"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2021/2513 E., 2023/1905 K.
HÜKÜM/KARAR : Kabul / Esastan Ret
İLK DERECE MAHKEMESİ : İstanbul Anadolu 11. Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2017/25 E., 2021/456 K.
Taraflar arasındaki tapu iptal ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davalı tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından yapılan inceleme sonucunda, istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne, Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili; davaya konu Çekmeköy ilçesi, ... Mahallesi 332 parsel sayılı köy odası ve kargir kahvehane vasıflı taşınmazın Üsküdar Tapulama Hakimliğinin 1974/147 E., 1977/49 K. sayılı kararı doğrultusunda ... adına tapuya tescil edildiğini ancak bu taşınmazın eski tapu kayıtlarına göre ... ... ile ... adına kayıtlı olduğunu, kilise vasıflı 291 parsel okul ve öğretmen evi, 300 parsel çalılık ve tarla ve eski 306 parsel köy odası ve kahvehane olarak vakıf malı olduğunu, kadastro tespitinin gerçeği yansıtmadığını, tescilin yolsuz olduğunu, taşınmazın davacı vakfa ait olduğunu, Vakıflar Kanunu geçici 7. ve 11. maddeleri gereğince vakfına iadesi gerektiğini, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından başvurunun hatalı olarak reddedildiğini ileri sürerek dava konusu taşınmazın davacı adına tesciline, tazminat hakkının saklı tutulmasına karar verilmesini istemiştir.
II. CEVAP
Davalı Hazine vekili; dava konusu taşınmazın hükmen kadastro tespiti ile Hazine adına tescil edilmiş olduğunu ve davacı tarafından kadastrodan önceki sebeplere dayanarak tapu iptali ve tescil talebinde bulunulduğunu, ancak Kadastro Kanunu'nun 12. maddesinde yer alan 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olduğunu belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEME KARARI
İstanbul Anadolu 11. Asliye Hukuk Mahkemesi 29.09.2016 tarih 2016/125 E., 2016/81 K. sayılı kararı ile davanın Kadastro Kanunu 12/3. maddesi gereğince hak düşürücü süreden reddine ilişkin olarak verilen kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince eldeki davada 3402 sayılı Kanun'un 12/3. maddesinin uygulama yeri bulunmadığı, 5737 saylı Kanun gereğince davacının belirlenen süreler içinde yasal müracaatlarını yaptığı ve 1936 tarihli beyannamesinin mevcut olduğu, davanın esasına girilerek resmi belgelerdeki taşınmazların dava konusu taşınmaz olup olmadığına ilişkin keşif yapılıp davacı tarafça tanık deliline dayanmakla tanıklarının da dinlenerek hüküm kurulması gerektiği gerekçesiyle karar kaldırılmış; Mahkemenin 23.09.2021 tarih 2017/25 E., 2021/456 K. sayılı kararı ile, Vakıflar Kanunu'nun geçici 11. maddesi (b) bendinin şartlarının gerçekleştiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, 11.11.2021 tarihli ek karar ile vekalet ücretine ilişkin düzeltme yapılmıştır.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı davalı Hazine vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
B. İstinaf Nedenleri
Davalı Hazine vekili istinaf başvuru dilekçesinde; vakfın 1936 beyannamesinde bu taşınmazların kaydına rastlanılmadığını, Vakıflar Meclisi tarafından da dava konusu yapılan taşınmazların iade taleplerinin reddine karar verildiğinin açık olduğunu, kararın idari yargıda iptalinin istenmediğini, beyannamede belirtilen taşınmazla dava konusu taşınmazın aynı taşınmaz olduğunun tespitinin de yapılamadığını, taşınmazın davacıyla ilişkisinin ortaya konulamadığını, dosyada karara dayanak son rapor hariç bilirkişi raporlarında bu hususun tespiti için yeterli delilin bulunmadığının bildirildiğini, davacının talebine uygun rapor hariç diğer raporlara itibar edilmediğini, taşınmazın 1936 tarihinden önce ne suretle edinildiğine ilişkin belge ortaya konulmadığını, davanın 10 yıllık hak düşürücü sürede açılmadığını belirterek kararın kaldırılmasını talep etmiştir.
C. Gerekçe ve Sonuç
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi 08.11.2023 tarih 2021/2513 E., 2023/1905 K. sayılı kararı ile; dosya arasına alınan 23.08.2021 tarihli bilirkişi raporunda davacı vakfın Eşhas-ı Hükmiye cetvelinde yer aldığı ve 1936 beyannamesinde bu belgeye atıf yapıldığı, vakfın akarından olan bir bap hane ve bir bap kahvehanenin dava konusu 332 parsel sayılı taşınmaz ile aynı yer olduğunun teknik olarak tespit edildiği, Vakıflar Kanunu'nun geçici 11. maddesi (b) bendinin uygulanması açısından şartların gerçekleştiğinin bildirildiği, bu itibarla davalı Hazine adına yapılan tescilin yolsuz olduğu gerekçesiyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 353/(1).b.1. maddesi uyarınca istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine vekili temyiz talebinde bulunmuştur.
B. Temyiz Nedenleri
Davalı Hazine vekili temyiz dilekçesinde, istinaf dilekçesindeki beyanlarını tekrarla kararın bozulmasını talep etmiştir.
C. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Dava, yolsuz tescil nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
2. İlgili Hukuk
Vakıflar Kanunu geçici 7. ve 11. maddeleri.
3. Değerlendirme
Dava konusu İstanbul ili, Üsküdar ilçesi, ... Mahallesi 332 parsel sayılı 2.420 m2 miktarlı köy odası ve kargir kahvehane nitelikli taşınmazın 12.08.1971 tarihinde yapılan kadastro çalışmasında senetsizden 1926 yılından beri nizasız fasılasız köyün zilyetliğinde bulunduğu muhtar ve bilirkişi beyanlarından anlaşılmakla “... Köyü Manevi şahsiyeti” adına tespit edildiği; tespite, Milli Emlak Müdürlüğünce taşınmazın ... ... ve ...’a ait olduğu onların da gaip olduğundan Hazine adına tescil gerektiği belirtilerek itiraz edildiği, Tapulama Kanunu 28. maddesi uyarınca komisyonca yapılan inceleme sonucunda 04.04.1974 günlü karar ile, sunulan tapunun dava konusu yere uymadığından talebin reddedildiği, kararın ilgililere 15.04.1974 ve 22.04.1974 tarihinde tebliğ edildiği, süresinde dava açıldığından tespitin kesinleşmediği, Üsküdar Tapulama Mahkemesi 02.06.1977 tarihli 1974/147 E., 1977/49 K. sayılı karar ile, Hazine tarafından sunulan Mart 301 tarih 22 nolu tapu kaydının bu yere uyduğu, kişilerin gaip olduğu, 1331 ve 1617 sayılı Kanun gereğince Hazine adına tescili gerektiğinden davanın kabul edildiği, taşınmazın 30.11.1977 tarihinde hükmen ... adına tescil edildiği, dayanak tapu kayıtlarında “Mart 301 daimi no: 22” geldisi olmayan tapu kaydının köyü-mevki ... namı diğeri Ermeni karyesi, miktarı 5000 zira, cinsi hane ma bahçe ve ... Vakfından bedeli öşür ve rüsumu senevi olduğu, nısıf hissesi ... vefatından diğer nısıf hissesi mutasarrıfları oğulları ... ve ...’in malik oldukları, gittiği Mart 301 tarih 23 ve 24 nolu kayıtların olduğu ve 24 nolu kaydın ... veledi ... ... adına olup gittisi bulunmadığı, 23 nolu kaydın ise ... veledi ... adına iken gittiği Temmuz 327 tarih 176 nolu kayıtta ... Vakfından mazbut yazdığı, ... ... oğlu ...’in ölümü ile mirasçıları oğlu Mıdırgıç, kerimeleri ... ve Kalin adına tescil edildiği, kaydın Temmuz 327 tarih 177 ve 178 nolu kayıtlara gittiği, 177 nolu kaydın Mıdırgıç ve Kalin payını hibe ettiğinden ... Efendi adına tescil edildiği, ... Vakfından mazbut ibaresinin burada da olduğu, gittiği Temmuz 327 tarih 179 nolu (her ne kadar hataen 139 yazdığı anlaşılmakla) kayıtta aynı malik adına tashihen ve tebdilen oluştuğu ve revizyonu olmadığı, 178 nolu kayıtta da ... kerimesi ... hanım adına tescil edildiği ve gittisinin bulunmadığı, davacı vakıf tarafından sunulan 1936 beyannamesinde “Vakfiyesi yoktur. ... 1328 tarihli Eşhas-ı Hükmiye Kanunu mucibince tashihi kayıt için tapuda 11.08.1329 tarih 2144 noda kayıtlı” ibaresinin yer aldığı, Tapu Müdürlüğünden getirilen ve revizyon görmediği belirtilen Eşhas-ı Hükmiye cetvelinin eski yazısı çevirisinde ... Dağında kain ... Ermeni Kilisesi emlak ve akarı başlıklı kısmın ikinci sırasında “Ermeni kabristanı mevkinde bir bap hane ve bir bap kahvehanenin 12 hisseden 7'şer hisseleri” şeklinde yer aldığı, davacı vakfın dava konusu 332 parsel sayılı taşınmazın da içinde bulunduğu 10 adet taşınmaz yönünden geçici 11. madde kapsamında 04.07.2012 tarihinde Vakıflar Genel Müdürlüğüne başvuruda bulunduğu, Vakıflar Meclisinin 10.01.2013 tarihli kararı ile sadece 1 taşınmazın uygun bulunduğu, dava konusu taşınmaz da dahil diğerlerinin madde kapsamında olmadığından reddedildiği, vakfın, Kanun'un geçici 7. maddesine dayanarak 15.07.2010 tarihinde ve 4771 sayılı Kanun kapsamında 03.02.2003 tarihinde yaptığı başvuruların da reddedildiği, dosya arasına alınan 09.10.2017 tarihli fen bilirkişi raporlarında taşınmazda sağlık ocağı, muhtarlık ve cafe bulunduğu, bir kısmının park olarak kullanıldığı, 30.10.2017 tarihli inşaat mühendisi bilirkişi raporunda ise binaların 12-15 yıl önce davalı Hazine ve Belediye tarafından yapıldığının belirtildiği, 23.02.2018 tarihli fen bilirkişi ek raporunda da vakfa ait olduğu belirtilen cami-kilise ve okulun taşınmaza uzaklığının tespit edildiği, 24.02.2020 tarihli İstanbul Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Ana Bilim Dalı öğretim üyelerinden oluşan 3 kişilik bilirkişi heyetinin raporunda, vakıf adına tescil için Kanun'un aradığı başvuru şartının gerçekleştiği, 1936 Beyannamesi ve atfı yapılan cetvelde belirtilen taşınmazla dava konusu yerin aynı olduğunun tespiti gerektiği, taşınmazın Hazine adına kamulaştırma, satın alma veya trampa dışındaki sebeplerle tescil edilmiş olması şartının Mahkemenin takdirinde olduğunun belirtildiği, yeniden yapılan keşif üzerine 17.02.2021 tarihli iki Harita ve Kadastro Mühendisi bilirkişiden alınan raporda ise vakfın 1936 beyannamesinde ... köyüne ilişkin taşınmazların yer almadığı, Eşhas-ı Hükmiye cetvelinde ise ... ve Ermeni kabristanından bahsedildiği, dayanak tapu kaydında mevki bildirilmediği, cetvelde bir bap hane ve kahvehaneden bahsedildiği, Tapulama Mahkemesi dosyasında yapılan keşifte muhtarlık ve kahvehanenin sonradan yapıldığı bildirildiğinden aynı yer olduğuna ilişkin yeterli delil bulunmadığının beyan edildiği, davacı vekili tarafından dosya arasına 19.11.2020 tarihli Harita ve Kadastro Mühendisi ...’ın uzman görüşünün sunulduğu, Mahkemece hükme esas alınan 23.08.2021 tarihli üç kişilik Harita ve Kadastro Mühendisi (içinde ...’ın da bulunduğu) raporda ise vakfın bildirdiği taşınmaz ile dava konusu taşınmazın aynı yer olduğunun tespit edildiğinin belirtildiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; vakıf, çok eski devirlerde bir din kurumu olarak ortaya çıkmış, geliştirilmiştir. İnsanların vakıf yoluyla sonraki nesillere iyi bir ad bırakmaları her devirde takdirle karşılanmıştır. Toplum yararına kullanıldığı sürece vakıf insanlığa büyük yararlar sağlamıştır. Hristiyanlıkta da vakıf yoluyla hizmetlerin kamu yararına yerine getirilmesi benimsenmiştir. (Dr. Suat Bertan, Ayni Haklar Cilt 1,Sayfa 75). Esasen müslüman kişilerin müslüman olmayan ihtiyaç sahiplerine, müslüman olmayan kişilerin de muhtaç durumdaki müslüman kişilere mallarını vakfetmeleri geçerli sayılmıştır. (Ömer Hilmi, Ahkamül Evkaf, Mesele 57).
Davaya konu ve benzeri cemaat vakıflarının padişah fermanı (buyruğu) olarak emri mahsusa ile kuruldukları, vakfiyelerinin bulunmadığı bir gerçektir. Anılan vakıf türlerinin iki yoldan geliştiği, ilk olarak bağımsız bir vakıf kurulduğu, sonra da kurulu vakfa mal özgülendiği, böylece ana vakfın mal varlığının çoğaltıldığı bilinen bir olgudur. Genellikle İstanbul’un belli semtlerinde ana vakıf niteliğinde büyük bir hayri ya da dini vakıf kurulmuş, aynı cemaat hizmetinin görülmesine tahsis edilen diğer kurumlar da ana vakfın tüzel kişiliğine bağlanmışlardır. Ana vakfı emri mahsusa olarak ortaya çıkaran padişah fermanları genel içerik taşımamış, belli ve muayyen yer ya da yerlere hasredilmiştir. Söz konusu irade, cemaatlerin kuruluş zamanları itibariyle dini ve hayri işlevlerini özgürce yerine getirmelerine olanak tanımak şeklinde anlaşılmalı ve bu sınırlar içerisinde düşünülmelidir. “irade-i mahsusanın” genişletilmesi günümüz mer-i hukukuna göre mümkün değildir. 1924 tarihli Lozan Sözleşmesinin 42. maddesinde öngörülen vakıflar ile dini ve hayri kurumların işlevlerinin değinilen sınırlar gözetilerek güvence altına alındığı da kabul edilmelidir.
Söz konusu vakıflara tüzel kişilik tanınması üzerine, cemaat ve hayır kurumlarına ait malların adlarına kayıt edilmesi için yasayla bir süre tayin edilmiştir. Bu süre, 11.09.1329 (1913) tarihli Kanun'la 6 ay uzatılmış; takiben 25.02.1329 (1913) tarihli Kanun ile tekrar 6 ay süre tanınmış, en son Emval-i Gayri Menkulenin Tasarrufu Hakkındaki 30.03.1329 (1913) tarihli Kanun'un 4. maddesi ile iki yıl süre verilmiştir.
05.06.1935 tarihinde yürürlüğe giren Vakıflar Kanunu'nun hükümet gerekçesinde ve Yasa'nın 1. maddesinde cemaatlerce idare olunan vakıfların “mülhak vakıf” olduğu açıklanmıştır. Yasa'nın geçici (muvakkat) maddesiyle mevcut cemaat vakıfları için onları idare edenlere Vakıf Genel Müdürlüğünce beyanname verme yükümlülüğü getirilmiştir. Vakfiyesi olmayan cemaat vakıflarının 1936 yılında verilmiş beyannamelerinin taşınmaz mal varlıklarını belli etme ve sonradan mal edinme bakımından “vakıfname” niteliğinde kabul edilmesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Bu itibarla, bu tür vakıfların 1936 tarihinden sonra nedeni ne olursa olsun taşınmaz mal edinemeyeceklerine ilişkin görüşler günümüze kadar uygulamaya yön vermiştir.
Ne var ki, Avrupa Birliğine uyum çalışmaları nedeniyle kabul edilen 4771 ve 4478 sayılı Yasalar, 1936 tarihli beyannamede yer almayan malların da edinilebilmesi yolunu açmış, ancak bu imkanı kurallara ve koşullara bağlamıştır. 4778 sayılı Yasa'nın 3. maddesi “cemaat vakıfları, vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın Vakıflar Genel Müdürlüğünün izniyle dini, hayri, sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal edinebilirler ve taşınmaz malları üzerinde tasarrufta bulunabilirler” hükmünü getirmiş, ikinci fıkrasında “bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esasların Vakıflar Genel Müdürlüğünün bağlı bulunduğu Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceğini” açıklamıştır. 4928 sayılı Yasa'nın 2. maddesi ise “cemaat vakıflarının bu Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten (15.07.2003) itibaren on sekiz ay içerisinde 2762 sayılı Yasa'nın birinci maddesinin yedinci fıkrası uyarınca tescil isteğinde bulunabileceğini” bildirmiştir.
Yasa hükmünde sözü edilen ve 24.01.2003 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan “cemaat vakıflarının taşınmaz mal edinmeleri, bunlar üzerinde tasarrufta bulunmaları ve tasarrufları altında bulunan taşınmaz malların bu vakıflar adına tescil edilmesi hakkındaki yönetmelik” yukarıda izah edilen amaç ve kapsamı belirlemiş, 2762 sayılı Yasa'nın 1. maddesine dayanılarak hazırlanan 4. maddesinde edinilebilecek taşınmaz malların kapsamının “....satın alma, vasiyet, hibe ve sair yollar...” biçiminde olacağı; 5. maddesinde "başvurunun Vakıflar Genel Müdürlüğüne yapılacağı" belirtilmiştir; a, b, c, d, e bentlerinde istenecek belgeler sayıldıktan sonra 6. maddesinde “başvurunun gerektiğinde ilgili bakanlık, kamu kurum ve kuruluşlarının görüşü alınarak yetkili Daire Başkanlığının görüşü ile birlikte,Vakıflar Genel Meclisince inceleneceği ve koşulların oluşması halinde vakfa yetki belgesi verileceği” öngörülmüştür.
20.02.2008 tarihinde 5737 sayılı Vakıflar Kanunu yürürlüğe girmiş bulunmaktadır. Anılan Yasa'nın 2. maddesi ile cemaat vakıfları ayrı bir vakıf türü olarak sayılmış; mülhak vakıf statüsünden çıkarılmıştır. Keza, aynı Yasa'nın 12. maddesinin 1. fıkrasında "vakıflar, mal edinebilirler, malları üzerinde her türlü tasarrufta bulunabilirler..." Geçici 7. maddesinde ise “Cemaat vakıflarının;
a) 1936 Beyannamelerinde kayıtlı olup halen tasarruflarında bulunan nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar,
b) 1936 Beyannamesinden sonra cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle halen; Hazine veya Genel Müdürlük ya da vasiyet edenler veya bağışlayanlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar, tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on sekiz ay içinde müracaat edilmesi halinde, Meclisin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescilleri yapılır. "Aynı Kanun'un geçici 11. maddesi "Cemaat vakıflarının;
a) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup malik hanesi açık olan taşınmazları,
b) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamulaştırma, satış ve trampa dışındaki nedenlerle Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, belediye ve il özel idaresi adına kayıtlı taşınmazları,
c) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamu kurumları adına tescilli olan mezarlıkları ve çeşmeleri, tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on iki ay içinde müracaat edilmesi halinde, Meclisin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescil edilir.
Cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle Hazine veya Genel Müdürlük adına tapuda kayıt edilen taşınmazlardan üçüncü şahıslar adına kayıtlı olanların Maliye Bakanlığınca tespit edilen rayiç değeri Hazine veya Genel Müdürlük tarafından ödenir." hükümlerini içermektedir.
Somut olayda ise, Mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler gereğince hüküm kurmaya yeterli olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur.
Şöyle ki; dava konusu taşınmazın kadastro tespitine dayanak tapu kayıtlarında “... Vakfına” ilişkin şerh bulunduğu, bahsi geçen vakfın Vakıflar Genel Müdürlüğünden sorulmadığı, dava konusu taşınmaz ile beyannamede belirtilen taşınmazın aynı yer olduğuna ilişkin raporlar arasında çelişkinin giderilmediği, hükme esas alınan 23.08.2021 tarihli raporda aynı taşınmaz olduğunun nasıl tespit edildiği denetime elverişli bir şekilde açıklanmadığı gibi davacı tarafından uzman görüşü alınan bilirkişinin de heyete dahil edilmesi isabetli değildir.
Hal böyle olunca, Vakıflar Genel Müdürlüğünden taşınmazdaki “... Vakfına” ilişkin kaydın sorularak davanın vakfa ihbar edilmesi, mahallinde alanında uzman, öncekilerden farklı bilirkişilerce tekrar keşif yapılarak dava konusu taşınmazın davacı Vakfın 1936 Beyannamesindeki atıfla Eşhas-ı Hükmiye cetvelinde belirtilen taşınmazla aynı olup olmadığının tereddütten uzak bir şekilde tespit edilmesi, taşınmazda bulunan muhtarlık binası, kahvehane gibi yapıların ne zaman kim tarafından inşa edildiğinin tespiti, ayrıca cetvelde bahsi geçen taşınmazın “7/12” payı şeklindeki kaydın da gözetilmesi, toplanan ve toplanacak delillere göre bir karar verilmesi gerekirken, noksan araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir.
Kabule göre de, kamu düzenini ilgilendirmeyen ve taraflarca getirilme ilkesinin geçerli olduğu eldeki davada, mahalli bilirkişi sıfatıyla keşif mahallinde re'sen belirlenen kişilerin dinlenilmesi de isabetsizdir.
VI. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı Hazine vekilinin temyiz itirazının kabulü ile temyiz olunan, İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının ORTADAN KALDIRILMASINA,
İlk Derece Mahkemesi kararının BOZULMASINA,
Temyiz eden davalı Hazine harçtan muaf bulunduğundan bu konuda karar verilmesine yer olmadığına,
Dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, kararının bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
26.09.2024 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.