Logo

1. Hukuk Dairesi2021/5600 E. 2023/480 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Kadastro çalışmaları sonucu Hazine adına tescil edilen taşınmazın davacı tarafından tapu iptali ve tescil davası açılması üzerine davacının aktif dava ehliyetinin bulunup bulunmadığına ilişkin uyuşmazlık.

Gerekçe ve Sonuç: Davacının, taşınmazın mülkiyetinin babasına ait olduğu ve kendisine intikal etmediği, dolayısıyla davacıya aktif dava ehliyeti sağlayan bir hukuki ilişkinin bulunmadığı gözetilerek, yerel mahkemenin davanın reddine ilişkin kararının onanmasına karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davasında bozma ilamına uyularak yeniden yapılan yargılama sonucunda; aktif husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine ilişkin verilen karar, süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmekle; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı, kadastro çalışmaları sırasında Hazine adına tespit ve tescil edilen 118 ada 1 sayılı parselin dilekçeye ekli krokide gösterilen kısmının, dedesinden babasına, ondan da kendisine intikal ettiğini, taşınmazda aralıksız çekişmesiz 100 yılı aşkın zilyetliğin bulunduğunu ileri sürerek tapu kaydının iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiş, yargılama sırasında ölümü üzerine mirasçıları davaya devam etmişlerdir.

II. CEVAP

Davalı Hazine vekili, davanın reddini savunmuştur.

III. MAHKEMENİN İLK KARARI

Şirvan Asliye Hukuk Mahkemesinin 16/10/2012 tarihli 2011/303 Esas, 2012/415 Karar sayılı kararıyla; davanın kabulü ile Hazine adına kayıtlı 118 ada 1 sayılı parsel içerisinde teknik bilirkişi tarafından düzenlenen 06.04.2012 tarihli rapor ve krokisinde (A) harfiyle gösterilen kısım bakımından tapu kaydının iptali ile davacı adına tesciline karar verilmiştir.

IV. TEMYİZ

1.Temyiz Yoluna Başvuranlar

Yukarıda belirtilen karara karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Bozma Kararı

Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 13/01/2014 tarihli 2013/1931 Esas, 2014/54 Karar sayılı kararıyla; “Dava konusu yer davacının dedesinden babasına, babasından da kendisine geçtiği ve intikal şekli konusunda herhangi bir bilginin de elde edilemediği anlaşıldığına göre dededen intikal eden taşınmazın 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 701 ve 702. maddeleri gereğince elbirliği mülkiyet hükümlerine tabi olduğunun kabulü gerekir. Elbirliği mülkiyetinde, mirasçıların belirlenmiş payları olmayıp, her birinin payı tescili istenen taşınmazın tamamı üzerinde söz konusudur. TMK'nun 702. maddesi gereğince, tasarrufi işlemlerde oybirliği aranır. Davada bir tasarrufi işlem olup, tüm mirasçıların birlikte üçüncü kişilere karşı dava açmaları zorunludur. Davacı vekilleri dava dilekçelerinde, dilekçeye ekli krokide işaretlenen kısmın vekil edeni adına iptal ve tescile karar verilmesini istemişlerdir. Tereke adına yani murisin tüm mirasçıları adına iptal ve tescil isteğinde bulunmadıklarına göre kural olarak, başka mirasçıların bulunması halinde bir davacının terekeye dahil bir taşınmaz için tek başına üçüncü kişilere karşı dava açma aktif sıfat ve hukuki ehliyeti bulunmamaktadır. Bu nedenle, öncelikle taşınmazın kendisinden kaldığı iddia edilen dedeye ait veraset belgesinin alınması için davacıya süre ve imkan tanınmalıdır. Şayet, dededen kalan taşınmazlar tüm mirasçılarının katılımıyla yapılan paylaşım sonucu davacının babasına ve onunda terekesinin paylaşımı ile satış ya da bağışla davacıya intikal etmiş ise, davanın bulunduğu bu haliyle yürütülmesi ve aşağıda belirtilecek eksikliklerin yerine getirilmesi zorunludur. Dededen intikal eden taşınmazın paylaşılmadığı saptandığı takdirde terekenin elbirliği hükümlerine tabi olduğu ve alınacak veraset belgesine göre davacı dışında başka mirasçılarının da bulunduğu gözetilerek davacının da tek başına üçüncü kişilere karşı dava açma sıfat ve hukuki ehliyeti olmadığı gözönünde tutularak davanın reddine karar verilmesi düşünülmelidir. Mahkemece, kazanma koşulları ve süresinin davacı yararına oluştuğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş ise de, yapılan araştırma ve inceleme hüküm vermeye yeterli bulunmamaktadır. Yargılama tutanakları üzerinde yapılan incelemede; sadece bir yerel bilirkişi ile mahkemece alınan ara karar gereğince kendiliğinden çağırıp yargılama oturumunda dinlendiği iki tespit bilirkişisinin beyanı ile yetinilerek hüküm kurulduğu anlaşılmıştır. Zilyetlik maddi olaylardan olup, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 14/1. maddesi uyarınca yerel bilirkişi, tanık ve her türlü delille kanıtlanması mümkündür. Mahkemece, tarafların tanık ve delillerini bildirmeleri için kendilerine süre ve imkan tanınmadığı gibi (davacı taraf tanık deliline dayanmıştır) yerel bilirkişi listesinde üç kişi olduğu halde bir tek kişinin beyanı ile yetinilmesi de doğru değildir. Diğer iki bilirkişinin herhangi bir gerekçe gösterilmeden dinlenilmemesi de usule aykırıdır. Ayrıca, verilen keşif ara kararı da usul ve kanuna aykırı olup, tanıkların ne şekilde dinleneceği konusunda herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir. Bundan ayrı, genel mahkemelerde açılan davalarda taraflarca hazırlama kuralı geçerli olup, onların gösterdiği delillerle mahkeme bağlı olduğundan kendiliğinden, tarafların gösterdikleri tanık ve deliller dışında tespit bilirkişilerinin çağrılıp dinlenilmesi doğru görülmemiştir. Bu nedenle mahkemece, tarafların tanık ve delillerini bildirmeleri için kendilerine süre ve imkan tanınması, dava konusu 118 ada 1 sayılı parselin toplam 180046 m2 büyüklükte bir yer olduğu ve ham toprak niteliğiyle Hazine adına tespit ve tescil edildiği, bu bakımdan taşınmazın niteliği konusunda duraksama söz konusu olduğundan dava konusu parsele komşu 142 ,143,119/1,102/1 ve ayrıca Kadastro Müdürlüğünden getirtilecek birleşik pafta üzerinde belirlenecek diğer komşu ada ve parsele ait kadastro tutanakları ile bu parsellere revizyon gören tapu ve vergi kayıtları bulundukları yerlerden getirtilerek dosyaya eklenmesi, yeniden yapılacak keşifte teknik, yerel bilirkişi ve tanıklar aracılığıyla komşu kayıt ve belgelerin zemine uygulanması, dava konusu taşınmaz yönünü ne gösterdikleri üzerinde durulması, yerel bilirkişi ve tanıkların 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 243 ve 244. maddeleri gereğince davetiye ile keşif yerine çağrılmaları, davetiye ile gelmedikleri takdirde aynı Kanun'un 245. maddesinin gözetilmesi, uyuşmazlığın taşınmaza ilişkin bulunması nedeniyle yerel bilirkişi ve tanıkların keşif yerinde dinlenilmeleri, ham toprak niteliğiyle tespit ve tescil edilen taşınmazın ne şekilde davacıya intikal ettiği, dava konusu yerin imar ve ihyaya muhtaç yerlerden olup olmadığı, zilyetliğin başlangıç ve sürecinin yerel bilirkişi ve tanıklardan sorularak açıklığa kavuşturulması, davacının dedesinden babasına ve babasından da davacıya ne şekilde intikal ettiği, her ikisine ait terekenin tüm mirasçılarının katılımı ile yöntemine uygun bir biçimde paylaşılıp paylaşılmadığı, paylaşılmış ise dava konusu yerin davacıya düşüp düşmediği hususlarının hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde yerel bilirkişi ve tanıklara sorular yöneltilmek suretiyle tespit edilmesi, daha önce götürülmeyen başka bir ziraat mühendisi veya yüksek mühendis aracılığıyla tescili istenen taşınmaz bölümü ile çevresindeki taşınmazların toprak yapısı incelenmek suretiyle gerekçeli ve denetime açık raporun kendisinden ve teknik bilirkişiden istenmesi, paylaşım tarihi gözetilerek bu tarihten itibaren davacının bağımsız 20 yıllık zilyetliğinin dolmamış olması halinde, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 14. maddesi uyarınca muris ve tüm mirasçılar bakımından miktar araştırılmasının yapılması, ondan sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek bir karar verilmesi gerekirken, eksik araştırma ve inceleme ile hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır. Hüküm kurulurken tesciline karar verilen taşınmazın miktarı ve sınırları ile hangi harfler işaret edilmiş ise bunun da hüküm fıkrasında yazılması ve bu konuda TMK'nun 713/7. fıkrasının gözetilmesi gerekmektedir. Anılan fıkraya göre, rapor ve kroki kararın eki sayılır.” gerekçesiyle bozulmuş, bozma kararına karşı karar düzeltme yoluna başvurulmamıştır.

3. Mahkemesince Bozmaya Uyularak Verilen Karar

Şirvan Asliye Hukuk Mahkemesinin 21/04/2015 tarihli 2014/308 Esas, 2015/97 Karar sayılı kararıyla; davanın kısmen kabulüne, çekişmeli 118 ada 1 parsel sayılı taşınmazın 27.01.2015 tarihli ek fen bilirkişi raporunda (A), (D) ve (E) harfleri ile gösterilen bölümlerin Hazine adına olan tapu kaydının iptali ile davacılar adına tapuya tesciline karar verilmiştir.

4. Bozma Sonrası Mahkeme Kararına Karşı Temyiz Yoluna Başvuranlar

Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

5. İkinci Bozma Kararı

Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesinin 11/04/2018 tarihli 2015/20639 Esas, 2018/2557 Karar sayılı kararıyla; “...Mahkemece çekişmeli taşınmazın bilirkişi raporunda belirtilen temyize konu bölümlerinde davacı yararına mülk edinme koşullarının oluştuğu gerekçesi ile yazılı olduğu şekilde karar verilmişse de, varılan sonuç dosya kapsamına ve yasal düzenlemelere uygun düşmemektedir. Davacı, çekişmeli taşınmaz bölümlerinin dedesinden babasına ondan da kendisine intikalen geldiğini ve zilyetlikle edinme koşullarının lehine oluştuğunu ileri sürerek taşınmaz bölümlerinin adına tescili istemiyle dava açmıştır. Mahkemece yapılan keşifte dinlenen yerel bilirkişiler, çekişmeli taşınmaz bölümlerinin davacı ...'in dedesine ait iken taksimen babası ...'ya kaldığını, davacının da kardeşleriyle aralarında yaptıkları taksim sonucu taşınmaz bölümlerinin davacıya isabet ettiğini beyan etmişlerdir. Şu halde; taşınmaz bölümlerinin taksimen davacının babası ...'ya kaldığı sabittir. Ne var ki; dosyada bulunan veraset ilamına göre baba ... hayatta olup, sağ kişiye ait bir malın çocukları tarafından taksimi mümkün bulunmadığına ve davacı tarafça da çekişme konusu taşınmaz bölümlerinin babasından kendisine hibe ya da satın alma yoluyla kaldığı iddia ve ispat edilemediğine göre bu durumda davacının aktif dava ehliyeti bulunmamaktadır. Taraf ehliyeti dava koşullarından olup, davanın bu nedenle reddine karar verilmesi gerekirken davanın esasına girilerek yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir.” gerekçesiyle karar bozulmuş; davacılar vekilinin karar düzeltme istemi Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairenin 25.12.2018 tarih ve 2018/4539 E.,2018/8208 K.sayılı kararıyla reddedilmiştir.

6. Mahkemesince Bozmaya Uyularak Verilen Karar

Şirvan Asliye Hukuk Mahkemesinin 23/06/2020 tarihli 2019/347 Esas, 2020/381 Karar sayılı kararıyla; dosya içerisindeki veraset ilamına göre baba ...’nın dava tarihi itibariyle hayatta olup, sağ kişiye ait bir malın çocukları tarafından taksimi mümkün bulunmadığı, davacı tarafça çekişme konusu taşınmaz bölümlerinin babasından kendisine hibe ya da satın alma yoluyla kaldığı da iddia ve ispat edilemediği, davacının eldeki dava yönünden aktif husumet ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle, aktif husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.

7. Bozma Sonrası Mahkeme Kararına Karşı Temyiz Yoluna Başvuranlar

Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Temyiz Nedenleri

Davacılar vekili temyiz dilekçesinde özetle; dava dilekçesinde taşınmazın davacının babasının vefatıyla kendisine intikal ettiğine yönelik bir beyan bulunmadığını, taşınmazın davacıya dedesinden ve babasından kaldığının belirtilmiş olmasının nedeninin, taşınmazın öteden beri davacının tasarrufu altında bulunmasından kaynaklandığını, taşınmazın hibe yoluyla, davacı ...’a, babası ...’dan kaldığının, gerek dava dilekçelerinde, gerekse de dinlenen tanık beyanları ile anlaşıldığını, yargılama süresinde iki defa mahallinde keşif yapıldığını, ne davacının babasının, ne de kardeşlerinin taşınmaza ilişkin bir hak iddiasında bulunmadıklarını, taşınmazın babasının yaşlı olması nedeniyle davacıya hibe edildiğini, iddianın ispatlandığını, davanın kabulüne karar verilmesi gerektiğini belirterek kararın bozulmasını istemiştir.

9. Gerekçe

9.1. Uyuşmazlık, Hukuki Nitelendirme ve Vakıalar

Dava, kadastro öncesi sebeplere dayalı tapu iptali ve tescil davasıdır.

Kadastro sonucu; Şirvan ili Maden köyü çalışma alanında bulunan 118 ada 1 parsel sayılı 180.046,16 metrekare yüz ölçümündeki taşınmaz ham toprak vasfıyla Hazine adına tespit ve tescil edilmiştir.

9.2. İlgili Hukuk

9.2.1. TMK’nın 713/1. maddesi, "Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir."

9.2.2. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesi, "Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir."

9.2.3. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 17. maddesi, "Orman sayılmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz mallar 14 üncü maddedeki şartlar mevcut ise imar ve ihya edenler veya halefleri adına, aksi takdirde Hazine adına tespit edilir.” hükümlerini ihtiva etmektedir.

9.3. Değerlendirme

(IV/5.) numaralı paragrafta yer verilen ve hükmüne uyulan bozma kararında gösterildiği şekilde işlem yapılarak (IV/6.) no.lu paragraftaki gerekçeyle yazılı şekilde karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur.

V. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle; davacılar vekilinin yerinde bulunmayan temyiz itirazının reddiyle, usul ve yasaya ve bozma kararının gerekçelerine uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı 120,60 TL bakiye onama harcının temyiz eden davacılardan alınmasına, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 25/01/2023 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

-MUHALEFET ŞERHİ-

Dava kadastro öncesi sebebe dayalı tapu iptal tescil isteğine ilişkindir.

Mahkemece, bozma ilamı gereğince davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık; davacının kendi hakkına mı, yoksa murisinin hakkına mı dayandığı noktasındadır.

Öncelikle mahkeme tarafından bozma kararına uyularak verilen kararın taraflardan biri lehine usulü kazanılmış hak teşkil edip etmeyeceği tartışılmalıdır.

Bu husus Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2017/2620E, 2021/445 K sayılı ilamında tartışılmış,

“III. ÖN SORUN

13. Görüleceği gibi mahkemece davanın esastan reddini içeren önceki bozma kararına uyularak tesis olunan karar, Özel Dairece ilk bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulmuştur. Böyle olunca yerel mahkemece sonraki bozma kararına uyularak verilen hükmün temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılacağı kuşkusuz olmakla birlikte, yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce mahkemece birinci bozma kararına uyulmuş olması nedeniyle davalı Hazine yararına usulü kazanılmış hakkın doğup doğmadığı ön sorun olarak ele alınmıştır.

14. Öncelikle, usulü kazanılmış hak kavramı ile ilgili olarak şu açıklamaların yapılmasında yarar vardır.

15. Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (HUMK) ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (HMK) “usulü kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan ... ifade etmektedir.

16. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 04.02.1959 tarihli ve 1957/13 E., 1960/5 K. ve 09.05.1960 tarihli ve 1960/21 E., 1960/9 K. sayılı ilamlarında açıklandığı üzere, bir mahkemenin Yargıtay tarafından verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir; meğer ki, bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen durum uyarınca muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usulü kazanılmış hak yahut usule ait kazanılmış hak denilmektedir.

17. Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usulü kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır.

18. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 tarihli ve 1960/21 E., 1960/9 K. sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usulü kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır. Benzer şekilde; uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse usulü kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir.

19. Bu sayılanların dışında ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usulü kazanılmış haktan söz edilemez .

20. Usulî kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilmesi gerekir.

21. Öte yandan, 17.04.2013 tarihli ve 6460 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle 18.06.1927 tarihli 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 439. maddesinin beşinci fıkrasından ve 1086 sayılı Kanun’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun'un 16. maddesi ile değiştirilmeden önceki 429. maddesinin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkra; “Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır” hükmünü taşımaktadır.

22. Anılan hüküm ile Yargıtay Dairesinin iki bozma kararı arasındaki çelişkinin giderilmesi için temyiz inceleme yetkisi Hukuk Genel Kuruluna verilmiştir. Böylelikle aynı Yargıtay Dairesinin birbiriyle çelişen kararlarının Hukuk Genel Kurulunda incelenerek giderilmesi amaçlanmıştır. Bu düzenleme birinci veya ikinci bozma kararı lehine bir doğruluk veya kesinlik karinesi ihdas etmemekte olup, düzenleme nedeniyle somut olay ekseninde iki zıt bozma kararından hangisinin uygun olduğuna yahut bunların dışında başka bir çözüm seçeneğinin bulunup bulunmadığına üçüncü defa Özel Daire değil de Yargıtay Hukuk Genel Kurulu karar verebilecektir. Bu düzenleme, üçüncü kararların türlerine bakılmaksızın temyizen incelenmesi yönünden direnme kararlarındaki rejimi bu kararlara da bir tür teşmil etmektedir. Bu itibarla, HUMK’nın 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önceki 429. maddesine dördüncü fıkra olarak eklenen hükmün de esasında usulü müktesep hakkın istisnalarından birini oluşturduğu sonucuna varılmıştır.

23. Nitekim aynı hususlar Hukuk Genel Kurulunun 13.10.2020 tarihli ve 2017/11-2474 E., 2020/944 K. sayılı kararında da vurgulanmıştır.” Denilmek suretiyle usulü kazanılmış hak olmayacağı kabul edilmiştir.

Ayrıca 6100 sayılı HMK’nın 373/6.madesi de bu amaçla düzenlenmiştir.

İşin esasına gelince; Davacı, taşınmazın atalarından kaldığını belirtirken aynı zamanda kendi zilyetlik süresinin de fazlasıyla yeterli olduğunu ifade etmiştir. Davaya konu taşınmaz tanık beyanlarıyla da anlaşıldığı üzere yaklaşık 40 yıldır davacı tarafından kullanılmaktadır. Hak sahibi olduğunu iddia eden, davaya müdahil olan kimse de olmamıştır. Özellikle davacının babası tarafından bir talep yapılmamıştır. Hal böyle olunca davacının babasının veya dedesinin hakkına değil kendi hakkına dayandığı hayatın olağan akışına da uygundur.

Davacının kendi hakkına dayanması nedeniyle diğer mirasçılar adına da talepte bulunması işin niteliğine de aykırı olacaktır.

Açıklanan bu nedenlerle davacının davasının kabulü gerekirken davanın reddi yönündeki kararın onanmasına ilişkin çoğunluk kararına katılmıyorum.