"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil, tenkis davası sonunda, yerel mahkemece davanın kısmen kabul kısmen reddine ilişkin olarak verilen karar davalı ... tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ...'un raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Dava, ehliyetsizlik nedeniyle vasiyetnamenin iptali ve tapu iptali-tescil ile muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali-tescil, olmazsa tenkis isteklerine ilişkindir.
Davacılar, mirasbırakanları ...’nun 371, 258, 3, 131 parsel sayılı taşınmazlarını satış suretiyle; 346 parsel sayılı taşınmazını vasiyetname ile davalılara devrettiğini; 113 ada 16 parsel sayılı taşınmazını ise kadastro uygulaması sırasında üçüncü kişi adına tescilini sağladığını bu kişi tarafından da yine davalı ...’a satış suretiyle devredildiğini, miras bırakanın vasiyetnamenin düzenlendiği tarih ile temlik tarihlerinde fiil ehliyetini haiz olmadığını ve temliklerin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduklarını ileri sürerek, davalılar adına olan tapu kayıtlarının iptali ile veraset ilamındaki payları oranında adlarına tescilini, olmadığı takdirde tenkisini istemişlerdir.
Davalı ..., mirasbırakanın mal kaçırma kastı ile hareket etmediğini, yurt dışında çalıştığı için ailesine maddi yardımlarda bulunduğunu, bunların karşılığı olarak da dava konusu taşınmazların temlik edildiğini belirterek davanın reddini savunmuş, davalı ... cevap dilekçesi sunmamıştır.
Mahkemece, vasiyetnamenin düzenlendiği tarihte mirasbırakanın fiil ehliyetini haiz olduğu gerekçesiyle vasiyetnameye konu 346 parsel sayılı taşınmaz yönünden davanın reddine; diğer taşınmazlar yönünden ise temliklerin mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı oldukları gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan ...’nun 28.08.2010 tarihinde ölümü ile geriye mirasçı olarak davacı kızları ..., ..., davalı oğulları ... ve ... ile dava dışı kızı ...’nin kaldıkları, miras bırakanın 346 parsel sayılı taşınmazını 22.09.2008 tarihli vasiyetname ile eşit paylarla davalılara devrettiği, 117 ada 3, 131, 258 ve 371 parsel sayılı taşınmazlarını ise vekaleten 29.07.2008 tarihli 1144 yevmiye numaralı satış işlemi ile 3 ve 131 parsel sayılı taşınmazları davalı ...’a; 258 ve 371 parsel sayılı taşınmazları ise davalı ...’a devrettiği, 16 parsel sayılı taşınmazdaki 2189/2400 payını ise aynı gün 1145 yevmiye numaralı işlem ile davalı ...’a devrettiği, Adli Tıp Kurumu 4.İhtisas Kurulundan alınan raporunda mirasbırakanın vasiyetnamenin tanzim tarihinde fiil ehliyetini haiz olduğunun bildirildiği anlaşılmaktadır.
Uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada mirasbırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanununun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanununun (TBK) 237. (Borçlar Kanununun (BK) 213.) ve Tapu Kanununun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
HMK'nın 25. maddesinde belirtildiği gibi re'sen araştırma ilkesinin geçerli olmadığı davalarda dava malzemelerinin toplanması ve mahkemeye sunulması taraflara aittir. Hakim kendiliğinden taraflarca ileri sürülmemiş vakıaları araştıramaz, hükmüne esas alamaz. Mahkeme, sadece tarafların getirdiği yada masrafını verip getirilmesini istediği delillere dayalı olarak hükmünü kurabilir.
Somut olayda, davanın niteliği itibari ile kamu düzenini ilgilendirmediği ve taraflarca getirilme ilkesine tabi olan bu davada iddianın tanık dahil her türlü delille ispatı gerekeceği kuşkusuzdur. Mahkemece; mahalli bilirkişi sıfatıyla keşif mahallinde re'sen dinlenilen kişilerin beyanlarına itibar edilmesi ve bu beyanlarla yetinilerek karar verilmesi doğru değildir.
Hal böyle olunca, davacıların bildirmiş oldukları tanıklar dinlenilerek, mirasbırakan tarafından hükmü temyiz eden davalı ...’a yapılan temlikin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığının yukarıda ilkeler uyarınca araştırılarak kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlenmesi ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir.
Kabule göre de, davalılar ... ve ... adlarına farklı taşınmazlar kayıtlı olduğundan, her bir davalıya karşı ayrı ayrı dava açılması mümkün iken birlikte dava açıldığına göre, HMK’nin 326. maddesi uyarınca, davada haksız çıkan ve aralarında ihtiyari dava arkadaşlığı bulunan davalıların, adlarına kayıtlı taşınmazların ayrı ayrı belirlenen dava değerinden, davacıların payına isabet eden tutar üzerinden, harç, yargılama giderleri ve yargılama giderlerinden sayılan avukatlık ücretinden ayrı ayrı sorumlu tutulmaları gerekirken, bu ayrım yapılmadan yazılı şekilde karar verilmesi de doğru değildir.
Davalı ...’ın bu yönlere değinen ve yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 11.11.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.