Logo

Hukuk Genel Kurulu2022/994 E. 2023/142 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: İş kazası sonucu açılan tazminat davası kapsamında, sürekli iş göremezlik oranının tespiti için ayrıca açılan tespit davasında, davacının hukuki yararının olup olmadığı.

Gerekçe ve Sonuç: Sürekli iş göremezlik oranının tespiti, hem ileride sigortalıya bağlanacak gelirlerin belirlenmesi hem de işverene karşı açılacak tazminat davası yönünden önem arz ettiğinden ve ayrıca açılan tespit davasıyla Kurum'u da bağlayacak kesin hüküm etkisi olan bir karar elde edileceğinden, davacının hukuki yararının olduğu gözetilerek direnme kararı bozulmuştur.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

İNCELENEN KARARIN

MAHKEMESİ : ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi

Taraflar arasındaki tespit davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı şirket vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın hukuki yarar dava şartı yokluğundan usulden reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacı vekilince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili; müvekkilinin davalı işveren nezdinde 13.12.2011 tarihinde çalışmaya başlamasının ertesi günü sağ el ikinci parmağının testereye sıkışması sonucu yaralandığını, ... Devlet Hastanesi Engelli Sağlık Kurulunun 04.04.2016 tarihli raporu ile engel oranının %8; Ege Üniversitesi Hastanesi Engelli Sağlık Kurulunun 19.04.2016 tarihli raporu ile %4 olarak belirlendiğini, maddi ve manevi zararın tazmini için Aliağa İş Mahkemesinde 2016/305 Esasına kayden açılan davada yargılama sırasında alınan 02.06.2017 tarihli ara karar üzerine iş göremezlik oranının tespiti için Kuruma başvurulduğunu, Kurumun hastaneye sevk etmesi üzerine düzenlenen 01.08.2017 tarihli ... Kuzey Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği Çiğli Bölge Eğitim Hastanesi Engelli Sağlık Kurulu Raporu ile engel oranının %24 olarak belirlendiğini, kontrol kaydı nedeniyle ... Kurum Sağlık Kurulunca düzenlenen 27.11.2018 tarihli rapor ile müvekkilinin sürekli iş göremezlik derecesinin %5,1 olarak tespit edildiğini itiraz üzerine Yüksek Sağlık Kurulu tarafından da sürekli iş göremezlik oranının aynı olduğunun belirtildiğini, gelinen aşamada iş göremezlik oranının tespiti için dava açmak üzere taraflarına süre verildiğini ileri sürerek müvekkilinin iş kazası nedeniyle sürekli iş göremezlik oranının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

1.Davalı ... (SGK/Kurum) vekili; davanın kamu düzenine ilişkin olduğunu, Kurum kararlarına itiraz hâlinde Sosyal Sigortalar Yüksek Sağlık Kurulunca bu kurulun kararlarına itiraz hâlinde ise Adli Tıp Kurumundan rapor alınması gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

2. Davalı ... Haddecilik Elektrik Üretim Sanayi Ticaret Anonim Şirketi (işveren/şirket) vekili; Kurum sağlık kurulu ile Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu tarafından tespit edilen sürekli iş göremezlik oranının %5,1 olduğunu, sürekli iş göremezlik oranının tespiti için dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilmesini talep ettiklerini, sürekli iş göremezlik oranının yüksek olduğu iddiasını kabul etmediklerini belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 04.01.2021 tarihli ve 2019/809 Esas, 2021/1 Karar sayılı kararı ile Kurum sağlık kurulu raporu ve 01.04.2019 tarihli Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu kararında davacının meslekte kazanma güç kaybı oranının %5,1 olarak tespit edildiği, ardından Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu tarafından davacının meslekte kazanma güç kaybı oranının %5,1 olduğu yönünde rapor düzenlendiği, yapılan tespitin Yüksek Sağlık Kurulunca tespit edilen oran ile aynı olduğu her iki raporun birbirini teyit ettiği gerekçesiyle davanın kabulüne, davacının 14.12.2011 tarihinde geçirmiş olduğu iş kazası nedeniyle sürekli iş göremezlik oranının %5,1 olduğunun tespitine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı şirket vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 22.04.2021 tarihli ve 2021/822 Esas, 2021/727 Karar sayılı kararı ile Kurum sağlık kurulu raporunda davacının sürekli iş göremezlik oranının %5,1 olarak değerlendirildiği, itiraz üzerine Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulunun 01.04.2019 tarihli kararında da %5,1 olduğuna ve başka birinin sürekli bakımına muhtaç durumda olmadığına karar verildiği, yargılama sırasında aldırılan Adli Tıp 3. İhtisas Kurulunun 25.09.2020 tarihli raporu ile davacının çalışma gücü kaybı oranının %5,1 olduğunun bildirildiği, Kurum tarafından da tespit edilen %5,1 sürekli iş göremezlik oranının İlk Derece Mahkemesi tarafından hüküm altına alındığı, davacının kararı istinaf etmediği gözetildiğinde davacının iddiasının %5,1 olduğunun kabulü gerektiği bu durumda da davacının dava açmakta hukuki yararı bulunmadığı gerekçesiyle davalı şirket vekilinin istinaf başvurusunun kabulüyle ilk derece mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın dava şartı yokluğundan usulden reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;

"...Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta (veya mahkemeden hukuksal korunma istemekte) bir çıkarının bulunmasıdır.

Davacının dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalı ve davacı mahkemeyi gereksiz yere uğraştırmamalıdır (Arslan, R.; aktaran: Hanağası, E., Davada Menfaat, Ankara 2009, önsöz VII).

Hukuk Genel Kurulunun 24.06.1992 gün ve 1992/1-347 E., 1992/396 K. ve 30.05.2001 gün ve 2001/14-443 E., 2001/458 K. sayılı kararlarında da belirtildiği üzere buna hukuki korunma (himaye) ihtiyacı da denir (Rechts-schutzbedürfnis). Mahkemelerden hukuki himaye istenmesinde, himayeye değer bir yarar olmalıdır.

Öte yandan, bu hukuksal yararın, "hukuki ve meşru", "doğrudan ve kişisel", "doğmuş ve güncel" olması gerekir (Hanağası, E., a.g.e, s.135).

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda öğreti ve yargısal kararların bu uygulaması aynen benimsenerek, davacının dava açmakta hukuki yararının bulunması “Dava Şartları” başlıklı 114. maddesinin 1. fıkrasının (h) bendinde açıkça dava şartları arasında sayılmıştır.

Bir davada hukuki yarar ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olarak yargılama yapılmasına yarar sağlayacağı her türlü duraksamadan uzaktır.

Bu ilkeden hareketle, dava şartı olarak hukuki yararın varlığının mahkemece taraflarca dava dosyasına sunulmuş deliller, olay veya olgular çerçevesinde, kural olarak davanın açıldığı tarihe göre, kendiliğinden ve yargılamanın her aşamasında gözetilmesi gerekir. Bu sayede iç hukukumuzun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme)'nin 6. maddesi ve 1982 Anayasasının 36. maddesinde düzenlenen "hak arama özgürlüğü” nün dürüstlük kuralına uygun kullanılması sağlanabilecek; bu durum, haksız davalar açmak suretiyle, dava hakkının kötüye kullanılmasına karşı bir güvence oluşturacaktır.

Dava açmaktaki hukuki yarar; hukuk düzenince kabul edilmiş meşru bir yarar olmalı, bu yarar dava açan hak sahibi ile ilgili olmalı ve dava açıldığı sırada halen mevcut bulunmalıdır. Ayrıca açılacak davanın ortaya çıkacak tehlikeyi bertaraf edecek nitelikte olması gerekir. Bir kimsenin hakkına ulaşmak için mahkeme kararının o an için gerekli olması durumunda hukuki yararın olduğundan söz edilebilir. Bir mahkeme kararına ihtiyaç yoksa hukuki yarardan söz edilemez (Pekcanıtez, H., Atalay, O., Özekes, M.; Medeni Usul Hukuku, Ankara 2011, s.297).

Uyuşmazlığın çözümünde, hukuki yarar kavramının tespit davasındaki yansımasının ne olacağının ayrıca irdelenmesi gerekir.

Tespit davaları, bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının tespitine ilişkin davalar olup konusunu hukuki ilişkiler oluşturur. Bu dava türü ile bir hukuksal ilişkinin varlığı veya yokluğu saptanmaktadır. Bu davalarda davacının amacı ve dolayısıyla talep sonucu, bir hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun veyahut içeriğinin belirlenmesi olup, istemin kabule şayan olabilmesi için bu davanın konusunu oluşturan hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının menfaatinin (hukuki yararının) bulunması gerekir.

Bir hukuki ilişkinin hemen tespit edilmesinde hukuki yararın bulunması, şu üç şartın birlikte varlığına bağlıdır: 1)Davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel bir tehlike ile tehdit edilmiş olmalı; 2) Bu tehdit nedeniyle davacının hukuki durumu tereddüt içinde olmalı ve bu husus davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmalı; 3) Yalnız kesin hüküm etkisine sahip olup cebri icraya yetki vermeyen tespit hükmü bu tehlikeyi ortadan kaldırmaya elverişli olmalıdır.

Davacının tespit davası ile istediği hukuki korunma, diğer dava çeşitlerinden biri ile sağlanabiliyorsa, o zaman davacının o konuda tespit davası açmakta hukuki yararı yoktur. (Kuru/ Arslan/ Yılmaz- Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Ankara 2011, 22. baskı, s.274)

Eldeki dava dosyası kapsamında, 14.12.2011 tarihinde gerçekleşen iş kazası nedeni ile davacı tarafından Aliağa İş Mahkemesi' nin 2016/305 E. sayılı dosyasında maddi ve manevi tazminat davası açıldığı, Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulunun 01.04.2019 tarihli 2019/46083 sayılı raporunda; davacının meslekte kazanma güç kaybı oranının %5,1 (yüzdebeşvirgülbir) olarak tespit edildiğinin bildirildiği, Aliağa İş Mahkemesince 04/09/2019 tarihli duruşma zaptının ara kararı ile "iş göremezlik oranının tespiti için taraflara dava açmaları için süre verilmesine," karar verildiği, eldeki davanın 07.10.2019 tarihinde açıldığı, yargılama esnasında Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu’nun 25/09/2020 tarih ve 13.906 sayılı raporu ile davacının E cetveline (yaşına) göre %5.1(beşnoktabir) oranında meslekte kazanma gücünden kaybetmiş sayılacağının bildirildiği, yargılama esnasında da Kurum tespiti ile aynı oranda belirlenen bu maluliyet oranı karşısında İlk Derece Mahkemesince tespit niteliğinde hüküm kurulduğu, Bölge Adliye Mahkemesince ise “davacının davasının dava şartı yokluğundan usulden reddine” şeklinde yeni bir hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır.

Somut olayda, davacı tarafından açılmış olan iş kazasına bağlı tazminat dava dosyası yönünden, eldeki dava dosyasında maluliyet oranının %5,1’den yüksek oranda tespitine hükmedilmesi halinde bulunacak bu maluliyet oranının hesaplanacak tazminat tutarına etkili olacağı düşünüldüğünde davacının davayı açmakta hukuki yararının bulunduğu ortadır.

Bu durumda Mahkemece yapılması gereken iş, davacının davasını açmasında hukuki, korunmaya değer ve güncel bir yararının bulunduğu kabul edilerek işin esasına girilmeli, toplanan tüm deliller birlikte değerlendirilmek suretiyle sonucuna göre bir karar verilmelidir.

O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun kabulüne ilişkin kararı bozulmalıdır..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; davacının %5,1 oranını aşan sürekli iş göremezlik oranı tespit talebinin bulunmadığı, bu yöndeki iradesini de ilk derece mahkemesi tarafından verilen kararı istinaf etmemek suretiyle ortaya koyduğu, iş kazasından kaynaklanan tazminat davasının yargılaması sırasında verilen ara karar gereğince eldeki davanın açıldığı ancak talebin başından itibaren sosyal güvenlik hukuku alanında bir sonuç elde etmeye yönelik olmadığı, iş kazasından kaynaklanan tazminat davasında esas alınacak ve tazmin sorumluluk sınırlarını belirlemede etkili olacak bir unsurun Sosyal Güvenlik Kurumunun da taraf olduğu bir davada tartışılmasının hukuki bir dayanağının bulunmadığı ve usul ekonomisi ilkesi de gözetilerek tazminat davası kapsamında çözümü yerine ayrı bir davaya konu edilmesinin iş kazasından kaynaklanan tazminat hakkına ulaşımı geciktirme ve zamanaşımı def'i gibi nedenlerle imkansızlaştırmaya sebep olacağı, %10'un üzerinde olduğu iddia edilmeyen sürekli iş göremezlik oranındaki değişimin tazminat hesabında etkisi bulunduğu için sosyal güvenlik hukuku kapsamında dava konusu edilmesinde hukuki yararın bulunduğu kabul edilecek olursa tazminata esas ücret ve giderek tazminat tutarının dahi Sosyal Güvenlik Kurumuna da husumet yöneltmek suretiyle ayrı bir davaya konu edilmesinde hukuki yararın varlığını kabul etmek gerekeceği, davalı şirket vekilinin istinaf dilekçesinde belirttiği Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 24.12.2019 tarihli ve 2019/1290 Esas, 2019/10259 Karar sayılı kararının da aynı yönde olduğu gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davacı vekili, iş kazasından kaynaklanan tazminat davasında süre verilmesi üzerine bu davanın açıldığını, dava açmakta hukuki yarar olmadığı gerekçesiyle aleyhe vekalet ücretine hükmedilmesinin hak arama özgürlüğünün ihlâli niteliğinde olduğunu, maluliyet oranının tespiti için birden fazla Sağlık Kurulundan rapor alındığını gerek ara karar gerek ise raporlar arasındaki çelişkilerin giderilmesi için dava açma zorunluluğu hasıl olduğunu ve kararın bozulması gerektiğini ileri sürmüştür.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; iş kazasından kaynaklanan tazminat davasında Kurum Sağlık Kurulunun 27.11.2018 tarihli raporu ve Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulunun 01.04.2019 tarihli kararı ile sürekli iş göremezlik (meslekte kazanma gücü kaybı) oranının %5,1 olarak belirlenmesi üzerine mahkemece süre verilmesi nedeniyle açılan iş göremezlik oranının tespitine ilişkin eldeki davada Adli Tıp 3. İhtisas Kurulundan alınan 25.09.2020 tarihli raporda tespit edilen sürekli iş göremezlik derecesinin de aynı oranda olduğu gözetildiğinde davacının bu davayı açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1.6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun/HMK) 59, 60 ve 114 üncü maddeleri ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun (5510 sayılı Kanun) 19 uncu maddesi.

2. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 59 uncu maddesi şöyledir:

"Maddi hukuka göre, bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi gereken hâllerde, mecburi dava arkadaşlığı vardır."

3. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 114 üncü maddesinin ilgili bölümü şöyledir:

"(1) Dava şartları şunlardır:

....

h) Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması."

4. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 19 uncu maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

" (Değişik birinci fıkra: 17/4/2008-5754/12 md.) İş kazası veya meslek hastalığı sonucu oluşan hastalık ve engellilik nedeniyle Kurumca yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucularının sağlık kurulları tarafından verilen raporlara istinaden Kurum Sağlık Kurulunca meslekte kazanma gücü en az %10 oranında azalmış bulunduğu tespit edilen sigortalı, sürekli iş göremezlik gelirine hak kazanır."

2. Değerlendirme

1. Öncelikle mecburi dava arkadaşlığı üzerinde durulmalıdır.

2. Bir davanın birden fazla kişi tarafından veya birden fazla kişi aleyhine açılabilmesi için aynı tarafta yer alanlar arasında hukuki bir bağlantının bulunması gerekir. Hukukumuzda bu bağlantı karşılığını dava arkadaşlığı kurumunda bulmaktadır. Dava arkadaşlığı zorunlu ve ihtiyari olmak üzere iki ana başlık altında; zorunlu dava arkadaşlığı da yine kendi içinde maddi ve şekli olmak üzere ikili ayrımla düzenlenmektedir.

3. Dava konusu olan hak birden fazla kişi arasında ortak olup da bu hukuki ilişki hakkında mahkemece bütün ilgililer için aynı şekilde ve tek bir karar verilmesi gereken hâllerde dava arkadaşlığının maddi bakımdan mecburi olduğunun kabulü gerekir. Diğer bir ifadeyle bir hakkın birden fazla kişi tarafından birlikte veya birden fazla kişiye karşı kullanılmasının zorunlu olduğu hâllerde bu hak dava konusu edildiği zaman o hakla ilgili birden fazla kişi zorunlu dava arkadaşı durumundadır. Dava arkadaşlığının hangi hâllerde mecburi olduğu maddi hukuka göre belirlenir. Zorunlu dava arkadaşlığında dava arkadaşları arasındaki ilişki çok sıkı olduğundan davada birlikte hareket etmek durumundadırlar. Mahkeme ise dava sonunda zorunlu dava arkadaşlarının hepsi hakkında aynı ve tek bir karar verecektir. Zorunlu dava arkadaşlığında dava konusu olan hak tektir ve dava arkadaşı sayısı kadar müddeabih bulunmamaktadır.

4. Bazı durumlarda ise birden fazla kişiye karşı birlikte dava açılmasında maddi bir zorunluluk olmadığı hâlde kanun gerçeğin daha iyi ortaya çıkmasını ve taraflar arasındaki hukuki ilişkinin doğru sonuca bağlanmasını sağlamak için birden fazla kişiye karşı dava açılmasını usulen zorunlu kılmıştır ki, bu durumda şekli bakımdan mecburi dava arkadaşlığı söz konusudur. Böyle bir davada, dava arkadaşları hakkında tek bir karar verilmesi veya dava arkadaşlarının hep birlikte ve aynı şekilde hareket etme zorunluluğunun varlığından söz edilemez.

5. Açıklanan bu mecburi dava arkadaşlığı hâlleri dışında ise dava arkadaşlığı ihtiyaridir. 6100 sayılı Kanun'un 59 uncu maddesinde açıkça sayılan dava konusu hak ve borcun ortak olması, birden fazla kişinin ortak bir işlem (örneğin sözleşme) ile borç altına girmiş olması, davanın birden fazla kişi hakkında aynı (veya benzer) sebepten doğmuş olması hâllerinde birden çok kimsenin birlikte dava açması olanaklı olduğu gibi birlikte aleyhlerine de dava açılabilir.

6. Gelinen bu noktada uyuşmazlığın çözümü için hukuki yarar kavramına kısaca değinilmelidir.

7. Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemede bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta ve mahkemeden hukuksal korunma istemekte bir çıkarının bulunması gerektiğine ilişkin ilke anlamına gelir. Davacının davayı açtığı tarih itibariyle dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalıdır.

8. Davacının dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalı ve davacı mahkemeyi gereksiz yere uğraştırmamalıdır (Emel Hanağası, Davada Menfaat, Ankara 2009, önsöz VII).

9. Öte yandan bu hukuksal yararın, hukuki ve meşru, doğrudan ve kişisel, doğmuş ve güncel olması gerekir (Hanağası, s. 135).

10. Hukuki yarar dava şartlarından olup davacının dava açmakta hukuken korunmaya değer bir yararının bulunması gerekir. Bu şart, dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri olup davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan olumlu dava şartları arasında sayılmaktadır.

11. Nitekim 6100 sayılı Kanun’un “Dava şartları” başlıklı 114 üncü maddesinin gerekçesinde de "...Maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde ise davacının dava açmakta hukukî yararının bulunmasının bir dava şartı olduğu hususu açıkça vurgulanmıştır. Burada sözü edilen hukukî yarardan maksat, davacının sübjektif hakkına hukukî korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hâli hazırda hukuken korunmaya değer bir yararının bulunmasıdır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için, hâli hazırda mahkeme kararına muhtaç bir konumda değilse onun hukukî yararının bulunduğundan söz etmek mümkün değildir..." yönünde açıklamalara yer verilmiştir.

12. Bir davada, menfaat (hukuki yarar) ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olacağı her türlü duraksamadan uzaktır.

13. Bu ilkeden hareketle bir davada hukuki menfaatin bulunup bulunmadığı mahkemece, tarafların dava dosyasına sunduğu deliller, olay veya olgular çerçevesinde yargılamanın her aşamasında ve kendiliğinden gözetilmelidir. Böylelikle kişilerin haksız davalar açmak suretiyle dava hakkını kötüye kullanmasına karşı bir güvence de sağlanmış olmaktadır (Hakan Pekcanıtez, Medeni Usul Hukuku, C.II, Onbeşinci Baskı, ... 2017, s. 946-949).

14. Bu aşamada hukuki yarar kavramının tespit davasındaki yansımasının ne olacağının ayrıca irdelenmesi gerekir.

15. Bilindiği üzere mahkemeden istenen hukuki korunmaya göre davalar ... davaları, tespit davaları ve inşai davalar olarak ayrılmaktadır. ... davalarında bir şeyin yapılması, bir şeyin verilmesi veya bir şey yapılmaması istenmekte iken inşai (yenilik doğuran) davalar ile var olan bir hukuki durumun değiştirilmesi, kaldırılması veya yeni bir hukuki durumun yaratılması istenir. İnşai (yenilik doğurucu) davanın kabulü ile yeni bir hukuki durum yaratılır ve hukuksal sonuç genellikle bir yargı kararı ile doğar.

16. Tespit davaları ise bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının tespitine ilişkin davalar olup konusunu hukuki ilişkiler oluşturur. Bu dava türü ile bir hukuksal ilişkinin varlığı veya yokluğu saptanmaktadır. Bu davalarda davacının amacı ve dolayısıyla talep sonucu, bir hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun veyahut içeriğinin belirlenmesi olup istemin kabule şayan olabilmesi için bu davanın konusunu oluşturan hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının menfaatinin (hukuki yararının) bulunması gerekir.

17. ... davalarında, hak ihlal edilmedikçe hakkın hukuken himayesini istemek mümkün değildir. Ancak bu durum tespit davaları için yumuşatılmış, davacının hukuki durumunu belirginleştirmekteki menfaatiyle özdeşleştirilmiştir. Kişi, içinde bulunduğu hukuki durumdan kaygı, güvensizlik ve endişe duyduğunda tespit davası açabilmelidir. Tespit davasının işlevi karmaşık uyuşmazlıkların ortaya çıkmasını engellemek, hakların yararlanılmasında istikrarı sağlamak olarak ifade edilebilir.

18. Bununla birlikte tespit davalarının kötüye kullanılmasının engellenmesi ve bu davaların kabule şayan olabilmesi için iddia edilen tehlikenin ciddi ve davacının hukuki durumuna zarar verecek nitelikte güncel olması da gereklidir. Tespit davası bakımından hukuki yararın bulunup bulunmadığı değerlendirilirken üç şartın birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır:

19. Bunlardan ilki; davacının bir hakkı veya hukuki durumu, güncel (hâlihazır) bir tehlike ile tehdit edilmiş olmalıdır. Söz konusu tehdidin genellikle davalıya ait beyanların yahut davranışların sonucu olduğu kabul edilmektedir. Aynı zamanda davacıya yönelen tehdidin barındırdığı tehlike güncel bir nitelik taşımalıdır.

20. İkincisi; bu tehdit nedeniyle davacının hukuki durumu tereddüt içinde olmalı ve bu husus davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmalıdır. Daha önce de ifade edildiği gibi tespit davasına hukuki ilişkilerde yaşanan kaygı, güvensizlik ve endişe durumlarında başvurulmalıdır. Belirtmek gerekir ki, davacının hukuki durumuna ilişkin her türlü tehdit değil ancak zarara yol açacağına kanaat getirilen bir tehdit sebebiyle tespit davası açılabilir.

21. Üçüncüsü ise; yalnız kesin hüküm etkisine sahip olup cebri icraya yetki vermeyen (icraya konulamayan) tespit hükmü, bu tehlikeyi ortadan kaldırmaya elverişli olmalıdır. Tespit davası neticesinde verilen hükümler, kesin hüküm niteliği taşımakla birlikte davacıya icra yetkisi vermez. Bu sebeple davacının hukuki belirsizliğini ortadan kaldırmak için tespit hükmünün en uygun ve en elverişli olduğu durumlarda, davacının tespit davası açmakta hukuki yararının bulunduğu sonucuna varılabilir.

22. Buna göre tespit hükmü davacının içinde bulunduğu hukuki belirsizliği gidermek için bir fayda sağlamadığında ve istenen hukuki koruma için diğer dava türlerinden birinin açılması gerekli olduğunda hukuki yarar şartının yerine getirildiği söylenemez.

23. Son olarak sürekli iş göremezlik (meslekte kazanma gücü kaybı) oranının tespiti davası incelenmelidir.

24. İş kazası geçiren ya da meslek hastalığına tutulan sigortalı Kurumca yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucuları tarafından tedavi altına alınmakta, sağlığına kavuşması için gerekli tüm tıbbi yardımlar sağlanmakta, bu arada sigortalıya geçici iş göremezlik ödemesi yapılmaktadır. Tedavi sonucunda sigortalı tamamen sağlığına kavuşarak yeniden çalışma gücünü kazanabileceği gibi meslekte kazanma gücünü tamamen ya da kısmen yitirmesi de söz konusu olabilecektir.

25. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 19 uncu maddesinde, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu oluşan hastalık ve engellilik nedeniyle Kurumca yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucularının sağlık kurulları tarafından verilen raporlara istinaden Kurum sağlık kurulunca meslekte kazanma gücü en az %10 oranında azalmış bulunduğu tespit edilen sigortalının sürekli iş göremezlik gelirine hak kazanacağı hükme bağlanmıştır.

26. Buna göre bedensel ve ruhsal arızalar nedeniyle sigortalıya ya da hak sahiplerine sosyal sigorta yardımlarının yapılabilmesi ve bu yardımların kusurlu işveren veya üçüncü kişilerden tahsil edilebilecek peşin sermaye değerinin belirlenebilmesi için sigortalıya bağlanacak gelir ve hükmedilecek tazminatın miktarını doğrudan etkilemesi nedeniyle sigortalıda oluşan meslekte kazanma gücü kayıp oranının ve bu oranın ne zaman meydana geldiğinin hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeksizin kesin olarak saptanması gerekmektedir.

27. Sosyal Güvenlik Hukukunda iş göremezlik oranının tespiti davalarının Sosyal Güvenlik Kurumu ile birlikte işverene karşı yöneltilmesi gerekir. Burada sosyal güvenlik ilişkisinden kaynaklanan belirli bir hak veya durum uyuşmazlık konusu edilmektedir. Bu nedenle davanın sosyal güvenlik ilişkisinin tarafları olan sigortalı, işveren ve Kurum arasında görülmesi gerekir. Sürekli iş göremezlik oranının tespiti istemine ilişkin dava sonucunda mahkemece verilecek hüküm gerek işverenin gerekse Sosyal Güvenlik Kurumunun hak alanını etkileyeceğinden işveren ile Sosyal Güvenlik Kurumu arasında mecburi dava arkadaşlığı bulunmaktadır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 25.12.2013 tarihli ve 2013/10-485 Esas, 2013/1749 Karar sayılı kararı).

28. Öte yandan mecburi dava arkadaşı olan işveren ve Kurum açısından ayrı değerlendirme yapılması mümkün olmayıp her ikisi yönünden de uyuşmazlığı sona erdirecek, tekrar dava konusu olmayacak şekilde tek bir karar verilmesi gerekmektedir. Zira mecburi dava arkadaşlarının tamamı tek bir taraf olarak kabul edilirler ve tümü hakkında tek bir karar verilir.

29. Bu itibarla aralarında zorunlu dava arkadaşlığı bulunan Kurum ile işveren yönünden ayrı ayrı değerlendirme yapılarak biri hakkında davanın kabulüne, diğeri hakkında davanın reddine karar verilmesi mümkün olmadığı gibi yargılama sonucunda tespit edilen sürekli iş göremezlik oranının %10'un üzerinde olması hâlinde Kurum hakkında hüküm kurulması; bu oranın %10'un altında olması durumunda ise davanın reddine karar verilmesi gerektiği yönündeki kabulün yasal düzenlemeler ve zorunlu dava arkadaşlığının mahiyetine aykırı olacağı açıktır. Zira bir davada zorunlu dava arkadaşlığı ya vardır ya da yoktur.

30. Öte yandan sigortalının iş kazası ya da meslek hastalığı nedeniyle uğradığı meslekte kazanma gücü kayıp oranının tespitini talep etmekte hukuki yararı bulunduğu açıktır. Şöyle ki; sigortalının iş kazası veya meslek hastalığından dolayı meslekte kazanma gücünü %10’dan daha az kaybetmesi hâlinde sürekli iş göremezlik gelirine hak kazanması mümkün değil ise de, değişik işverenler yanında ve değişik zamanlarda uğradığı iş kazalarının her birinde %10’un altında iş göremezliğe uğraması durumunda dahi eğer toplam iş göremezlik oranı %10 veya üstüne çıkmış ise sürekli iş göremezlik gelirine hak kazanması mümkün olacaktır. Ayrıca sigortalının işverenine karşı açacağı tazminat davası yönünden de iş göremezlik derecesini tespit ettirmesi hüküm altına alınacak tazminatların miktarını doğrudan etkilemesi nedeniyle önem arz etmektedir (YHGK, 2017/10(21)-2228 Esas, 2021/1067 Karar).

31. Belirtmek gerekir ki, iş kazasından dolayı tazminat davası açılabilecek olması sürekli iş göremezlik oranının ayrı bir dava ile tespitinin talep edilmesine engel değildir. Böyle bir dava açmakta davacının hukuki yararı bulunduğu kabul edilmelidir. Zira tazminat davasındaki tespit o davada Kurumun davalı olmaması nedeniyle onun yönünden bağlayıcı olmayacağından ayrıca açılacak tespit davası ile Kurumu da bağlayacak ve kesin hüküm tesiri olan bir tespit hükmü elde edilmesi Kurum tarafından yapılacak veya ileride yapılması muhtemel sosyal sigorta yardımlarının belirlenmesinde dikkate alınmasını sağlayacaktır.

32. Somut olayda davacının 14.12.2011 tarihinde geçirdiği iş kazası nedeniyle açtığı tazminat davasının yargılamasında alınan Kurum sağlık kurulunun 27.11.2018 tarihli raporu ve Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulunun (YSK) 01.04.2019 tarihli kararı ile meslekte kazanma gücü kaybı oranının %5,1 olarak tespit edildiği, 04.09.2019 tarihli duruşmada sürekli iş göremezlik oranının tespiti davası açılması için süre verilmesi üzerine eldeki davanın açıldığı anlaşılmıştır.

33. İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sırasında Adli Tıp 3. İhtisas Kurulunca düzenlenen 25.09.2020 tarihli raporda davacının meslekte kazanma gücü kaybı oranının %5,1 olduğunun tespit edildiği, tarafların itirazının YSK raporu ile Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu raporlarının birbirlerini teyit ettiği gerekçesiyle reddedilerek davanın kabulüne, davacının meslekte kazanma gücü kaybı oranının %5,1 olduğuna karar verildiği davalı şirket vekilinin istinaf başvurusu üzerine Bölge Adliye Mahkemesince bu karar kaldırılarak davanın hukuki yarar dava şartı yokluğundan usulden reddine karar verilmiştir.

34. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında uyuşmazlık değerlendirildiğinde; tazminat yargılaması sırasında davacının YSK raporu ile meslekte kazanma gücünün kaybı oranının tespit edilmesi üzerine davacı vekilinin dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilmesini mahkeme aksi kanaatte ise dava açacaklarını belirttiği ve mahkemece verilen süre üzerine sürekli iş göremezlik oranının tespit edilen %5,1 oranından daha yüksek olduğu iddiası ile eldeki davayı açtığı, bu durumun tespitinin yargılamayı gerektirdiği anlaşılmıştır. Bu durumda davacının meslekte kazanma gücünü %10’dan daha az kaybetmesi hâlinde sürekli iş göremezlik gelirine hak kazanması mümkün değil ise de değişik işverenler yanında ve değişik zamanlarda uğradığı iş kazalarının her birinde %10’un altında sürekli iş göremezliğe uğraması durumunda toplam sürekli iş göremezlik oranı %10 veya üstüne çıkmış ise sürekli iş göremezlik gelirine hak kazanacağı ve tazminat davası yönünden de iş göremezlik oranını tespit ettirmesinin hüküm altına alınacak tazminatların miktarını doğrudan etkileyeceği gözetildiğinde davacının davasını açmakta hukuki yararının bulunduğu açıktır. Bu nedenle davacının dava açmakta hukuki, korunmaya değer ve güncel bir yararının bulunduğu kabul edilerek işin esasına girilmeli, toplanan tüm deliller birlikte değerlendirilmek suretiyle sonucuna göre bir karar verilmelidir.

35. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi doğru olmamıştır.

36. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

01.03.2023 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.