"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 12. HUKUK DAİRESİ
İLK DERECE MAHKEMESİ : SAFRANBOLU 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İlk Derece Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin kararın davacı tereke temsilcisi tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından yapılan inceleme sonucunda başvurusunun esastan reddine ilişkin olarak verilen karar süresi içinde davacı tereke temsilcisi tarafından temyiz edilmekle, dosyadaki belgeler incelenip gereği görüşüldü.
I. DAVA
Davacı tereke temsilcisi dava dilekçesinde özetle; Murisi ...'nun terekesine temsilci olarak tayin edildiğini, murisinin kanun yoluyla Lozan ve Mübadele anlaşması gereğince Yunanistan'dan Safranbolu'ya göç ettirildiğini, murisin Yunanistan'daki taşınmazları karşılığında Safranbolu'dan 574 m2'lik .....'ya ait 81 numaralı malikhane ve diğer dava dışı taşınmazların Devlet tarafından verildiğini, zorunlu olarak 1924 yılında göç eden murisin 1944 yılında Adapazarı'na yerleştiğini, murisin ..... yerleşmesine rağmen Safranbolu'daki taşınmazlarını kullanmaya devam ettiğini, taşınmazın mülkiyetinin 1970'li yıllarda kadastro çalışmaları sırasında haksız olarak ...'a verildiğini, murise verilen 547 m2'lik taşınmazın davalı taşınmazı ile haksız olarak birleştirildiğini, taşınmazın en son malik ...'a satıldığını ve diğer davalı ...'ın 3/16 hissesinin devam ettiğini, 2510 sayılı İskan Kanununu ve 5543 sayılı Kanun uyarınca dava konusu taşınmazın mülkiyetinin murisine geçtiğini, murisin 1944 yılına kadar Safranbolu'da ikamet ettiğini, murisin Yunanistan'daki malikanesinin değerinin 325 altın Türk lirası olduğunu, 187 ada 15 parsel sayılı taşınmazda murise verilen 547 m2'lik malikanenin hisse oranı kadar hissesinin iptali ile terekeye iadesi ve muris ... adına tapuya kayıt ve tesciline, bu talep yerinde görülmediği taktirde fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla murisin Yunanistan'da bıraktığı malikaneye emsal teşkil edecek şekilde Marmara bölgesinden murisin terekesine iadesinin kabulü ile muris adına taşınmazın tesciline, bu talep yerinde görülmediği taktirde fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 6.500,00-TL'nin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile muris ... terekesine iadesine, tüm bu talepler yerinde görülmediği taktirde murisin Yunanistan'da bıraktığı taşınır ve taşınmaz bedeli olan 325 altın Türk lirasının mübadele tarihi olan 1924 tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte terekeye iadesine karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalılar ... ve ... vekili cevap dilekçesinde özetle; husumet, zamanaşımı ve hak düşürücü süre itirazlarının olduğunu, davacının murisinin iskan hakkından feragat ederek iskan verilen yerden ayrıldığını, dava konusu taşınmaz üzerinde otel bulunduğunu, otelin 1935 yılından önce yapıldığını ve bir dönem hükümet konağı olarak kullanıldığını, davacının murisinin Safranbolu'da 4 yıl kaldıktan sonra Sakarya'ya yerleştiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Davalı Hazine vekili cevap dilekçesinde özetle; yasa gereğince mübadele sonucu gelen muhacirlere hükümetçe gösterilmiş veya gösterilecek olan iskan mahallelerinde 5 sene oturmanın mecbur olduğunu, tapu kaydı bulunmayan taşınmazlar üzerinde iskan hakkının verilmesinin taşınmazın mülkiyetinin kazanılması için yeterli olmadığını, bunun dışında belli sürelerde taşınmaz üzerinde zilyetlik şartının arandığını, murisin Safranbolu'dan iskan haklarından feragat ederek Adapazarı'na taşınıp taşınmadığının tespit edilmesi gerektiğini, kadastro çalışmalarına karşılık 10 sene geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamayacağını belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
Safranbolu Asliye Hukuk Mahkemesinin 13.03.2019 tarihli ve 2018/127 E. 2019/92 K. sayılı kararıyla; davacının açtığı tapu iptal ve tescil davasının, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesinde öngörülen on yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeniyle, usulden reddine, davacının maddi tazminat davasının da zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
1. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı tereke temsilcisi istinaf başvurusunda bulunmuştur.
2.İstinaf Nedenleri
Davacı istinaf dilekçesinde özetle, usul ve yasaya aykırı şekilde eksik inceleme ve hatalı değerlendirme ile karar verildiğini, mahkemece nitelendirmenin yanlış yapıldığını açıklayarak ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasını talep etmiştir.
3. Gerekçe ve Sonuç
Ankara Bölge Adliye Mahkemesinin 20/12/2019 tarihli ve 2019/1180 E. 2019/1169 K. sayılı kararıyla; dava konusu 187 ada 15 parsele ait tapu kaydının kadastro öncesi sebebe dayalı olarak iptali istendiğine, kadastro sonrası sebebe dayanılmadığına, mahkeme taleple bağlı olup, talep dışında inceleme yapamayacağına, anılan taşınmazın geldisi olan187 ada 10 parsel sayılı taşınmazın kadastro tutanağının 26.12.1979 tarihinde kesinleştiğine, eldeki davanın açıldığı 22.08.2016 dava tarihine kadar 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesinde yazılı bulunan 10 yıllık hak düşürücü süre geçtiğine göre, mahkemenin tescil talebini hak düşürücü süre yönünden; tazminat talebinin de TBK. 146. maddesindeki 10 yıllık genel zamanaşımı süresi geçtikten sonra açılması nedeni ile reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
1.Temyiz Yoluna Başvuranlar
Ankara Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Temyiz Nedenleri
Davacı vekili temyiz dilekçesinde özetle, Anayasanın 36.maddesinde düzenlenen mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiğini, mülkiyet hakkının zaman ötesi bir hak olduğunu, 2613 sayılı kanun gereğince dava konusu taleplerinin hak düşürücü süreye tabi olmadığını, tazminata ilişkin taleplerinin Anayasa Mahkemesi kararı doğrultusunda 2019 yılında son bulacağını, bu nedenle davanın süresinde açıldığını, TMK'nın 705, 716/1 maddesinde bildirilen tescile zorlama davasının 10 yıllık süreyi kesen bir dava türü olduğunu, istihkak davalarında zamanaşımı olmadığını, yolsuz tescilin düzeltilmesi davasının zamanaşımı ve hak düşürücü süreye bağlı olmadığını, mahkemece gerekli araştırma ve inceleme yapılmadığını, verilen ret kararını usul ve yasalara aykırı olduğunu belirterek İlk Derece Mahkemesinin kararının bozulmasını talep etmiştir.
3.Bölge Adliye Mahkemesinin Temiz İsteminin Reddine İlişkin Ek Kararı
Bölge Adliye Mahkemesince 07.02.2020 tarihli ek karar ile, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 362/1-a ve 366/1 maddesi yollamasıyla 346/1 maddesi uyarınca kesinlik sınırı altında kaldığı gerekçesiyle temyiz talebinin reddine karar verilmiştir.
Davacı vekili ek karara karşı temyiz dilekçesinde özetle, kararın kesin olmadığını, miktar itibarı ile bakılacak olsa bile terditli talepleri arasında mübadele öncesi davacının murisine ait altın değerinin dosyada belirlenmediğini kararın hukuka aykırı olduğunu belirterek ek kararın bozulmasını istemiştir.
3. Gerekçe
3.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Dava Kadastro öncesi nedene dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tazminat isteğine ilişkindir.
3.2. Hukuki Sebep
3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3 maddesinde; “Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz.”
3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun Ek 6. maddesinde; (Ek:22/7/2020-7251/53 md.) Kadastro mahkemesinin veya otuz günlük askı ilan süresinden sonra, kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar ile orman kadastrosuna ilişkin davalarda bu mahkemelerce verilen kararlara karşı, miktar veya değere bakılmaksızın 12/01/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabilir.”
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunı’nun 146. maddesinde; “ Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.” hükümlerine yer verilmiştir.
3.3. Değerlendirme
Dava konusu 187 ada 15 parsel sayılı taşınmazın geldisi olan 187 ada 10 parsel sayılı taşınmazın tapuya dayalı olarak 26.06.1979 tarihinde ... adına tespit edildiği, kadastro tutanağının 26.12.1979 tarihinde kesinleştiği, 15 parsel sayılı taşınmazın 10 parselden ifraz sonucu oluştuğu, 3/16 payın davalı ... ve 13/16 payın ise davalı ... adına 21.11.1999 tarihinde tescil edildiği anlaşılmaktadır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Anayasa’nın 36. maddesinin 1. fıkrası uyarınca herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı yahut davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkında sahiptir; yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde de herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını mahkeme huzuruna taşınma hakkı teminat altına alınmıştır. Mahkeme kararlarına karşı kanun yoluna başvuru hakkı adil yargılanma hakkının saç ayaklarındandır. Bu anlamda mahkemeye erişim hakkı kapsamında uyuşmazlığın etkin şekilde sonuçlandırılması ancak kanun yolu denetimi ile mümkündür. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararlarının denetim mekanizmasını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar, erişim hakkını ihlal edebilir.
Nitekim 28.07.2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 22.07.2020 tarihli ve 7251 sayılı Kanun’un 53. maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen Ek 6. maddesi ile ‘’ Kadastro Mahkemesinin veya askı ilan süresinden sonra, kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar ile orman kadastrosuna ilişkin davalarda bu mahkemelerce verilen kararlara karşı, miktar ve değere bakılmaksızın 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabilir.’’ hükmü getirilmiştir. Hükmün gerekçesinde de açıkça belirlendiği üzere, bu madde ile mevzu davaların mülkiyet hakkına doğrudan tesirinden ötürü ehemmiyeti gereği miktar ve değerine bakılmaksızın kanun yolu incelemesine tabi tutulması suretiyle etkin denetim mekanizması oluşturulması amaçlanmıştır.
Hal böyle olunca, Anayasa ve AİHS ile güvence altına alınan adil yargılama hakkı kapsamında mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı, hukuki belirlilik ilkesi, etkin denetim mekanizmasının oluşturulması gayesi ve 7251 sayılı Kanun’un 53. maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen Ek 6. maddesinin düzenleme amacı bir arada değerlendirildiğinde, tereddüde yol açan usul hükümlerinin aşırı şekilci olarak uygulanması neticesinde yasal denetim yollarının kullanımı önemli ölçüde etkileneceğinden, kanun yolu başvuru aşamalarının süren usul işlemlerinden olduğu, hükmün kesinleşinceye kadar geçirdiği derecatın bir bütünü oluşturduğu hususları da göz önüne alındığında, 3402 sayılı Yasa'nın Ek 6. maddesinin henüz kanun yolu aşamasında olan dava dosyalarına, yürürlük tarihinden bağımsız olarak sirayet edeceği hususunun tereddütsüz olduğu anlaşılmaktadır.
Somut olayda, Bölge Adliye Mahkemesince dava değeri temyiz incelemesine ilişkin parasal sınırın altında kaldığı gerekçesiyle kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılmış olan eldeki tapu iptali ve tescil davasında, temyiz dilekçesinin ek karar ile reddine karar verilmiş olması yukarıda değinilen yasal düzenlemeye aykırıdır. Şu halde, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından temyiz dilekçesinin reddine karar verilmesi hatalı olduğundan 07.02.2020 tarihli ek kararın kaldırılması gerekmektedir.
Davacının diğer temyiz itirazlarına gelince; dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye göre Bölge Adliye Mahkemesince (IV/3.) paragrafta yazılı şekilde karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
VI. SONUÇ
Açıklanan nedenlerle;
1- Davacı vekilinin ek karara ilişkin temyiz taleplerinin kabulü ile Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesinin 07.02.2020 tarihli ek kararının ORTADAN KALDIRILMASINA,
2- Davacı vekilinin yerinde bulunmayan esasa ilişkin temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesinin 20.12.2019 tarihli hükmünün ONANMASINA, aşağıda yazılı 26,30 TL bakiye onama harcının temyiz edenden alınmasına, 26/12/2022 tarihinde kesin olmak üzere oy çokluğuyla karar verildi.
-MUHALEFET ŞERHİ-
Dava, kadastro öncesi sebebe dayalı asliye hukuk mahkemesinde açılmış tapu iptal -tescil davasıdır.
Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık, temyiz incelemesine konu kararın değer itibariyle verildiği anda kesin olup olmadığı, bir başka ifadeyle temyiz incelemesinin mümkün olup olmadığı, diğer yandan mahkemece resen değer belirlemesinin yapılması gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Temyize ilişkin hükümler 6100 sayılı HMK da düzenlendiğine göre aynı yasanın 448. maddesi “Zaman bakımından uygulanma” başlığıyla “ Bu kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır.” Demektedir.
Diğer yandan 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun Ek madde 6 ise “…kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar …..miktar veya değerine bakılmaksızın 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabilir.” Şeklindedir. Söz konusu bu düzenleme 22.07.2020 tarihli 7251 sayılı Yasa'nın 53. maddesi ile getirilmiştir. Yürürlük tarihi ise 28.07.2020 tarihidir.
6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesi ise “ Bölge adliye mahkemelerinin …göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur…” şeklinde düzenlenmiştir.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/2. maddesi ise “ miktar veya değeri birmilyar lirayı geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” Demek suretiyle gayrımenkullere ilişkin uyuşmazlıklarda değere bakılmaksızın temyiz yolunun açık olduğu belirtilmiştir.
HMK’nın Temyiz edilemeyen kararlar başlıklı 362. maddesinin 1-a bendi ise “Miktar veya değeri kırk bin Türk Lirasını (bu tutar dahil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar.” Demek suretiyle temyiz sınırını belirlemiştir. Bu miktarın her yıl yeniden değerleme suretiyle arttırıldığı izahtan varestedir.
Bölge adliye mahkemeleri bilindiği üzere 20.07.2016 tarihinde faaliyete başlamıştır.
Bu yasal düzenlemeler karşısında çözümlenmesi gereken husus; Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği 20.07.2016 ile Kadastro Yasası'nın ek 6. maddesinin yürürlüğe girdiği 28.07. 2020 tarihi arasında hüküm altına alınan uyuşmazlıklar açısından ek 6. maddenin uygulanıp uygulanmayacağı, bir başka ifade ile verildiği anda kesin olan bu kararlara karşı temyiz yolunun mümkün olup olmadığı hususudur.
Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği tarihten sonra 1086 sayılı HUMK’un 427/2 maddesinin uygulanmasının mümkün olmadığı, yine 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesinin açık hükmüdür. 6100 sayılı yasada temyiz sınırı için gayrımenkuller açısından bir ayrım yapılmamıştır.
3402 sayılı Yasa'nın ek 6. maddesinin geriye yürüyeceğine dair herhangi bir düzenleme de yapılmamıştır. Genel kural, özel hukuk yargılamasına ilişkin kanun hükümlerinin yürürlük tarihinden sonra sonuç doğurmasıdır.
Verildiği anda değer itibariyle istinaf veya temyiz sınırının altında kalan kararların o anda kesinleştiğinde ise şüphe bulunmamaktadır. Bir kararın kesinleşmesi, ya verildiği anda miktar itibariyle kanun yoluna kapalı olması, veya kanunda açıkça kesin olduğunun belirtilmesi nedeniyle, ya da kanun yolları tüketilmek suretiyle olur. Verildiği anda kesin olan hüküm bakımından artık yargılama bitmiştir. Yargılama süreci biten bir uyuşmazlık için temyiz incelemesi mümkün değildir. Kesinlik, yargılamanın devamına engel bir durumdur. Hüküm, verildiği anda kesin olduğu için artık tamamlanmış bir usulü işlem söz konusudur. Bu nedenle HMK 448. maddesi gereğince Kadastro Kanunu’nun ek 6. maddesinin tamamlanmış işlemlere uygulanması mümkün değildir. Ayrıca kesin olan bu kararın lehine olan taraf bakımından usulü kazanılmış hak doğuracağı da unutulmamalıdır. Usulü kazanılmış hak ilkesi kamu düzeninden olup usul hukukunun en önemli, en temel ilkelerinden biridir.
Prof. Dr. Baki KURU “ Miktar veya değeri temyiz (kesinlik) sınırını geçmeyen menkul (taşınır) mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” (HUMK hükümlerine göre) derken Hukuk Muhakemeleri Usulü 2001 Altıncı baskı 4981. sayfasında “ Kanundan ötürü verildiği anda kesin olan bir karar temyiz edilirse, temyiz talebi (esasına girilmeden) mesmu olmadığından dolayı reddedilir. Fakat, Yargıtay, böyle bir (kesin) kararı yanlışlıkla bozarsa, bu bozma kararı ve mahkemenin bundan sonra yaptığı işlemler geçersizdir (yok sayılır)” demektedir. Bu nedenlerle sayın çoğunluğun değere bakılmaksızın kanun yolu denetimi yapılması gerektiği yönündeki görüşüne katılmıyorum.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36. maddesi ile düzenlenen “Hak arama hürriyeti”nin somut olayla ilgisi bulunmamaktadır. Sayın çoğunluk, dava değerinin düşük olması nedeniyle kanun yolunu kapatan HMK hükümlerinin Anayasa’ya aykırı olduğunu düşünüyorsa öncelikle Anayasa Mahkemesine iptal başvurusu yapması gerekir. Aksi halde halen yürürlükte bulunan veya uygulama tarihinde yürürlükte bulunan yasanın şu veya bu gerekçelerle uygulanmaması keyfilik sonucunu doğuracaktır.
Somut uyuşmazlığa gelince, taşınmazın değerinin davacı tarafından 6.500,00TL olarak gösterildiği, keşfen bir değerin belirlenmediği, davanın reddine karar verildiği, Bölge Adliye Mahkemesince de istinaf başvurusunun esastan reddedildiği, bu kararın temyizi üzerine de temyiz talebinin değerden reddedildiği dosya kapsamıyla sabittir.
Bilindiği üzere, 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 16. maddesi uyarınca, gayrimenkulün aynına taalluk eden davalarda dava değerinin gayrimenkulün değerine göre belirleneceği öngörülmüştür. Dava değerinin belirlenmesinde taşınmazın dava tarihindeki keşfen saptanacak gerçek değerinin esas alınacağı kuşkusuzdur. Anayasa Mahkemesinin 2018/36896 Başvuru nolu kararı da bu yöndedir.
Harçlar Kanunu’nun 30. maddesi ise “Muhakeme sırasında tespit olunan değerin, dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılıyorsa, yalnız o celse için muhakemeye devam olunur, takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 409. maddesinde (HMK 150) gösterilen süre içinde dosyanın muameleye konulması noksan olan harcın ödenmesine bağlıdır.” şeklinde, 32. maddesi ise; “Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılmaz. Ancak ilgilisi tarafından ödenmeyen harçları diğer taraf öderse işleme devam olunmakla beraber bu para muhakeme neticesinde ayrıca bir isteğe hacet kalmaksızın hükümde nazara alınır.” şeklinde düzenlenmiştir. (Örn: 1.H.D. 2020/3743E, 2021/4867K )
Harçlar Kanununun uygulanması (kamu düzenini ilgilendirmesi nedeniyle) hakim tarafından re’sen gözetilmesi gereken bir husustur.
Hal böyle olunca, taşınmaz başında keşif yapılarak Harçlar Kanunu’nun 16. maddesi uyarınca taşınmazın dava tarihindeki değerinin belirlenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik ve hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, eldeki dava bakımından öncelikle gerçek dava değeri usulünce belirlenmeli, taşınmazın değeri istinaf sınırının üzerinde ise öncelikle istinaf incelemesi yapılmalı, ondan sonra temyiz kesinlik sınırının üzerinde ise temyiz incelemesi yapılmalı, değeri temyiz sınırının altında ise yukarıda açıklanan gerekçelerle temyiz dilekçesinin değerden reddine karar verilmelidir, ne var ki bu aşamada taşınmazın gerçek değeri mahkemece belirlenmediği için bu gerekçeyle kararın bozulması gerekirken değere bakılmaksızın temyiz incelemesi yapılarak kararın onanması gerektiği yönünde oluşan sayın çoğunluk görüşüne katılmıyorum.