Logo

1. Hukuk Dairesi2021/9908 E. 2023/4203 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Tapusuz taşınmazın zilyetliğe dayalı tescili talebine ilişkin uyuşmazlık.

Gerekçe ve Sonuç: Çekişmeli taşınmaz üzerinde davacının 25-30 yıldır malik sıfatıyla zilyetliğinin bulunduğu, taşınmazın kadastro paftasında çay yatağı görünse de zeminde çay yatağının dışında olduğu, ıslah çalışmalarıyla dere taşkın sahası dışında kaldığı, üzerinde tarım yapıldığı ve davacı adına kayıtlı parselle aynı özelliklere sahip olup bir bütün olarak kullanıldığı gözetilerek yerel mahkemenin davayı kabulüne ilişkin kararının onanmasına karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

SAYISI : 2019/160 E., 2020/67 K.

DAVA TARİHİ : 28.04.2011

HÜKÜM : Kabul

TEMSİLCİ : Sağrın Köyü Tüzel Kişiliği

Taraflar arasında görülen tapusuz taşınmazın tescili davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, verilen karar hakkında yapılan temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesince kararın bozulmasına karar verilmiştir.

Mahkemece bozmaya uyularak yeniden yapılan yargılama sonucunda davanın kabulüne karar verilmiştir.

Mahkeme kararı davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikler yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı; Manavgat ilçesi, Sağrin köyü, Koyun-yalağı mevkiinde bulunan 432 ada 1 parsel sayılı taşınmazın kadastro çalışmaları sonucunda adına tespit edildiğini, 432 ada 1 parsel sayılı taşınmazın güneyinde bulunan ve halen zilyetliğ altında olan, tespit harici bırakılan 1600 metrekarelik taşınmaz bölümünde de lehine zilyetlikle edinim koşullarının oluştuğu gibi dava konusu taşınmaza ait tapu kaydının bulunduğunu belirterek, bu bölümün adına tescilini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı Hazine vekili; çakişmeli taşınmazın kadastro tespiti sırasında taşlık, kayalık, çalılık, fundalık olması sebebiyle tespit harici bırakılan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olduğunu, taşınmazın imar-ihya, zilyetlikle kazanıma elverişli olmadığını belirterek, Medeni Kanunu'nun 713 üncü maddesi gereği taşınmazın Hazine adına tescilini talep etmiştir.

Davalı ... vekili; davanın reddini istemiştir.

Dahili davalı ... vekili; davanın husumet ve zamanaşımı nedeniyle reddi gerektiğini, davacı lehine taşınmaz kazanım koşullarının oluşmadığını belirterek davanın reddini istemiştir.

III. MAHKEME KARARI

Mahkemece, davacı ile Köy Tüzel Kişiliği arasında görülen Manavgat 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2003/300 Esas, 2004/739 Karar sayılı müdahalenin önlenmesi dosyasındaki 26.12.2004 tarihli bilirkişi raporunda çekişmeli taşınmazın dereyatağı taşkın sahası, kumluk ve çakıllık alan olarak gözüktüğü, imar ve ihya faaliyetinin en erken 2004 yılında başladığı kabul edilse dahi dava tarihine kadar 20 yıllık zilyetlik süresinin dolmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

IV. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı ... vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesinin 05.03.2013 tarihli ve 2013/913 Esas, 2013/1710 Karar sayılı kararıyla; "Mahkemece, hükme dayanak yapılan Asliye Hukuk Mahkemesi kararının davacı adına tespit ve tescil edilen 432 ada 1 parsel sayılı taşınmazın içinde bulunan yola ilişkin olduğu temyize konu davadaki çekişmeli kısımla ilgili olmadığı belirtilerek, mahallinde yeniden keşif yapılarak davacı tarafın tutunduğu tapu kaydının yöntemince uygulanarak kapsamının belirlenmesi, ziraat mühendisi ile jeoloji mühendisinden taşınmazın niteliği ve öncesinin dere yatağı olup olmadığı hususlarını belirtir rapor alınması" gereğine değinilerek hüküm bozulmuştur.

B. İkinci Bozma Kararı

1.Mahkemece bozmaya uyularak yeniden yapılan yargılama sonucunda davanın kabulüne, 28.04.2015 tarihli fen bilirkişi raporunda (A) harfi ile gösterilen 492,82 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz bölümünün davacı adına tapuya tesciline karar verilmiş; hüküm, davalı Hazine vekili ile davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.

2.Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesinin 20.12.2018 tarihli ve 2016/1610 Esas, 2018/8008 Karar sayılı kararıyla; "davada yasal hasım olan Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığının davaya dahil edilerek taraf teşkilinin sağlanması ve gerekli yerel ve gazete ilanlarının yöntemine uygun bir biçimde yapılması" gereğine değinilerek hüküm bozulmuştur.

C. Mahkemece Bozmaya Uyularak Verilen Karar

Mahkemenin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla; tescili istenen taşınmazın sıra numaralı tapu kaydının kapsamında kaldığı ve tapu kaydının kadastro çalışmalarında revizyon görmediği dava konusu taşınmazın kadastro paftasında çay yatağı sınırları içerisine görünmesine rağmen zeminde çay yatağının dışında bulunduğu, taşınmaz ile çay yatağı arasında 5 metre kot farkının olduğu, ıslah çalışmaları sonucunda taşınmazın dere taşkın sahası dışında yer aldığı, çekişmeli taşınmaz üzerinde tarla bitkileri tarımı yapıldığı, ve davacı adına kayıtlı olan 432 ada 1 parsel sayılı taşınmaz ile aynı toprak ve topoğrafik özellikleri taşıdığı ve bir bütün olarak kullanıldıkları, taşınmazın dava tarihi itibariyle 25-30 yıldır aralıksız ve çekişmesiz olarak tarım arazisi vasfıyla davacının malik sıfatıyla zilyetliği altında bulunduğu, gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

V. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuran

Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine vekili;

temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davalı Hazine vekili; zilyetlik kazanım koşullarına ilişkin yeterli araştırma yapılmadığını, maddi olaylara dayanılmayan tanık ve mahalli bilirkişi beyanlarına itibar edildiğini, bozma sonrası yapılan keşifteki anlatımların çelişki içerdiğini, davanın reddedilerek çekişmeli taşınmazın Hazine adına tesciline karar verilmesi gerektiğini ileri sürerek kararın bozulmasını istemiştir.

C. Gerekçe

1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Taraflar arasındaki uyuşmazlık, tapusuz taşınmazın tescili istemine ilişkindir.

2. İlgili Hukuk

3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 14 üncü, 17 nci maddeleri, 4721 sayılı ... Medeni Kanunu'nun 713/1 inci maddesi,

3. Değerlendirme

1.Temyiz olunan nihai kararların bozulması 6100 sayılı Kanun'un geçici 3 üncü maddesinin ikinci fıkrası atfıyla uygulanmasına devam olunan mülga 1086 sayılı Kanun'un 428 inci maddesi ile 439 uncu maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.

2. Temyizen incelenen kararın bozmaya uygun olduğu, kararda ve kararın gerekçesinde hukuk kurallarının somut olaya uygulanmasında bir isabetsizlik bulunmadığı bozmaya uyulmakla karşı taraf yararına kazanılmış hak durumunu oluşturan yönlerin ise yeniden incelenmesine hukukça imkan bulunmadığı anlaşılmakla; temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.

VI. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davalı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan kararın ONANMASINA,

492 sayılı Harçlar Kanunu'nun değişik 13 üncü maddesinin j. bendi gereğince davalı Hazine'den harç alınmasına yer olmadığına,

Dosyanın Mahkemesine gönderilmesine,

Kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,

11.09.2023 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

(Muhalif)

- MUHALEFET ŞERHİ -

Dava, 4721 sayılı ... Medeni Kanunu’nun 713/1.maddesi gereğince açılmış zilyetliğe dayalı tescil davasıdır.

Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, ne var ki yargılama giderleri ve bunlardan olan karar ve ilam harcının davacıdan alınmasına karar verilmiştir.

Yargılama giderleri taraflarca temyize getirilmemiştir.

Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık; temyize getirilmemekle birlikte, resen nazara alınması gereken karar ve ilam harcının davacıdan alınıp alınamayacağı, buradan hareketle davacı tarafından peşin yatırılan harcın iadesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle çözümlenmesi gereken husus, temyiz konusu yapılan karar ve ilam harcının davalıdan alınıp alınamayacağı, yargılama giderlerinden kimin sorumlu olacağı hususudur.

Anayasa’nın 35. maddesinin birinci fıkrasında mülkiyet ve miras hakları güvence altına alınmış, ikinci fıkrasında ise “Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.” denilmek suretiyle mülkiyet hakkının ancak kanunla sınırlanabileceğine vurgu yapılmıştır.

Anayasa’nın 36. maddesinde de “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmüne yer verilmek suretiyle hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı anayasal koruma altına alınmıştır.

Anayasa’nın 13. maddesinin birinci cümlesinde ise “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.” denilmiştir.

Buna göre diğer şartlar bulunsa bile temel hak ve hürriyetlere ancak kanunla sınırlama getirilebilir. Bir başka ifadeyle kanun dışındaki bir norm veya yargı içtihadıyla temel hak ve özgürlüklere sınırlama getirilmesi mümkün değildir.

Öte yandan yargı harçları 492 sayılı Harçlar Kanunu’nda düzenlenmiş ve kamu düzeninden olması nedeniyle harca ilişkin hükümlerin resen uygulanacağı kabul edilmiştir. Bu nedenle harca ilişkin hususların resen ele alınabileceği hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Harçlardan kimin sorumlu olacağı hususu ise -yargılama giderleri, yargılama usulüne ilişkin bir konu olduğundan- 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda kapsamlı bir şekilde düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un 323. maddesinde harçlar yargılama giderlerinden sayılırken, 326. maddesinin (1) numaralı fıkrasında açıkça “Kanunda yazılı haller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.” denilmek suretiyle yargılama giderleri ve bunlardan olan yargı harçlarından kimin sorumlu olacağı tereddüde yer vermeyecek şekilde hüküm altına alınmıştır.

4721 sayılı ... Medeni Kanunu’nun 1. maddesi ise şöyledir:

“Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.

Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hâkim, örf ve âdet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir.

Hâkim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.”

Buna göre Kanun’da hâkimin hukukun kaynaklarını belirlerken hangi sıralamayı izleyeceği açıkça kurala bağlanmış olup Kanun’un sözüyle ve özüyle değindiği herhangi bir konuda Kanun’un emrettiği hüküm dışında bir uygulama yapılması mümkün değildir. Hâkim ancak Kanun’da uygulanabilir bir hüküm yoksa anılan maddede belirtilen diğer kaynaklara başvurabilir.

Somut olay anılan anayasal ve yasal kurallar çerçevesinde ele alındığında, zilyetliğe dayalı tescil davasında, davacı birey, davalı ise Hazine ve Belediyedir. Davalının Hazine veya kamu kurumu olması, kanunda açık bir hüküm bulunmadıkça yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınması kuralına istisna teşkil etmeyecektir.

Bilindiği üzere Hazine, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 13/j maddesi ile yargı harçlarından muaf tutulmuştur. Davalı ... ise harçlardan muaf değildir. Böyle bir durumda, yani davalının harçtan muaf olması ve davanın da davacı lehine sonuçlanması halinde karar ve ilam harcının mutlak bir şekilde alınması gerekip gerekmeyeceği ve alınacaksa kimden alınacağı sorularının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

Yasa koyucu, tereddüde yer vermeyecek şekilde yargılama giderlerinden kimin sorumlu olacağını düzenlemiştir. Yine yasa koyucu genel ilke gereğince yargılama giderlerinden sorumlu olan tarafı harçtan muaf tutmuş ise, bu husus harcın diğer taraftan alınacağı şeklinde yorumlanamaz. Bu çerçevede Hazineye karşı açılan davada davacının haklı çıkması durumunda bakiye karar ve ilam harcı davalıdan hiç alınmamalıdır. Ancak davasında haklı çıkan davacı tarafından peşin yatırılan karar ve ilam harcı kendisine iade edilmelidir. Nitekim Hazinenin davalı olduğu tapu iptal – tescil davalarında yerleşik uygulama bu şekildedir. Hazine aleyhine açılan tapu iptal – tescil davasında Hazinenin harçtan muaf olması gerekçesiyle karar ve ilam harcı hiç alınmazken tescil davasında haklı çıkan davacının harçtan sorumlu tutulmasının hiçbir yasal dayanağı bulunmamaktadır. Yasa koyucu dileseydi 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 36/A maddesinde olduğu gibi, bu hususta da genel uygulamadan ayrılan bir düzenlemeye yer verebilirdi.

Sayın çoğunluğun görüşünün dayanağını yerleşmiş Yargıtay içtihatları oluşturmaktadır. Yargıtay uzun yıllara sari içtihadında tescil davalarında yargılama giderlerini davasında haklı çıkmasına rağmen davacı üzerinde bırakmış, bu çerçevede yargı harçlarını da davacıya yüklemiştir. Ne var ki, hiçbir Yargıtay kararında yasal bir dayanak gösterilememiş, davalının “yasal hasım” olması gerekçe yapılmıştır. Yukarıda da belirtildiği üzere bir Kanun’un sözüyle değindiği herhangi bir konuda Kanun’un emrettiği hüküm dışında bir uygulama yapılması mümkün değildir. Hâkim ancak Kanun’da uygulanabilir bir hüküm yoksa 4721 sayılı Kanun’un 1. maddesinde belirtilen diğer kaynaklara başvurabilir. 6100 sayılı Kanun’un 326. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da açıkça “ Kanunda yazılı haller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.” denildiğine ve bu hususta Kanun’da bir boşluk veya tescil davaları yönünden bir istisnaya yer verilmediğine göre bu hususta yargı içtihadıyla Kanun’un açık hükmüne aykırı bir uygulama yapılması mümkün değildir. 1

Öte yandan yukarıda da belirtildiği üzere temel hak ve özgürlüklere ancak kanunla sınırlama getirilebilir. Davasından haklı çıkan kişiden yargı harcı alınmasının gerek mülkiyet gerek ise mahkemeye erişim hakkına getirilen bir sınırlama niteliği taşıdığı açıktır. Sayın çoğunluğun görüşü kabul edildiğinde anılan haklara kanunla değil yargı içtihadıyla sınırlama getirilmiş olmaktadır. Bu ise Anayasa’nın 13., 35. ve 36. maddelerine aykırı olarak mülkiyet ve mahkemeye erişim haklarına sınırlama getirilmesine neden olmaktadır.

Tartışılması gereken bir başka husus da “yasal hasım” meselesidir. Özellikle yasal hasımın ne olduğu ve yasal hasım olunmasının davalıya bir üstünlük sağlayıp sağlamadığının ele alınması gerekir. Bilindiği üzere, bazen gerçekte hasım olmamasına rağmen özellikle mahkemelerin kararlarının denetime açılabilmesi, davanın kanun yoluna taşınabilmesi için Hazinenin taraf gösterilmesi veya temsilcisi bulunmayan mal varlığına kayyım atanması ve davanın kayyım huzurunda görülerek bu mahsurların

1Tescil davasını kaybeden Hazineden kanuni hasım olması nedeniyle yargılama giderlerinin alınmamasının hukuka aykırı olduğuna ilişkin aynı yöndeki görüş için bkz.Kuru, Baki (2001) Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt, 5, 6. Baskı, Ankara, s.5339

ortadan kaldırılması yoluna gidilebilmektedir. Ne var ki böyle de olsa bir davada Hazine veya diğer kamu kurum ve kuruluşları davalı olarak yer almışsa, sıfatı ne olursa olsun artık davalıdır. Hukuk devleti ilkesi gereğince kural olarak davanın tarafları arasında haklı bir neden olmaksızın bir ayrıcalık yaratılamaz. Sayın çoğunluk davacının davasının kabulü halinde, davalının yasal hasım olması nedeniyle yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılması gerektiğini değerlendirirken, davanın reddi halinde davalı yasal hasım lehine vekalet ücreti başta olmak üzere yargılama giderlerine hükmedilmesi gerektiğini kabul etmektedirler.

4721 sayılı Kanun’un 713/3. maddesinde tescil davasının Hazineye ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapu maliki gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılacağı belirtilmiştir. Yargıtay uygulamalarında taşınmaz tapusuz ise dava, tescil davası, tapulu ise tapu iptal tescil davası olarak nitelendirilmektedir. Tapu iptal- tescil davalarında yargılama giderleri yasaya uygun olarak haksız çıkan taraftan alınırken tescil davasında davacı üzerinde bırakılmaktadır. Aynı yasa maddesinin aynı fıkrasında düzenlenen davalılar arasında yargılama giderleri açısından ayrı uygulama yapılması da doğru değildir. Davalının kim olacağının yasada gösterilmiş olması, bu davalının yargılama giderlerinden muaf olacağı şeklinde yorumlanamaz.

Yine sayın çoğunluğun adeta “tescil davalarında davacı zaten karşılıksız olarak taşınmaz edinmekte, hiç olmazsa yargılama giderlerini ödesinler” tarzında bir yaklaşımla gerekçe oluşturduğu anlaşılmaktadır ki bu görüşe katılmak mümkün değildir. Eğer mahkeme davacının davasını kazanma yönündeki hukuki koşulların oluşmadığını düşünüyorsa hiç şüphesiz davayı reddetmelidir. Hem davayı kabul edip, hem de yargılama giderlerini davacı üzerinde bırakmak Kanun’un açık hükmüyle çelişmektedir.

Açıklanan nedenlerle davanın kabul edilmiş olduğu gözetilerek, tarafların temyiz sebepleri de nazara alınmak suretiyle davalı Hazinenin harçlardan muaf olması, davalı Belediyenin ise harçlardan muaf olmaması, harcın davacıdan alınmasının da doğru olmaması ve bu yanlışlığın düzeltilmesinin yeniden yargılama yapılmasını gerektirmemesi nedeniyle, İlk Derece Mahkemesinin kararının hüküm fıkrasından, harcın davacıdan alınmasına ilişkin kısmın çıkarılarak yerine, “…davalı Hazine harçtan muaf olduğundan davacının yatırdığı peşin harcın kendisine iadesine” cümlesi yazılmak suretiyle hükmün düzeltilerek onanması düşüncesinde olduğumdan sayın çoğunluğun onama görüşüne katılmıyorum.