Logo

11. Hukuk Dairesi2024/951 E. 2024/2826 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Davacı tarafından davalı şirkete yatırılan paranın, geçerli bir ortaklık ilişkisi kurulmadığı iddiasıyla iadesi talebi.

Gerekçe ve Sonuç: Davanın, 765 sayılı TCK'nın 102/4 ve 104/2. maddeleri uyarınca belirlenen 7,5 yıllık uzamış haksız fiil zamanaşımı süresinden sonra açıldığı gözetilerek, Bölge Adliye Mahkemesi'nin davayı zamanaşımından reddeden kararının onanmasına karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : Konya Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi

SAYISI : 2022/633 Esas, 2023/2187 Karar

HÜKÜM : Yeniden hüküm kurularak davanın reddine

İLK DERECE MAHKEMESİ : Konya 3. Asliye Ticaret Mahkemesi

SAYISI : 2018/552 E., 2019/677 K.

Taraflar arasındaki geçerli ortaklık ilişkisi kurulmadığının tespiti ve alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı şirket vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi hükmü kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın zamanaşımı süresinden sonra açıldığı gerekçesiyle davalı şirket yönünden davanın zamanaşımından reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili dava dilekçesinde; davalı şirketin yurt dışında birçok ülkede yatırılan paraların istenildiği her an geri çekilebileceği ve karşılığında yüksek oranda faiz verileceği garantisi ile müvekkilinin davalı tarafa para verdiğini, ancak ödenen paranın bir türlü geri alınamadığını ileri sürerek taraflar arasında geçerli bir ortaklık ilişkisi bulunmadığının tespitine ve ödenen paranın davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı şirket vekili cevap dilekçesinde; davanın süresinde açılmadığını, davacının iddialarının asılsız olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı davanın kabulüne karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı şirket vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. İstinaf Sebepleri

Davalı şirket vekili istinaf dilekçesinde özetle; davanın esastan ve zamanaşımından reddine karar verilmesi gerektiğini belirterek İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verilmesini istemiştir.

C. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla paranın davalı tarafa yatırılması ile dava tarihi arasında zamanaşımı süresinin geçtiği, davalı tarafça süresinde zamanaşımı definde bulunulduğu bu itibarla davanın zamanaşımından reddi gerekirken kısmen kabulüne karar verilmesinin hatalı olduğu gerekçesiyle davalı şirket vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün bu davalı yönünden kaldırılmasına, yeniden esas hakkında hüküm kurulmasına ve davalı şirket hakkındaki davanın zamanaşımından reddine karar verilmiştir.

V. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davacı vekili temyiz dilekçesinde özetle; davalılar kötü niyetli olduğundan zamanaşımının ileri sürülemeyeceğini, yargılama masrafları yönünden de kararın hatalı olduğunu, davanın kabulüne karar verilmesi gerektiğini belirterek kararın bozulmasını istemiştir.

Gerekçe

1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Uyuşmazlık, geçerli ortaklık ilişkisi kurulmadığının tespiti ve alacak talebine ilişkindir.

2. İlgili Hukuk

1. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 369 uncu maddesinin birinci fıkrası ile 370 ve 371 inci maddeleri

2. 12.09.2023 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan Anayasa Mahkemesi'nin 18.05.2023 tarihli ve 2020/11 E. 2023/98 K. sayılı iptal kararı

3.Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu, 22.04.2022 tarihli ve 2021/7 E., 2022/2 K. sayılı kararı

4. 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun (765 sayılı Kanun) 102 nci maddesinin dördüncü fıkrası ve 104 üncü maddesinin ikinci fıkrası

3. Değerlendirme

1.Temyiz sebeplerinin incelenmesinden önce eldeki dosya ve aynı mahiyetteki davaların sebeplerinden ve yıllar içinde yaşanan yasal ve yargısal süreçlerden bahsetmek gerekmektedir. 1990’lı yıllarda özellikle yurt dışında yerleşik ve faizden imtina eden küçük yatırımcıların yoğun teveccühüyle, yüksek kar vaat eden davalı şirket ve benzeri holdinglere ciddi bir sermaye akışı olmuştur. Ne var ki bir takım nedenlerden dolayı yeni para girişinin sekteye uğramasıyla birlikte bu tür şirketler kar payı dağıtamaz duruma gelmiştir. Bunun üzerine hissedar niteliğindeki yatırımcılar gerek Türkiye’de gerekse sair ülkelerde davalı şirket ile benzer şirketler ve holdingler aleyhine açtıkları davalarla ödedikleri paranın geri verilmesini talep etmişlerdir. Bu davalar yerel mahkemelerde hükme bağlandıktan sonra temyiz denetimi için Dairemize intikal etmiştir. Anayasa Mahkemesinin, Turgay Kılıç (B. No:2020/21022, 14/12/2023) kararında kısmen değindiği “çelişkili yargı kararları” ise aşağıdaki sebeplerle meydana gelmiştir.

2. Davaların ilk açıldıkları ve şirketlere paraların yatırıldığı tarihlerde yürürlükte bulunan 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu hükümleri gereğince şirkete sermaye olarak verilen paralar geri istenemeyeceği gerekçesiyle davalar retle sonuçlanıyordu. Ancak yabancı ülkelerde mukim yatırımcıların, bulundukları ülke mahkemelerinde açtıkları davalarda tahsil hükmü almaları ve bu hükümlerin tanıma ve tenfiz yoluyla ülkemizde uygulanmasıyla birlikte yerli yatırımcıyla yabancı ülkelerdeki yatırımcı arasında göz ardı edilemeyecek eşitsizliğe yol açıyordu. Dairemiz ise, gerek bu adaletsizliğe son vermek gerekse şirket yetkililerinin izinsiz sermaye toplamak ve dolandırıcılık suçlarından mahkum olmalarını dikkate alarak “para verenlerle şirket arasında ortaklık ilişkisi kurulmadığını ve bu nedenle iradesi fesada uğratılan yatırımcıların haksız fiil hükümleri çerçevesinde paralarını geri alabileceklerine dair” uygulamayı benimseme yoluna gitmişti. Bu arada benzer mahiyetteki birçok holding benzer mahiyette seri davalara muhatap olmuş, para yatıranların paralarını geri istemeleri ve bu yöndeki mahkeme kararlarının infazı neticesinde bu şirketlerin tamamen battıkları gözlemlenmiştir. Dava açmakta erken davrananlar, paralarını tamamen tahsil ederken, bilahare dava açanlar, haczi kabil mal bulamadıklarından hiçbir şey elde edememe gibi bir sonuçla karşılaşmışlardır.

3. Neticede, tüm bu karmaşanın ortasında, halen faal olan şirketlerin yaşatılması ve gerek ortaklarının, gerekse bu şirketlere bağlı işletme ve fabrikalarda istihdam edilen iş gücünün mağduriyetlerinin önüne geçilmesi maksadıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi duruma el koyarak, hukuken meşru bir zemine çektiği şirketlere karşı açılan davalarla ilgili yürürlüğe koyduğu 7194 sayılı Dijital Hizmet Vergisi ile Bazı Kanunlar'da ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un 41 inci maddesi ile sermaye koyan tüm ilgilileri ortak kabul eden anlayışı benimsemiştir. Şüphesiz bu yasal düzenleme bir tasfiye düzenlemesiydi. Tasfiye düzenlemeleri, tabiatı gereği ideal çözüm üretmekten uzaktırlar. Bir şekilde meydana gelmiş vakıayı, en az hasarla atlatmayı, kanayan yarayı durdurup ihtilafları en aza indirgemeyi amaçlar. Anayasa Mahkemesi 12.09.2023 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 18.05.2023 tarihli ve 2020/11 E. 2023/98 K. sayılı iptal kararı ile gerek bu düzenlemeye ilişkin iptal başvurusunu kabul ederken gerekse bireysel başvuru kapsamında mülkiyet hakkının ihlaline karar verirken menfaat dengesinin yeterince gözetilmediğini, düzenlemenin küçük yatırımcının aleyhine sonuçlar doğurduğu tespitinden hareketle iptal ve ihlal kararları vermiştir.

4.Hakimler ve dolayısıyla mahkemeler, laboratuvar ortamında hukukçuluk yapma lüksüne sahip değildir. Verecekleri kararların sahaya yansımasını, ekonomik ve sosyal sonuçlarını da hesaba katarak hareket etmelidirler. Daha da önemlisi hüküm şeklinde tezahür eden çözümleriyle mütakip uyuşmazlıkları çoğaltmayı değil en aza indirgemeyi amaçlamalıdırlar. Aksi halde somut örnekte görüldüğü üzere, bazen kaş yapayım derken göz çıkarma sonucuyla karşı karşıya kalınması mukadder hale gelebilmektedir. Ortada “menfaat dengesizliğinden” söz edebilmek için içeride hakim ortakların, dışarıda ise küçük yatırımcıların bulunduğu bir vasatın bulunması gerekir. Birbirleriyle benzer konumdaki binlerce küçük yatırımcıdan müteşekkil çok ortaklı bir şirkette “dileyen parasını geri çekebilir” mealindeki bir anlayışın, davalı şirketin de yok olan emsal şirketler gibi hayatiyetini devam ettirmesine imkan ve ihtimal bırakmayacağının idraki gerekirdi. Başvuran birkaç kişinin ferilere ilişkin mülkiyet haklarını koruyalım derken sair binlerce ortağın mülkiyet hakkının buharlaşmasına vesile olmak hukukun amaçladığı sonuçlardan biri olamaz. Kaldı ki hali hazırda sermaye koyma makbuzunu ibraz eden herkese değeri oranında hisse senedi verildiği ve şirketin borsaya kote olması hasebiyle ortak kalmak istemeyen kişilerin dilediği anda rayiç değer üzerinden hisselerini satarak nakde dönüştürebildiği bir ortamda hangi mülkiyet hakkının ihlal edildiği anlaşılamamıştır.

5. Bu özel düzenlemenin iptali ardından hukuken gerçekleşecek olan şey, genel mahiyetteki 818 sayılı Borçlar Kanunu hükümlerinin devreye girecek olmasıdır. Paraların yatırıldığı tarih ile davaların açıldığı tarihler nazara alındığında, somut vakıada gözlemlendiği üzere davalı tarafın zamanaşımı defi ile karşılaşan küçük yatırımcıların bu kez mülkiyet hakkının ihlali değil yatırdıkları paraların tamamen buharlaşması mevzu bahis olacaktır. Bunun başlıca müsebbibinin, özel hukuk alanının diğer kurum ve düzenlemelerinden bihaber anlayışın olacağı izahtan varestedir.

6.Açıklanan gerekçeler doğrultusunda somut temyiz sebeplerinin incelenmesine gelince ; Bölge Adliye Mahkemelerinin nihai kararlarının bozulması 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür. Temyizen incelenen karar, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dava şartlarına, yargılama ve ispat kuralları ile kararda belirtilen gerekçelere ve her ne kadar Bölge Adliye Mahkemesi kararında zamanaşımına ilişkin hangi sürenin karara esas alındığı açıkça belirtilmişse de Dairemizin bu husustaki müstakar kararlarında belirtildiği üzere davalıların eyleminin haksız fiil niteliğinde olduğu, cezanın üst sınırına göre ceza zamanaşımı süresinin 765 sayılı Kanun’un 102 nci maddesinin dördüncü fıkrası ve 104 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca 5 yıl, uzamış zamanaşımı süresinin ise 7,5 yıl olduğu, davanın da davalı tarafa paranın yatırıldığı tarihten itibaren 7,5 yıldan sonra yani zamanaşımı süresinden sonra açılmış olmasına göre usul ve kanuna uygun olup, davacı vekilince temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.

VI. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı Kanun’un 370 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca ONANMASINA,

Temyiz harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına,

Dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

15.04.2024 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.