Logo

1. Hukuk Dairesi2021/4240 E. 2022/2339 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Kadastro öncesi nedene dayalı tapu iptali ve tescil davasında, Bölge Adliye Mahkemesi kararının kesin olup olmadığı ve temyiz incelemesinin mümkün olup olmadığı hususunda yaşanan ihtilaf.

Gerekçe ve Sonuç: 7251 sayılı Kanun'un 53. maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanunu'na eklenen Ek 6. maddenin, yürürlük tarihinden bağımsız olarak henüz kanun yolu aşamasında olan dava dosyalarına sirayet edeceği ve Bölge Adliye Mahkemesi'nin kararının kesin olarak verilmesinin ve davacının temyiz talebinin reddinin doğru olmadığı gözetilerek, Bölge Adliye Mahkemesi ek kararının kaldırılmasına ve hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 12. HUKUK DAİRESİ

DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne ilişkin olarak verilen kararın, davalılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi tarafından yapılan inceleme sonucunda; davalı ... vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına, yeniden hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine dair kesin olarak verilen kararın, süresi içerisinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi tarafından 03/02/2020 tarihli ek karar ile temyiz başvuru dilekçesinin reddine ilişkin olarak verilen karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmiş olmakla; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı ... dava dilekçesinde; davalı ...’nun oğlu olduğunu, eşi ...’ın ise içgüveyi olarak babasının evine geldiğini, kendisinin de ... ...’nun tek çocuğu olduğunu, dava konusu 103 ada 4 parsel sayılı taşınmazın babası ...’den, annesinin de ölmüş olması sebebiyle yalnızca kendisine kaldığını, kadastro tespiti sırasında dava konusu taşınmazın adına tespit edildiğini zannederken, taşınmazın çocuklarından ... adına tespit ve tescil edildiğini öğrendiğini, bilahare oğlunun, dedesinin bu taşınmazı kendisine bağışladığını söylediğini, oğlunun söylediği husus doğru ise bu bağış işleminin kendisinden mal kaçırmak amacıyla yapılmış olabileceğini ya da bu işlemin babasının yaşlılığından veya akli melekelerinin zayıflamasından kaynaklanmış olabileceğini, yapılan tespit işlemi hukuka aykırı olduğundan, dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tesciline karar verilmesini, aksi halde tenkisine karar verilmesini istemiştir.

Yargılama sırasında dava konusu taşınmazın davalı ... tarafından kayden ...’na satılması üzerine, davacı vekili 03/03/2015 tarihli celsedeki beyanında; dava konusu taşınmazın davalı ... tarafından muvazalı şekilde ...

...’na satıldığını, ...’ın kötü niyetli olduğunu bu nedenle ... adına kayıtlı taşınmazın tapu kaydının iptali ile müvekkili adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

II. CEVAP

Davalı ... davaya cevap vermemiş, bilahare 03/03/2015 tarihli celsede; dava konusu taşınmazın davacının babası ...’e ait olduğunu ancak taşınmazın ... tarafından torunu olan davalı ...’a bağışlandığını ve taşınmazın zilyetliğinin de devredildiğini, bu nedenle taşınmazın kadastro tespitinin doğru şekilde yapıldığını, müvekkili ... tarafından dava konusu taşınmazın iyi niyetli şekilde satın alındığını, satış işlemi yapılırken taşınmazın tapu kaydında, eldeki davaya ilişkin herhangi bir şerh bulunmadığını beyan ederek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

Devrek 2. Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan yargılama sonunda 13/03/2018 tarihli, 2014/52 Esas, 2018/235 Karar sayılı kararla; dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden, davada dayanılan hukuki sebebin muris muvazası olduğu, bu tür davaların her türlü delille ispatlanabileceği, muris ...’in eşinin 1984 yılında öldüğü, muris ölene kadar murisin bakımıyla kızı olan davacının ilgilendiği, davalı ...’ın ise bu sırada Zonguldak’da madende çalıştığı, ayrıca dava konusu taşınmazın temlik bedeli ile gerçek bedeli arasında fahiş bir fark bulunduğu, tüm dosya kapsamına göre, murisin dava konusu taşınmazı torunu olan davalıya temlikindeki gerçek iradesinin mirasçısından mal kaçırmak olduğu, ...’ın iyiniyetli olup olmadığı yönüyle de mahallinde yapılan keşifte dinlenen tanık beyanlarından, ...’ın babası ile muris ...’in babasının kardeş olduğu, satış işleminin eldeki davanın açılmasından hemen sonra gerçekleştiği, davalı ...’ın dava konusu taşınmazın bulunduğu köyde ikamet ettiği değerlendirildiğinde, ...’ın dava konusu taşınmazı muvazaalı şekilde ...’dan devraldığının kabulü gerekeceği gerekçesiyle, davanın kabulüne, dava konusu 103 ada 4 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile davacı ... Dağcıoğlu adına tesciline karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

1. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin kararına karşı süresi içerisinde davalılar vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.

2. İstinaf Nedenleri

Davalılar vekili istinaf dilekçesinde özetle; muris ile torunu ... arasında yapılan ölünceye kadar bakma sözleşmesinden davacının haberinin olmamasının mümkün olmadığını, ölünceye kadar bakma sözleşmesinin şekil şartına uygun bir şekilde yapıldığını, ... tarafından sözleşmenin gereklerinin yerine getirildiğini, bu hususun mahallinde yapılan keşifte dinlenen tanık beyanları ile ispatlandığını, kaldı ki murisin bir süre kendi ihtiyaçlarını tek başına giderdiğini, bakıma fazla ihtiyaç duymadığını, davacının murisin kızı olması dolayısıyla murise ev işlerinde yardım etmesinin hayatın olağan akışına uygun olduğunu, ...’ın da iyiniyetli olarak dava konusu taşınmazı satın aldığını, satış işlemi sırasında taşınmazın tapu kaydında dava ile ilgili herhangi bir şerh bulunmadığını, satış bedelinin banka kanalıyla ...’a ödendiğini, ...’ın da bu parayı daire satın almak maksadıyla kullandığını, ... ile ...’ın uzaktan akraba olduklarını, taşınmazın kadastro tespitinin doğru şekilde yapıldığını beyan ederek, istinaf taleplerinin kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

3. Gerekçe ve Sonuç

Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesinin 06/11/2019 tarihli ve 2018/1335 Esas, 2019/976 Karar sayılı kararıyla; iddianın ileri sürülüş şekli ve dosya kapsamına göre, istinaf yolu başvurusuna konu olan davanın, kadastro öncesi nedenlere dayanılarak açılmış tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tenkis isteğine ilişkin iken davacı vekilinin beyanı gözetilerek TMK.nın 1023. maddesine dayalı tapu iptali ve tescil talebine ilişkin olduğu, dosya arasında yer alan Devrek Noterliğinde re'sen düzenlenen 23/03/1990 tarih ... yevmiye numaralı ölünceye kadar bakmak şartıyla hibe senedinde, muris ... ...'nun dava konusu taşınmazı, torunu ...'na kendisini ölünceye kadar bakıp beslemek ve görüp gözetmek kayıt ve şartı ile hibe ve temlik ettiğini, taşınmaz üzerindeki hak ve hisselerinin tamamının zilyetliğini de mahallinde kendisine devir ve teslim ettiğini, taşınmazdaki hak ve hisselerinin tamamını kendisinin dilediği biçimde tasarruf etmesine, adına kayıt ve tescil ettirmek için gerekli işlemleri yapmasına muvafakat ettiğini, tanıklar huzurunda bu beyanlarının okunarak gerçek arzusu ile aynı olduğunu belirterek anılan senedi parmak basmak suretiyle onayladığı, dava konusu taşınmaz kadastro öncesi itibariyle tapusuz yerlerden olup, kural olarak tapusuz taşınmazların menkul (taşınır) mal niteliğinde olduğu, TMK'nın 763 ve 985. maddeleri gereğince yapılan bağış ve zilyetliğin devri belgeleriyle mülkiyetin alıcısına geçtiğinin kabulü gerektiği, öte yandan; tapusuz taşınmazlarda muvazaa iddiasının dinlenemeyeceği, zilyetliğin devri ile yani teslimiyle mülkiyetin derhal alıcısına geçeceği, senette taşınmazın zilyetliğinin mahallinde teslim edildiği açıkça belirtilmiş olmakla, taşınmazın murisin terekesinden çıktığının kabulü gerekeceği, her ne kadar anılan senet ölünceye kadar bakıp beslemek, görüp gözetmek kayıt ve şartıyla hibe şeklinde düzenlenmiş ise de, muris tarafından sağlığında senette kararlaştırılan bakım yükümlülüğünün yerine getirilmediği iddiasında bulunulmadığı, bakım alacaklısının mirasçılarının bakım borçlusunun edimini yerine getirmediği iddiasıyla açacağı davaların da dinlenilmesinin mümkün bulunmadığı, dava konusu taşınmazın az yukarıda belirtilen senet kapsamında kaldığı hususunda bir uyuşmazlık bulunmadığı, yapılan keşifte dinlenen yerel bilirkişiler ve tanıklar tarafından, taşınmazın öncesinde muris ...'e ait olduğununun bildirildiği, tereke malı olmaktan çıkan taşınmaz yönünden davacı tarafından miras hakkına dayalı olarak talepte bulunulamayacağından, tespit maliki ... tarafından yargılamanın devamı sırasında davalı Kazım'a yapılan satışın TMK'nın 1023. madde kapsamında kalıp kalmadığı hususunda bir değerlendirmenin de dosya kapsamına göre yapılamayacağı gerekçesiyle, davalı Kazım vekilinin istinaf yolu başvuru isteği yerinde görüldüğünden kabulüne, Devrek 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 13/03/2018 tarih, 2014/52 Esas, 2018/235 Karar sayılı kararının 6100 sayılı HMK’nın 353/(1)-b.2 maddesi gereğince kaldırılmasına ve HMK'nın 362/(1)-a maddesi gereğince davanın reddine kesin olarak karar verilmiştir.

V. TEMYİZ

1. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin kararına karşı süresi içerisinde, davacı vekili tarafından temyiz talebinde bulunulmuştur.

2. Temyiz Nedenleri

Davacı vekili temyiz dilekçesinde özetle; muris ...’in bakım senedini imzaladığında yaşının 87 olduğunu, murisin sağlıklı ve akli melekelerinin yerinde olup olmadığı hususunun Mahkemece araştırılmadığını, kaldı ki davalı ...’ın TTK’da işçi olup, Zonguldak’da yaşadığını, dedesinin yanına yalnızca dini bayramlarda gediğini, murisin bakım ve gözetimini davacı ile davacının eşinin gerçekleştirdiğini, davalı ...’ın hiçbir zaman dedesine bakmadığnı, bu hususun mahallinde yapılan keşifte dinlenen yerel bilirkişi ve tanık beyanları ile de sabit olduğunu, murisin senedin düzenlenme tarihinden 1 yıl sonra vefat ettiğini, yaşamının son zamanlarında muris tarafından tek yasal mirasçısı olan davacıdan mal kaçırılmış olmasına rağmen Bölge Adliye Mahkemesince bu hususun değerlendirilmediğini beyan ederek, re’sen tespit edilecek nedenler de gözönünde bulundurulmak suretiyle hükmün bozulmasına karar verilmesini istemiştir.

3. Bölge Adliye Mahkemesi Ek Kararı

Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesinin 03/02/2020 tarihli ek kararıyla; 06/11/2019 tarih, 2018/13335 Esas, 2019/976 Karar sayılı kararı, 6100 sayılı HMK'nın 362/(1)-a maddesi gereğince kesin olup, bu karara karşı temyiz yoluna başvurulamayacağından, davacı vekilinin temyiz başvuru dilekçesinin HMK'nın 366. maddesi yollamasıyla ve aynı kanunun 346/(1). maddesi gereğince reddine karar verilmiştir.

4. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin ek kararına karşı süresi içerisinde, davacı vekili tarafından temyiz talebinde bulunulmuştur.

5. Temyiz Nedenleri

Davacı vekili temyiz dilekçesinde özetle; dava ve istinaf dilekçelerindeki beyanlarını tekrarla, re’sen tespit edilecek nedenler de gözönünde bulundurulmak suretiyle Bölge Adliye Mahkemesinin ek kararının kaldırılarak, hükmün bozulmasına karar verilmesini istemiştir.

6. Gerekçe

6.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Kadastro sonucunda Devrek/Osmanbeyler köyü çalışma alanında bulunan 103 ada 4 parsel sayılı 2.321,26 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz, kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedeniyle ... ...’na ait olup, 23/03/1990 tarih, ... yevmiye numaralı noter senedi ile ölünceye kadar bakıp gözetmek şartıyla torunu ...’na hibe edildiği gerekçesiyle, ... adına bahçe vasfıyla tespit ve tescil edilmiş, yargılama sırasında 25/03/2014 tarihinde taşınmaz İlyas oğlu ...’na satılarak adına tescil edilmiştir.

6.2. İlgili Hukuk

6.2.1. Anayasa’nın 36. maddesi’nin 1. fıkrası uyarınca herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı yahut davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkında sahiptir; yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde de herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını mahkeme huzuruna taşınma hakkı teminat altına alınmıştır. Mahkeme kararlarına karşı kanun yoluna başvuru hakkı adil yargılanma hakkının saç ayaklarındandır. Bu anlamda mahkemeye erişim hakkı kapsamında uyuşmazlığın etkin şekilde sonuçlandırılması ancak kanun yolu denetimi ile mümkündür. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararlarının denetim mekanizmasını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar, erişim hakkını ihlal edebilir.

6.2.2. 28/07/2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 22/07/2020 tarihli ve 7251 sayılı Kanun’un 53. maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen Ek 6. maddesine göre; "Kadastro mahkemesinin veya askı ilan süresinden sonra, kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar ile orman kadastrosuna ilişkin davalarda bu mahkemelerce verilen kararlara karşı, miktar ve değere bakılmaksızın 12/01/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabilir."

6.2.3. 6100 sayılı Kanun’un 31. maddesine göre; “Hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir; soru sorabilir; delil gösterilmesini isteyebilir.”

6.2.4. 6100 sayılı Kanun’un 119/1. fıkrasının (g) bendine göre; “Dayanılan hukuki sebepler”, dava dilekçesinde bulunması gereken unsur arasında sayılmıştır.

6.2.5. 6100 sayılı Kanun’un 140/3. fıkrasında ise; “Ön inceleme duruşmasının sonunda, tarafların sulh veya arabuluculuk faaliyetinden bir sonuç alıp almadıkları, sonuç alamadıkları takdirde anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanakla tespit edilir. Bu tutanağın altı, duruşmada hazır bulunan taraflarca imzalanır. Tahkikat bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür.” şeklinde düzenleme bulunmaktadır.

6.3. Değerlendirme

6.3.1. Davacı ...’nun ek karara ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesinde; Anayasa ve AİHS ile güvence altına alınan adil yargılama hakkı kapsamında, mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı, hukuki belirlilik ilkesi, etkin denetim mekanizmasının oluşturulması gayesi ve 7251 sayılı Kanun’un 53. maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen Ek 6. maddesinin düzenleme amacı bir arada değerlendirildiğinde, tereddüde yol açan usul hükümlerinin aşırı şekilci olarak uygulanması neticesinde yasanın denetim yollarının kullanımını önemli ölçüde etkileneceğinden, kanun yolu başvuru aşamalarının süren usul işlemlerinden olduğu, hükmün kesinleşinceye kadar geçirdiği derecaatın bir bütünü oluşturduğu hususları da göz önüne alındığında, 3402 sayılı Yasa'nın Ek 6. maddesinin henüz kanun yolu aşamasında olan dava dosyalarına, yürürlük tarihinden bağımsız olarak sirayet edeceği hususunun tereddütsüz olduğu anlaşıldığından, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından HMK’nın 362/1-(a) maddesi uyarınca, kararın kesin olmak üzere verilmesi ve davacının temyiz talebi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından, kesin olarak verilen kararın temyiz edilemeyeceğinden bahisle temyiz dilekçesinin ek kararla reddine karar verilmesi doğru görülmediğinden ek kararın ortadan kaldırılması gerekmiştir.

6.3.2. Davacı ...’nun esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesine gelince; davacı, dava konusu 103 ada 4 parsel sayılı taşınmazın, murisi olan babası ... ...’ndan geldiğini ileri sürerek, dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile taşınmazın adına tescilini, olmadığı takdirde tenkisine karar verilmesini istemiştir. Davalı ... ise, dava konusu taşınmazın dedesi ... ...’ndan geldiğini ancak taşınmazın dedesi tarafından sağlığında Devrek Noterliğinde düzenlenen 23/03/1990 tarih ... yevmiye numaralı “Ölünceye Kadar Bakmak Şartıyla Hibe Senedi” uyarınca kendisine hibe edildiğini beyan ederek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Yargılama sırasında dava konusu taşınmazın davalı ... ... tarafından ...’na kayden satılması üzerine, davacı vekili 12/04/2014 tarihli dilekçesiyle, dava konusu taşınmazın davalı tarafından kötü niyetle ...’a satıldığını, ... ile ...’in birlikte hareket etmek suretiyle tapuda bu şekilde işlem yaptığını ileri sürerek, davaya yeni malik ...’na karşı tapu iptali ve tescil istemiyle devam etmek istediklerini beyan etmiştir. ... ise, taşınmazın ...’den geldiğini ancak ... tarafından sağlığında torunu ...’a hibe edildiğini, kendisinin de taşınmazı iyiniyetli şekilde satın aldığını ileri sürerek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

İlk Derece Mahkemesince 03/03/2015 tarihinde yapılan ön inceleme duruşmasında, taraflar arasındaki uyuşmazlığın, “dava konusu taşınmazın mülkiyetinin kime ait olduğu ve taşınmazın kadastro tespitinin hukuka uygun olarak yapılıp yapılmadığı” noktasında olduğunun kabul edildiği; Mahkemece yargılama sonunda ise, dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçimine göre, davanın muris muvazasına dayalı olduğunun kabul edildiği; kararın davalılar tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince yapılan inceleme sonunda, iddianın ileri sürülüş şekli ve dosya kapsamına göre, istinaf yolu başvurusuna konu davanın, kadastro öncesi nedenlere dayanılarak açılmış tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tenkis isteğine ilişkin iken davacı vekilinin beyanı gözetilerek TMK.nın 1023. maddesine dayalı tapu iptali tescil istemine ilişkin olduğu kabul edilmiştir.

Somut olayda, dava dilekçesi ve davacı tarafından aşamalarda verilen beyan dilekçelerinin içeriğinden, dayanılan hukuki sebep ya da sebepler tereddüt yaratmayacak bir biçimde anlaşılamadığı gibi, İlk Derece Mahkemesince 03/03/2015 tarihinde yapılan ön inceleme duruşmasında da tarafların anlaşamadıkları hususların duruşma zaptına açıkça yazılmadığı anlaşılmıştır. Bu durumda öncelikle çözümlenmesi gereken husus, eldeki davada hangi hukuki sebebe dayanıldığıdır. 6100 sayılı Kanun’un 119/1. fıkrasının (g) bendi ve aynı Kanun’un 140/3. maddesinde yer verilen düzenlemeler uyarınca, ön inceleme aşamasında taraflar arasındaki uyuşmazlığın hukuki nitelendirmesinin yapılması ve tahkikatın bu saptama esas alınmak suretiyle yürütülmesi gerekmektedir.

Hal böyle olunca, yargılamaya hakim olan ilkelerden biri olan hakimin davayı aydınlatma ödevinin düzenlendiği 6100 sayılı Kanun’un 31. maddesi gereğince, davacı tarafa dayandığı maddi vakıaların açıklattırılması ve hukuki sebebinin sorulması, bundan sonra hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.

VI. SONUÇ

1. Davacı vekilinin yerinde görülen temyiz itirazının kabulü ile Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesinin 03/02/2020 tarihli, davacının temyiz başvuru dilekçesinin reddine ilişkin EK KARARIN KALDIRILMASINA,

2. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 371/1-a maddesi gereğince Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesinin 06/11/2019 tarihli, 2018/1335 Esas, 2019/976 Karar sayılı kararının BOZULMASINA, dosyanın kararı veren Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesine gönderilmesine, peşin alınan temyiz karar harcının talep halinde temyiz edene iadesine, 22/03/2022 tarihinde kesin olmak üzere oy çokluğu ile karar verildi.

(Muhalif)

- MUHALEFET ŞERHİ -

Dava, kadastro öncesi sebebe dayalı Asliye Hukuk Mahkemesinde açılmış tapu iptal tescil davasıdır.

Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık, temyiz incelemesine konu kararın değer itibariyle verildiği anda kesin olup olmadığı, bir başka ifadeyle temyiz incelemesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Temyize ilişkin hükümler 6100 sayılı HMK da düzenlendiğine göre aynı Yasanın 448. maddesi “Zaman bakımından uygulanma” başlığıyla “Bu kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır.” demektedir.

Diğer yandan 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun Ek madde 6 ise “…kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar …..miktar veya değerine bakılmaksızın 12/01/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre istinaf veya temiz kanun yoluna başvurulabilir.” şeklindedir. Söz konusu bu düzenleme 22.07.2020 tarihli 7251 sayılı Yasanın 53. maddesi ile getirilmiştir. Yürürlük tarihi ise 28.07.2020 tarihidir.

6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesi ise “Bölge Adliye Mahkemelerinin …göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanun'un temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur…” şeklinde düzenlenmiştir.

1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/2.maddesi ise “ miktar veya değeri birmilyar lirayı geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” demek suretiyle gayrımenkullere ilişkin uyuşmazlıklarda değere bakılmaksızın temyiz yolunun açık olduğu belirtilmiştir.

HMK’nın Temyiz edilemeyen kararlar başlıklı 362. maddesinin 1-a bendi ise “Miktar

veya değeri kırk bin Türk Lirasını (bu tutar dahil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar.” Demek suretiyle temyiz sınırını belirlemiştir. Bu miktarın her yıl yeniden değerleme suretiyle arttırıldığı izahtan varestedir.

Bölge adliye mahkemeleri ise bilindiği üzere 20.07.2016 tarihinde faaliyete başlamıştır.

Bu yasal düzenlemeler karşısında çözümlenmesi gereken husus; Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği 20.07.2016 ile Kadastro Yasasının ek 6. maddesinin yürürlüğe girdiği 28.07.2020 tarihi arasında hüküm altına alınan uyuşmazlıklar açısından ek 6. maddenin uygulanıp uygulanmayacağı, bir başka ifade ile verildiği anda kesin olan bu kararlara karşı temyiz yolunun mümkün olup olmadığı hususudur.

Bölge Adliye Mahkemelerinin faaliyete geçtiği tarihten sonra 1086 sayılı HUMK’un 427/2 maddesinin uygulanmasının mümkün olmadığı yine 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. Maddesinin açık hükmüdür. 6100 sayılı Yasada temyiz sınırı için gayrımenkuller açısından bir ayrım yapılmamıştır.

3402 sayılı Yasanın ek 6. maddesinin geriye yürüyeceğine dair herhangi bir düzenleme de yapılmamıştır. Genel kural, özel hukuk yargılamasına ilişkin kanun hükümlerinin yürürlük tarihinden sonra sonuç doğurmasıdır.

Verildiği anda değer itibariyle istinaf veya temyiz sınırının altında kalan kararların o anda kesinleştiğinde ise şüphe bulunmamaktadır. Bir kararın kesinleşmesi, ya verildiği anda miktar itibariyle kanun yoluna kapalı olması, veya kanunda açıkça kesin olduğunun belirtilmesi nedeniyle, ya da kanun yolları tüketilmek suretiyle olur. Verildiği anda kesin olan hüküm bakımından artık yargılama bitmiştir. Yargılama süreci biten bir uyuşmazlık için temyiz incelemesi mümkün değildir. Kesinlik yargılamanın devamına engel bir durumdur. Hüküm verildiği anda kesin olduğu için artık tamamlanmış bir usulü işlem söz konusudur. Bu nedenle HMK'nın 448. maddesi gereğince Kadastro Kanunu’nun ek 6. maddesinin tamamlanmış işlemlere uygulanması mümkün değildir. Ayrıca kesin olan bu kararın lehine olan taraf bakımından usulü kazanılmış hak doğuracağı da unutulmamalıdır. Usulü kazanılmış hak ilkesi kamu düzeninden olup usul hukukunun en önemli ilkelerinden biridir.

Prof. Dr. Baki KURU “Miktar veya değeri temyiz (kesinlik) sınırını geçmeyen menkul (taşınır) mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” (HUMK hükümlerine göre) derken Hukuk Muhakemeleri Usulü 2001 Altıncı baskı 4981.sayfasında “ Kanundan ötürü verildiği anda kesin olan bir karar temyiz edilirse, temyiz talebi (esasına girilmeden) mesmu olmadığından dolayı reddedilir. Fakat, Yargıtay, böyle bir (kesin) kararı yanlışlıkla bozarsa, bu bozma kararı ve mahkemenin bundan sonra yaptığı işlemler geçersizdir (yok sayılır)” demektedir. Sayın çoğunluğun değere bakılmaksızın kanun yolu denetimi yapılması gerektiği yönündeki görüşüne katılmıyorum. Diğer yandan,

Somut uyuşmazlığa gelince, taşınmazın değerinin davacı tarafından 500.TL olarak gösterildiği, keşfen değerin 26.155 TL olarak belirlendiği, davanın kabulüne karar verildiği, Bölge Adliye Mahkemesince de istinaf başvurusunun kabul edilerek davanın reddedildiği, bu kararın temyiz talebinin de kararın değer itibariyle temyiz kesinlik sınırının altında kaldığı gerekçesiyle ek karar ile reddedildiği dosya kapsamıyla sabittir.

Bilindiği üzere, 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 16. maddesi uyarınca, gayrimenkulün aynına taalluk eden davalarda dava değerinin gayrimenkulün değerine göre belirleneceği öngörülmüştür. Dava değerinin belirlenmesinde taşınmazın dava tarihindeki keşfen saptanacak gerçek değerinin esas alınacağı kuşkusuzdur.

Aynı Yasanın 30. maddesi ise “Muhakeme sırasında tespit olunan değerin, dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılıyorsa, yalnız o celse için muhakemeye

devam olunur, takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 409. maddesinde (HMK 150) gösterilen süre içinde dosyanın muameleye konulması noksan olan harcın ödenmesine bağlıdır.” şeklinde, 32. maddesi ise; “Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılmaz. Ancak ilgilisi tarafından ödenmeyen harçları diğer taraf öderse işleme devam olunmakla beraber bu para muhakeme neticesinde ayrıca bir isteğe hacet kalmaksızın hükümde nazara alınır.” şeklinde düzenlenmiştir.

Harçlar Kanununun uygulaması kamu düzenini ilgilendirmesi nedeniyle hakim tarafından re’sen gözetilmesi gereken bir husustur.

Anayasanın 36. maddesinin ise somut olayda uygulanması, ancak mahkeme önünde tarafların eşitliği ilkesi bakımından olabilir. Bu durumda da 6100 sayılı HMK'nın hükümlerinin herkes için aynı şekilde uygulanmasıyla bu ilke gerçekleştirilebilir. Sayın çoğunluk HMK'nın dava değeri ve kanun yollarına ilişkin yukarıda belirtilen hükümlerinin Anayasaya aykırı olduğunu düşünüyorsa bu hükümlerin iptali yoluna gitmelidir.

Hal böyle olunca, taşınmazın keşfen belirlenen değeri dava değeri olup bu değer üzerinden temyiz talebinin reddine karar verilmesi isabetlidir. Anayasa Mahkemesinin 2018/36896 Başvuru nolu kararı da bu yöndedir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle, eldeki dava bakımından Bölge Adliye Mahkemesince verilen ek kararın onanması gerekirken Bölge Adliye Mahkemesinin ek kararı kaldırılarak BAM kararının bozulmasının doğru olmadığı düşüncesiyle sayın çoğunluk görüşüne katılmıyorum.