Logo

1. Hukuk Dairesi2021/4565 E. 2022/4853 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Tapuda kayıtlı olmayan taşınmazın davacı adına tescili talebi üzerine, taşınmazın niteliği ve davacının zilyetlik iddiasının dayanağı hususunda ihtilaf.

Gerekçe ve Sonuç: Mahkemenin, bozma ilamına uygun şekilde, taşınmazın orman arazisi olmadığı ve davacının 20 yılı aşkın süredir davasız, aralıksız ve malik sıfatıyla zilyetliğini sürdürdüğü gerekçesiyle, taşınmazın davacı adına tesciline karar vermesi usul ve yasaya uygun görülerek onanmıştır.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasındaki tapusuz taşınmazın tescili davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, davacının davasının kabulüne ilişkin verilen karar, davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmekle; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili, hudutlarını dava dilekçesinde belirttiği yaklaşık olarak 7 dönüm miktarındaki taşınmazın Hazine adına kaydının olmadığı gibi başkaca gerçek ve tüzel kişilerce ilişkisinin bulunmadığını, taşınmazın emek ve para sarfıyla imar-ihya edildiğini, nizasız fasılasız 30 yılı aşkın süredir kullanıldığını ileri sürerek, taşınmazın davacı adına tescilini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı Hazine vekili, dava konusu taşınmazın Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğunu, özel mülkiyete konu olabilecek yerlerden olmadığını, taşınmazın Dalaman Çayı'nın yatak değiştirmesi sonucu oluşan çaydan dolma yerlerden olduğunu ileri sürerek, davanın reddini savunmuştur.

Dahili davalılar davanın reddini savunmuştur.

III. MAHKEME KARARI

Ortaca 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 13/05/2014 tarihli ve 2013/33 E., 2014/182 K. sayılı kararıyla; 30 yıl önce Dalaman Çayı'nın yatak değiştirmesi sonucu ortaya çıkan taşınmazı davacının temizleyip tarla haline getirdiği, pamuk, susam ekerek tarla olarak kullanan davacının 10 yıldır da narenciye bahçesi olarak kullandığı, davacının zilyetliğinin davasız, aralıksız, malik sıfatıyla ve 20 yıldan fazla süreyle geçmiş olduğu, ziraat bilirkişisinin raporunda taşınmazın imar ve ihyasının en az 25-30 yıl öncesinde tamamlanmış olduğu, bakım ve temizlik işlerinin yapıldığı, jeoloji bilirkişisinin raporunda da taşınmazın ıslah çalışmasının yapılmamış olması ve suların barajda toplanmasının ardından aktif çay yatağı içinde olmadığının belirtildiği gerekçesiyle, davasının kabulü ile Ortaca ilçesi Fevziye köyü Bük Mevkiinde kain doğusu yol, batısı 24 ada 22 ve 23 parsel sayılı taşınmaz, kuzeyi yol, davacıya ait narenciye bahçesi, güneyi kanal ve 124 ada 34 parsel sayılı taşınmaz ile çevrili bulunan 12/04/2014 havale tarihli fen bilirkişisi raporuna ekli krokide gösterilen 6.206,68 m2 olarak belirlenen taşınmazın davacı adına tesciline dair karar verilmiştir.

IV. TEMYİZ

1. Temyiz Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Bozma Kararı

Karar; Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesinin 02/10/2017 tarihli ve 2015/17255 E., 2017/5956 K. sayılı ilamı ile; “ ...yasal hasım konumunda olan Ortaca Belediye Başkanlığı ve Muğla Büyükşehir Belediye Başkanlığı davaya dahil edilmeden yargılamaya devam edilerek davanın esası hakkında hüküm kurulduğu, bu nedenle davada taraf teşkilinin sağlandığından söz edilemeyeceği, taraf teşkili dava şartlarından olup, bu şart sağlanmadan davanın esasına girilemeyeceği, hal böyle olunca, Ortaca Belediye Başkanlığı ve Muğla Büyükşehir Belediye Başkanlığını davaya dahil etmesi için davacı tarafa süre verilmesi, taraf teşkili sağlandıktan sonra tarafların iddia ve savunmalarına ilişkin tüm deliller toplanıp değerlendirilerek sonucuna göre bir hüküm kurulması” gerekçesiyle sair yönler incelenmeksizin bozulmuştur.

3. Mahkemesince Bozmaya Uyularak Verilen Karar

Ortaca 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 10/07/2018 tarihli ve 2018/21 E., 2018/316 K. sayılı kararıyla; tesis kadastrosunun kesinleştiği tarih ile davanın açıldığı tarih arasında 20 yıllık süre geçtiği, orman ve fen bilirkişileri tarafından eski tarihli hava fotoğrafları ve memleket haritası üzerinde yöntemine uygun biçimde yapılan inceleme ve araştırmada; (A) harfi ile gösterilen 6.206,68 m2'lik yerin orman tahdit ve kadastro sınırları dışında ve 1978 yılı memleket haritasında açıklık alanda kaldığı ve tarım arazisi vasfında olduğu, 1987 yılı hava fotoğraflarının optik stereoskop aletle incelenmesinde açık tonda tarım arazisi vasfında ve orman sayılmayan yerlerden olduğu, orman içi açıklık ve ağaçlandıracak sahada kalmadığı, Orman Genel Müdürlüğüne tahsis edilen sahalardan olmadığının tespit edildiği, keşif mahallinde dinlenen tanık ve mahalli bilirkişi beyanlarına göre, davacının, Dalaman çayının yatak değiştirmesi sonucu ortaya çıkan çekişmeli taşınmazı temizleyerek tarla haline getirdiği ve önceleri pamuk ve susam ekip biçmek suretiyle, son 10 yıldan bu yana da narenciye bahçesi olarak kullanmak suretiyle zilyetliğini sürdürdüğü, bu zilyetliğin davasız, aralıksız ve malik sıfatıyla 20 yıldan fazla bir zamandan beri devam ettiğinin anlaşıldığı, öte yandan ziraat bilirkişi raporunda; taşınmazın imar ve ihyasının en az 25-30 yıl öncesinde tamamlanmış olduğu, bakım ve temizlik işlerinin yapıldığı, jeoloji bilirkişisinin raporunda da; taşınmazın aktif çay yatağı içinde kalmadığı ve kültür tarımına elverişli olduğu belirlendiği gerekçesiyle davanın kabulü ile Muğla ili Ortaca ilçesi Fevziye Mahallesi Bük Mevkiinde kain tescil harici taşınmazın 12/04/2014 havale tarihli bilirkişi raporuna ekli ve fen bilirkişisi Mehmet Ontaş tarafından hazırlanan keşif ölçü krokisinde (A) harfi ile gösterilen 6.206,68 m2'lik yerin davacı adına tapuya kayıt ve tesciline dair karar verilmiştir.

4. Bozma Sonrası Mahkeme Kararına Karşı Temyiz Yoluna Başvuranlar

Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

5. Temyiz Nedenleri

Davalı Hazine vekili temyiz dilekçesinde özetle, dava konusu taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufu altında olan yerlerden olduğunu, taşınmaz üzerindeki ağaçların yaşları dikkate alındığında davacının yeterli sürede zilyetliğinin olmadığını, DSİ tarafından verilen yazı cevabında taşınmazın bulunduğu yerde ıslah çalışmasının yapılmadığının belirtildiğini, taşkın tehdidi altındaki yerlerin zilyetlikle kazanılmasının mümkün olmadığını, imar-ihya olgusunun kanıtlanamadığını, taşınmazın imar planı kapsamında olup olmadığının araştırılmadığını, davacı adına belgesiz araştırması yapılmadığını ileri sürerek, temyiz isteminde bulunmuştur.

6. Gerekçe

6.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Uyuşmazlık, TMK’nın 713/1., 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. ve 17. maddelerine dayalı tescil isteğine ilişkindir.

6.2. Hukuki Nitelendirme

3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun tapuda kayıtlı olmayan taşınmaz malların tespiti başlıklı 14. maddesinde “Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir. (Değişik ikinci fıkra: 3/7/2005 - 5403/26 md.) Sulu veya kuru arazi ayrımı, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu hükümlerine göre yapılır.”

İhya edilen taşınmaz mallar başlıklı 17. maddesinde “Orman sayılmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz mallar 14 üncü maddedeki şartlar mevcut ise imar ve ihya edenler veya halefleri adına, aksi takdirde hazine adına tespit edilir. İl, ilçe ve kasabaların imar planının kapsadığı alanlarda kalan taşınmaz mallarda bu hüküm uygulanmaz.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun olağanüstü zamanaşımı başlıklı 713. maddesinin birinci fıkrasında “Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir. “ düzenlemeleri yer almaktadır.

6.3. Değerlendirme

(IV/2.) numaralı paragrafında yer verilen ve hükmüne uyulan bozma kararında gösterildiği şekilde işlem yapılarak yazılı şekilde karar verilmesinde herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

V. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; yerinde bulunmayan davalı Hazine vekilinin temyiz itirazının reddiyle, usul ve yasaya ve bozma kararının gerekçelerine uygun olan hükmün ONANMASINA, 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun değişik 13. maddesinin j. bendi gereğince davalı Hazineden harç alınmasına yer olmadığına, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 15/06/2022 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

-MUHALEFET ŞERHİ-

Dava, Türk Medeni Kanunu’nun 713/1. maddesi gereğince açılmış zilyetlikten tescil davasıdır.

Mahkemece davacı lehine hüküm kurulmuş, ne var ki yargılama giderleri ve bunlardan olan karar ve ilam harcının davacıdan alınmasına karar verilmiştir.

Yargılama giderleri taraflarca temyize getirilmemiştir.

Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık; temyize getirilmemekle birlikte, resen nazara alınması gereken karar ve ilam harcının davacıdan alınıp alınamayacağı, buradan hareketle davacı tarafından peşin yatırılan harcın iadesinin mümkün olup olmadığı noktasında düğümlenmektedir.

Öncelikle çözümlenmesi gereken husus; temyiz konusu yapılan karar ve ilam harcının davalıdan alınıp alınamayacağı, yargılama giderlerinden kimin sorumlu olacağı hususudur. Bilindiği üzere, yargı harçları Harçlar Kanunu’nda düzenlenmiş, kamu düzeninden olması nedeniyle re'sen uygulanacağı kabul edilmiştir. Bu nedenle resen ele alınabileceği hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Harçlardan kimin sorumlu olacağına gelince, yargılama giderleri, usulü bir konu olmakla, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda ayrıntısıyla düzenlenmiştir. Aynı yasanın 323. maddesi harçları yargılama giderlerinden sayarken 326/1. maddesi de açıkça “ Kanunda yazılı haller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.” demek suretiyle yargılama giderleri ve bunlardan olan yargı harçlarından kimin sorumlu olacağını tereddüte yer vermeyecek şekilde düzenlemiştir.

Türk Medeni Kanunu’nun 1. maddesi ise “ Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.

Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hakim, örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir.

Hakim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.” demek suretiyle, hakimin karar verirken hangi sıralamayı izleyeceği konusunda kural getirmiştir.

Tarafların yargı önünde eşitliği ilkesini düzenleyen Anayasanın 36. maddesi ise “ Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz” şeklinde düzenlenmiştir.

Somut olaya geldiğimizde, zilyetlikten tescil davasında, davacı vatandaş, davalı ise Hazine ve Belediyedir. Davalının Hazine veya kamu kurumu olması, Anayasa ile teminat altına alınan “yargı önünde eşitlik ilkesi”nin bozulmasını, Hazine veya kamu kurumu lehine davranılmasını haklı kılmayacaktır. Zira genel ilke yukarıda da belirtildiği üzere yargılama giderlerinin davayı kaybedenden alınmasıdır. Prof. Dr.Baki Kuru da (Hukuk Muhakemeleri Usulü 6 baskı 5. cilt 5339. sayfada açıkladığı üzere) bu görüştedir.

Bilindiği üzere Hazine, Harçlar Kanununun 13/j maddesi ile yargı harçlarından muaf tutulmuştur. Davalı ... ise harçlardan muaf değildir. Böyle bir durumda, yani davalının haçtan muaf olması ve davanın da davacı lehine sonuçlanması halinde karar ve ilam harcı mutlaka alınacak mıdır? Alınacaksa kimden alınmalıdır? Yasa koyucu tereddüte yer vermeyecek şekilde yargılama giderlerinden kimin sorumlu olduğunu düzenlemiştir. Yine yasa koyucu genel ilke gereğince yargılama giderlerinden sorumlu olan tarafı harçtan muaf tutmuş ise, bu husus harcın diğer taraftan alınacağı şeklinde yorumlanamaz. Ancak bakiye karar ve ilam harcının davalıdan hiç alınmayacağı gibi, davacı tarafından peşin yatırılan karar ve ilam harcının da iade edileceği şeklinde yorumlanıp uygulanmalıdır. Nitekim yine Hazinenin davalı olduğu tapu iptal – tescil davalarında da uygulama bu şekildedir. Hazine aleyhine açılan tapu iptal – tescil davasında Hazinenin harçtan muaf olması gerekçesiyle karar ve ilam harcı alınmazken (doğrusu budur) yalnız tescil davasında harçtan davacının sorumlu tutulmasının hiçbir yasal dayanağı yoktur. Yasa koyucu dileseydi Kadastro Kanunu 36/A maddesinde olduğu gibi, bu hususta da genel uygulamadan ayrıldığını belirterek bir düzenleme yapabilirdi.

Sayın çoğunluğun görüşünün dayanağını yerleşmiş Yargıtay içtihatları oluşturmaktadır. Gerçekten de kabul etmek gerekir ki Yargıtay uzun yıllar tescil davalarında yargılama giderlerini davacı üzerinde bırakmış, bunlardan olan yargı harçlarını da davacıya yüklemiştir. Ne var ki, hiçbir Yargıtay kararında yasal bir dayanak gösterilmemiş, davalının “ yasal hasım” olması gerekçe yapılmıştır. Yukarıda da belirtildiği üzere bir olaya hukukun uygulanmasında yargı kararları en son sırada gelmektedir.

Çözümlenmesi gereken bir başka husus ise “yasal hasım” ın ne olduğu ve yasal hasım olunmasının davalıya nasıl bir üstünlük sağladığı konularıdır. Yine bilindiği üzere, bazen gerçekte hasım olmamasına rağmen özellikle mahkemelerin kararlarının denetime açılabilmesi, birileri tarafından kanun yoluna getirilebilmesi için Hazinenin taraf gösterilmesi veya temsilcisi bulunmayan mal varlığına kayyım atanması ve davanın kayyım huzurunda görülerek bu mahsurların ortadan kaldırılması yoluna gidilmiştir. Ne var ki böyle de olsa davada, davalı olarak yer almışsa, sıfatı ne olursa olsun artık davalıdır. Hal böyle olunca da her açıdan yargı önünde eşitlik ilkesi gereğince davalının davacıdan, Hazinenin de vatandaştan bir üstünlüğü yoktur. Sayın çoğunluk gibi düşünen hukukçular, davacının davasının kabulü halinde, davalının yasal hasım olması nedeniyle yargılama giderlerini davacı üzerinde bırakırken, davanın reddi halinde de davalı yasal hasım lehine vekalet ücreti başta olmak üzere yargılama giderlerine hükmederek açıkça “yargı önünde eşitlik” ilkesini ihlal etmektedirler.

TMK 713/3. maddesinde tescil davasının Hazineye ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapu maliki gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılacağı belirtilmiştir. Yargıtay uygulamalarında taşınmaz tapusuz ise dava, tescil davası, tapulu ise tapu iptal tescil davası olarak nitelendirilmekte, tapu iptal tescil davalarında yargılama giderleri yasaya uygun olarak haksız çıkan taraftan alınırken tescil davasında davacı üzerinde bırakılmaktadır. Aynı yasa maddesinin aynı fıkrasında düzenlenen davalılar arasında yargılama giderleri açısından ayrı uygulama yapılması da doğru değildir. Davalının kim olacağının yasada gösterilmiş olması, bu davalının yargılama giderlerinden muaf olacağı şeklinde yorumlanamaz.

Yine sayın çoğunluk ve onlar gibi düşünen hukukçular “tescil davalarında davacı zaten karşılıksız olarak taşınmaz edinmekte, hiç olmazsa yargılama giderlerini ödesinler” tarzında bir yaklaşımla gerekçe oluşturmaktadırlar. Eğer mahkeme davacının taşınmazı hak etmediğini düşünüyorsa hiç şüphesiz davayı reddetmelidir. Hem davayı kabul edip, hem de yargılama giderlerini davacı üzerinde bırakmak apaçık bir çelişkidir ve yasaya açıkça aykırıdır.

Sayın çoğunluğun kendi içinde düştüğü bir başka çelişki ise; sayın çoğunluk, davalının yasal hasım olması nedeniyle yargılama giderleri ve bunlardan olan harcın ilk derece mahkemesince davacıdan alınmasının doğru olduğunu düşündüğüne göre, davalı hazine tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine, istinaf talebi reddedildiğinde de davacıdan istinaf ret harcının, bunun devamında da yine Hazinenin temyiz başvurusu reddedilerek kararın onanması halinde de davacıdan onama harcının alınmasına karar vermelidir. Zira davalı hazine yasal hasımdır ve davalı harçtan muaftır, o halde davalıdan alınamayan yargı harçları davacıdan alınmalıdır. Böyle bir uygulamayı ve düşünce tarzını kabul etmek mümkün değildir. Ayrıca yargılama giderleri bir bütündür. Davanın açılmasından kesinleşmesine kadar aynı yasal düzenlemelere tabidir. İlk derece mahkemesinde alınmayan yargılama gideri aynı gerekçeyle istinaf ve temyiz kanun yollarında da alınmamalı veya alınmalıdır. Bir dava ilk derece mahkemesinde hangi hükümlere tabiyse kanun yollarında da aynı hükme tabidir.

Mahkemece verilen 13.5.2014 tarihli karar bozularak ortadan kaldırıldığına göre bu karara atıf yapılmak suretiyle harca hükmedilmesi de doğru değildir.

Açıklanan bu nedenlerle, davanın kabul edilmiş olduğu gözetilerek, tarafların temyiz sebepleri de nazara alınmak suretiyle davalı Hazinenin harçlardan muaf olması, davalı Köy Tüzel kişiliğinin ise harçlardan muaf olmaması, harcın davacıdan alınmasının doğru olmaması nedeniyle hükmün 2. bendinin çıkarılarak yerine “ Davalı hazine harçtan muaf bulunmakla harç alınmasına yer olmadığına, davacı tarafından yatırılan 737.35 TL harcın davacıya iadesine, 3.391,80 TL harcın davalı Köy Tüzel kişiliğinden tahsili ile hazineye gelir kaydına” cümlesinin yazılmasına, hükmün bu şekilde düzeltilerek onanmasına karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun onama görüşüne katılmıyorum.