkün bulunmamaktadır. Davacı ... ve diğerlerinin anılan dosyada yapılan kapsam belirlemesinin doğru ve tarafları bağlayıcı olduğu yolundaki iddiası yasaya uygun bulunmamaktadır.
5- Taşınmaz üzerindeki davacı ... ve bayilerinin zilyetliğinin niteliği: Davacı ... ve diğerleri taşınmaz üzerindeki davacı ...'in zilyetliğinin kiracılık ilişkisine dayalı olduğunu, malik sıfatıyla kullanmanın söz konusu olmadığını iddia etmişlerse de bu yönde inandırıcı delil ibraz edemedikleri gibi, davacı ... ve bayilerinin arazi üzerindeki zilyetliklerinin kendilerine teb’an ve kiracılık ilişkisine dayalı olduğunu ispat da edememişlerdir.
6- Taşınmaz üzerindeki davacı ...'in zilyetliğinin kaydın hukuki kıymetinin kaybı için yeterli olup olmadığı: Arazi başında dinlenen yerel bilirkişi ve zilyet tanıkları davacı ...'in taşınmaz üzerinde zilyet olduğunu bildiklerini beyan etmişler ise de gerek bu dosyada, gerekse Dairemizin incelensinden geçen diğer bazı dosyalarda dinlenen yerel bilirkişi ve tanık beyanlarından, çekişmeli taşınmazın da sınırları içinde bulunduğu ... Köyü ... mevkiindeki taşınmazların önce hali arazi nitelikli yerlerden iken 1960-1970 yılları arasında köylülerin bir araya gelmesi ile kullanılmaya başlandığı, az da olsa bu mevkiide eskiden beri kullanılan yerlerin de bulunduğu anlaşılmaktadır. Medeni Kanun'a aykırı düşmeyen 20. ve 78. maddelerinin yürürlükte bulunduğunun kabul edilen Arazi Kanunnamesinin olayda uygulanabilmesi ve Medeni Kanun'un yürürlüğe girmesinden önceki on yıldan itibaren taşınmaza zilyet olunduğunun kabul edilebilmesi için, öncelikle taşınmaz üzerinde sürdürülen zilyetliğin tartışmasız şekilde saptanması gerekir. Mahkemece bu yönden yapılan araştırma ve inceleme karar vermeye yeterli bulunmamaktadır.
7- Tapu kayıtlarının kapsamının belirlenmesine gerek olup olmadığı: Yukarıda da belirtildiği üzere tapu kayıtlarının uygulanması ve kapsamlarının belirlenmesi yeterli ve yasaya uygun bulunmamaktadır. Ayrıca, taşınmaz üzerinde davacı ...' ve bayilerinin zilyetliğinin diğer davacıların dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının hukuki kıymetini kaybettirecek nitelikte bulunup bulunmadığı hususunda yapılan araştırma ve inceleme de kabule yeterli bulunmamaktadır. Bu durumda tapu kaydı kapsamının 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20. maddesinde belirtilen ilkeler doğrultusunda tespit edilmesi ile yöntemince zilyetlik araştırması yapıldıktan sonra bir değerlendirme yapılması zorunludur. Davacı ...'in çekişmeli taşınmaz üzerinde zilyetliği kanıtlanmış olmadıkça tapu kayıtlarının hukuki kıymetini kaybettiği kabul edilemeyeceğinden tapu kaydının mahalline doğru şekilde uygulanıp kapsamının belirlenmesi gerekir. Dosyanın arzettiği özelliğe göre bu işlemler yapılmadan karar verilmesi doğru değildir. Eksik ve yetersiz soruşturmaya dayanılarak karar verilemez. Mahkeme kararında belirtildiği ve Dairemize gelen dosyalardan da anlaşıldığı üzere davacılar tarafından aynı tapu kaydına dayanılarak ..., ..., ... ve ... Köylerinde tespit gören çok sayıda parsele itiraz edilip dava açılmıştır.
Dayanılan tapu kayıtlarının kapsamlarının sağlıklı olarak saptanması, yargılamanın kısa zamanda en az masrafla ve en doğru şekilde sonuçlandırılması ve bir parsel için verilecek kararın diğerini etkiler durumda bulunması nedeniyle bu davaların en azından köy (veya tapu kayıtlarında yazılı çiftlik) bazında birleştirilerek yürütülmesi zorunludur. Mahkemece bu zorunluluğa riayet edilmeden yargılamanın ayrı ayrı yürütülüp sonuçlandırılmaya çalışılması doğru değildir. Yukarda da belirtildiği üzere dayanılan kayıtlardaki hudutların arazinin tamamının etrafını çevrelememesi bazı hudutların nokta hudutları olması, hudutların birbirini düz hatlarla birleştirilmesiyle meydana gelen geometrik şekil içerisinde kullanılmayan ve kullanılması mümkün olmayan arazi bölümlerinin bulunması nedeniyle tapu kayıtları gayri sabit hudutludur. Bir diğer ifadeyle bu kayıtlar hudutlarıyla değil miktarıyla geçerli tapu kayıtlarıdır. Bu itibarla tapu kayıtlarının kapsamı belirlenirken yukarda belirtilen ilkenin gözden uzak tutulmaması gerekir. Hal böyle olunca doğru ve sağlıklı sonuca varılabilmesi için mahkemece öncelikle yapılması gereken iş aynı çalışma alanında (veya çiftlik hudutları içerisinde) yer alan taşınmazlarla ilgili dava dosyaları birleştirilmeli, aynı tapu kayıtlarına dayanılarak tapu malikleri veya onların halefleri adına tescil edilen, bedeli davacılara ödenmek suretiyle kamulaştırılan veya herhangi bir nedenle bu kayıtların kapsamında kaldığı kabul edilip tescil edilen tüm taşınmazların onaylı tutanak suretleri getirtilip dosyaya konulduktan sonra mahallinde yaşlı, tarafsız, yöreyi iyi bilen ve davada menfaati bulunmayan şahıslar arasında seçilecek yerel bilirkişilerle, taraf tanıkları ve teknik bilirkişiler huzuruyla keşif icra edilmelidir. Keşif sırasında tapu kayıtlarının miktarıyla geçerli olduğu ve davalı tarafın yokluğunda 1996/11 Esas sayılı dosya üzerinden yapılan kapsam tayininin bağlayıcı olmayacağı nazara alınarak tapu kayıtları ihdasından itibaren tüm tedavülleriyle okunup kayıtta yazılı hudutlar mahalli bilirkişilere zeminde tek tek göstertilmeli, bilirkişilerce gösterilemeyen hudutların tespiti için taraflara tanık dinletme imkanı sağlanmalı, bilirkişi ve tanıklarca gösterilen hudutlar teknik bilirkişilere haritasında işaret ettirilmeli, kayıtların hudutlarının taşıdığı özellikler ve intikallerdeki değişiklikler konusunda yerel bilirkişi ve tanıklardan bilgi alınmalı, dinlenecek yerel bilirkişi ve taraf tanıklarından taşınmazın niteliği, intikali ve tasarrufu sorulup saptanmalı, tespite aykırı sonuca varıldığı takdirde tespit bilirkişileri tanık sıfatıyla dinlenilip aykırılığın giderilmesine çalışılmalı, teknik bilirkişilere tapu kayıtlarının miktarlarıyla geçerli olduğu nazara alınarak sabit hudutlardan başlamak üzere her tapu kaydının miktarı kadar araziyi gösterir keşfi takibe imkan verir kroki düzenlettirilmeli, tapu kayıtların sabit hudutlardan başlamak üzere miktarı kadar yer ayırırken davacılar adına tespit edilip kesinleşen taşınmazlarla kamulaştırılan arazi bölümleri dikkate alınmalı, dayanılan tapu kayıtlarının miktar itibariyle davaya konu parseli kapsayıp kapsamadığı ile davacı ... ve bayilerinin çekişmeli taşınmaz üzerinde hangi tarihten beri ve ne sıfatla zilyet oldukları, komşu taşınmazlar 1960-1970 yılları arasında köylüler tarafından hali arazi niteliğindeki yerlerden açılıp kullanılmaya başlanmış iken bu taşınmazın daha eski bir tarihten itibaren kullanılıp kullanılmadığı maddi olaylara dayalı olarak ve kesin olarak belirlendikten sonra karar verilmelidir’’ gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Direnme Kararı:
12. ... Kadastro Mahkemesinin 28.01.2015 tarihli ve 2013/43 E., 2015/13 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
13. Direnme kararı süresi içinde birleştirilen davada davacılar ... ve arkadaşları vekili ile davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
14. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; muteriz davacıların (... ailesi) tutunduğu tapu kayıtlarının hukuken geçerli kayıtlar olup olmadığı, davacı ... zilyetliğinin 1858 tarihli Arazi Kanunnamesi’nin 20 ve 78. maddeleri gereğince tapu kaydının hukukî kıymetini kaybettirecek nitelikte bulunup bulunmadığı, davacıların tutunduğu tapu kayıtlarına kapsam tayini gerekip gerekmediği, dava konusu taşınmazın orman sayılan yerlerden olup olmadığı ve taşınmazın niteliğinden kaynaklı olarak zilyetlik yoluyla iktisabını engelleyen bir durumun bulunup bulunmadığı, sonucuna göre de, mahkemece tapu kayıtlarına kapsam tayini yönünden bozma ilamında belirtilen şekilde araştırma ve inceleme yapılmasının gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
15. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu ... ili ... ilçesi ... köyü ... mevkiinde kain 157 ada 1 parsel sayılı taşınmazın 01.09.2007 tarihinde yapılan kadastro çalışması neticesinde, senetsizden, ahşap ev ve arsa niteliğinde, 830,05 m2 olarak ... oğlu ...’ın ceddinden intikalen ve taksimen zilyetliğinde iken tutanağa ekli 13.06.1990 tarihli harici satış senedi ile ... oğlu ...’e satarak hak ve alakasını kestiği saptanmış ise de, taşınmazın ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/141 Esas sayılı dosyasında davalı olduğu belirtilerek ve mülkiyet hanesi boş bırakılarak tespitinin yapıldığı anlaşılmaktadır.
16. Davacılar ... ve arkadaşlarının, ... Vakfı’na ait olan Mart 1290/Safer 1291 tarih, 18 numaralı (4000 dönüm), 19 numaralı (3000 dönüm) ve 20 numaralı (7000 dönüm) maliki ... adına kayıtlı çiftlik tapu kayıtlarına dayandıkları, anılan tapu kayıtlarının ... (...) kızı ...’a intikal ederek Ağustos 1326 tarih 2, 3 ve 4 numaralı tapulara gittiği, ...’ın da çocukları ..., ..., ... ve ...’e ölünceye dek bakıp gözetmeleri karşılığında verdiği ve Eylül 1340 tarih 3, 4 ve 5 numaralı kayıtların oluştuğu, bu kayıtların da 7.2.1962 tarih 1, 4 ve 5 numaralı tapulara tedavül gördüğü; 18 numaralı kök tapu kaydının 23.05.1969 tarih 10 ve 11 numaralı tapulara, oradan da 21.07.1969 tarih 63 ve 64 numaralı tapulara gittiği, bu kayıtların da ... köyü 1 ilâ 169 numaralı parsellere revizyon gördüğü; 19 numaralı kök tapu kaydının revizyon görmediği; 20 numaralı kök tapu kaydının ise ... köyü 373 ilâ 633 numaralı parsellere revizyon gördüğünün belirtildiği, ancak tespitlere itiraz edildiği; tapu kayıtlarının ... Çiftliğine ait ... köyü 1 ilâ 169 sayılı parsellere revizyon gören sınırlarının; D: Mezar Gediği, B: Dikili Taş, K: ..., G: ... ve bu yerden ... çiftlik; ...-... Çiftliğine ait Şubat 1962 tarih 1 sıra numarada 639 hektar 5240 m2 yüzölçümündeki (7000 dönüm) kadastro sırasında ... köyü 373 ilâ 633 sayılı parsellere revizyon gören sınırları; D: Kocalan ve Balan Dağı, B: Taşbük ve ..., K: Çilecik Gediği, G: Gökbel ve Karadağ ve Mezar Gediği ile çevrili olan ve ... (...) Çiftliğine ait Şubat 1962 tarih 4 sıra numarada 275 hektar 7907 m2 (3000 dönüm) yüzölçümündeki ve kadastro sırasında hiç bir parsele revizyon görmeyen sınırları; D: Mezar Gediği, B: İnbükü ve ..., G:... sınırlı kayıtlar olduğu ve bu kayıtların doğru temele dayanan, intikalleri düzenli yapılan tapu kaydı niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
17. Öncelikle, davacı ... ve arkadaşlarının dayandığı tapu kayıtları; hudutların arazinin tamamının etrafını kapatır şekilde çevrelememesi, bazı hudutların nokta hudutlar olması, hudutların birbiri ile düz hatlarla birleştirilmesi suretiyle meydana gelen geometrik şekil içerisinde kullanılmayan ve kullanılması mümkün olmayan deniz, dağ, dere, orman, ırmak, tepe gibi yerlerin bulunması, diğer bir anlatımla 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20/C maddesine göre sınırların değişebilir ve genişletilmeye elverişli olması nedeniyle dayanılan kayıtlar sabit hudutlu tapu kayıtları olmadığından hudutları ile değil, miktarı ile geçerli olan tapu kayıtlarıdır.
18. Diğer yandan, davacı tapu maliklerinin (... ailesi) dayandığı Mart 1290/Safer 1291 tarih 18, 19 ve 20 numaralı kök tapu kayıtları kapsamındaki taşınmazların ... Kadastro Mahkemesinin 1996/11 Esas, 2001/16 Karar sayılı dosyasına sunulan 08.03.2000 tarihli ..., ... ve ... tarafından düzenlenen raporda belirtildiği gibi, gayrisahih (tahsisat kabilinden, irsadi ) vakıf taşınmazı olarak ... Vakfına ait olan ve geliri vakfedilen mirî araziler olduğu ve bu hususun aynı tapu kayıtlarına dayalı olarak açılan ve Yargıtay’dan geçerek kesinleşen bir çok dava sonucunda saptandığı da açıktır.
19. Mirî arazilerde uygulanan 1274 tarihli (1858) Arazi Kanunnamesi’nin 20 ve 78. maddesinin yürürlükte olduğu da tartışmasızdır. Dava konusu edilen taşınmazda/taşınmazlarda da koşulları varsa bu hükümler uygulanacaktır. Arazi Kanunnamesi’nin 20. maddesinin uygulanmasında öncelikle dava konusu taşınmazın zilyet edilebilir nitelikte bir taşınmaz olması gerekir. Diğer iktisap şartları da şöyle sıralanmaktadır:
1) Davacının kesintisiz 10 yıl boyunca araziye malik sıfatıyla zilyet olması
2) Davacının süre boyunca küçük veya gayri mümeyyiz olmaması
3) Davacının araziye kaba güçle el koymuş olmaması
4)Arazinin ulaşması çok uzun sürecek uzak bir yerde olmaması (Sahibinin yaşadığı yer açısından)
5)Davacının araziyi geçerli bir sebep olmaksızın ele geçirip kullandığını süre içinde ikrar ve itiraf etmiş olmaması.
Şu hâlde, 10 yıl boyunca malik sıfatıyla zilyet olma, Arazi Kanunnamesi’nin 20. maddesine göre hak kazanmanın temel şartıdır. 20. maddenin aradığı maddi vakıaların ve kanunî şartların Medeni Kanun’un yürürlük tarihi olan 04.10.1926 tarihine dek tamamlanmış olması gereklidir. Buna göre, mirî arazi niteliğindeki tapulu taşınmaz zilyedi tarafından malik sıfatıyla 04.10.1926 tarihinde yürürlüğe giren Medeni Kanun’dan geriye doğru yani en az 1916 yılından 1926 yılına kadar kullanılıyorsa ve anılan maddedeki diğer koşulların da gerçekleşmesi hâlinde zilyet lehine tescil kararı verilebilecektir. Bunun yanı sıra edinim koşullarının oluşup oluşmadığının, her parsel yönünden ayrı ayrı irdelenmesi, parsel bazında tapu kaydının hukukî kıymetini koruyup korumadığının değerlendirilmesi gerekir. Tapu kaydının dava konusu edilen bir taşınmaz yönünden Arazi Kanunnamesi’nde belirtilen hükümler gözetilerek hukukî kıymetini yitirmiş olması, o tapu kaydının tamamen hukukî kıymetini yitirdiği anlamına gelmeyip, sadece dava konusu edilen ilgili taşınmaz yönünden hukukî kıymetini kaybettiğini göstermektedir. Başka bir taşınmaz yönünden aynı tapu kaydı, Arazi Kanunnamesi’ndeki koşullar oluşmamışsa hukukî kıymetini koruyacaktır.
20. Mahkemece dikkate alınması gereken husus, dava konusu edilen taşınmaz kadim tarım arazisi ise zilyedi lehine 1274 tarihli (1858) Arazi Kanunnamesi’nin 20. maddesinde düzenlenen koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılmasıdır. Taşınmaz kadim tarım arazisi olmayıp, hâli arazi gibi zilyet edilmesi olanaklı bir yer değilse, en az 1916-1926 yılları arası 10 yıl zilyet olma koşulu gerçekleşmiş olmayacağından ve tapu hukukî kıymetini kaybetmeyeceğinden tapu kaydının kapsamının belirlenmesi ve hak sahibi olacak kişinin belirlenen bu kapsamdaki yeri kullanıyor olması gerekir.
21. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; mahkemece yapılan keşifte dava konusu taşınmazın bulunduğu ... mevkiisinde; rakımın deniz seviyesine yakın olduğu, geniş düzlük içerisinde düzenli parselasyon yapılmış gibi parçalara ayrılmış taşınmazların bulunduğu, bir kısmının ikamet amaçlı ev, bir kısmının işyeri olarak kullanıldığı, bazı taşınmazların diğerlerine göre 50-60 cm aşağıda yer aldığı ve içerisinin su dolu olduğu gözlemlenmiş, dinlenen yerel bilirkişi ve zilyet tanıkları davaya konusu taşınmazın bulunduğu mevkiin öncesinde hâli arazi iken 1960-1970'li yıllarda her haneye bir parça düşecek şekilde köylüler tarafından taksim edilerek kullanılmaya başlandığını bildirmişlerdir. Dosyaya sunulan ziraatçı bilirkişi raporunda, dava konusu taşınmazın 45-50 yıl öncesinden imar ve ihyası tamamlanan kadim tarım arazi niteliğindeki yerlerden olduğu bildirilmiş de, yerel bilirkişi ve tanık beyanlarından çekişmeli taşınmazın öncesinin hâli arazi niteliğindeki yerlerden olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, zilyetliğe dayanan davacı tarafın taşınmaz üzerindeki zilyetliğinin (en az 1916-1926 yılları arası, Arazi Kanunnamesi, madde 20) kanıtlanamamış olması nazara alındığında ... Ailesinin dayandığı tapu kayıtlarının dava konusu taşınmaz bakımından hukukî kıymetini kaybettikleri kabul edilemeyeceğine göre, bu kayıtların mahalline doğru şekilde uygulanıp 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20. (B-C) maddesinde öngörülen şekilde tapu kayıtlarına kapsam tayin edilmesi gerekir.
22. Dayanılan tapu kayıtlarına kapsam tayin edilmesinde izlenecek yöntem ise; öncelikle yukarıda bahsedildiği üzere tapu kayıtlarının 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20/C maddesi uyarınca miktarı ile geçerli tapu kayıtları olduğu gözetilerek kapsamının belirlenmesidir. Dava konusu taşınmaz belirlenen bu kapsam içerisinde kalıyorsa 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20/B maddesinde düzenlenen; “Harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu sınırlar içinde kalan yer hak sahibi tarafından kullanılıyor ise, kayıt ve belgelerde gösterilen sınırlar esas alınarak tespit yapılır.” hükmü de göz önünde bulundurularak, kayıt kapsamında kalan bu yer dava tarihi itibariyle kayıt sahibi tarafından kullanılıyor ise tapu kaydına değer verilmelidir.
23. Öte yandan, 362l sayılı Kıyı Kanunu'nun "kıyı kenar çizgisini" belirleme yöntemine ilişkin 5 ve 9. maddelerinin uygulanmasına yorum getiren ve görülmekte olan davalarda dikkate alınması zorunlu bulunan 28.11.1997 tarihli ve 5/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında "Kural olarak, mülkiyet hukuku yönünden kıyı kenar çizgisi belirlenmesi görevinin idari yargıya ait olduğuna; ancak 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun 9. maddesi uyarınca idare tarafından kıyı kenar çizgisi belirlenmiş ve yazılı bildirime rağmen yasal süresinde idari yargıya başvurulmaması nedeniyle yargı yolunun kapanmış olması veya idare tarafından verilip kesinleşmiş karar bulunması durumlarında, bunlara uygun şekilde kıyı kenar çizgisinin adli yargı tarafından saptanması gerektiğine" işaret edilmiştir. 3621 sayılı Kanun'un 5 ve 9. maddelerine göre de kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi zorunludur. Uzman bilirkişilerin, Kanun'un ve İçtihadı Birleştirme Kararlarının emredici hükümleri dışında, hiçbir bilimsel incelemeye, araştırmaya ve verilere dayanmaksızın belirlenen kıyı kenar çizgisine itibar etmek doğru değildir. Değinilen İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamı ve 3621 sayılı Kanun'un 5 ve 9. maddelerinde öngörüldüğü biçimde üç jeolog ya da jeoloji mühendisinden oluşturulacak uzman bilirkişi kurulu ve tapu fen memuru aracılığıyla yerinde keşif yapılması, 28.11.1997 tarihli ve 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı doğrultusunda bilimsel verilerden de yararlanılarak kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi zorunludur.
24. Eldeki davada, ilgililere bizzat bildirim yapılmadığı için bağlayıcılık niteliği taşımayan kıyı-kenar çizgisi karşısında 28.11.1997 tarihli ve 5/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında ve 3621 sayılı Kanun'un 9. maddesinde öngörüldüğü şekilde oluşturulacak bilirkişi heyeti vasıtası ile kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi gerekmektedir. Ne var ki mahkemece 11.03.2011 tarihinde mahallinde üç jeolog ve bir fen bilirkişi marifetiyle keşif icra edilmiş ise de, bilirkişi kurulu tarafından sunulan 05.04.2011 tarihli rapor incelendiğinde; idare tarafından belirlenen ve 04.03.1997 tarihinde onaylanan 1/1000 ölçekli O20-a-23-b-1 numaralı kıyı-kenar çizgisine ilişkin haritanın dava konusu taşınmaza uygulanması ile neticeye gidildiği anlaşılmaktadır. Bir başka ifadeyle, 28.11.1997 tarihli ve 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı doğrultusunda bilimsel verilerden de yararlanılarak kıyı kenar çizgisi belirlenmesi ve keşfen belirlenen çizgiye göre dava konusu taşınmazın bir kısmının veya tamamının kıyı-kenar çizgisi içerisinde kalıp kalmadığı saptanması gerekirken bağlayıcılık niteliği taşımayan kıyı-kenar çizgisi gözetilerek neticeye gidilmesi doğru değildir.
25. O hâlde mahkemece yapılacak iş; aynı tapu kayıtlarına dayalı olarak aynı çalışma alanında (veya çiftlik hudutları içerisinde) yer alan taşınmazlarla ilgili dava dosyaları birleştirilmeli, aynı tapu kayıtlarına dayanılarak tapu malikleri veya onların halefleri adına tescil edilen, bedeli davacılara ödenmek suretiyle kamulaştırılan veya herhangi bir nedenle bu kayıtların kapsamında kaldığı kabul edilip tescil edilen tüm taşınmazların onaylı tutanak suretleri getirtilip dosyaya konulduktan sonra mahallinde yaşlı, tarafsız, yöreyi iyi bilen ve davada menfaati bulunmayan şahıslar arasında seçilecek yerel bilirkişilerle, taraf tanıkları ve teknik bilirkişiler huzuruyla keşif icra edilmelidir. Keşif sırasında tapu kayıtlarının miktarıyla geçerli olduğu ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20. maddesine uygun yapılmadığı için Kadastro Mahkemesinin 1996/11 Esas sayılı dosyasında yapılan kapsam tayininin bağlayıcı olmayacağı nazara alınarak tapu kayıtları ihdasından itibaren tüm tedavülleriyle okunup kayıtta yazılı hudutlar mahalli bilirkişilere zeminde tek tek göstertilmeli, bilirkişilerce gösterilemeyen hudutların tespiti için taraflara tanık dinletme olanağı sağlanmalı, bilirkişi ve tanıklarca gösterilen hudutlar teknik bilirkişilere haritasında işaret ettirilmeli, kayıtların hudutlarının taşıdığı özellikler ve intikallerdeki değişiklikler konusunda yerel bilirkişi ve tanıklardan bilgi alınmalı, dinlenecek yerel bilirkişi ve taraf tanıklarından taşınmazların niteliği, intikali ve tasarrufu sorulup saptanmalı, tespite aykırı sonuca varıldığı takdirde tespit bilirkişileri tanık sıfatıyla dinlenilip aykırılığın giderilmesine çalışılmalı, teknik bilirkişilere tapu kayıtlarının miktarlarıyla geçerli olduğu nazara alınarak sabit hudutlardan başlamak üzere her tapu kaydının miktarı kadar araziyi gösterir keşfi takibe imkân verir kroki düzenlettirilmeli, tapu kayıtlarına sabit hudutlardan başlamak üzere miktarı kadar yer ayırırken davacılar adına tespit edilip kesinleşen taşınmazlarla kamulaştırılan arazi bölümleri de dikkate alınarak, dayanılan tapu kayıtlarının miktar itibariyle davaya konu taşınmazları kapsayıp kapsamadığı kesin olarak saptanmaya çalışılmalı, aynı şekilde karşı tarafın dayanağını oluşturan kayıtlar da oluşum belgeleri ile yerel bilirkişi ve tanıkların yardımı ve uzman bilirkişi aracılığı ile mahalline uygulanıp kapsamları belirlenmeye çalışılmalıdır. Aynı şekilde karşı tarafın dayanağını oluşturan kayıtlar da oluşum belgeleri ile yerel bilirkişi ve tanıkların yardımı ve uzman bilirkişi aracılığı ile mahalline uygulanıp kapsamları belirlenmeye çalışılmalıdır.
26. Yine, 28.11.1997 tarihli ve 5/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında ve 3621 sayılı Kanun'un 9. maddesinde öngörüldüğü şekilde oluşturulacak bilirkişi heyeti vasıtası ile yeniden yapılacak keşif sırasında kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi, dava konusu taşınmazın büyüklüğü gözetilerek yeterli sayıda araştırma çukuru açılması, açılan gözlem çukurlarının harita üzerinde işaretlenerek gösterilmesi, keşfen tespit edilen kıyı kenar çizgisi ile Bakanlık tarafından onaylanan kıyı kenar çizgisinin fen bilirkişi tarafından kroki üzerinde gösterilmesi, ayrıca keşfi izlemeye ve infaza olanak sağlayacak biçimde fen bilirkişisine kroki düzenlettirilmesi, kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan kısım var ise kroki üzerinde işaretlenmesi ve renkli olarak belirtilmesi gereklidir.
27. Bundan sonra toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek ve dava konusu taşınmazın malik hanesinin açık ve davalı olarak tespitinin yapılmış olması nedeniyle, davada 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 30/2 maddesi uyarınca re’sen araştırma ilkesinin geçerli olacağı hususları gözetilerek ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmelidir.
28. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, hudutları itibariyle çok geniş alanı kapsayan (Mart 1280 tarih 18, 19 ve 20 numaralı) tapu kapsamında kalacak taşınmazlara ilişkin dava dosyalarının birleştirilmesine gerek olmadığı, bunun yerine tapu kapsamında kalan aynı köy, aynı ada içerisindeki yerlerle ilgili kılavuz dosya seçilerek bu dosya üzerinden tapu uygulaması yapılarak miktarı ile geçerli olan eski tapu kayıtlarının kapsamının belirlenebileceği, kaldı ki 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20/B-C maddeleri gereğince harita, plan ve krokiye dayanmayan ancak miktarı itibarıyla geçerli kayıt ve belgelere değer verilebilmesi için zilyetlikle birleşmesi gerektiği, somut olayda dayanılan tapu kayıtları ile zilyetliğin birleşmediği, yeniden araştırma ve inceleme yapılmasına gerek olmadığı, dava konusu taşınmaz bakımından tapu kayıtlarına değer verilemeyeceği belirtilerek hükmün bu değişik gerekçelerle onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
29. Hâl böyle olunca direnme kararı yukarıda açıklanan ilave gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Birleştirilen davada davacılar ... ve arkadaşları vekili ile davalı Hazine vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda açıklanan ilave gerekçe ve nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 29.11.2022 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.