"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 6. HUKUK DAİRESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL - TAZMİNAT
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil mümkün olmaz ise tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İlk Derece Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin kararın, davacılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi tarafından yapılan inceleme sonucunda; başvurunun esastan reddine dair verilen karar, süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmekle; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü.
I.DAVA
Davacılar vekili, davacıların murisi ... ...'un Lozan Barış Antlaşmasına ek olarak yapılan 30/01/1923 tarihli Yunan ve Türk halklarının mübadelesine ilişkin sözleşme ve protokol uyarınca mübadeleye tabi tutulan kişilerden olduğunu, murisin Türkiye'ye gelmesinden dolayı kendisine iskan belgesi ile tahsis edilen Kartal İlçesi, Paşaköyde 237 ve 238 parsel, Değirmen civarı 1.sınıf bahçe tahrir sıra no:148, 5 evlek, Çataldağı mevki 2.sınıf bahçe tahrir sıra no:195, 2 evlek, 200 zira, 800 eşcar-ı müsmire, Göller civarı mevki 1.sınıf tarla tahrir sıra no:23, 10 dönüm, Çamurlu tarla mevki, 2.sınıf tarla tahrir sıra no:169, 7 dönüm, 2 evlek yerlerin gerek yolsuz tescil ile gerekse usulsüz işlemlerle müvekkillerine intikalinin sağlanmadan 3. kişilerin eline geçtiğini, terekeye dahil olması gereken yerlerin ayrı ayrı tespiti ile davacılar adına tescilini, tescilin mümkün olmaması halinde tespit edilecek rayiç tazminatların davacılara ödenmesini, kamulaştırılmaksızın kamu hizmetine ayrılan yerler var ise bedellerinin tazminat olarak ödenmesini, fazlaya ve ecrimisile yönelik taleplerinin saklı tutulmasına karar verilmesini istemiştir.
II.CEVAP
1- Davalı ... vekili; aynı taleplerle İstanbul Anadolu 14. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2016/487 Esas dosyada açılan davanın taraf sıfatı noksanlığı nedeniyle reddedildiğini, bu nedenle huzurdaki dava bakımından davacıların taraf ve dava açma ehliyetlerinin bulunup bulunmadığı yönünden gerekli araştırmaların yapılarak öncelikle bu nedenle davanın reddini; dava dilekçesinde belirtilen hususların resmi delillerle ispatlanması gerektiğini, iddiaya konu olay üzerinden yüz yıla yakın zaman geçmiş olması nedeniyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddi gerektiğini, kadastro tutanaklarının kesinleşme tarihinin 1969 yılı olduğunu, dava konusu edilen yerin kadastro komisyon kararı ile Hazine adına kayıtlı olduğunu, yekünü on dönümden fazla tutan iki taşınmazın unutularak, elli yıl sonra akla gelmesi ve hak iddia edilmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, dava konusu taşınmazların Paşaköyde bulunan "Arsa Üretim Alanı" ilan edilen bölgede bulunmakta olup bu doğrultuda 4698 sayılı Kanunla 1164 sayılı Kanuna eklenen Ek-4 maddesi hükümlerine göre şerhsiz ve takyidatsız olarak 31/07/2002 tarihinde 5211 yevmiye numaralı işlemle mülga Arsa Ofisi Genel Müdürlüğüne devredildiğini daha sonra da yine tapu sicil müdürlüğünün 22/02/2005 tarih ve 281 yevmiye numaralı işlemi ile müvekkili idare adına devredildiğini, idarenin tapuya güven ilkesi gereği iyiniyetli olduğunu, dava konusu taşınmazların 01/01/2007 tarih ve 40 yevmiye numaralı imar uygulaması işlemine tabi tutularak kütük sayfalarının da kapatıldığını beyanla, davanın reddini savunmuştur.
2- Davalı Hazine vekili, dava konusu taşınmazların 4698 sayılı Kanunun 10. maddesi ile 1164 sayılı Kanunla eklenen ek 4. maddesine göre Arsa Ofisi Genel Müdürlüğüne devredilmesinin Bakanlık makamından alınan 12/06/2002 tarih ve 938 sayılı olurla uygun görülmesi nedeniyle taşınmazların hazine ile bir ilgisinin bulunmadığını belirterek, davanın husumet yokluğu nedeniyle reddini talep etmiştir.
III. İLK DERECE MAHKEME KARARI
İstanbul Anadolu 26. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 10/04/2018 tarihli ve 2017/298 Esas ve 2018/152 Karar sayılı kararıyla; davanın reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
1.İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
2.İstinaf Nedenleri
Dava konusu Değirmen Civarı, 1.sınıf bahçe Tahrir Sıra No: 148, 5 evlek, Çatal Dağı Mevkii 2.sınıf bahçe Tahrir Sıra No: 195 2 evlek, 200 zira, 8 eşcar-ı müsmire, Göller Civarı Mevkii, 1.sınıf tarla Tahrir Sıra No: 23, 10 dönüm ve Çamurlu tarla mevkii, 2. sınıf tarla Tahrir Sıra No: 169, 7 dönüm 2 evlek taşınmazların iskanen müvekkillerinin murisi ... ...'a verildiğinin Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü'nün 15/07/2014 tarihli iskan kayıt örneği ile öğrendiklerini ve müvekkilleri açısından hakkın bu tarihte bilinir olduğunu, davanın temelinin 30.Ocak.1923 tarihli Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine ilişkin Sözleşme ve Protokol'e dayalı olduğunu, mübadillerin haklarının garantisi niteliğindeki iskan belgelerinin mahkemece incelenmediğini, müvekkillerin murisine ait dava konusu taşınmazların, göç ettiği ülkede bıraktıkları mülklerine karşılık olduğunu ve hem uluslararası hem de ulusal normlarla güvence altına alındığını, tapu memurunun tapulama çalışması sırasında bu tapular yokmuş gibi taşınmazı başkası adına tespit etmesinin yolsuz tescil anlamında bulunduğunu, Anayasa Mahkemesi kararı gereği yolsuz tescilde zamanaşımı işlemeyeceğini, 766 sayılı Tapulama Kanunun 1966 tarihli, 3402 sayılı Kanunun ise 1987 tarihli olması nedeniyle bu iki kanunun yürürlüğünden önce vuku bulan kadastro işlemleri için 10 yıllık hak düşürücü süreden söz edilemeyeceğini, taşınmazların süre sınırı olmaksızın hak-tapu sahiplerine iadesi gerektiğini bildirerek, kararın kaldırılmasını ve davanın kabulünü istemiştir.
3.Gerekçe ve Sonuç
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin 12.04.2019 tarihli 2018/1407 Esas ve 2019/519 Karar sayılı kararıyla, kadastro tespitinin kesinleştiği 16/10/1969 tarihi ile davanın açıldığı 18/07/2017 tarihi arasında 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3 ve geçici 4. maddesinde yazılı hak düşürücü sürenin kaçırılmasından sonra davanın açılmasına ve davacının ayın isteme hakkının bulunmadığı bir yerde, bedelini talep etmesine de olanak bulunmadığı gerekçeleriyle davacılar vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
1.Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz talebinde bulunmuştur.
2. Temyiz Nedenleri
Yerel Mahkeme ve Bölge Adliye Mahkemesi kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek istinaf dilekçelerinde ki taleplerini tekrar ile red kararının hükmen bozulmasını talep etmiştir.
3.Gerekçe
3.1.Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
HMK'nın 369. maddesi uyarınca temyiz dilekçesinde belirtilen sebepler ile kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer hususlar noktasında yapılan temyiz incelemesinde;
Dava, kadastro öncesi nedenlere dayalı olarak açılan tapu kaydının iptali ve tescil mümkün olmaz ise tazminat istemine ilşkindir.
Dava konusu Sancaktepe Paşaköy 237 ve 238 parsellerin 16/10/1969 tarihli komisyon kararı ile tarla vasfıyla ... adına tapu kayıtlarının oluşturulduğu, 31/07/2002 tarihinde Arsa Ofisi Genel Müdürlüğüne bedelsiz devredildiği, tapunun Sultanbeyli’ye aktarılması ile kaydın kapatıldığı, 237 parselin imar uygulaması sonucu Sultanbeyli 204 ada 4 parsel, 211 ada 2 parsel ve 205 ada 1 parsele revizyon gördüğü ve TOKİ’ye devri ile üzerinde 160 bağımsız bölümlü kat irtifakı tesis edildiği; 238 parselin de aynı şekilde imar uygulaması sonucu 204 ada 4 ve 9 parsel, 211 ada 2 parsele revizyon gördüğü, TOKİ ve belediyenin malik olduğu taşınmazda davacılar adına kayda rastlanmadığının bildirildiği Sancaktepe ve Sultanbeyli Tapu Müdürlüğünün dosya ve içindeki delil dosyasına verilen yazı cevaplarından anlaşılmaktadır.
3.2. İlgili Hukuk
3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3 maddesi hükmünde kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere karşı kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak dava açılamayacağı açıklanmıştır. Bu sürenin hak düşürücü niteliğinde olduğu ve taraflarca öne sürülmese bile mahkemece kendiliğinden değerlendirileceği tartışmasızdır.
28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren ve 7251 sayılı Kanunun 53. maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanununa eklenen Ek- 6. maddesi “Kadastro mahkemesinin veya otuz günlük askı ilan süresinden sonra, kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar ile orman kadastrosuna ilişkin davalarda bu mahkemelerce verilen kararlara karşı, miktar veya değere bakılmaksızın 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabilir''
Anayasa’nın 36. maddesi’nin 1. fıkrası uyarınca herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı yahut davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir; yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde de herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını mahkeme huzuruna taşıma hakkı teminat altına alınmıştır. Mahkeme kararlarına karşı kanun yoluna başvuru hakkı adil yargılanma hakkının sac ayaklarındandır. Bu anlamda mahkemeye erişim hakkı kapsamında uyuşmazlığın etkin şekilde sonuçlandırılması ancak kanun yolu denetimi ile mümkündür. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararlarının denetim mekanizmasını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar, erişim hakkını ihlal edebilir.
3.3. Değerlendirme
Dosya içeriğine, toplanan delillere, kararın (IV./3.) numaralı bendinde yer verilen Bölge Adliye Mahkemesinin kararında dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye göre, yazılı şekilde karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
VI. SONUÇ
Açıklanan nedenlerle; davacılar vekilinin yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı ...nın 370. maddesi uyarınca ONANMASINA, aşağıda yazılı 36,30 TL bakiye onama harcının temyiz edenden alınmasına, 23/02/2022 gününde kesin olmak üzere oyçokluğuyla karar verildi.
(Muhalif)
- MUHALEFET ŞERHİ -
Dava, kadastro öncesi sebebe dayalı Asliye Hukuk Mahkemesinde açılmış tapu iptali ve tescil davasıdır.
Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık, temyiz incelemesine konu kararın değer itibariyle verildiği anda kesin olup olmadığı, bir başka ifadeyle temyiz incelemesinin mümkün olup olmadığı, diğer yandan Mahkemece re'sen değer belirlemesinin yapılması gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Temyize ilişkin hükümler 6100 sayılı HMK da düzenlendiğine göre aynı Yasanın 448. maddesi “Zaman bakımından uygulanma” başlığıyla “Bu kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır.” demektedir.
Diğer yandan 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun Ek madde 6 ise “…kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar …..miktar veya değerine bakılmaksızın 12/01/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabilir.” şeklindedir. Söz konusu bu düzenleme 22.07.2020 tarihli 7251 sayılı Yasa'nın 53. maddesi ile getirilmiştir. Yürürlük tarihi ise 28.07.2020 tarihidir.
6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesi ise “Bölge adliye mahkemelerinin …göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur…” şeklinde düzenlenmiştir.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/2. maddesi ise “miktar veya değeri birmilyar lirayı geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” demek suretiyle gayrimenkullere ilişkin uyuşmazlıklarda değere bakılmaksızın temyiz yolunun açık olduğu belirtilmiştir.
HMK’nın temyiz edilemeyen kararlar başlıklı 362. maddesinin 1-a bendi ise “Miktar veya değeri kırk bin Türk Lirasını (bu tutar dahil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar.” demek suretiyle temyiz sınırını belirlemiştir. Bu miktarın her yıl yeniden değerleme suretiyle arttırıldığı izahtan varestedir.
Bölge Adliye Mahkemeleri bilindiği üzere 20.07.2016 tarihinde faaliyete başlamıştır.
Bu yasal düzenlemeler karşısında çözümlenmesi gereken husus; Bölge Adliye Mahkemelerinin faaliyete geçtiği 20.07.2016 ile Kadastro Yasası'nın ek 6. maddesinin yürürlüğe girdiği 28.07.2020 tarihi arasında hüküm altına alınan uyuşmazlıklar açısından ek 6. maddenin uygulanıp uygulanmayacağı, bir başka ifade ile verildiği anda kesin olan bu kararlara karşı temyiz yolunun mümkün olup olmadığı hususudur.
Bölge Adliye Mahkemelerinin faaliyete geçtiği tarihten sonra 1086 sayılı HUMK’un 427/2 maddesinin uygulanmasının mümkün olmadığı, yine 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesinin açık hükmüdür. 6100 sayılı Yasa'da temyiz sınırı için gayrimenkuller açısından bir ayrım yapılmamıştır.
3402 sayılı Yasa'nın ek 6. maddesinin geriye yürüyeceğine dair herhangi bir düzenleme de yapılmamıştır. Genel kural, özel hukuk yargılamasına ilişkin kanun hükümlerinin yürürlük tarihinden sonra sonuç doğurmasıdır.
Verildiği anda değer itibariyle istinaf veya temyiz sınırının altında kalan kararların o anda kesinleştiğinde ise şüphe bulunmamaktadır. Bir kararın kesinleşmesi, ya verildiği anda miktar itibariyle kanun yoluna kapalı olması, veya kanunda açıkça kesin olduğunun belirtilmesi nedeniyle, ya da kanun yolları tüketilmek suretiyle olur. Verildiği anda kesin olan hüküm bakımından artık yargılama bitmiştir. Yargılama süreci biten bir uyuşmazlık için temyiz incelemesi mümkün değildir. Kesinlik, yargılamanın devamına engel bir durumdur. Hüküm, verildiği anda kesin olduğu için artık tamamlanmış bir usulü işlem söz konusudur. Bu nedenle HMK 448. maddesi gereğince Kadastro Kanunu’nun ek 6. maddesinin tamamlanmış işlemlere uygulanması mümkün değildir. Ayrıca kesin olan bu kararın lehine olan taraf bakımından usulü kazanılmış hak doğuracağı da unutulmamalıdır. Usulü kazanılmış hak ilkesi kamu düzeninden olup usul hukukunun en önemli, en temel ilkelerinden biridir.
Prof. Dr. Baki KURU “Miktar veya değeri temyiz (kesinlik) sınırını geçmeyen menkul (taşınır) mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” (HUMK hükümlerine göre) derken Hukuk Muhakemeleri Usulü 2001 Altıncı baskı 4981.sayfasında "Kanundan ötürü verildiği anda kesin olan bir karar temyiz edilirse, temyiz talebi (esasına girilmeden) mesmu olmadığından dolayı reddedilir. Fakat, Yargıtay, böyle bir (kesin) kararı yanlışlıkla bozarsa, bu bozma kararı ve mahkemenin bundan sonra yaptığı işlemler geçersizdir (yok sayılır)” demektedir. Bu nedenlerle sayın çoğunluğun değere bakılmaksızın kanun yolu denetimi yapılması gerektiği yönündeki görüşüne katılmıyorum.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36. maddesi ile düzenlenen “Hak arama hürriyeti”nin somut olayla ilgisi bulunmamaktadır. Sayın çoğunluk, dava değerinin düşük olması nedeniyle kanun yolunu kapatan HMK hükümlerinin Anayasa’ya aykırı olduğunu düşünüyorsa öncelikle Anayasa Mahkemesine iptal başvurusu yapması gerekir. Aksi halde halen yürürlükte bulunan veya uygulama tarihinde yürürlükte bulunan yasanın şu veya bu gerekçelerle uygulanmaması keyfilik sonucunu doğuracaktır.
Somut uyuşmazlığa gelince, taşınmazın değerinin davacı tarafından 2.000TL olarak gösterildiği, keşfen bir değerin belirlenmediği, davanın reddine karar verildiği, Bölge Adliye Mahkemesince de istinaf başvurusunun esastan reddedildiği, dosya kapsamıyla sabittir.
Bilindiği üzere, 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 16. maddesi uyarınca, gayrimenkulün aynına taalluk eden davalarda dava değerinin gayrimenkulün değerine göre belirleneceği öngörülmüştür. Dava değerinin belirlenmesinde taşınmazın dava tarihindeki keşfen saptanacak gerçek değerinin esas alınacağı kuşkusuzdur. Anayasa Mahkemesinin 2018/36896 Başvuru nolu kararı da bu yöndedir.
Harçlar Kanunu’nun 30. maddesi ise “Muhakeme sırasında tespit olunan değerin, dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılıyorsa, yalnız o celse için muhakemeye devam olunur, takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 409. maddesinde (HMK 150) gösterilen süre içinde dosyanın muameleye konulması noksan olan harcın ödenmesine bağlıdır.” şeklinde, 32. maddesi ise; “Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılmaz. Ancak ilgilisi tarafından ödenmeyen harçları diğer taraf öderse işleme devam olunmakla beraber bu para muhakeme neticesinde ayrıca bir isteğe hacet kalmaksızın hükümde nazara alınır.” şeklinde düzenlenmiştir. (Örn: 1.H.D. 2020/3743E, 2021/4867K )
Harçlar Kanunu'nun uygulanması (kamu düzenini ilgilendirmesi nedeniyle) hakim tarafından re’sen gözetilmesi gereken bir husustur.
Hal böyle olunca, taşınmaz başında keşif yapılarak Harçlar Kanunu’nun 16. maddesi uyarınca taşınmazın dava tarihindeki değerinin belirlenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik ve hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, eldeki dava bakımından öncelikle gerçek dava değeri usulünce belirlenmeli, taşınmazın değeri istinaf sınırının üzerinde ise öncelikle istinaf incelemesi yapılmalı, ondan sonra temyiz kesinlik sınırının üzerinde ise temyiz incelemesi yapılmalı, değeri temyiz sınırının altında ise yukarıda açıklanan gerekçelerle temyiz dilekçesinin değerden reddine karar verilmelidir, ne var ki bu aşamada taşınmazın gerçek değeri mahkemece belirlenmediği için bu gerekçeyle kararın bozulması gerekirken değere bakılmaksızın istinaf incelemesi yapılması gerektiği yönünde oluşan sayın çoğunluk görüşüne katılmıyorum.