"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : ERZURUM BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK DAİRESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiş, davalı vekilinin istinafı üzerine, Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince verilen, davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesinin kararı kaldırılarak davanın reddine ilişkin karar, davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli olarak temyiz edilmekle duruşma günü olarak saptanan 12.01.2022 Çarşamba günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacılar vekili Avukat ...... ile temyiz edilen davalı vekili Avukat ...... geldiler, duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Dosya incelenerek gereği görüşüldü:
I. DAVA
Davacılar, mirasbırakanları ...’nun maliki olduğu 315 - 515 - 3 ada 210 - 211 - 212 ve 213 ile 154 ada 53 – 54 ve 55 parsel sayılı taşınmazlarını sonradan devredilmek üzere inançlı işlem kaynaklı olarak davalıya temlik ettiğini, murisin ölümünden sonra davalı ...'a başvurularak taşınmazların inançlı işlem gereği kendilerine devrinin istenildiğini, fakat davalının, -kaynağını hiçbir şekilde belirtemediği- ...'nun kendisine borçları olduğunu, 170.000-TL ödenmesi halinde taşınmazları devredeceğini söylediğini ileri sürerek, dava konusu taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile payları oranında adlarına tesciline karar verilmesini istemişlerdir.
II. CEVAP
Davalı, katıldığı duruşmalarda ve yazılı beyan dilekçelerinde, davacıların murisinin son zamanlarda ciddi borçlarının bulunduğunu, kendisinden aldığı borç karşılığında taşınmazların devredildiğini, borcun ödenmesi halinde taşınmazları devredeceğini belirterek, davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
Varto Asliye Hukuk Mahkemesinin 21/03/2018 tarihli ve 2016/101 E. - 2018/134 K. sayılı kararıyla; dava dosyasında bulunan ses kaydı çözüm tutanaklarının delil başlangıcı olarak kabul edilebileceği ve tanık ile iddianın ispatlanabileceği kaldı ki davalının 16/11/2016 tarihli duruşmadaki kabul içerikli beyanlarının da ikrar niteliğinde olduğu, dinlenilen tanık beyanları, keşif ve taşınmazların değer tespitine ilişkin bilirkişi raporları, ...'nun vefat tarihi (07/10/2015) ile dava konusu edilen taşınmazların satış tarihi (28/09/2015) arasındaki kısa süre göz önüne alındığında, ... ile davalı ... arasında inançlı işlem nedeniyle taşınmazların devredildiği iddiasının ispatlandığı gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
1. İstinaf Yoluna Başvuranlar:
İlk Derece Mahkemesinin kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
2. İstinaf Nedenleri
Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; müvekkilinin ekonomik durumunun kötü olması nedeniyle yargılama sırasında kendisini vekille temsil ettiremediğini, müvekkili lehine delillerin toplanmadığını, dava harcı ve vekalet ücretinin hatalı hesaplandığını, müvekkilinin savunmalarının ret gerekçesinin açıklanmadığını, Mahkemece delil sunma olanağı tanınmadığını ve delilleri toplanmadan karar verildiğini, bilirkişi raporuna karşı müvekkiline itiraz etme olanağı tanınmadığını, çelişkili bilirkişi raporuna dayanarak hüküm kurulduğunu, ses kaydı usulüne uygun olarak elde edilen delil niteliğinde olmadığından hükme esas alınması veya delil başlangıcı olarak kabul edilerek tanık dinlenmesinin hukuka aykırı olduğunu, teminat karşılığında inançlı işlemin varlığının irdelenmediğini belirterek, kararın kaldırılması ile davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
3. Gerekçe ve Sonuç:
Bölge Adliye Mahkemesinin 15/10/2020 tarihli ve 2018/1514 E.- 2020/1060 K. sayılı kararıyla; inanç sözleşmesinin yazılı delil ile ispatlanması gerektiği, delil başlangıcı bulunması halinde inanç sözleşmesinin tanık dahil her türlü delille ispatlanabileceği, ancak delil başlangıcı olarak kabul edilen ses kaydının HMK'nın 189/2 kapsamında hukuka uygun yollarla elde edilmediğinden delil başlangıcı veya delil olarak kabulü ve hükme esas alınmasının mümkün olamayacağı, dinlenen davacı tanıklarının inanç sözleşmesini ispata yeterli beyanda bulunmadığı, davalının, tapu devrinin 140.000,00 TL ve 10.000 Euro alacağının teminatı olarak yapıldığını, bu paranın ödenmesi halinde tapu devirlerini yapmaya hazır olduğunu, gerek soruşturma dosyası gerekse Mahkemede beyan ettiği, ayrıca davacı tanığı ...’ın beyanlarının da bu yönde olduğu, davacıların inanç sözleşmesinin varlığını usulüne uygun şekilde ispatlayamadıkları gerekçesi ile davalı vekilinin istinaf talebinin kabulüne, İlk Derece Mahkemesince verilen kararın kaldırılmasına ve davanın reddine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
1. Temyiz Yoluna Başvuranlar:
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
2. Temyiz Nedenleri:
Davacılar vekili temyiz dilekçesinde özetle; dosya kapsamında yazılı delil veyahut delil başlangıcı kabul edilebilecek tek delilin görüşme kayıtları olmadığını, murisin alacağından vazgeçtiği icra dosyasındaki bilgi ve belgeler, tapu devir işlem evrakları ile taraflar arasındaki para transferine ilişkin banka dekontunun da dosyada olduğunu, dinlenen tüm tanıkların murisin borçları nedeniyle devir yaptığına bir şekilde şahit olduğunu, ani gelişen bir somut olaydaki uyuşmazlığın çözümü için başka da ispatlama gücü olmayan davacının kayıt altına aldığı görüşmelerde davalının kişilik haklarına bir zarar oluşmayıp özel hayatı ile ilgili bir gizliliğin ihlalinin de söz konusu olmadığını, Yerel Mahkemede ses kayıtlarının kendisine ait olduğunu kabul eden davalının Savcılık ifadesinde; konuşmaların kendisine emanet olarak verilen taşınmazlarla ilgili olduğunu belirttiğini, kabul anlamına gelmemek kaydıyla; murisin davalıya belirtmiş olduğu meblağda borcu olmuş olsa dahi, meblağın 7-8 katı değerindeki taşınmazların devrini yapmasının mantığa ve hayatın olağan akışına tamamen aykırı olduğunu belirtmiştir.
3. Gerekçe
3.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme:
Taraflar arasındaki uyuşmazlık; inançlı işlem hukuki nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
3.2. İlgili Hukuk:
3.2.1. Bilindiği üzere, inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan , onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, tarafların hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.
Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.
Bu durumda; gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan 4721 s. Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 873. maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı da kuşkusuzdur. Nitekim bu düşünce Hukuk Genel kurulunun 23.5.1990 tarihli ve l990/1-202-315 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.
Bilindiği gibi, inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (818 s. Borçlar Kanunu 818 s. Borçlar Kanunu'nun (BK). m.; 6098 s. Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 97. m.) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de TBK'nin 26 ve 27. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.
İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ ifa uğruna edim “ olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamayacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde her hangi bir düzenleme olmamasına karşın, inanç sözleşmelerinin yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.
İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında,onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu;taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nispi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.
Burada üzerinde durulması gereken husus,taşınmaz mallar ya da şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla,sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.
Bilindiği üzere; uygulamada mesele,5.2.1947 tarihli 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.
Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanun'un yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.
Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında,belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira TBK'nin 509. maddesindeki “Vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden doğan üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer.” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan TBK'nin 19.maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna hükmolunmuştur.
İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü, gerek işleyişi açısından ,genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir.
Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere;inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.
İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.
3.2.2. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 97.maddesinde; “ Karşılıklı borç yükleyen bir sözleşmenin ifası isteminde bulunan tarafın, sözleşmenin koşullarına ve özelliklerine göre daha sonra ifa etme hakkı olmadıkça, kendi borcunu ifa etmiş ya da ifasını önermiş olması gerekir.”
3.2.3. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 189/2.maddesinde; “ Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan deliller, mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamaz.” düzenlemelerine yer verilmiştir.
3.3. Değerlendirme
3.3.1. Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden, mirasbırakan ...’nun 07.10.2015 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak ilk eşi ...’den olma davacı çocukları ... ve ... ile ikinci eşi davacı ... ve ikinci eşinden olma davacı kızı ...’un kaldıkları, murisin maliki olduğu 315-515-154 ada 53-54-55- 3 ada 210-211-212-213 parsel sayılı taşınmazlarını 28.09.2015 tarihinde satış yolu ile davalı ...’a devrettiği, davacıların çekişme konusu taşınmazların murisleri tarafından davalıya aralarındaki inançlı işlem gereği devredildiğini, inançlı işleme ilişkin yazılı delilin muriste olduğunu,ancak ölümünden sonra bulamadıklarını iddia ederek tapu iptali ve tescil istemiyle eldeki davayı açtıkları, davalının murisin kendisinden aldığı borç karşılığında taşınmazların devredildiğini, borcun ödenmesi halinde taşınmazları tekrar devredeceğini belirterek davanın reddini savunduğu anlaşılmaktadır.
3.3.2. Somut olayda,davacıların delil olarak dayandığı ses kayıtlarının (3.2.3) paragrafında yer verilen düzenlemede belirtildiği üzere usulünce elde edilmiş delil niteliğinde olmadığı gözetilerek bu delile itibar edilemeyeceği açıktır.
3.3.3. Ne var ki, davalının katıldığı duruşmalardaki beyanlarında; davacıların murisinin kendisine 170.000.00 TL borcu bulunduğunu, bu borcun karşılığında dava konusu taşınmazların devredildiğini, borcun ödenmesi halinde taşınmazlarını iade edeceğini belirttiği, böylece davacıların murisi tarafından çekişme konusu taşınmazların inançlı işlem ile kendisine devrini kabul ettiği sabittir.
3.3.4. Hal böyle olunca, (3.2.2.) paragrafında da yer alan TBK'nın 97.maddesi düzenlemesi gereğince işlem yapılması, 170.000.00 TL’nin depo edilmesi için davacılara süre verilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve delillerin takdirinde hata ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir.
VI. SONUÇ
Yukarıda açıklanan nedenlerle davacıların temyiz itirazlarının kabulü ile HMK'nın 371 inci maddesi gereğince Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının BOZULMASINA, peşin alınan harcın yatırana iadesine, HMK'nın 373/2 nci maddesi gereğince dosyanın Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine GÖNDERİLMESİNE, 20/11/2021 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz eden davacılar vekili için 3.815,00-TL duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenden alınmasına, 12/01/2022 tarihinde kesin olmak üzere oy birliğiyle karar verildi.