Logo

1. Hukuk Dairesi2022/6726 E. 2023/55 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Kadastro öncesi nedene dayalı tapu iptali ve tescil davasında hak düşürücü sürenin uygulanıp uygulanmayacağı.

Gerekçe ve Sonuç: 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun geçici 7. ve 11. maddelerinin cemaat vakıflarının tapu tescili talepleri için özel bir düzenleme öngörmesi ve bu düzenlemenin 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesindeki hak düşürücü süreye istisna teşkil etmesi gözetilerek, yerel mahkemenin hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddine ilişkin kararının bozulmasına karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

KARAR : Ret

Taraflar arasında Mahkemesinde görülen kadastro öncesi nedene dayalı tapu iptali ve tescil davasında verilen karar hakkında yapılan temyiz incelemesi sonucunda, Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesince hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

Mahkemece bozmaya uyularak yeniden yapılan yargılama sonucunda; davanın reddine karar verilmiştir.

Mahkeme kararı davacı vekili tarafından duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla; duruşma günü olarak saptanan 10.01.2023 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı Yeniköy Küddipo Surp Arstvazazin Ermeni Kilisesi Vakfı vekili Avukat ... ile temyiz edilen davalı ... vekili Avukat ... ... geldiler. Davetiye tebliğine rağmen ihbar olunan ... vekili gelmedi.Yokluğunda duruşmaya başlandı, gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Süresinde verilen ve kayıt olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelenerek gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili, dava konusu 372 ada 45 parsel sayılı taşınmazın mezarlık vasfında olup, davacı cemaat vakfına ait olduğunu, ancak 1950 yılında yapılan kadastro çalışmalarında davalı ... adına tespit ve tescil edildiğini, azınlıklara ait mezarlıkların mülga 1580 sayılı Belediye Kanunu’nun 160. maddesi ve 11410 sayılı Mezarlıklar Nizamnemasi uyarınca Belediyeler adına tescil edilmesinin hukuken mümkün olmadığını, kadastro tespitinin hukuki dayanağı olmayıp oluşan tescilin yolsuz olduğunu ileri sürerek, tapu kaydının iptali ile davacı adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili, iddiaların yerinde olmadığını, taşınmazın kadastro tespitinin kesinleşmesinden itibaren 10 yıllık hak düşürücü sürenin de geçtiğini, davanın asıl muhataplarının Hazine veya ... olduğunu, hak düşürücü süre ve husumet yönünden davanın reddine karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir.

III. MAHKEME KARARI

İstanbul 25. Asliye Hukuk Mahkemesinin 03.12.2015 tarihli ve 2014/189 Esas, 2015/377 Karar sayılı kararıyla iddiaların ispatlandığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

IV. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde, davalı ... vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesinin 07.10.2020 tarihli ve 2019/1498 Esas, 2020/4036 Karar sayılı kararıyla; "Kadastro tespitinin kesinleştiği 17.04.1950 tarihinden davanın açıldığı 09.05.2014 tarihine kadar 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesinde öngörülen hak düşürücü sürenin geçtiği tartışmasızdır. Hak düşürücü süreler kanunla düzenlenir ve hakimin hak düşürücü süreler konusunda takdir ... yoktur. Aksine, hakim hak düşürücü sürenin geçip geçmediğini her somut olayda re'sen nazara almak zorundadır. Diğer yandan, 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'na 651 sayılı KHK'nın 17. maddesiyle eklenen geçici 11. madde ile cemaat vakıflarının 1936 yılı beyannamesinde kayıtlı olup kamu kurumları adına tescilli olan mezarlıkları ile çeşmelerinin, bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on iki ay içinde müracaat edilmesi halinde, Meclisin olumlu kararından sonra ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescil edileceği belirtilmiştir. Görüldüğü üzere Vakıflar Kanunu'na eklenen geçici 11. madde, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesinde düzenlenen 10 yıllık hak düşürücü süreye ve aynı Kanun'un geçici 4. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen bir yıllık ek süreye istisna getirir nitelikte olmayıp, idari bir düzenleme niteliğindedir. Hâl böyle olunca; Mahkemece, kadastro tespitinin kesinleştiği 17.04.1950 tarihinden davanın açıldığı 09.05.2014 tarihine kadar, 3402 sayılı Kanun’un 12/3. maddesinde öngörülen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeniyle, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, bu husus göz ardı edilmek suretiyle, işin esasına girilerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir” gerekçeleriyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

B. Karar Düzeltme

Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesinin bozma kararı sonrası, davacı vekili karar düzeltme talebinde bulunmuş olup, Dairece 23.09.2021 tarihinde karar düzeltme talebinin reddine karar verilmiştir.

C. Mahkemesince Bozma Kararına Uyularak Verilen Karar

İstanbul 25. Asliye Hukuk Mahkemesinin 17.11.2021 tarihli ve 2021/262 Esas, 2021/337 Karar sayılı kararı ile dava konusu 372 ada 45 parsel sayılı taşınmazın kadastro tespitinin 17/04/1950 tarihinde kesinleştiği, davanın ise 09/05/2014 tarihinde açıldığı göz önüne alındığında 3402 sayılı Kanun'un 12/3. maddesinde öngörülen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

V. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davacı vekili temyiz dilekçesinde, dava konusu taşınmazın davacı Vakfın 1936 beyannamesinde kayıtlı olduğunu, taşınmazın bir kısmında Ermeni cemaatine mensup kişilere ait mezarlar bulunduğunu, Mahkemece önce davanın kabulüne karar verildiğini, Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesince hükmün bozulduğunu, bozma kararının Yargıtay içtihatlarına aykırı olduğunu, cemaat vakıflarına ait taşınmazlar hakkında 3402 sayılı Yasa'nın 12/3. maddesinde yer alan hak düşürücü sürenin uygulanmasının mümkün olmadığını, kararın Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına da aykırı olduğunu, Vakıflar Kanunu’nun cemaat vakıflarına ilişkin geçici 7. ve 11. madde düzenlemelerinin özel hüküm olarak değerlendirilerek, Kadastro Kanunu'nda öngörülen hak düşürücü sürelerin geçtiği itirazının cemaat vakıfları talepleri yönünden dikkate alınmaması gerektiğini, yolsuz tescil davalarında hak düşürücü sürenin söz konusu olamayacağını, dava konusu taşınmazın fiili durumunun dikkate alınmadığını, taşınmazın Ermeni Mezarlığı olup, dava açıldığı tarih itibariyle de Ermeni cemaatine mensup kişilerin defin edildiğini, bilirkişi raporunda ve İstanbul Belediyesinin 25.05.2015 tarihli yazılarında dava konusu taşınmaza cenazelerin 1930 yılında Madlen isimli şahsın defnedilmesiyle başlandığını, takip eden yıllarda da definlerin devam ettiğini,yargılama devam ederken 10.12.2014 tarihinde ölen Mıgırdıç Karakaşyan’ın da dava konusu taşınmaza defnedildiğini, davacı Vakfın dava konusu taşınmazda malik sıfatıyla kullanımının en geç 1930 yılında başlayıp, 2014 yılına kadar devam ettiğini, iddianın hem kadastro öncesi hem de kadastro sonrası nedene dayandığını belirterek hükmün bozulmasını istemiştir.

C. Gerekçe

1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Uyuşmazlık, tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

2. İlgili Hukuk

1. Bilindiği üzere; 5737 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesi:

"Cemaat vakıflarının;

a) 1936 Beyannamelerinde kayıtlı olup, halen tasarruflarında bulunan nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar,

b) 1936 Beyannamesinden sonra cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle halen; Hazine veya Genel Müdürlük ya da vasiyet edenler veya bağışlayanlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar, tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on sekiz ay içinde müracaat edilmesi halinde, Meclisin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescilleri yapılır",

2. Aynı Kanun′un geçici 11. maddesi:

"Cemaat vakıflarının;

a) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup malik hanesi açık olan taşınmazları,

b) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamulaştırma, satış ve trampa dışındaki nedenlerle Hazine, ..., belediye ve il özel idaresi adına kayıtlı taşınmazları,

c) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamu kurumları adına tescilli olan mezarlıkları ve çeşmeleri, tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren oniki ay içinde müracaat edilmesi halinde, Meclisin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescil edilir.

Cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle Hazine veya Genel Müdürlük adına tapuda kayıt edilen taşınmazlardan üçüncü şahıslar adına kayıtlı olanların Maliye Bakanlığınca tespit edilen rayiç değeri Hazine veya Genel Müdürlük tarafından ödenir" hükümlerini içermektedir.

3. 3402 sayılı Kadastro Kanunu′nun 12/3. maddesinde; kadastro tutanaklarında belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak itiraz olunamayacağı ve dava açılamayacağı belirtilmiştir.

4. Mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. "Usuli kazanılmış hak" olarak tanımlayacağımız bu müessese, mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararındaki esas çerçevesinde işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirir. (09.05.1960 günlü 21/9 sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararı).

"Usuli kazanılmış hak" kurumunun bir çok hukuk kuralında olduğu gibi, özellikle kamu düzeni düşüncesi ile Yargıtay içtihatlarıyla getirilmiş istisnaları bulunmaktadır.

a-) Mahkemenin bozmaya uymasından sonra bir İçtihadı Birleştirme Kararı çıkarsa, bu yeni İçtihadı Birleştirme Kararının mahkemede ve Yargıtayda görülmekte olan bütün işlere uygulanması gerekir. Buna karşı usuli kazanılmış hak iddiasında bulunulamaz. (09.05.1960 ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararı).

b-) İçtihadı Birleştirme Kararında olduğu gibi, bozmadan sonra yürürlüğe giren ve geçmişe etkili bir yeni yasa karşısında, Yargıtay bozma kararına uyulmuş olmakla meydana gelen usuli kazanılmış hak, hukukça değer taşımaz.

c-) Benzer şekilde; uygulanması gereken bir yasa hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilirse, artık usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (Hukuk Genel Kurulunun 21.01.2004 günlü, 2004/10-44 E, 19 K.)

d-) Bu sayılanların dışında ayrıca, görev konusu, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi, "kamu düzeni" ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü-6. Baskı, cilt 5, 2001)

Usuli kazanılmış hak olarak tanımlayabileceğimiz bu hal usul hukukunun vazgeçilmez temellerinden birisi olup, kamu düzeni ile ilgilidir. Ne var ki, usuli kazanılmış hak kuralının istisnalarından birisi de maddi yanılgıya dayalı bozma kararına uyulmuş olmasıdır.

Bu kapsamda vurgulanmalıdır ki, maddi hataya dayalı olan bir bozma kararına uyulmuş olunması halinde usuli kazanılmış hakka değer verilmesi mümkün değildir. Maddi hataya dayalı bozma kararına uyulmuş olması itibariyle kazanılmış hakkın bulunmadığından söz edilebilmesi için ancak Yargıtay Dairesinin vardığı sonuç, her türlü değer yargısının dışında, hiçbir suretle başka biçimde yorumlanamayacak tartışmasız ve açık bir maddi hata olarak belirlenmelidir.

Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada, ya taraflar veya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12.07.2006 tarihli ve E:2006/4-519, K:527; 31.05.2006 tarihli ve E:2006/10-307, K:337; 10.05.2006 tarihli ve E:2006/4-230, K:288; 04.03.2009 tarihli ve E:2009/10-34, K:104; 14.07.2010 tarihli ve E:2005/8/368, K:2010/385 sayılı kararları).

Uygulamada zaman zaman görüldüğü gibi, Yargıtay denetimi sırasında da, uyuşmazlık konusuna ilişkin maddi olgularda, davanın taraflarında, uyuşmazlık sürecinde, uyuşmazlığa esas başlangıç ve ... tarihlerinde zarar hesaplarına ait rakam ve olgularda, usulünce dosyada delil olarak dayanılan ve uyuşmazlığın esasına etkili olacak bir belge veya delilin incelenmesinde veya bunlara benzer durumlarda, yapılan inceleme sırasında gözden kaçma veya yanlış algılama sonucu, açık ve belirgin yanlışlıklar yapılması mümkündür. Bu tür açık hatalarda ısrar ve maddi gerçeğin göz ardı edilmesi, yargıya duyulan ... ve saygınlığı, adalete olan inancı ve daha da ötesinde Anayasa ile korunan "Hukuk Devleti" ilkesini sarsacaktır.

O nedenledir ki; Yargıtay, bugüne değin maddi hatanın belirlendiği durumlarda soruna müdahale etmiş; yapılmış açık maddi yanlışlığın düzeltilmesini kabul etmiştir. (Aynı yönde bakınız: Hukuk Genel Kurulunun 13.04.2011 tarihli ve E:2011/9-72, K:2011/99; 23.10.2002 tarihli ve E:2002/10-895, K:2002/838; 02.07.2003 tarihli ve E:2003/21-425, K:2003/441; 13.04.2011 tarihli ve E:2011/9-72, K:2011/99; 15.03.1972 tarihli ve E:1968/1-277, K:176; 01.03.1995 tarihli ve E:1995/7-641, K:117; 23.01.2002 tarihli ve E:2001/1-1010, K:2002/1; 12.07.2006 tarihli ve E:2006/4-519, K:527; 04.11.2009 tarihli ve E:2009/13-370, K:2009/480; 13.03.2013 tarihli ve 2013/5-10, 2013/348 E.K sayılı kararları; Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, İstanbul 2001, Cilt 5, sayfa 4771 vd.)

5. Anayasa Mahkemesinin Özel Balat Or- Ahayim Musevi Hastanesi Vakfı, Başvuru No: 2019/1323, 03.11.2022 tarihli kararında da, başvurucunun 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun geçici 11. maddesine dayanarak açtığı tapu iptali ve tescil davasının 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesinde düzenlenen 10 yıllık süre ve aynı Kanun'un 4. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen bir yıllık ek süre geçmiş olduğu gerekçesiyle reddedilmesinin Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

3. Değerlendirme

1. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu 372 ada 45 parsel sayılı mezarlık vasıflı 9.152,00 m2 miktarlı taşınmazın 17.04.1950 tarihli tesis kadastrosu ile davalı ... Belediyesi adına kayıtlı olduğu, kadastro beyannamesine göre, dava konusu taşınmazın Rum mezarlığı iken, 1580 sayılı Belediye Kanunu'nun 160. maddesi gereğince İstanbul Belediyesi adına senetsizden mezarlık arsası vasfı ile 02.02.1950 tarihinde tespit edildiği, davacı Vakıf tarafından 01.08.2012 tarihinde Vakıflar Genel Müdürlüğüne 5737 sayılı Kanun'un geçici 11. maddesi gereğince tescil başvurusu yapıldığı, Vakıflar Meclisinin 12.12.2012 tarihli kararı ile dava konusu yerin müslüman mezarlığı olarak kullanıldığı ve dava konusu taşınmazın davacı vakfın 1936 beyannamesinde beyan edilen taşınmazlarla eşleştirilemediği, vakfın talebinin 5737 sayılı Kanun'un geçici 11. maddesi kapsamında olmadığı gerekçeleriyle tescil talebinin reddedildiği anlaşılmaktadır.

2. Somut olayda; Mahkemece davanın kabulüne dair karar Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesinin 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesi uyarınca hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiği belirtilerek bozulmuş, Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda ilk tesis kadastrosunun kesinleşme tarihinin 17.04.1950, dava tarihinin 09.05.2014 olduğu, hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de; 5737 sayılı Kanun'un geçici 7. ve geçici 11. maddeleri özel düzenleme olup, bu şartların gerçekleşmesi halinde mülkiyetin Vakıf adına tescil edileceği açıktır. Bu durumda özel kanun niteliğindeki bu düzenleme gereği 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesinin uygulama olanağı bulunmamaktadır. Bu nedenle Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesinin bozma kararı usuli kazanılmış hakların istisnası olan maddi hata niteliğinde olup; söz konusu bozma ilamına uyulmakla, verilen karar hakkında usulü müktesep haktan bahsedilemez.

3. Hâl böyle olunca; yukarıda değinilen somut olgu ve ilkeler ışığında işin esasıyla ilgili bir değerlendirme yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir.

VI. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davacı vekilinin yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün 6100 sayılı Yasa'nın geçici 3. maddesi yollaması ile 1086 sayılı HUMK'un 428. maddesi gereğince BOZULMASINA,

03.09.2022 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz eden davacı vekili için 8.400,00 TL duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilen davalıdan alınmasına,

Peşin yatırılan harcın yatırana iadesine,

Dosyanın Mahkemesine gönderilmesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,

10.01.2023 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.