Logo

1. Hukuk Dairesi2022/8355 E. 2023/699 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Tapuda kayıtlı olmayan bir taşınmazın davacı mirasçılar adına tescili istemine karşı Hazine ve Belediyenin itirazları üzerine, zilyetliğin ve imar-ihyanın ispatı ile kadastro kanunu hükümlerinin uygulanabilirliği hususunda uyuşmazlık.

Gerekçe ve Sonuç: Davacıların murisi tarafından dava konusu taşınmaz üzerinde 45 yıl boyunca nizasız ve fasılasız zilyetliğin bulunduğu ve 3402 Sayılı Kadastro Kanunu'nun 14. ve 17. maddesinde öngörülen şartların gerçekleştiğinin anlaşıldığı gözetilerek, yerel mahkemenin tescil kararı onanmıştır.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

HÜKÜM/KARAR : Kısmen Kabul - Kısmen Ret

Taraflar arasındaki tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Karar, davalı Hazine vekili ile dahili davalı ... Büyüşehir Belediye Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı ... vekili dava dilekçesinde; hudutları dava dilekçesinde belirtilen taşınmaz bölümünün evveli itibariyle müvekkilinin murisi olan babası ... oğlu ...’e ait olduğunu ve muris tarafından 1989 yılında vefatına kadar 45 yıl boyunca nizasız ve fasılasız şekilde zilyetliğinde bulundurulduğunu, murisin vefatı üzerine taşınmazdaki zilyetliğin mirasçıları tarafından sürdürülmeye devam edildiğini ancak kadastro tespiti sırasında taşınmazın taşlık ve çalılık olduğundan bahisle tescil harici bırakıldığını ileri sürerek, dava konusu taşınmazın muris ... mirasçıları adına miras payları oranında tesciline karar verilmesini istemiştir.

II. CEVAP

1. Davalı Hazine vekili cevap dilekçesinde; dava konusu taşınmazın taşlık, çalılık, fundalık yerlerden olduğunu, bu nedenle imar-ihya ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği ile kazanılmasının mümkün olmadığını ileri sürerek, davanın reddi ile taşınmazın Hazine adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

2. Diğer davalılar tarafından davaya cevap verilmemiştir.

III. MAHKEME KARARI

Manavgat 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 10.06.2014 tarihli ve 2012/186 Esas, 2014/360 Karar sayılı kararıyla; tüm dosya kapsamına göre, dava konusu taşınmaz bölümünün kadastro tespiti sırasında tescil harici bırakıldığı, taşınmazda davacı ve murisi lehine 3402 Sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. ve 17. maddesinde öngörülen şartların gerçekleştiğinin anlaşıldığı, dava konusu taşınmazın bulunduğu yerden TEİAŞ’a ait enerji nakil hattının geçtiği ve dava konusu taşınmazın içinde ayrıca bir adet pilon yeri bulunduğu, hak kaybına yol açmamak adına pilon yerine ilişkin davanın reddine, taşınmazın kalan bölümü yönüyle davanın kabulüne karar vermek gerektiği gerekçesiyle;

Davanın kısmen kabulüne, teknik bilirkişiler ... Dikmen ve ... tarafından düzenlenen 19.04.2013 tarihli rapora ekli krokide (A) harfi ile gösterilen 6.387,08 metrekarelik taşınmaz bölümünün tarla vasfı ile ... oğlu ... adına tapuya tesciline, taşınmazın tapu kaydının beyanlar hanesine, raporda belirtildiği şekilde taşınmazın 1.519,29 metrekarelik bölümü üzerinden 1988 yılından beri TEİAŞ'a ait Enerji Nakil Hattının geçtiğinin yazılmasına, dava konusu taşınmaz bölümü içerisinde kalan ve pilon yeri olarak belirtilen 64,00 metrekarelik bölüme ilişkin davanın reddine karar verilmiştir.

IV. TEMYİZ

A.Temyiz Yoluna Başvuranlar

Mahkeme kararına karşı süresi içerisinde davalı Hazine vekili tarafından temyiz başvurusunda bulunulmuştur.

B. İlk Bozma Kararı

Karar, Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesinin 23.06.2015 tarihli ve 2014/20275 Esas, 2015/8906 Karar sayılı kararıyla; “Mahkemece yapılan değerlendirmenin usul ve yasaya uygun bulunmadığı, eldeki davada, davalı tarafın 3. kişi konumunda olduğu, dosyada yer alan nüfus kayıtlarına göre davacının murisi ...'nin 25.04.1989 tarihinde öldüğünün anlaşıldığı, davanın ise tereke adına açıldığı, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 640. maddesi uyarınca tereke adına açılıp takip edilen davaları ya tüm mirasçıların birlikte açmaları ya da tüm mirasçıların açılan davaya muvafakatlarının sağlanması veya terekeye mümessil tayin edilerek davanın sürdürülmesinin zorunlu olduğu, dosya arasında muris ...'nin mirasçıları ..., ..., ..., ... ve ... tarafından davacı ... vekili Av. ... ...'e verilmiş vekaletname bulunmasına rağmen mirasçılar ... ve ...'ın adı geçen vekile verilmiş vekaletnamesi bulunmadığı gibi, davacı vekilinin sadece ... adına dava açtığı, bununla birlikte yargılama sırasında tüm mirasçılar adına dava dilekçesinin tebliğ edilmiş olmasının da davada taraf koşulunun sağlamaya yeterli olmadığı, bu mirasçıların davacı ile birlikte dava açmadıkları gibi sonradan davaya muvafakat da vermediği, dosya içinde terekeye mümessil tayinine ilişkin herhangi bir bilgi ve belge de bulunmadığı, diğer mirasçıların davaya katılmaları, muvafakat vermeleri sağlanmadan ya da terekeye temsilci atanmadan davacının tek başına genel mahkemede dava açıp bu davayı sürdürme yetkisinin bulunmadığı, öte yandan 30.03.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6360 sayılı Kanun gereğince, Antalya İlinin mülki sınırları, Büyükşehir Belediyesinin sınırları haline gelmiş olmakla, TMK’nın 713/3. maddesi gereğince ilgili Kamu Tüzel Kişisi niteliğinde bulunan Antalya Büyükşehir Belediyesini davaya dahil etmesi için davacı tarafa süre verilmediği, diğer yandan davanın esası hakkında yapılan araştırmanın da yetersiz olduğu, nizalı taşınmazın bulunduğu yerin 1963 yılında yapılan tesis kadastrosu sırasında hangi nedenle tespit dışı bırakıldığının kesin olarak belirlenmediği, taşınmazın niteliğinin belirlenmesinde esaslı unsur olan ... fotoğraflarından yararlanılmadığı belirtilerek, Mahkemece, davacıya muris ...'nin mirasçılarının davaya muvafakatini alması ya da terekeye temsilci atanmasını sağlaması ve Antalya Büyükşehir Belediyesini davaya dahil etmesi için için süre verilmesi, taraf koşulu tamamlandığı takdirde dava tarihinden 15-20-25 yıl öncesi zaman dilimi içerisinde farklı tarihlere ait en az 3 adet stereoskopik ... fotoğrafı, bu ... fotoğrafları kullanılarak üretilmiş memleket haritaları ile temin edilebilen en eski ve yeni tarihli uydu fotoğraflarının dosya arasına konulması, bundan sonra mahallinde, yerel bilirkişiler, davacı tanıkları, 3 kişilik ziraat mühendisleri kurulu, jeodezi ve fotogrametri mühendisi bilirkişi ve teknik bilirkişiden oluşan bilirkişi heyeti aracılığıyla keşif yapılması, yapılacak keşifte nizalı taşınmazın öncesinin ne olduğu ve davacı tarafça ne şekilde kullanıldığının belirlenmesine çalışılması, 3 kişilik ziraat mühendisleri bilirkişi kurulundan; nizalı taşınmazın toprak yapısı ile komşu taşınmazların toprak yapısı mukayese edilmek suretiyle, taşınmazın toprak yapısı ve niteliğini belirtir ayrıntılı ve gerekçeli rapor alınması, yine raporda taşınmazın imar-ihyaya tabi yerlerden olup olmadığı, imar-ihya işleminin tamamlanıp tamamlanmadığı, tamamlanmışsa dava tarihi ile tamamlanma tarihi arasında ne kadar süre geçtiği hususlarına yer verilmesi ve rapor ekinde taşınmazın değişik yönlerden çekilmiş, komşu taşınmazlar ile arasındaki sınırları gösterecek şekilde renkli fotoğraflarının eklenmesinin istenilmesi, 3402 sayılı Yasa'nın 14. maddesindeki miktar kısıtlaması göz önüne alınarak, davacının murisi adına belgesizden tespit edilen taşınmazların tutanakları getirtilerek, zilyetlik yolu ile edinilebilecek miktar sınırının göz önünde bulundurulması, bundan sonra iddia ve savunma çerçevesinde toplanan tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeyle yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması isabetsiz olduğu gibi, kabule göre de kim olduğu dosya kapsamından anlaşılamayan ... oğlu ... adına tescil hükmü kurulmasının da isabetsizliğine” değinilmek suretiyle bozulmuştur.

C. Mahkemece Bozma Kararına Uyularak Verilen İlk Karar

Manavgat 2. Asliye Hukuk Mahkemesince bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda, Mahkemenin 12.01.2016 tarihli ve 2015/685 Esas, 2016/30 Karar sayılı kararıyla; tüm dosya kapsamına göre, dava konusu taşınmaz bölümünün kadastro tespiti sırasında tescil harici bırakıldığı, taşınmazda davacı ve murisi lehine 3402 Sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. ve 17. maddesinde öngörülen şartların gerçekleştiğinin anlaşıldığı, dava konusu taşınmazın bulunduğu yerden TEİAŞ’a ait enerji nakil hattının geçtiği ve dava konusu taşınmazın içinde ayrıca bir adet pilon yeri bulunduğu, hak kaybına yol açmamak adına pilon yerine ilişkin davanın reddine, taşınmazın kalan bölümü yönüyle davanın kabulüne karar vermek gerektiği gerekçesiyle;

Davanın kısmen kabulüne, teknik bilirkişiler ... Dikmen ve ... tarafından düzenlenen 19.04.2013 tarihli raporuna ekli krokide (A) harfi ile gösterilen 6.387,08 metrekarelik taşınmaz bölümünün tarla vasfı ile ... oğlu ... mirasçıları olan davacılar adına tapuya tesciline, taşınmazın tapu kaydının beyanlar hanesine, raporda belirtildiği şekilde taşınmazın 1.519,29 metrekarelik bölümü üzerinden 1988 yılından beri TEİAŞ'a ait Enerji Nakil Hattının geçtiğinin yazılmasına, dava konusu taşınmaz bölümü içerisinde kalan ve pilon yeri olarak belirtilen 64,00 metrekarelik bölüme ilişkin davanın reddine karar verilmiştir.

D. Bozma Sonrası Mahkeme Kararına Karşı Temyiz Yoluna Başvuranlar

Mahkeme kararına karşı süresi içerisinde davalı Hazine vekili tarafından temyiz başvurusunda bulunulmuştur.

E. İkinci Bozma Kararı

Karar, Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesinin 24.09.2018 tarihli ve 2016/3357 Esas, 2018/5003 Karar sayılı kararıyla; “Mahkemece bozma ilamına uyulduğu halde bozma gereklerinin hiçbirinin yerine getirilmediği, bu nedenle bozma lehine olan taraf yönünden oluşan usulü müktesep hakkın ihlal edildiği, bozma ilamında işaret edilen hususlar yerine getirilmeden, eksik araştırma ve incelemeye dayalı olarak karar verilemeyeceği belirtilerek, Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesinin 23.06.2015 tarihli, 2014/20275 Esas, 2015/8906 Karar sayılı bozma kararında belirtilen şekilde araştırma ve inceleme yapılarak sonucuna göre karar verilmesi” gereğine değinilmek suretiyle bozulmuştur.

F. Mahkemece Bozma Kararına Uyularak Verilen Temyize Konu Karar

Manavgat 2. Asliye Hukuk Mahkemesince bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda, Mahkemenin 06.10.2020 tarihli ve 2018/320 Esas, 2020/192 Karar sayılı kararıyla; tüm dosya kapsamına göre, hükmüne uyulan bozma ilamı uyarınca taraf teşkilinin sağlandığı, dava konusu taşınmaz bölümünün kadastro tespiti sırasında tescil harici bırakıldığı, taşınmazda davacı ve murisi lehine 3402 Sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. ve 17. maddesinde öngörülen şartların gerçekleştiğinin anlaşıldığı, dava konusu taşınmazın bulunduğu yerden TEİAŞ’a ait enerji nakil hattının geçtiği ve dava konusu taşınmazın içinde ayrıca bir adet pilon yeri bulunduğu, hak kaybına yol açmamak adına pilon yerine ilişkin davanın reddine, taşınmazın kalan bölümü yönüyle davanın kabulüne karar vermek gerektiği gerekçesiyle;

Davanın kısmen kabulüne, teknik bilirkişiler bilirkişiler ... ... ve ... ... tarafından düzenlenen 27.06.2019 tarihli raporuna ekli krokide (A) harfi ile gösterilen 6.387,08 metrekarelik taşınmaz bölümünün tarla vasfı ile ... oğlu ... mirasçıları olan davacılar adına tapuya tesciline, taşınmazın tapu kaydının beyanlar hanesine, raporda belirtildiği şekilde taşınmazın 1.519,29 metrekarelik bölümü üzerinden 1988 yılından beri TEİAŞ'a ait Enerji Nakil Hattının geçtiğinin yazılmasına, dava konusu taşınmaz bölümü içerisinde kalan ve pilon yeri olarak belirtilen 64,00 metrekarelik bölüme ilişkin davanın reddine karar verilmiştir.

G. Bozma Sonrası Mahkeme Kararına Karşı Temyiz Yoluna Başvuranlar

Mahkeme kararına karşı süresi içerisinde davalı Hazine vekili ile dahili davalı ... vekili tarafından temyiz başvurusunda bulunulmuştur.

H. Temyiz Nedenleri

1. Davalı Hazine vekili temyiz dilekçesinde özetle; Mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin hüküm kurmak için yeterli olmadığını, dava konusu taşınmaz bölümünde davacı taraf lehine zilyetlikle iktisap koşullarının oluşmadığını, kaldı ki dava konusu taşınmaz bölümünün üzerinden enerji nakil hattı geçtiğini, tehlike arz eden yerlerde özel mülkiyet kurulamayacağını, taşınmaz üzerinde bulunduğu belirtilen ağaçların, taşınmazın bulunduğu bölgenin doğal bitki örtüsü olduğunu, bir yerin ağaç dikilmek suretiyle imar-ihya edilemeyeceğini, öte yandan Mahkemece tescil talepleri ile ilgili olarak olumlu veya olumsuz bir karar verilmediğini ileri sürerek, kararın bozulmasına karar verilmesini istemiştir.

2. Dahili davalı ... vekili temyiz dilekçesinde özetle; dava konusu taşınmazın imar planı kapsamında bulunduğunu, bu nedenle zilyetlikle iktisap edilemeyeceğini, öte yandan Mahkemece bu hususta yapılan araştırma ve incelemenin de hüküm vermek için yeterli olmadığını ileri sürerek, kararın bozulmasına karar verilmesini istemiştir.

I. Gerekçe

1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Uyuşmazlık; Türk Medeni Kanunu’nun 713/1., 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 14. ve 17. maddelerine dayalı olarak açılan tapusuz taşınmazın tescili istemine ilişkindir.

2. İlgili Hukuk

a) 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713/1. maddesi; “Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.”

b) 3402 Sayılı Kadastro Kanunu’nun 14/1. maddesi; “Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir.”

c) 3402 Sayılı Kadastro Kanunu’nun 17. maddesi; “Orman sayılmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz mallar 14 üncü maddedeki şartlar mevcut ise imar ve ihya edenler veya halefleri adına, aksi takdirde hazine adına tespit edilir.

İl, ilçe ve kasabaların imar planının kapsadığı alanlarda kalan taşınmaz mallarda bu hüküm uygulanmaz.” hükümlerini içermektedir.

3. Değerlendirme

1. 1963 yılında Antalya ili, Manavgat ilçesi, Ulukapı Mahallesinde yapılan kadastro çalışmaları sırasında, dava konusu taşınmaz çalılık olduğundan bahisle tescil harici bırakılmıştır.

2. Temyizen incelenen kararın bozmaya uygun olduğu, kararda ve kararın gerekçesinde hukuk kurallarının somut olaya uygulanmasında bir isabetsizlik bulunmadığı, bozmaya uyulmakla karşı taraf yararına kazanılmış hak durumunu oluşturan yönlerin ise yeniden incelenmesine hukukça imkân bulunmadığı, Mahkemece dosya arasında bulunan, yargılama sırasında vefat eden davacı ...’e ait Manavgat Sulh Hukuk Mahkemesinin 26.02.2009 tarihli ve 2009/226 Esas, 2009/211 Karar sayılı veraset ilamına göre de karar verildiği anlaşılmakla; temyiz dilekçelerinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.

V. SONUÇ

Açıklanan sebeple;

Davalı Hazine vekili ile dahili davalı ... vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan kararın ONANMASINA,

Aşağıda yazılı 3.271,96 TL bakiye onama harcının temyiz eden dahili davalı ... Başkanlığına yükletilmesine, 492 sayılı Harçlar Kanun'un değişik 13. maddesinin “j” bendi gereğince Hazineden harç alınmasına yer olmadığına,

Dosyanın Mahkemesine gönderilmesine,

Kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,

09.02.2023 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

-MUHALEFET ŞERHİ-

Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713/1. maddesi gereğince açılmış zilyetliğe dayalı tescil davasıdır.

Mahkemece davacı lehine hüküm kurulmuş, ne var ki yargılama giderleri ve bunlardan olan karar ve ilam harcının davacıdan alınmasına karar verilmiştir. Yargılama giderleri taraflarca temyize getirilmemiştir.

Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık; temyize getirilmemekle birlikte, re'sen nazara alınması gereken karar ve ilam harcının davacıdan alınıp alınamayacağı, buradan hareketle davacı tarafından peşin yatırılan harcın iadesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle çözümlenmesi gereken husus, temyiz konusu yapılan karar ve ilam harcının davalıdan alınıp alınamayacağı, yargılama giderlerinden kimin sorumlu olacağı hususudur.

Anayasa’nın 35. maddesinin birinci fıkrasında mülkiyet ve miras hakları güvence altına alınmış, ikinci fıkrasında ise “Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.” denilmek suretiyle mülkiyet hakkının ancak kanunla sınırlanabileceğine vurgu yapılmıştır.

Anayasa’nın 36. maddesinde de “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile ... yargılanma hakkına sahiptir.” hükmüne yer verilmek suretiyle hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim ... anayasal koruma altına alınmıştır.

Anayasa’nın 13. maddesinin birinci cümlesinde ise “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.” denilmiştir.

Buna göre diğer şartlar bulunsa bile temel hak ve hürriyetlere ancak kanunla sınırlama getirilebilir. Bir başka ifadeyle kanun dışındaki bir norm veya yargı içtihadıyla temel hak ve özgürlüklere sınırlama getirilmesi mümkün değildir.

Öte yandan yargı harçları 492 sayılı Harçlar Kanunu’nda düzenlenmiş ve kamu düzeninden olması nedeniyle harca ilişkin hükümlerin re'sen uygulanacağı kabul edilmiştir. Bu nedenle harca ilişkin hususların re'sen ele alınabileceği hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Harçlardan kimin sorumlu olacağı hususu ise -yargılama giderleri, yargılama usulüne ilişkin bir konu olduğundan- 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda kapsamlı bir şekilde düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un 323. maddesinde harçlar yargılama giderlerinden sayılırken, 326. maddesinin (1) numaralı fıkrasında açıkça “Kanunda yazılı haller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.” denilmek suretiyle yargılama giderleri ve bunlardan olan yargı harçlarından kimin sorumlu olacağı tereddüde yer vermeyecek şekilde hüküm altına alınmıştır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1. maddesi ise şöyledir:

“Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.

Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hâkim, örf ve âdet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir.

Hâkim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.”

Buna göre Kanun’da hâkimin hukukun kaynaklarını belirlerken hangi sıralamayı izleyeceği açıkça kurala bağlanmış olup Kanun’un sözüyle ve özüyle değindiği herhangi bir konuda Kanun’un emrettiği hüküm dışında bir uygulama yapılması mümkün değildir. Hâkim ancak Kanun’da uygulanabilir bir hüküm yoksa anılan maddede belirtilen diğer kaynaklara başvurabilir.

Somut olay anılan anayasal ve yasal kurallar çerçevesinde ele alındığında, zilyetliğe dayalı tescil davasında, davacı birey, davalı ise Hazine ve Belediyedir. Davalının Hazine veya kamu kurumu olması, kanunda açık bir hüküm bulunmadıkça yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınması kuralına istisna teşkil etmeyecektir.

Bilindiği üzere Hazine, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 13/j maddesi ile yargı harçlarından muaf tutulmuştur. Davalı ... ise harçlardan muaf değildir. Böyle bir durumda, yani davalının harçtan muaf olması ve davanın da davacı lehine sonuçlanması halinde karar ve ilam harcının mutlak bir şekilde alınması gerekip gerekmeyeceği ve alınacaksa kimden alınacağı sorularının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

Yasa koyucu, tereddüde yer vermeyecek şekilde yargılama giderlerinden kimin sorumlu olacağını düzenlemiştir. Yine yasa koyucu genel ilke gereğince yargılama giderlerinden sorumlu olan tarafı harçtan muaf tutmuş ise, bu husus harcın diğer taraftan alınacağı şeklinde yorumlanamaz. Bu çerçevede Hazineye karşı açılan davada davacının haklı çıkması durumunda bakiye karar ve ilam harcı davalıdan hiç alınmamalıdır. Ancak davasında haklı çıkan davacı tarafından peşin yatırılan karar ve ilam harcı kendisine iade edilmelidir. Nitekim Hazinenin davalı olduğu tapu iptal – tescil davalarında yerleşik uygulama bu şekildedir. Hazine aleyhine açılan tapu iptal – tescil davasında Hazinenin harçtan muaf olması gerekçesiyle karar ve ilam harcı hiç alınmazken tescil davasında haklı çıkan davacının harçtan sorumlu tutulmasının hiçbir yasal dayanağı bulunmamaktadır. Yasa koyucu dileseydi 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 36/A maddesinde olduğu gibi, bu hususta da genel uygulamadan ayrılan bir düzenlemeye yer verebilirdi.

Sayın çoğunluğun görüşünün dayanağını yerleşmiş Yargıtay içtihatları oluşturmaktadır. Yargıtay uzun yıllara sari içtihadında tescil davalarında yargılama giderlerini davasında haklı çıkmasına rağmen davacı üzerinde bırakmış, bu çerçevede yargı harçlarını da davacıya yüklemiştir. Ne var ki, hiçbir Yargıtay kararında yasal bir dayanak gösterilememiş, davalının “yasal hasım” olması gerekçe yapılmıştır. Yukarıda da belirtildiği üzere bir Kanun’un sözüyle değindiği herhangi bir konuda Kanun’un emrettiği hüküm dışında bir uygulama yapılması mümkün değildir. Hâkim ancak Kanun’da uygulanabilir bir hüküm yoksa 4721 sayılı Kanun’un 1. maddesinde belirtilen diğer kaynaklara başvurabilir. 6100 sayılı Kanun’un 326. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da açıkça “Kanunda yazılı haller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.” denildiğine ve bu hususta Kanun’da bir boşluk veya tescil davaları yönünden bir istisnaya yer verilmediğine göre bu hususta yargı içtihadıyla Kanun’un açık hükmüne aykırı bir uygulama yapılması mümkün değildir. ¹

Öte yandan yukarıda da belirtildiği üzere temel hak ve özgürlüklere ancak kanunla sınırlama getirilebilir. Davasından haklı çıkan kişiden yargı harcı alınmasının gerek mülkiyet gerek ise mahkemeye erişim hakkına getirilen bir sınırlama niteliği taşıdığı açıktır. Sayın çoğunluğun görüşü kabul edildiğinde anılan haklara kanunla değil yargı içtihadıyla sınırlama getirilmiş olmaktadır. Bu ise Anayasa’nın 13., 35. ve 36. maddelerine aykırı olarak mülkiyet ve mahkemeye erişim haklarına sınırlama getirilmesine neden olmaktadır.

Tartışılması gereken bir başka husus da “yasal hasım” meselesidir. Özellikle yasal hasımın ne olduğu ve yasal hasım olunmasının davalıya bir üstünlük sağlayıp sağlamadığının ele alınması gerekir. Bilindiği üzere, bazen gerçekte hasım olmamasına rağmen özellikle mahkemelerin kararlarının denetime açılabilmesi, davanın kanun yoluna taşınabilmesi için Hazinenin taraf gösterilmesi veya temsilcisi bulunmayan mal varlığına kayyım atanması ve davanın kayyım huzurunda görülerek bu mahsurların ortadan kaldırılması yoluna gidilebilmektedir. Ne var ki böyle de olsa bir davada Hazine veya diğer kamu kurum ve kuruluşları davalı olarak yer almışsa, sıfatı ne olursa olsun artık davalıdır. Hukuk devleti ilkesi gereğince kural olarak davanın tarafları arasında haklı bir neden olmaksızın bir ayrıcalık yaratılamaz. Sayın çoğunluk davacının davasının kabulü halinde, davalının yasal hasım olması nedeniyle yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılması gerektiğini değerlendirirken, davanın reddi halinde davalı yasal hasım lehine vekalet ücreti başta olmak üzere yargılama giderlerine hükmedilmesi gerektiğini kabul etmektedirler.

Anayasal bağlamda meşru bir amaca dayalı kanuni bir hüküm olmaksızın taraflara farklı muamelede bulunulması düşünülemez. Somut uyuşmazlıkta davacının talebinin bir kısmı kabul edilirken, bir kısmı ise reddedilmesine rağmen, davalı lehine vekâlet ücreti takdir edilmiş, davacı lehine ise vekâlet ücreti verilmemiştir. Dolayısıyla aynı dava dosyasında makul bir yasal dayanak bulunmaksızın tarafların farklı muameleye tabi kılınması söz konusu olmuştur ki bunun kabul edilmesi mümkün değildir. (Ne var ki davacı taraf bu hususu temyiz sebebi yapmamıştır. Bu nedenle söz konusu yanlışlığa işaret edilmekle yetinilmiştir.)

4721 sayılı Kanun’un 713/3. maddesinde tescil davasının Hazineye ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapu maliki gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılacağı belirtilmiştir. Yargıtay uygulamalarında taşınmaz tapusuz ise dava, tescil davası, tapulu ise tapu iptal tescil davası olarak nitelendirilmektedir. Tapu iptali - tescil davalarında yargılama giderleri yasaya uygun olarak haksız çıkan taraftan alınırken tescil davasında davacı üzerinde bırakılmaktadır. Aynı yasa maddesinin aynı fıkrasında düzenlenen davalılar arasında yargılama giderleri açısından ayrı uygulama yapılması da doğru değildir. Davalının kim olacağının yasada gösterilmiş olması, bu davalının yargılama giderlerinden muaf olacağı şeklinde yorumlanamaz.

¹ Tescil davasını kaybeden Hazineden kanuni hasım olması nedeniyle yargılama giderlerinin alınmamasının hukuka aykırı olduğuna ilişkin aynı yöndeki görüş için bkz. Kuru, Baki (2001) Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt 5, 6. Baskı, Ankara, s. 5339.

Yine sayın çoğunluğun adeta “tescil davalarında davacı zaten karşılıksız olarak taşınmaz edinmekte, hiç olmazsa yargılama giderlerini ödesinler” tarzında bir yaklaşımla gerekçe oluşturduğu anlaşılmaktadır ki bu görüşe katılmak mümkün değildir. Eğer mahkeme davacının davasını kazanma yönündeki hukuki koşulların oluşmadığını düşünüyorsa hiç şüphesiz davayı reddetmelidir. Hem davayı kabul edip, hem de yargılama giderlerini davacı üzerinde bırakmak Kanun’un açık hükmüyle çelişmektedir.

Öte yandan sayın çoğunluk davalının yasal hasım olması nedeniyle yargılama giderleri ve bunlardan olan harcın ilk derece mahkemesince davacıdan alınmasının doğru olduğunu düşündüğüne göre, bunun tutarlı bir sonucu olarak davalı hazine tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine, istinaf talebi reddedildiğinde de davacıdan istinaf ret harcının, bunun devamında da yine Hazinenin temyiz başvurusu reddedilerek kararın onanması halinde de davacıdan onama harcının alınması gerektiğini kabul etmeleri gerekir. Zira davalı Hazine yasal hasımdır ve davalı harçtan muaftır, o halde davalıdan alınamayan yargı harçları davacıdan alınmalıdır. Böyle bir uygulamayı kabul etmek hukuken mümkün görünmemektedir. Yargılama giderleri bir bütündür. Yargılama giderlerinden sorumluluk bakımından aksine bir düzenleme bulunmadıkça bir dava ilk derece mahkemesinde hangi hükümlere tabiyse kanun yollarında da aynı hükümlere tabidir. İlk derece mahkemesinde alınmayan yargılama gideri aynı gerekçeyle istinaf ve temyiz kanun yollarında da alınmamalıdır.

Açıklanan nedenlerle davanın kabul edilmiş olduğu gözetilerek, tarafların temyiz sebepleri de nazara alınmak suretiyle davalı Hazinenin harçlardan muaf olması, davalı ... Tüzel Kişiliğinin ise harçlardan muaf olmaması, harcın davacıdan alınmasının da doğru olmaması ve bu yanlışlığın düzeltilmesinin yeniden yargılama yapılmasını gerektirmemesi nedeniyle, İlk Derece Mahkemesinin kararının hüküm fıkrasından, harcın davacıdan alınmasına ilişkin kısmın çıkarılarak yerine, “…davalı Hazine harçtan muaf olduğundan davacının yatırdığı peşin harcın kendisine iadesine” cümlesi yazılmak suretiyle hükmün düzeltilerek onanması düşüncesinde olduğumdan sayın çoğunluğun onama yönündeki kararına katılmıyorum.