"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : TRABZON BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 3. HUKUK DAİRESİ
İLK DERECE MAHKEMESİ : TRABZON 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasındaki tapu iptal ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İlk Derece Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin kararın, davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi tarafından yapılan inceleme sonucunda; başvurunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesinin kararı kaldırılarak gerekçesi düzeltilmek suretiyle yeniden hüküm kurulmasına, davanın 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3 ve 6100 sayılı HMK'nın 114/2, 115/2 maddeleri gereğince usulden reddine dair verilen karar, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili, davacı ve davalıların kardeş olduklarını, tarafların babası muris .....'ün 1979 yılında vefat etmesiyle birlikte kendisine ait olan Trabzon ili ..... ilçesi ..... Mahallesi 356 parsel sayılı taşınmazın mirasçılarına intikal ettiğini, hal böyle olmasına rağmen 1985 yılında yapılan kadastro çalışmaları sonucunda murisin eşi ile davacı dışındaki diğer kız çocuklarının miras hisselerini davalılara sattıkları gerekçesi ile çekişmeli taşınmazın davalılar adına tespit ve tescil edildiğini, başka bir anlatımla davalı erkek çocukların annesi ve kız kardeşlerinin hisselerini bedeli karşılığında satın aldıklarını söyleyerek ve kendilerini de bu yönde yanıltarak hisselerin üzerlerine yazılmasını sağladıklarını, oysa ki gerçekte herhangi bir satış işlemi bulunmadığını, davalıların sırf mal kaçırmak ve davacıya annesinden kalacak miras hissesinin önüne geçebilmek amacıyla böyle bir yola başvurduklarını, tarafların annesi...'ün kadastro tespitinden sonra 2007 yılında vefat ettiğini, dolayısıyla davacının annesiyle ilgili mirasçılık sıfatını henüz yeni kazandığını, davacıya annesinden kalan miras hakkının muvazaalı işlemlerle davalıların üzerine geçirildiğini ve halen davalılar adına tapuda kayıtlı olduğunu ileri sürerek dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile miras hissesi oranında davacı adına tapuya tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalılar vekili, kadastrodan önceki nedenlere dayalı olarak açılan iş bu davanın 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesi uyarınca hak düşürücü süre nedeniyle reddi gerektiğini, davacının kadastro tutanaklarının kesinleşmesinin üzerinden 33 yıl, annesi ......'ün vefatının üzerinden ise 11 yıl geçtikten sonra dava açmakta iyiniyetli olmadığını, zira davacının kadastro çalışmaları sırasında yetişkin olup, annesiyle birlikte yaşadığını, dolayısıyla annesi ve kız kardeşlerinin davalılar lehine olan tasarruflarını bilmediğinin düşünülemeyeceğini, kadastro tutanaklarının gerçeği yansıtmadığı ve tutanakta belirtilen satış işlemin gerçek bir satış olmadığı iddialarının dinlenme olanağının bulunmadığını, muvafakat beyanının kadastrondan önce yapılan harici satış ya da başka bir nedene dayanıyor olmasının da öneminin bulunmadığını, burada önemli olanın davacının annesinin kadastro teknisyeni huzurunda taşınmazın davalılar adına tespitine muvafakat vermesi olduğunu ileri sürerek haksız olarak açılan davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
Trabzon 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 20.02.2020 tarihli 2018/613 Esas, 2020/147 Karar sayılı kararıyla; davanın, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali-tescil isteğine ilişkin olduğu, muris muvazaası iddiasına dayalı davaları terekeye karşı yapılan haksız fiil niteliğini taşıdığından ve yolsuz tescil niteliğinde olduğundan herhangi bir zamanaşımı veya hak düşürücü süreye tabi olmaksızın her zaman açılabileceği kural ise de, anılan kuralın istisnasının miras bırakanın kadastro tespitinden önce ölmesi hali olduğu, ölümün kadastro tespitinden önce gerçekleşmesi halinde mirasçılar tarafından davanın kadastro tespitinin kesinleşmesi tarihinden itibaren 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesinde öngörülen 10 yıllık hak düşürücü süre içinde açılması zorunlu olduğu, aksi halde hak düşürücü süre geçtiğinden davanın reddi gerekeceği, davada mirasbırakan...ün 1979 yılında vefat ettiği kadastro tespitlerinin ise 1985 yılında gerçekleştiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
1. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
2. İstinaf Nedenleri
Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle, Mahkeme kararının usul, yasa ve yerleşik içtihatlara aykırı olduğunu, somut olayda dava konusu edilen hissenin muris...den davacıya intikal eden hisse değil annesi...'den davacıya intikal eden hisse olduğunu, davacının annesi...'ün ise kadastrodan sonra 03.12.2007 tarihinde vefat ettiğini, dolayısıyla davacının bu tarih itibariyle henüz mirasçılık hakkını kazandığını, davacının annesinden alması gereken hissenin kadastro sırasında yapılan muvazaalı işlemlerle davalılar üzerine geçirildiğini, babası...den intikal eden miras hissesinin ise zaten davacı tarafından alındığını ve tapuda davacı adına kayıtlı olduğunu, Mahkemece eldeki davanın babası...den davacıya intikal eden miras hissesine ilişkin olduğu şeklinde hatalı değerlendirmede bulunularak hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddine karar verildiğini, davacının miras ve dava hakkının annesinin ölüm tarihi itibariyle doğduğunu, muris...'ün kendisine ait hisseyi kadastro çalışmaları sırasında yapılan bir takım muvazaalı işlemlerle aslında satış bulunmadığı halde satış gibi göstermek suretiyle davalılara devrettiğini, erkek çocuklarının daha fazla mal alması ve kız çocuklarına yani yabancılara mal gitmemesi amacıyla söz konusu muvazaalı işlemlerin yapıldığını ileri sürerek İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasını talep etmiştir.
3. Gerekçe ve Sonuç
Trabzon Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesinin 14.07.2020 tarihli 2020/217 Esas, 2020/222 Karar sayılı kararıyla; somut olaydaki çözülmesi gereken uyuşmazlığın; öncelikle davanın muris muvazaası hukuksal nedeniyle mi açıldığının, yoksa kadastro sırasında yapılan işlemlere yönelik hata, hile ve genel muvazaa iddiasıyla mı açıldığının belirlenmesi, daha sonra 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesinde yazılı on yıllık hak düşürücü sürenin eldeki dava tarihi itibariyle geçip geçmediğinin saptanması, son olarak da yapılan işlemlerde herhangi bir muvazaa durumunun bulunup bulunmadığının tespit edilmesi noktalarında toplandığı belirtilmek suretiyle, dava dilekçesi içeriğinde muris muvazaasından hiç bahsedilmediği, kadastro tespit işlemleri sırasında gerçekleşen muvazaalı ve yanıltıcı bir takım işlemlerle davacının annesinin aldatılarak ileride annesinden davacıya kalacak olan miras hissesinin davalılar adına tespit edilmesinin sağlandığının ileri sürüldüğü, yargılama sırasında muris muvazaasına yönelik herhangi bir ıslah dilekçesi de sunulmadığı, her ne kadar istinaf başvuru dilekçesinde murisin kendisine ait hisseyi kadastro çalışmaları sırasında yapılan bir takım muvazaalı işlemlerle aslında satış bulunmadığı halde satış gibi göstermek suretiyle davalılara devrettiği, erkek çocuklarının daha fazla mal alması ve kız çocuklarına yani yabancılara mal gitmemesi amacıyla sözkonusu muvazaalı işlemlerin yapıldığı, başka bir ifadeyle muris muvazaası bulunduğu ileri sürülmüş ise de, HMK'nın 357.maddesi uyarınca ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen iddia ve savunmaların istinafta dinlenme olanağı bulunmadığı, ayrıca, muris muvazaasından sözedebilmek için muris ile davalılar arasında resmi memur huzurunda yapılmış bir satış sözleşmesi bulunması, görünürdeki satış sözleşmesinin tarafların gerçek iradesini yansıtmadığı için, gerçekte yapılan bağış sözleşmesinin de resmi şekilde yapılmadığı için geçersiz olması gerektiği, yani, taraflar arasında geçersiz de olsa bir sözleşme ilişkisi bulunmasının zorunlu olduğu, oysaki somut olayda, muris ile davalılar arasında herhangi bir sözleşme ilişkisi bulunmayıp, murisin kadastro teknisyeni huzurunda taşınmazdaki payının davalılar adına tespit edilmesine muvafakat ediyorum şeklinde verdiği serbest ve tek taraflı bir irade açıklamasının söz konusu olduğu, gerek dava dilekçesindeki açıklamalar, gerekse de muris muvazaasının belirtilen niteliği karşısında eldeki davanın muris muvazaasına dayalı olarak açılmadığı, kadastro sırasında hata, hile ve muvazaa yapıldığı iddiasıyla açılmış bir dava bulunduğunun değerlendirildiği, Yüksek Mahkemenin yerleşik içtihatlarıyla da kabul edildiği üzere kadastro tutanağının düzenlenmesi sırasında yapılan işlemler kadastro öncesi işlemler olup, bu işlemlerdeki hata, hile ve muvazaa iddialarının kadastro tespitinin kesinleşmesinden itibaren on yıllık hak düşürücü süre içerisinde ileri sürülmeleri gerektiği, somut olayda, muris muvazasına değil kadastro sırasındaki hata, hile ve muvazaa iddialarına dayalı olarak dava açıldığına ve kadastro tespitinin kesinleştiği tarih ile dava tarihi arasında 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3.maddesinde yazılı on yıllık hak düşürücü süre de geçtiğine göre, Mahkemece davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmesinde herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı, eldeki davanın bir an için muris muvazaasına dayalı olarak açıldığı kabul edilse dahi, muris muvazaasına dayalı tapu iptali ve tescil davalarının hak düşürücü süre ve zamanaşımı sürelerine bağlı kalınmaksızın her zaman açılabileceği, bu kuralın en önemli istisnasının ise murisin kadastrodan önce ölmesi olduğu, murisin kadastrodan önce ölmesi durumunda kadastro tespitinin kesinleşmesinden itibaren on yıllık hak düşürücü süre içerisinde dava açılmasının zorunlu bulunduğu, aksi takdirde açılan davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verileceği, eldeki davada muris...'ün kadastrodan sonra vefat etmesi nedeniyle 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesinde yazılı hak düşürücü sürenin uygulanamayacağı, dolayısıyla davanın muris muvazaası olarak nitelendirilmesi halinde davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmeyip, işin esasına geçilmesi gerektiği, ne var ki evveliyatı itibariyle tapulu olan çekişmeli taşınmazın kadastrodan önce kayden davalılara devredilmediği, haricen yapılan satış işleminin ise hukuken geçersiz olduğu, dolayısıyla davalılar adına olan ve iptali istenen şuan ki tapu kayıtlarının dayanağının ortak mirasbırakan...'ün tapulama sırasında tapulama teknisyeni huzurunda verdiği ve imzası tahtında tapulama tutanağına alınan çekişmeli taşınmazın davalılar adına tespitine ilişkin muvafakatini içeren tek taraflı beyanı olduğu, taşınmazların davalılara devrini sağlayan herhangi bir sözleşme ilişkisi bulunmadığından muris muvazaasına ilişkin 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanamayacağı ancak şartları varsa Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 560 ilâ 571. maddeleri arasında öngörülen tenkis davasına konu edilebileceği, buna karşılık somut olayda davacı tarafın herhangi bir tenkis isteğinin de bulunmadığı dolayısıyla, eldeki dava muris muvazaasına dayalı olarak açılmamakla birlikte, muris muvazaasına dayalı olarak açıldığı kabul edilse dahi reddinin gerektiğinin açık olduğu, davacı vekilinin istinaf itirazları yerinde görülmediği ancak redde yönelik hükmün gerekçesinin düzeltilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varıldığı gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesi kararının HMK'nın 353/1-b.(2) maddesi gereğince kaldırılmasına ve kaldırılan hükmün yerine geçmek üzere istinaf edenin sıfatı, kazanılmış haklar ve aleyhe hüküm verme yasağı da gözönünde bulundurularak davanın 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3 ve 6100 sayılı HMK'nın 114/2, 115/2 maddeleri gereğince usulden reddine kesin olarak karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
1. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Temyiz Nedenleri
Davacı vekili temyiz dilekçesinde özetle, davalarının muris muvazaasına dayalı tapu iptal ve tescil davası olup, talepleri açıklattırılmadan karar verildiğini, keşif yapılmaksızın dava değeri belirlenmeden kesin karar verilmiş olmasının hatalı olduğunu, muris...'ün kendisine ait hisseyi kadastro çalışmaları sırasında yapılan bir takım muvazaalı işlemlerle aslında satış bulunmadığı halde satış gibi göstermek suretiyle davalılara devrettiğini, erkek çocuklarının daha fazla mal alması ve kız çocuklarına yani yabancılara mal gitmemesi amacıyla söz konusu muvazaalı işlemlerin yapıldığını, .....'ın 2007 yılında öldüğünü dava açma hakkının bu tarihten sonra doğduğunu, 3402 sayılı Yasa'nın 12/3 maddesinin uygulanamayacağını, Yargıtayın emsal kararları gereğince kadastro tespitiyle muvazaalı olarak işlem yapılabileceğini ileri sürerek kararın bozulması gerektiğini savunmuştur.
3. Gerekçe
3.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Kadastro sonucunda Trabzon ili, ...... ilçesi, ..... Mahallesi .... parsel sayılı 25.040,00 metrekare yüzölçümündeki fındık bahçesi vasfındaki taşınmazın 03.09.1985 tarihinde yapılan tapulama çalışmaları sonucunda tapu kayıtları, vergi kayıtları, miras yoluyla gelen hak ve satın almaya dayanarak 34/120'er hissesinin......oğulları ..., ... ve ... adına, 9/120'er hissesinin ise .....kızları.... ve ..... ..... adına tespit edildiği, tutanağın ilgili sütununda..., .....,.... ve ...'ün muvafakat beyanlarını tasdik eden imzaları ve parmak izlerinin bulunduğu, ayrıca beyanlar hanesinde taşınmaz üzerinde bulunan ve krokide (A) harfi ile işaretlenen evin ...'e, (B) harfi ile işaretlenen evin ise ...'e ait olduğunun belirtildiği, askı ilanının 04.06.1986-04.07.1986 tarihleri arasında yapıldığı, tespite karşı dava dışı üçüncü şahıslar tarafından yapılan itirazların Tapulama Komisyonu'nun 21.12.1988 tarih ve 5 sayılı kararıyla reddedildiği, komisyon kararına karşı dava açılmaması üzerine tespitin kesinleşerek 02.02.1989 tarihinde taşınmazın tapuya tescil edildiği, bilahare taşınmazda imar uygulamaları ve yenileme çalışmaları yapıldığı anlaşılmaktadır.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, kadastro öncesi nedene dayalı tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.
3.2. İlgili Hukuk
28.07.2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 22.07.2020 tarihli ve 7251 sayılı Kanun’un 53. maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen Ek 6. maddesi ile "Kadastro mahkemesinin veya askı ilan süresinden sonra, kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar ile orman kadastrosuna ilişkin davalarda bu mahkemelerce verilen kararlara karşı, miktar ve değere bakılmaksızın 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabilir." hükmü getirilmiştir.
3402 sayılı Kadastro Kanunu′nun 12/3. maddesinde; kadastro tutanaklarında belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak itiraz olunamayacağı ve dava açılamayacağı belirtilmiştir.
Söz konusu hak düşürücü süre dava şartı olup, yargılamanın her aşamasında re’sen gözetilmelidir.
3.3. Değerlendirme
3.3.1. Hemen belirtmek gerekir ki, 7251 sayılı Kanun’un 53. maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen Ek 6. maddesinin gerekçesinde de açıkça belirlendiği üzere, bu madde ile mevzu davaların mülkiyet hakkına doğrudan tesirinden ötürü ehemmiyeti gereği miktar ve değerine bakılmaksızın kanun yolu incelemesine tabi tutulması suretiyle etkin denetim mekanizması oluşturulması amaçlanmıştır.
3.3.2. Anayasa ve AİHS ile güvence altına alınan adil yargılama hakkı kapsamında mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı, hukuki belirlilik ilkesi, etkin denetim mekanizmasının oluşturulması gayesi ve 7251 sayılı Kanun’un 53. maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen Ek 6. maddesinin düzenleme amacı bir arada değerlendirildiğinde, tereddüte yol açan usul hükümlerinin aşırı şekilci olarak uygulanması neticesinde yasanın denetim yollarının kullanımını önemli ölçüde etkileneceğinden, kanun yolu başvuru aşamalarının süren usul işlemlerinden olduğu, hükmün kesinleşinceye kadar geçirdiği derecatın bir bütünü oluşturduğu hususları da göz önüne alındığında, 3402 sayılı Yasa'nın Ek 6. maddesinin henüz kanun yolu aşamasında olan dava dosyalarına, yürürlük tarihinden bağımsız olarak sirayet edeceği hususunun tereddütsüz olduğu anlaşılmakla, temyiz incelemesi yapılmıştır.
3.3.3. Dosya içeriğine, toplanan delillere, (IV/3.) numaralı paragrafta yer verilen Bölge Adliye Mahkemesi kararının dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye ve özellikle delillerin takdirinin yerinde bulunmasına göre; yazılı şekilde karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
VI. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle; davacı vekilinin yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı HMK'nin 370 inci maddesi uyarınca ONANMASINA, aşağıda yazılı 26,30 TL bakiye onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, 03/10/2022 tarihinde kesin olmak üzere oy çokluğu ile karar verildi.
-MUHALEFET ŞERHİ-
Dava, kadastro öncesi sebebe dayalı asliye hukuk mahkemesinde açılmış tapu iptali ve tescil davasıdır.
Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık, temyiz incelemesine konu kararın değer itibariyle verildiği anda kesin olup olmadığı, bir başka ifadeyle temyiz incelemesinin mümkün olup olmadığı, diğer yandan mahkemece resen değer belirlemesinin yapılması gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Temyize ilişkin hükümler 6100 sayılı HMK da düzenlendiğine göre aynı yasanın 448. Maddesi “Zaman bakımından uygulanma” başlığıyla “ Bu kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır.” demektedir.
Diğer yandan 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun Ek madde 6 ise “…kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar …..miktar veya değerine bakılmaksızın 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabilir.” Şeklindedir. Söz konusu bu düzenleme 22.07.2020 tarihli 7251 sayılı Yasa'nın 53. maddesi ile getirilmiştir. Yürürlük tarihi ise 28.07.2020 tarihidir.
6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesi ise, “Bölge adliye mahkemelerinin …göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur…” şeklinde düzenlenmiştir.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/2. maddesi ise, “miktar veya değeri birmilyar lirayı geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” Demek suretiyle gayrımenkullere ilişkin uyuşmazlıklarda değere bakılmaksızın temyiz yolunun açık olduğu belirtilmiştir.
HMK’nın Temyiz edilemeyen kararlar başlıklı 362. maddesinin 1-a bendi ise “Miktar veya değeri kırk bin Türk Lirasını (bu tutar dahil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar.” Demek suretiyle temyiz sınırını belirlemiştir. Bu miktarın her yıl yeniden değerleme suretiyle arttırıldığı izahtan varestedir.
Bölge adliye mahkemeleri bilindiği üzere 20.07.2016 tarihinde faaliyete başlamıştır.
Bu yasal düzenlemeler karşısında çözümlenmesi gereken husus; Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği 20.07.2016 ile Kadastro Yasası'nın ek 6. maddesinin yürürlüğe girdiği 28.07.2020 tarihi arasında hüküm altına alınan uyuşmazlıklar açısından ek 6. maddenin uygulanıp uygulanmayacağı, bir başka ifade ile verildiği anda kesin olan bu kararlara karşı temyiz yolunun mümkün olup olmadığı hususudur.
Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği tarihten sonra 1086 sayılı HUMK’un 427/2 maddesinin uygulanmasının mümkün olmadığı, yine 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesinin açık hükmüdür. 6100 sayılı Yasa'da temyiz sınırı için gayrimenkuller açısından bir ayrım yapılmamıştır.
3402 sayılı Yasa'nın ek 6. maddesinin geriye yürüyeceğine dair herhangi bir düzenleme de yapılmamıştır. Genel kural, özel hukuk yargılamasına ilişkin kanun hükümlerinin yürürlük tarihinden sonra sonuç doğurmasıdır.
Verildiği anda değer itibariyle istinaf veya temyiz sınırının altında kalan kararların o anda kesinleştiğinde ise şüphe bulunmamaktadır. Bir kararın kesinleşmesi, ya verildiği anda miktar itibariyle kanun yoluna kapalı olması, veya kanunda açıkça kesin olduğunun belirtilmesi nedeniyle, ya da kanun yolları tüketilmek suretiyle olur. Verildiği anda kesin olan hüküm bakımından artık yargılama bitmiştir. Yargılama süreci biten bir uyuşmazlık için temyiz incelemesi mümkün değildir. Kesinlik, yargılamanın devamına engel bir durumdur. Hüküm, verildiği anda kesin olduğu için artık tamamlanmış bir usulü işlem söz konusudur. Bu nedenle HMK 448.maddesi gereğince Kadastro Kanunu’nun ek 6. Maddesinin tamamlanmış işlemlere uygulanması mümkün değildir. Ayrıca kesin olan bu kararın lehine olan taraf bakımından usulü kazanılmış hak doğuracağı da unutulmamalıdır. Usulü kazanılmış hak ilkesi kamu düzeninden olup usul hukukunun en önemli, en temel ilkelerinden biridir.
Prof. Dr. ,.... “Miktar veya değeri temyiz (kesinlik) sınırını geçmeyen menkul (taşınır) mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” (HUMK hükümlerine göre) derken Hukuk Muhakemeleri Usulü 2001 Altıncı baskı 4981.sayfasında “ Kanundan ötürü verildiği anda kesin olan bir karar temyiz edilirse, temyiz talebi (esasına girilmeden) mesmu olmadığından dolayı reddedilir. Fakat, Yargıtay, böyle bir (kesin) kararı yanlışlıkla bozarsa, bu bozma kararı ve mahkemenin bundan sonra yaptığı işlemler geçersizdir (yok sayılır)” demektedir. Bu nedenlerle sayın çoğunluğun değere bakılmaksızın kanun yolu denetimi yapılması gerektiği yönündeki görüşüne katılmıyorum.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36. maddesi ile düzenlenen “Hak arama hürriyeti”nin somut olayla ilgisi bulunmamaktadır. Sayın çoğunluk, dava değerinin düşük olması nedeniyle kanun yolunu kapatan HMK hükümlerinin Anayasa’ya aykırı olduğunu düşünüyorsa öncelikle Anayasa Mahkemesine iptal başvurusu yapması gerekir. Aksi halde halen yürürlükte bulunan veya uygulama tarihinde yürürlükte bulunan yasanın şu veya bu gerekçelerle uygulanmaması keyfilik sonucunu doğuracaktır.
Somut uyuşmazlığa gelince, taşınmazın değerinin davacı tarafından 1.000TL olarak gösterildiği, keşfen bir değerin belirlenmediği, davanın reddine karar verildiği, Bölge Adliye Mahkemesince de istinaf başvurusunun esastan reddedildiği, dosya kapsamıyla sabittir.
Bilindiği üzere, 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 16. maddesi uyarınca, gayrimenkulün aynına taalluk eden davalarda dava değerinin gayrimenkulün değerine göre belirleneceği öngörülmüştür. Dava değerinin belirlenmesinde taşınmazın dava tarihindeki keşfen saptanacak gerçek değerinin esas alınacağı kuşkusuzdur. Anayasa Mahkemesinin 2018/36896 Başvuru nolu kararı da bu yöndedir.
Harçlar Kanunu’nun 30. maddesi ise, “Muhakeme sırasında tespit olunan değerin, dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılıyorsa, yalnız o celse için muhakemeye devam olunur, takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 409. maddesinde (HMK 150) gösterilen süre içinde dosyanın muameleye konulması noksan olan harcın ödenmesine bağlıdır.” şeklinde, 32. maddesi ise; “Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılmaz. Ancak ilgilisi tarafından ödenmeyen harçları diğer taraf öderse işleme devam olunmakla beraber bu para muhakeme neticesinde ayrıca bir isteğe hacet kalmaksızın hükümde nazara alınır.” şeklinde düzenlenmiştir. (Örn: 1.H.D. 2020/3743E, 2021/4867K )
Harçlar Kanunu'nun uygulanması (kamu düzenini ilgilendirmesi nedeniyle) hakim tarafından re’sen gözetilmesi gereken bir husustur.
Hal böyle olunca, taşınmaz başında keşif yapılarak Harçlar Kanunu’nun 16. maddesi uyarınca taşınmazın dava tarihindeki değerinin belirlenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik ve hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, eldeki dava bakımından öncelikle gerçek dava değeri usulünce belirlenmeli, taşınmazın değeri istinaf sınırının üzerinde ise öncelikle istinaf incelemesi yapılmalı, ondan sonra temyiz kesinlik sınırının üzerinde ise temyiz incelemesi yapılmalı, değeri temyiz sınırının altında ise yukarıda açıklanan gerekçelerle temyiz dilekçesinin değerden reddine karar verilmelidir, ne var ki bu aşamada taşınmazın gerçek değeri mahkemece belirlenmediği için bu gerekçeyle kararın bozulması gerekirken değere bakılmaksızın temyiz incelemesi yapılarak kararın onanması gerektiği yönünde oluşan sayın çoğunluk görüşüne katılmıyorum.