"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi
KARAR : Kısmen Kabul - Ret
İLK DERECE MAHKEMESİ : Akyazı Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki kadastro öncesi nedene dayalı tapu iptali ve tescili davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davalı ... vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince kararın kaldırılması ve yeniden esas hakkında karar verilmesi suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle;kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı ... vekili, çekişmeli 108 ada 16 parsel, 131 ada 35 parsel, 131 ada 39 parsel, 131 ada 44 parsel, 131 ada 62 parsel, 116 ada 53 parsel ve 126 ada 87 parsel sayılı taşınmazların kadastro tespiti sırasında davacının kardeşi ...'ın oğlu davalı ... adına yazıldığını, oysa ki taşınmazların müşterek kök muris babası ... ...’tan intikal ettiğini bildirerek tapu kayıtlarının iptali ile davacının miras hissesi oranında tapuya tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde, dava konusu taşınmazların kök muristen gelen bölümlerinin muris tarafından davalının babası ...’a bırakıldığı, adı geçenden ise zilyetliğin teslimi suretiyle davalının devraldığını, bakiye taşınmazların ise davalı tarafından bizzat imar ve ihya suretiyle açıp kullanılan yerler olduğunu, bahsi geçen bu taşınmazların muris ile bir ilgisinin olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararında, dava konusu taşınmazların muris ...'dan kaldığı, bazı taşınmazların ise sonradan imar ihya suretiyle bizzat davalı ve babası tarafından kazanılan bölümlerinin olduğu, taşınmazların 1/2 hissesinin davacı, 1/2 hissesinin ise davalıya ait olduğu, ancak sonradan taşınmaza eklenen kısımların imar ihya kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, bu bölümlerin davalıya ait olduğu kanaatine varılarak davanın kısmen kabulü ile,
1- Dava konusu 126 ada 87 nolu parsel sayılı taşınmazın 1/2 hissesinin davacı, 1/2 hissesinin ise davalı adına,
2- Dava konusu 108 ada 16 nolu parsel sayılı taşınmazın 957,11 metrekare yüz ölçümündeki kısmının davacı, 4050,75 metrekare yüz ölçümündeki kısmının ise davalı adına,
3- Dava konusu 131 ada 35 nolu parsel sayılı taşınmazın 370,56 metrekare yüz ölçümündeki kısmının davacı, 597,31 metrekare yüz ölçümündeki kısmının ise davalı adına,
4- Dava konusu 131 ada 39 nolu parsel sayılı taşınmazın 1/2 hissesinin davacı, 1/2 hissesinin ise davalı adına,
5- Dava konusu 131 ada 44 nolu parsel sayılı taşınmazın 829,55 metrekare yüz ölçümündeki kısmının davacı, 965,05 metrekare yüz ölçümündeki kısmının ise davalı adına,
6- Dava konusu 131 ada 62 nolu parsel sayılı taşınmazın 861,45 metrekare yüz ölçümündeki kısmının davacı, 1.376,70 metrekare yüz ölçümündeki kısmının ise davalı adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı ... vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. İstinaf Sebepleri
Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle, dava konusu taşınmazların davacı ve davalıya miras yolu ile intikal ettiği hususunun gerçeği yansıtmadığını, tapusuz bir taşınmazın miras yolu ile intikal etmesinin hukuken mümkün olmadığını, kök murisin 1970 yılında öldüğünü, çekişmeli taşınmazların o tarihten sonra öncelikle davalının babasının zilyetliğine geçtiği, 1994 yılından itibaren ise davalının ilave yerleri imar ve ihya etmek suretiyle taşınmazların yüz ölçümünü genişlettiği, davalı yararına zilyetlikle iktisap koşullarının oluştuğu, bu nedenle miras yolu ile davacı yana intikal eden bir hakkın söz konusu olmadığını, öte yandan kök muristen gelen bölümler yönünden ise davalının zilyetliği teslim aldığı babası Rafet'in taşınmazlar üzerinde malik sıfatıyla kanunda aranan süre boyunca zilyet olduğu, yapılan yargılama sırasında dava konusu taşınmazların üzerinde bulunan muhdesatlarla birlikte değerlendirildiklerini, davacının iddiasının zeminin mülkiyetine yönelik olduğunu, dava değerinin hesaplanması ve bu değer üzerinden ödenen harç miktarı ve ayrıca davacı yan lehine hükmedilen vekalet ücretinin maddi gerçeğe ve hakkaniyete uygun olmadığını bildirerek kararın kaldırılması suretiyle davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
C. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile davalı ... adına tapuya kayıtlı dava konusu taşınmazların kök muris ... ...'tan kaldığı bildirildiğine, murisin davacıdan başka ... isimli mirasçısı bulunduğuna, dava dilekçesindeki açıklamalar nazara alındığında taksim olgusuna dayanılmadığına ve davalı ...'ın kök murisin terekesi yönünden mirasçı sıfatı bulunmadığına göre, yerel mahkemece terekeye karşı 3. kişi aleyhine bir mirasçının adına tescil istemiyle açtığı davanın aktif husumete ilişkin dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde kısmen kabulüne karar verilmesinin doğru olmadığı belirtilerek, davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile, Akyazı Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 13/12/2016 tarihli ve 2015/466 Esas 2016/770 Karar sayılı kararının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 353/1-b.2 maddesi gereğince kaldırılmasına yeniden hüküm suretiyle davanın dava şartı yokluğundan ...nın 114. ve 115. maddeleri uyarınca usulden reddine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı ... vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili temyiz dilekçesinde, kararın usul ve yasaya aykırı olduğu, kök muristen gelen çekişmeli taşınmazların kadastro sırasında davalı ... adına tespit ve tescil edildiği, eldeki davada kök muris ...'nın davacı ... ve davalının babası Rafet dışında başkaca mirasçısının bulunmadığı, bizzat mal kaçırma kastı ile hareket edip davalı ile el ve işbirliği içerisinde olan ve çekişmeli taşınmazları davalı oğlu ... adına tespit ve tescil ettiren Rafet'in davacı tarafından açılmış davaya katılmasının yahut muvafakat etmesinin mümkün olmadığı, davacının tereke adına hareket etmediği ve miras payını talep ettiği bu nedenle hissesi oranında dava açmasının mümkün olduğu, kanunun yanlış yorumlandığını belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir.
C. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık kadastro öncesi nedene dayalı tapu iptali ve tescili istemine ilişkindir
2. İlgili Hukuk
4721 sayılı ... Medeni Kanunu'nun (TMK) “Miras ortaklığı” başlıklı 640. maddesinde;
“Birden çok mirasçı bulunması halinde, mirasın geçmesiyle birlikte paylaşmaya kadar, mirasçılar arasında terekedeki bütün hak ve borçları kapsayan bir ortaklık meydana gelir.
Mirasçılar terekeye elbirliğiyle sahip olurlar ve sözleşme veya kanundan ... temsil ya da yönetim yetkisi saklı kalmak üzere, terekeye ait bütün haklar üzerinde birlikte tasarruf ederler.
Mirasçılardan birinin istemi üzerine sulh mahkemesi, miras ortaklığına paylaşmaya kadar bir temsilci atayabilir.
Mirasçılardan her biri, terekedeki hakların korunmasını isteyebilir. Sağlanan korumadan mirasçıların hepsi yararlanır…” hükmü öngörülmüştür.
Tereke (miras ortaklığı) TMK'nın 701 ve devam eden maddeleri uyarınca elbirliği (iştirak) mülkiyetine tâbidir. Elbirliği mülkiyeti, yasa veya yasada gösterilen sözleşmeler uyarınca, aralarında ortaklık bağı bulunan kişilerin, bu ortaklık nedeniyle bir mala veya hakka birlikte malik olmaları durumudur. TMK'nın 702/2. maddesi, “Kanunda veya sözleşmede aksine bir hüküm bulunmadıkça, gerek yönetim, gerek tasarruf işlemleri için ortakların oybirliğiyle karar vermeleri gerekir” hükmünü taşımaktadır. Ne var ki bu kural, uygulamada yumuşatılarak, Yargıtay Büyük Genel Kurulunun 11.10.1982 tarihli ve 1982/3-2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla, bir ortağın tek başına dava açabileceği; ancak, davaya devam edebilmesi için öteki ortakların olurlarının alınması veya miras şirketine atanacak temsilci aracılığıyla davanın sürdürülmesi gerektiği kabul edilmiştir.
TMK'nın 702/2. maddesinde sözü edilen terekeye ait haklar üzerinde tasarruf söz konusu ise, ortakların oybirliği ile karar vermeleri maddenin açık hükmü gereği olduğundan, tasarruf işlemi niteliğindeki tapu iptali ve tescil davasının tüm mirasçılar tarafından birlikte açılması veya terekeye temsilci atanması ve bu yolla davanın yürütülmesi gerekir. Bir mirasçı tüm mirasçılar adına tek başına dava açabilirse de, böyle bir davayı yalnız başına yürütemez. Bu durumda davanın hemen reddedilmeyip, diğer mirasçıların davaya katılımlarının veya muvafakatlerinin sağlanması ya da terekeye temsilci atanması için davacıya uygun süre verilmesi gerekmektedir. Ne var ki, dava halefiyet esasına göre tereke adına değil de kendi miras payı için açılmış ise tüm mirasçıların onayının alınmasına gerek bulunmamaktadır. Bir ya da bir kısım mirasçı terekeye ait bir mal veya alacaktan yalnız kendi payına düşen kısım için yalnız kendi adına dava açarsa, bu dava dinlenemeyecektir. Böyle bir dava diğer mirasçıların paylarını kapsamadığından ve aynı zamanda onlar adına da açılmadığından, davaya diğer mirasçıların katılmasına (icazet vermesine) olanak yoktur. Diğer bir anlatımla, öteki mirasçıların davaya katılmalarının sağlanması veya yöntemine uygun biçimde muvafakatlerinin alınması, ya da miras ortaklığına bir mümessil tayin edilerek onun huzuru ile davaya devam edilmesi mümkün değildir ve davanın reddi gerekir. Aynı nedenle, tereke temsilcisi de, bir mirasçının yalnız kendi payı için açmış olduğu davaya icazet verip davayı devam ettiremez. Yargıtay’ın yerleşik uygulaması ve öğretinin görüşü bu yöndedir (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı 2001, C.1, s. 984 vd Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 16.03.2021 tarihli ve 2017/16-465 E.,2021/262 K. sayılı kararı).
3. Değerlendirme
1.Bölge adliye mahkemelerinin nihai kararlarının bozulması 6100 sayılı Kanun'un 371 ... maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
2. Temyizen incelenen karar, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dava şartlarına, yargılama ve ispat kuralları ile kararda belirtilen gerekçelere, aktif husumet ehliyeti bulunmadığından davanın usulden reddinin isabetli olduğunun anlaşılmasına göre incelenen karar usul ve kanuna uygun olup davacı vekilince temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
VI. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı Kanun'un 370 ... maddesinin birinci fıkrası uyarınca ONANMASINA,
Aşağıda yazılı 125,50 TL bakiye onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, dosyanın İlk Derece Mahkemesine,
Kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
12.01.2023 tarihinde kesin olmak üzere oy çokluğuyla karar verildi.
-MUHALEFET ŞERHİ-
Dava, kadastro öncesi sebebe dayalı asliye hukuk mahkemesinde açılmış tapu iptal-tescil davasıdır.
Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık, temyiz incelemesine konu kararın değer itibariyle verildiği anda kesin olup olmadığı, bir başka ifadeyle temyiz incelemesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Temyize ilişkin hükümler 6100 sayılı HMK da düzenlendiğine göre aynı yasanın 448. maddesi “Zaman bakımından uygulanma” başlığıyla “ Bu kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır.” demektedir.
Diğer yandan 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun Ek madde 6 ise “…kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar …..miktar veya değerine bakılmaksızın 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabilir.” şeklindedir. Söz konusu bu düzenleme 22.07.2020 tarihli 7251 sayılı Yasa'nın 53. maddesi ile getirilmiştir. Yürürlük tarihi ise 28.07.2020 dir.
6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesi ise “Bölge adliye mahkemelerinin …göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur…” şeklinde düzenlenmiştir.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/2. maddesi ise “ miktar veya değeri birmilyar lirayı geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” demek suretiyle gayrımenkullere ilişkin uyuşmazlıklarda değere bakılmaksızın temyiz yolunun açık olduğu belirtilmiştir.
HMK’nın Temyiz Edilemeyen Kararlar başlıklı 362. maddesinin 1-a bendi ise “Miktar veya değeri kırk bin ... Lirasını (bu tutar dahil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar.” demek suretiyle temyiz sınırını belirlemiştir. Bu miktarın her yıl yeniden değerleme suretiyle arttırıldığı izahtan varestedir.
Bölge adliye mahkemeleri ise bilindiği üzere 20.07 2016 tarihinde faaliyete başlamıştır.
Bu yasal düzenlemeler karşısında çözümlenmesi gereken husus; Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği 20.07. 2016 ile Kadastro Yasası'nın ek 6. maddesinin yürürlüğe girdiği 28.07.2020 tarihi arasında hüküm altına alınan ve miktar itibariyle verildiği anda yasa yolu kapalı olan uyuşmazlıklar açısından ek 6. maddenin uygulanıp uygulanmayacağı, bir başka ifade ile verildiği anda kesin olan bu kararlara karşı temyiz yolunun mümkün olup olmadığı hususudur.
Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği tarihten sonra 1086 sayılı HUMK’un 427/2 maddesinin uygulanmasının mümkün olmadığı yine 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesinin açık hükmüdür. 6100 sayılı Yasada temyiz sınırı için gayrımenkuller açısından bir ayrım yapılmamıştır.
3402 sayılı Yasa'nın ek 6. maddesinin geriye yürüyeceğine dair herhangi bir düzenleme de bulunmamaktadır. Genel kural, özel hukuk yargılamasına ilişkin kanun hükümlerinin yürürlük tarihinden sonra sonuç doğurmasıdır.
Verildiği anda değer itibariyle istinaf veya temyiz sınırının altında kalan kararların o anda kesinleştiğinde ise şüphe yoktur. Bir kararın kesinleşmesi, ya verildiği anda miktar itibariyle kanun yoluna kapalı olması, veya kanunda açıkça kesin olduğunun belirtilmesi nedeniyle, ya da kanun yolları tüketilmek suretiyle olur. Verildiği anda kesin olan hüküm bakımından artık yargılama bitmiştir. Yargılama süreci biten bir uyuşmazlık için temyiz incelemesi mümkün değildir. Kesinlik, yargılamanın devamına engel bir durumdur. Hüküm verildiği anda kesin olduğu için artık tamamlanmış bir usulü işlem söz konusudur. Bu nedenle HMK'nın 448.maddesi gereğince Kadastro Kanunu’nun ek 6. maddesinin tamamlanmış işlemlere uygulanması mümkün değildir. Ayrıca kesin olan bu kararın, lehine olan taraf bakımından usulü kazanılmış hak doğuracağı da unutulmamalıdır. Usulü kazanılmış hak ilkesi kamu düzeninden olup usul hukukunun en önemli ilkelerinden biridir.
Prof. Dr. ... KURU “ Miktar veya değeri temyiz (kesinlik) sınırını geçmeyen menkul (taşınır) mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” (HUMK hükümlerine göre) derken Hukuk Muhakemeleri Usulü 2001 Altıncı baskı 4981.sayfasında “ Kanundan ötürü verildiği anda kesin olan bir karar temyiz edilirse, temyiz talebi (esasına girilmeden) mesmu olmadığından dolayı reddedilir. Fakat, Yargıtay, böyle bir (kesin) kararı yanlışlıkla bozarsa, bu bozma kararı ve mahkemenin bundan sonra yaptığı işlemler geçersizdir (yok sayılır)” demektedir.
Somut uyuşmazlığa gelince, keşfen belirlenen dava konusu taşınmaz değerinin (28.864.TL) karar tarihi itibariyle temyiz kesinlik sınırının (72.070TL) altında kaldığı anlaşılmaktadır. Esasen bu nedenle Bölge Adliye Mahkemesi tarafından temyiz dilekçesinin değerden reddi yönünde ek karar verilmesi gerekir ise de, 01.06.1990 tarih ve 3/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca Yargıtay tarafından da bir karar verilebilir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, eldeki dava bakımından temyiz dilekçesinin değerden REDDİNE karar verilmesi gerekirken işin esasına girilerek temyiz incelemesi yapılmasının doğru olmadığı düşüncesiyle sayın çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
-MUHALEFET ŞERHİ-
1. Dava kadastro öncesi sebebe dayalı tapu iptali ve tescil davasıdır.
2. Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık 7251 sayılı Kanun’un 53. maddesiyle 3402 sayılı Kadastro Kanunu’na eklenen ek 6. maddenin geriye yürütülüp yürütülemeyeceği ve buradan hareketle verildiği anda kesin olan hükmün temyiz incelemesinin yapılıp yapılamayacağı noktasında toplanmaktadır.
3. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet ... güvence altına alınmıştır. Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre mülkiyet ... “ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını” kapsamaktadır (AYM, E.2022/105, K.2023/54, 22/03/2023, §19).
4. Anayasa’nın 36. maddesinde ise ... yargılanma hakkına yer verilmiştir. ... yargılanma ... kapsamında kalan kesin hükme saygı ilkesi “kesinleşmiş bir mahkeme hükmüyle bireylere tanınan statüye (hak ve borçlara) hukuk düzenince istisnai durumlar dışında müdahale edilmemesini gerekli kılar (... Altın [GK], B. No: 2018/10018, 27/10/2021, § 63). Bu çerçevede “kesin hükme saygı (res judicata) ve kesin hükmün bağlayıcı olması, hükmü veren mahkeme de dâhil diğer bütün mahkemelerin ve diğer ilgili kurumların bu kararla bağlı olması anlamına gelir. Yargının verdiği ve bağlayıcı olan kesin hüküm, zarar gören taraflardan biri açısından işlevsiz duruma getirilmişse ... yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin bir anlamı kalmayacaktır (... Altın [GK], B. No: 2018/10018, 27/10/2021, § 58; ... İnşaat Tic. Ltd. Şti., B. No: 2013/1313, 26/2/2015, §§ 53, 54; Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 65).
5. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre de kesin hükme saygı ... yargılanma hakkının güvencesi kapsamında kalmakta olup nihai mahkeme kararlarının yeniden gözden geçirilememesi ve sorgulanamaması gerekir (Brumarescu/Romanya [BD], B. No: 28342/95, 28/10/1999, § 61; Ryabykh/Rusya, B. No: 52854/99, 24/7/2003, § 52).
6. Öte yandan hukuk devleti ilkesi uyarınca kanun hükümleri kural olarak yürürlüğünden sonraki olay ve olgulara uygulanabilir.
7. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 362. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca miktar veya değeri kırk bin ... Lirasını (bu tutar dâhil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar kesin olup bunlara ilişkin temyiz yoluna başvurulamaz.
8. Ancak 7251 sayılı Kanun’un 53. maddesiyle 3402 sayılı Kadastro Kanunu’na eklenen ek 6. maddesinde şu hükme yer verilmiştir: “Kadastro mahkemesinin veya otuz günlük askı ilan süresinden sonra, kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar ile orman kadastrosuna ilişkin davalarda bu mahkemelerce verilen kararlara karşı, miktar veya değere bakılmaksızın 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabilir.” Buna göre anılan hükümle birlikte hükmün yürürlüğe girdiği tarihten sonraki davalarda kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda miktar ve değere bakılmaksızın kararın istinaf ve temyizi mümkün hale getirilmiştir. Ancak kanunda bunun geriye yürütülerek söz konusu hükmün yürürlük tarihi olan 28/7/2020 tarihinden önce kesinleşmiş olan davalara da uygulanabileceği yönünde bir kurala yer verilmemiştir.
9. Anılan bu anayasal hükümler ve ilkeler ile yasal düzenlemeler çerçevesinde somut olay incelendiğinde iki tarafı da özel kişi olan uyuşmazlıkla ilgili olarak İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin yukarıda anılan Kanun hükmünün yürürlüğe girmesinden önce 18/6/2020 tarihinde karar verdiği ve dava değerinin 2020 yılının temyiz kesinlik sınırı olan 72.070 TL’nin altında kaldığı görülmektedir. Bu çerçevede kararın verilmekle kesin ve 6100 sayılı Kanun’un 362. maddesi uyarınca temyiz edilemez bir karar olduğu anlaşılmaktadır.
10. Durum böyle iken Dairemizce kararın kesinlik sınırının altında kaldığı gerekçesiyle temyiz dilekçesinin reddine karar verilmesi gerekirken işin esasına girilerek inceleme yapılmasının belirtilen anayasal ve yasal hükümlere aykırı olduğu değerlendirilmektedir.
11. Değeri belli bir miktarın altında olan davalar yönünden daha önce bulunmayan temyiz imkanın yasanın yürürlüğünden sonraki davalar bakımından uygulanması hükmün denetlenmesinin talep hakkının kapsamının genişletilmesi bakımından olumlu bir gelişme olarak görülebilir. Ancak söz konusu hükmün geriye yürütülmesiyle ilgili bir hüküm dahi mevcut değil iken içtihat yoluyla söz konusu kanun hükmünün kesinleşmiş hukuki statüleri de etkileyecek şekilde geriye yürütülmesi ... yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak kesin hükme saygı gösterilmesi ilkesini açıkça zedeleyecektir.
12. Diğer taraftan yorum yoluyla söz konusu kanun hükmünün geriye yürütülerek kesin hükmün ortadan kaldırılması, lehine hüküm kesinleşmiş olan hak sahiplerinin mülkiyet hakkının da hukuki güvenliğe aykırı olarak öngörülemez bir şekilde ihlal edilmesine yol açacaktır.
13. Açıklanan nedenlerle temyiz dilekçesinin kararın kesin olması nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken işin esasına girilerek temyiz incelemesi yapılmasının doğru olmadığı düşüncesiyle Sayın Çoğunluğun kararına iştirak edemiyorum.