"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasındaki tapusuz taşınmazın tescili istemine ilişkin açılan davadan dolayı Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda davanın kısmen kabulüne ilişkin verilen karar süresi içinde davacı vekili, davalılar Hazine vekili ve Dulkadiroğlu Belediye Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmekle; dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı; dava dilekçesinde sınırlarını belirtmiş olduğu taşınmazı 23 yılı aşkın bir zamandır kullandığını, zilyetlikle mülk edinme koşullarının oluştuğunu belirterek, adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
1. Davalı Hazine vekili cevap dilekçesinde; davanın reddini savunmuştur.
2. Davalı ... davanın reddini savunmuştur.
3. Davalı ... vekili müvekkilin husumet yöneltilemeyeceğini belirterek, husumet nedeniyle ret kararı verilmesini talep etmiştir.
III. MAHKEME KARARI
Pazarcık Asliye Hukuk Mahkemesinin 15/12/2005 tarihli ve 2005/24 E. 2005/978 K. sayılı kararıyla; davacı lehine zilyetlik koşullarının oluştuğunun anlaşılması nedeniyle davanın kabulüne, Kahramanmaraş ili Pazarcık ilçesi Doğanlı Karahasan köyünde bulunan 11/07/2005 havale tarihli fen bilirkişi raporunda (A) harfi ile gösterilen 1.852,70 metrekare taşınmazın davacı adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir.
IV. TEMYİZ
1. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Pazarcık Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine vekili temyiz başvurusunda bulunmuştur.
2. Bozma Kararı
Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 15/03/2007 tarihli ve 2007/994 E. 2007/1545 K. sayılı kararıyla, dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına, mevcut deliller Mahkemece takdir edilerek karar verildiğine ve takdirde bir isabetsizlik bulunmadığına, 1967 yılında taşlık niteliğiyle tespit dışı bırakılan dava konusu yerin davacı tarafından imar ve ihya edilerek kültür arazisi haline getirildiği yerel bilirkişi ve tanıklar, tarım arazisi olduğu ziraatçı uzman bilirkişi, orman sayılmayan yerlerden olduğu ormancı bilirkişi, sınırında yer alan derelerin etkisinde kalan bir yer olmadığının jeolog uzman bilirkişi tarafından gerekçeli olarak açıklandığına, uyuşmazlığın niteliğine göre yasal ilanlar ve incelemeler yapılmış bulunduğuna göre, belirtilen hususlar dışında kalan davalı Hazine vekilinin temyiz itirazlarının yerinde bulunmadığı, dosya arasında bulunan Kadastro Müdürlüğünün 15/11/2005 tarihli yazısına ekli pafta örneğine göre, tescil konusu taşınmazın mera-7 rakamıyla gösterilen alanda kaldığının belirtildiği Mahkemece bu yön üzerinde durulmadığı incelemesi yapılan dosyayla birlikte temyiz incelemesi nedeniyle Dairemize gönderilen, aynı çalışma alanında bulunan başka dava dosyalarının içeriğine göre, 4342 sayılı Mera Kanunu hükümleri uyarınca çalışma yapıldığının anlaşıldığı bu yön göz önünde tutularak taşınmazın Mera Komisyonunca sınırlandırılan bir yer olup olmadığının veya mera olup olmadığının yöntemine uygun bir biçimde araştırılıp belirlenmesi, mera olarak sınırlandırılan bir yer ise davanın mülkiyetin tespiti davası olarak çözüme kavuşturulması gerektiği belirtilerek, hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
3. Mahkemece Bozma Kararına Uyularak Verilen Karar
Pazarcık Asliye Hukuk Mahkemesinin yetkisizlik kararı üzerine, dosyanın gönderildiği Kahramanmaraş 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 18/06/2020 tarihli ve 2017/687 E. 2020/223 K. sayılı kararıyla; fen bilirkişi raporunda (B) harfi ile gösterilen alanın kesinleşmiş 7 numaralı mera parseli içerisinde kaldığı, mera tahsis kararının 11/12/2006 tarihinde alındığı ve 05/04/2015 tarihinde kesinleştiği, davacı tarafından iş bu dosyada mera tahsis kararına itiraz edilmediği ve davacı yönüyle de kesinleşmiş bulunduğu, dolayısı ile Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve özel mülkiyete konu edilemeyecek alanlardan olduğu bilirkişi raporları ile de sübut bulduğu, yine fen bilirkişi raporunda (A) harfi ile gösterilen alan açısından davacı lehine zilyetlik koşullarının oluştuğunun anlaşılması nedeniyle davanın kısmen kabulüne, Kahramanmaraş ili ...... ilçesi ..... Mahallesinde bulunan 05/12/2017 tarihli fen bilirkişi raporuna ekli Ek-1 numaralı krokide (A) harfi ile gösterilen 698,58 m2 yüz ölçümlü taşınmazın davacı adına tapuya kayıt ve tesciline, fazlaya ilişkin talebin reddine karar vermiştir.
4. Bozma Sonrası Mahkeme Kararına Karşı Temyiz Yoluna Başvuranlar
Kahramanmaraş 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili, davalılar Hazine vekili ve Dulkadiroğlu Belediyesi vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
5. Temyiz Nedenler
5.1. Davacı vekili temyiz dilekçesinde, dava konusu taşınmazın tamamının davacının kullanımında olduğunu, Mahkeme tarafından verilen önceki tarihli kararın, 8. Hukuk Dairesince bozulduğu, bozma kararında taşınmazın evvelinde mera olup olmadığının araştırılması, mera olarak sınırlandırılan bir yer ise davanın mülkiyetin tespiti davası olarak çözüme kavuşturulması gerektiği belirtildiği halde, Mahkemenin bu hususları yerine getirmediğini, Mera Komisyon kararının dava tarihinden sonra alındığını, reddedilen bölümün mera niteliği taşımadığını ve etrafının şahıs parselleri ile çevrili olduğunu belirterek, Mahkeme kararının reddedilen bölüm yönünden bozulmasını talep etmiştir.
5.2. Davalı Hazine vekili temyiz dilekçesinde, davacı lehine zilyetlik koşullarının oluşmadığını, ayrıca davada yasal hasım olmaları nedeniyle Hazine aleyhine yargılama giderlerine hükmedilemeyeceği halde, vekalet ücretine hükmedilmesinin de yerinde olmadığını belirterek, Mahkeme kararının bozulmasını talep etmiştir.
5.3. Davalı ... vekili temyiz dilekçesinde, davacının ekonomik amaca uygun kullanımının bulunmadığını, imar ihya hususlarının yeterli derecede araştırılmadığını, müvekkili aleyhine yargılama giderlerine hükmedilemeyeceğini belirterek, Mahkeme kararının bozulmasını talep etmiştir.
6. Gerekçe
6.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Dava, kadastro tespiti sırasında tescil harici bırakılan taşınmazın tescili isteğine ilişkindir.
6.2. İlgili Hukuk
6.2.1. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713/1. maddesi, “Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir. “
6.2.2. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesi, “ Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir.”
6.2.3. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 17. maddesi, “ Orman sayılmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz mallar 14 üncü maddedeki şartlar mevcut ise imar ve ihya edenler veya halefleri adına, aksi takdirde hazine adına tespit edilir…’’ hükümlerini içermektedir.
6.3. Değerlendirme
6.3.1. Dosya içeriğine, Mahkemece hükmüne uyulan bozma kararında açıklandığı gibi işlem yapılıp sonucuna göre hüküm verilmiş olmasına, delillerin takdirinin yerinde bulunmasına göre davalı Hazine ve ... vekillerinin sair temyiz itirazları yerinde değildir. Ancak; davanın TMK'nın 713/1. ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 14. maddesine dayalı tescil davası niteliğinde olduğu, davanın niteliği gereği, yargılama giderleri ve harcın davacı üzerinde bırakılması doğru olmakla birlikte davacı lehine vekalet ücreti takdir edilmesinde isabet bulunmamaktadır.
6.3.2. Davacı vekilinin fen bilirkişi raporunda (B) harfi ile gösterilen ve ret kararı verilen bölüme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine gelince; Mahkemece bozma kararına uyulmakla, bozma kararı doğrultusunda araştırma, inceleme ve uygulama yapma zorunluluğu, ilgili taraflar yararına da usuli kazanılmış hak oluşur. Bu hakkın zedelenmemesi için bozma gereklerinin eksiksiz olarak yerine getirilmesi gerekir. Ne var ki Mahkemece, bozma kararına uyulduğu halde, bozma gerekleri yerine getirilmeksizin karar verilmiştir. Davacı çekişmeli bölümün kendi adına tescilini talep etmiş, Mahkemece ilk kararda bu bölüm yönünden davanın kabulüne karar verilmiştir. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi tarafından davalı Hazinenin sair temyiz itirazlarının reddine, taşınmazın mera olup olmadığı yönünde araştırma yapılması, mera olarak sınırlandırılan bir yer ise davanın mülkiyetin tespiti davası olarak çözüme kavuşturulması gereğine değinilerek hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Dosya içeriğine göre taşınmazın dava tarihinden sonra Mera Komisyon kararı ile mera olarak sınırlandırıldığı anlaşılmaktadır. Bozma kararında belirtildiği üzere (B) harfi ile belirtilen bölümün mülkiyetinin davacıya ait olduğunun tespitine karar verilmesi gerekirken, bu bölüm yönünden davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.
V. SONUÇ:
Yukarıda açıklanan nedenlerle; davacı vekili, davalı Hazine vekili ve davalı ... vekilinin temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulüne, 6100 sayılı HMK'nın geçici 3. maddesi yollaması ile 1086 sayılı HUMK.'un 428. maddesi gereğince hükmün BOZULMASINA, Hazine vekili ve Dulkadiroğlu Belediye Başkanlığı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, davacı ve davalı ... tarafından yatırılan harcın istek halinde iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 26/12/2022 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.
-MUHALEFET ŞERHİ-
Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713/1.maddesi gereğince açılmış zilyetliğe dayalı tescil davasıdır.
Mahkemece kısmen davacı lehine hüküm kurulmuş, ne var ki yargılama giderleri ve bunlardan olan karar ve ilam harcının davacıdan alınmasına, her iki taraf lehine vekalet ücretine karar verilmiştir.
Yargılama giderleri davalılarca temyize getirilmiştir.
Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık; temyize getirilmemekle birlikte, resen nazara alınması gereken karar ve ilam harcının davacıdan alınıp alınamayacağı, buradan hareketle davacı tarafından peşin yatırılan harcın iadesinin mümkün olup olmadığı, temyiz konusu yapılan vekalet ücreti takdirinin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle çözümlenmesi gereken husus, temyiz konusu yapılmayan karar ve ilam harcının kimden alınacağı, yargılama giderlerinden kimin sorumlu olacağı hususudur.
Anayasa’nın 35. maddesinin birinci fıkrasında mülkiyet ve miras hakları güvence altına alınmış, ikinci fıkrasında ise “Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.” denilmek suretiyle mülkiyet hakkının ancak kanunla sınırlanabileceğine vurgu yapılmıştır.
Anayasa’nın 36. maddesinde de “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmüne yer verilmek suretiyle hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı anayasal koruma altına alınmıştır.
Anayasa’nın 13. maddesinin birinci cümlesinde ise “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.” denilmiştir.
Buna göre diğer şartlar bulunsa bile temel hak ve hürriyetlere ancak kanunla sınırlama getirilebilir. Bir başka ifadeyle kanun dışındaki bir norm veya yargı içtihadıyla temel hak ve özgürlüklere sınırlama getirilmesi mümkün değildir.
Öte yandan yargı harçları 492 sayılı Harçlar Kanunu’nda düzenlenmiş ve kamu düzeninden olması nedeniyle harca ilişkin hükümlerin resen uygulanacağı kabul edilmiştir. Bu nedenle harca ilişkin hususların resen ele alınabileceği hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Harçlardan kimin sorumlu olacağı hususu ise -yargılama giderleri, yargılama usulüne ilişkin bir konu olduğundan- 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda kapsamlı bir şekilde düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un 323. maddesinde harçlar yargılama giderlerinden sayılırken, 326. maddesinin (1) numaralı fıkrasında açıkça “Kanunda yazılı haller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.” denilmek suretiyle yargılama giderleri ve bunlardan olan yargı harçlarından kimin sorumlu olacağı tereddüde yer vermeyecek şekilde hüküm altına alınmıştır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1. maddesi ise şöyledir:
“Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.
Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hâkim, örf ve âdet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir.
Hâkim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.”
Buna göre Kanun’da hâkimin hukukun kaynaklarını belirlerken hangi sıralamayı izleyeceği açıkça kurala bağlanmış olup Kanun’un sözüyle ve özüyle değindiği herhangi bir konuda Kanun’un emrettiği hüküm dışında bir uygulama yapılması mümkün değildir. Hâkim ancak Kanun’da uygulanabilir bir hüküm yoksa anılan maddede belirtilen diğer kaynaklara başvurabilir.
Somut olay anılan anayasal ve yasal kurallar çerçevesinde ele alındığında, zilyetliğe dayalı tescil davasında, davacı birey, davalı ise Hazine ve Belediyedir. Davalının Hazine veya kamu kurumu olması, kanunda açık bir hüküm bulunmadıkça yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınması kuralına istisna teşkil etmeyecektir.
Bilindiği üzere Hazine, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 13/j maddesi ile yargı harçlarından muaf tutulmuştur. Davalı ... ise harçlardan muaf değildir. Böyle bir durumda, yani davalının harçtan muaf olması ve davanın da davacı lehine sonuçlanması halinde karar ve ilam harcının mutlak bir şekilde alınması gerekip gerekmeyeceği ve alınacaksa kimden alınacağı sorularının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Yasa koyucu, tereddüde yer vermeyecek şekilde yargılama giderlerinden kimin sorumlu olacağını düzenlemiştir. Yine yasa koyucu genel ilke gereğince yargılama giderlerinden sorumlu olan tarafı harçtan muaf tutmuş ise, bu husus harcın diğer taraftan alınacağı şeklinde yorumlanamaz. Bu çerçevede Hazineye karşı açılan davada davacının haklı çıkması durumunda bakiye karar ve ilam harcı davalıdan hiç alınmamalıdır. Ancak davasında haklı çıkan davacı tarafından peşin yatırılan karar ve ilam harcı kendisine iade edilmelidir. Nitekim Hazinenin davalı olduğu tapu iptal – tescil davalarında yerleşik uygulama bu şekildedir. Hazine aleyhine açılan tapu iptal – tescil davasında Hazinenin harçtan muaf olması gerekçesiyle karar ve ilam harcı hiç alınmazken tescil davasında haklı çıkan davacının harçtan sorumlu tutulmasının hiçbir yasal dayanağı bulunmamaktadır. Yasa koyucu dileseydi 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 36/A maddesinde olduğu gibi, bu hususta da genel uygulamadan ayrılan bir düzenlemeye yer verebilirdi.
Sayın çoğunluğun görüşünün dayanağını yerleşmiş Yargıtay içtihatları oluşturmaktadır. Yargıtay uzun yıllara sari içtihadında tescil davalarında yargılama giderlerini davasında haklı çıkmasına rağmen davacı üzerinde bırakmış, bu çerçevede yargı harçlarını da davacıya yüklemiştir. Ne var ki, hiçbir Yargıtay kararında yasal bir dayanak gösterilememiş, davalının “yasal hasım” olması gerekçe yapılmıştır. Yukarıda da belirtildiği üzere bir Kanun’un sözüyle değindiği herhangi bir konuda Kanun’un emrettiği hüküm dışında bir uygulama yapılması mümkün değildir. Hâkim ancak Kanun’da uygulanabilir bir hüküm yoksa 4721 sayılı Kanun’un 1. maddesinde belirtilen diğer kaynaklara başvurabilir. 6100 sayılı Kanun’un 326. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da açıkça “ Kanunda yazılı haller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.” denildiğine ve bu hususta Kanun’da bir boşluk veya tescil davaları yönünden bir istisnaya yer verilmediğine göre bu hususta yargı içtihadıyla Kanun’un açık hükmüne aykırı bir uygulama yapılması mümkün değildir. ¹
Öte yandan yukarıda da belirtildiği üzere temel hak ve özgürlüklere ancak kanunla sınırlama getirilebilir. Davasından haklı çıkan kişiden yargı harcı alınmasının gerek mülkiyet gerek ise mahkemeye erişim hakkına getirilen bir sınırlama niteliği taşıdığı açıktır. Sayın çoğunluğun görüşü kabul edildiğinde anılan haklara kanunla değil yargı içtihadıyla sınırlama getirilmiş olmaktadır. Bu ise Anayasa’nın 13., 35. ve 36. maddelerine aykırı olarak mülkiyet ve mahkemeye erişim haklarına sınırlama getirilmesine neden olmaktadır.
Tartışılması gereken bir başka husus da “yasal hasım” meselesidir. Özellikle yasal hasımın ne olduğu ve yasal hasım olunmasının davalıya bir üstünlük sağlayıp sağlamadığının ele alınması gerekir. Bilindiği üzere, bazen gerçekte hasım olmamasına rağmen özellikle mahkemelerin kararlarının denetime açılabilmesi, davanın kanun yoluna taşınabilmesi için Hazinenin taraf gösterilmesi veya temsilcisi bulunmayan mal varlığına kayyım atanması ve davanın kayyım huzurunda görülerek bu mahsurların ortadan kaldırılması yoluna gidilebilmektedir. Ne var ki böyle de olsa bir davada Hazine veya diğer kamu kurum ve kuruluşları davalı olarak yer almışsa, sıfatı ne olursa olsun artık davalıdır. Hukuk devleti ilkesi gereğince kural olarak davanın tarafları arasında haklı bir neden olmaksızın bir ayrıcalık yaratılamaz. Sayın çoğunluk davacının davasının kabulü halinde, davalının yasal hasım olması nedeniyle yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılması gerektiğini değerlendirirken, davanın reddi halinde davalı yasal hasım lehine vekalet ücreti başta olmak üzere yargılama giderlerine hükmedilmesi gerektiğini kabul etmektedirler.
Anayasal bağlamda meşru bir amaca dayalı kanuni bir hüküm olmaksızın taraflara farklı muamelede bulunulması düşünülemez. Somut uyuşmazlıkta davacının talebinin bir kısmı kabul edilirken, bir kısmı ise reddedilmesine rağmen, davalı lehine vekâlet ücreti takdir edilmiş, davacı lehine ise vekâlet ücreti verilmemiştir. Dolayısıyla aynı dava dosyasında makul bir yasal dayanak bulunmaksızın tarafların farklı muameleye tabi kılınması söz konusu olmuştur ki bunun kabul edilmesi mümkün değildir. (Ne var ki davacı taraf bu hususu temyiz sebebi yapmamıştır. Bu nedenle söz konusu yanlışlığa işaret edilmekle yetinilmiştir.)
4721 sayılı Kanun’un 713/3. maddesinde tescil davasının Hazineye ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapu maliki gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılacağı belirtilmiştir. Yargıtay uygulamalarında taşınmaz tapusuz ise dava, tescil davası, tapulu ise tapu iptal tescil davası olarak nitelendirilmektedir. Tapu iptal- tescil davalarında yargılama giderleri yasaya uygun olarak haksız çıkan taraftan alınırken tescil davasında davacı üzerinde bırakılmaktadır. Aynı yasa maddesinin aynı fıkrasında düzenlenen davalılar arasında yargılama giderleri açısından ayrı uygulama yapılması da doğru değildir. Davalının kim olacağının yasada gösterilmiş olması, bu davalının yargılama giderlerinden muaf olacağı şeklinde yorumlanamaz.
Yine sayın çoğunluğun adeta “tescil davalarında davacı zaten karşılıksız olarak taşınmaz edinmekte, hiç olmazsa yargılama giderlerini ödesinler” tarzında bir yaklaşımla gerekçe oluşturduğu anlaşılmaktadır ki bu görüşe katılmak mümkün değildir. Eğer mahkeme davacının davasını kazanma yönündeki hukuki koşulların oluşmadığını düşünüyorsa hiç şüphesiz davayı reddetmelidir. Hem davayı kabul edip, hem de yargılama giderlerini davacı üzerinde bırakmak Kanun’un açık hükmüyle çelişmektedir.
Öte yandan sayın çoğunluk davalının yasal hasım olması nedeniyle yargılama giderleri ve bunlardan olan harcın ilk derece mahkemesince davacıdan alınmasının doğru olduğunu düşündüğüne göre, bunun tutarlı bir sonucu olarak davalı hazine tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine, istinaf talebi reddedildiğinde de davacıdan istinaf ret harcının, bunun devamında da yine Hazinenin temyiz başvurusu reddedilerek kararın onanması halinde de davacıdan onama harcının alınması gerektiğini kabul etmeleri gerekir. Zira davalı Hazine yasal hasımdır ve davalı harçtan muaftır, o halde davalıdan alınamayan yargı harçları davacıdan alınmalıdır. Böyle bir uygulamayı kabul etmek hukuken mümkün görünmemektedir. Yargılama giderleri bir bütündür. Yargılama giderlerinden sorumluluk bakımından aksine bir düzenleme bulunmadıkça bir dava ilk derece mahkemesinde hangi hükümlere tabiyse kanun yollarında da aynı hükümlere tabidir. İlk derece mahkemesinde alınmayan yargılama gideri aynı gerekçeyle istinaf ve temyiz kanun yollarında da alınmamalıdır.
Açıklanan nedenlerle davanın kısmen kabul edilmiş olduğu gözetilerek, tarafların temyiz sebepleri de nazara alınmak suretiyle davalı Hazinenin harçlardan muaf olması, davalı Belediyenin ise harçlardan muaf olmaması, harcın davacıdan alınmasının da doğru olmaması, diğer yandan dava kısmen kabul edildiğine göre yargılama giderlerinden olan vekalet ücretinin de HMK 326 gereği her iki taraf lehine hükmedilmesinin doğru olması nedeniyle bozmanın usul açısından sadece harç bakımından yapılması, işin esasına yönelik bozma gerekçesinde sayın çoğunluk ile bir ihtilaf bulunmadığı düşüncesiyle sayın çoğunluğun usule ilişkin bozma görüşüne katılmıyorum.
¹ Tescil davasını kaybeden Hazineden kanuni hasım olması nedeniyle yargılama giderlerinin alınmamasının hukuka aykırı olduğuna ilişkin aynı yöndeki görüş için bkz. Kuru, Baki (2001) Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt 5, 6. Baskı, Ankara, s. 5339.