Logo

1. Hukuk Dairesi2021/10559 E. 2022/2413 K.

Yapay Zeka Özeti

Bu karar için yapay zeka özeti oluşturulamadı.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davasında verilen karar hakkında yapılan temyiz incelemesi sonucunda, Dairece mahkeme kararının bozulmasına dair verilen karara Mahkemece uyularak yeniden yapılan yargılama sonucunda; davanın reddine ilişkin verilen karar, süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmekle; temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı, mirasbırakanına ait dava konusu 20 parsel sayılı taşınmazdaki 10 numaralı bağımsız bölümün kendisine ve dava dışı kardeşlerine intikal ettiğini, kredi temini amacıyla ortağı olan davalı ile anlaştığını, anlaşmaya göre dava konusu taşınmazın 18/03/2010 tarihinde satış gösterilmek suretiyle davalıya devredildiğini, davalının bankadan çekilen 150.000,00 TL krediyi dava dışı kardeşlerine ve kendisine verdiğini, kredi ödemeleri için her ay davalının hesabına aylık taksitleri yatırdığını, bu süreçte dava konusu taşınmazda oturan dava dışı kiracının kira ödemelerini ise kendisine yaptığını, aralarındaki anlaşmaya göre inançlı temlik gereği davalıya devredilen taşınmazın iadesini istediğini ancak davalının iadeye yanaşmadığını ileri sürerek tapu iptal-tescil isteği ile eldeki davayı açmış, taşınmazın davacı ve dava dışı diğer mirasçılara mirasbırakanlarından intikal ettiği ve taşınmaz üzerinde elbirliği mülkiyeti olduğundan, muvafakatle taraf teşkili sağlanmıştır.

II. CEVAP

Davalı, taşınmazı banka kredisi ile satın aldığını, inançlı işlem iddiasının doğru olmadığını, kredi borcunu ödemesine faydası olması için, davacının dava konusu taşınmaza kiracı bulması talebini olumlu karşıladığını, davacı ve kiracı arasında kira akdi imzalandığını, davacının aldığı kiraları kredi hesabının olduğu bankaya yatırdığını bildirmesine rağmen bazı aylarda yatırılmaması üzerine, kiracıdan kira ödemelerinin direk kendisine yapılmasını istediğini, bu durumun inançlı temlik iddiasını ispatlamayacağını, yazılı delil yada delil başlangıcı bulunmadığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.

III. MAHKEME KARARI

Mahkemenin 26/06/2014 tarihli ve 2012/332 E., 2014/313 K. sayılı kararıyla; iddianın ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

IV. TEMYİZ

1.Temyiz Yoluna Başvuranlar

Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Bozma Kararı

Dairenin 13/03/2017 tarihli ve 2014/20268 E., 2017/1185 K. sayılı kararıyla; ''...Somut olaya gelince; Yapıkredi Bankası'ndan gelen 10.10.2012 tarihli yazıdan 06.01.2011 ve 18.03.2011 tarihlerinde davacının iki adet kredi taksidi ödemesinin mevcut olduğu anlaşılmaktadır. O halde, bu ödemelerin yazılı delil başlangıcı olup olmadığının değerlendirilmesi, yazılı delil başlangıcı olduğuna karar verilirse davacıya tanık listesini bildirmesi için süre verilip, bildirilen tanıkların dinlenmesi, toplanan ve toplanacak delillerin tümüyle değerlendirilmesi ve TBK 97. madde hükmü de gözönünde bulundurularak oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.'' gerekçesiyle mahkemenin kararı bozulmuştur.

3. Mahkemece Bozmaya Uyularak Verilen Karar

Mahkemenin 12/07/2021 tarihli ve 2018/518 E. 2021/432 K. sayılı kararıyla; bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda, davacının ekonomik sıkıntılar nedeniyle dava konusu taşınmazı davalıya devrettiği, davalının devir karşılığı Yapıkredi Bankası'ndan kredi alarak davacıya verdiği, TBK'nın 97. hükmü nazara alındığında, 06.01.2011 ve 18.03.2011 tarihlerinde davacının iki adet kredi taksidi ödemesinin mevcut olduğu, ancak tanık beyanlarından ve dosya kapsamından kalan taksitlerin davacı tarafından ödenmediği, davacı yanca aksini iddia eden bir delilin dosyaya sunulmadığı, bu yönde davacının kendisine düşen borcu ifa etmediği veya ifasını önermediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

4. Bozma Sonrası Mahkeme Kararına Karşı Temyiz Yoluna Başvuranlar

Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili ve davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

5. Temyiz Nedenleri

5.1. Davacı vekili temyiz dilekçesinde özetle; Mahkemenin gerekçesinin tümü ile haksız ve yersiz olduğunu, delillerin eksik değerlendirildiğini, alınan ce'man 122.000,00 TL kredinin devir tarihini müteakip, devre ve davaya konu bağımsız bölümün kira(semere) geliri ile ödendiğini, hali hazırda kira kontratının davacı ile devam ettiğini, ancak tapunun davalı üzerinde olması ve davalı yanın ısrarı üzerine halen davalıya ödenen kiralardan davacının alacaklı dahi olacağını, kira geliri ile kredilerin ilk 5 yılda ödendiğini, kredilerin kim tarafından ödendiğinin ispat edilemediği gerekçesinin haksız ve yersiz olup, dosya kapsamındaki kayıt ve belgelerle örtüşmediğini, kira kontratı tarihinin 15.04.2010 olduğunu, devir sonrası işbu kira kontratının davalı ile kiracı arasında kurulması gerektiğini, bu durumun inançlı temliki ortaya koyduğunu, delil başlangıcının dosyada mübrez olduğunu, tanık beyanlarının da iddiayı teyit ettiğini, dosyada inançlı temlik ve ödemelerin sarih olduğunu, mahkemenin ödeme belgeleri ve ödemelere ilişkin BK 97 gereği belge ve makbuz olmadığı gerekçesinin yerinde olmadığını bildirerek ve önceki beyanlarını tekrarla kararın bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.

5.2. Davalı vekili temyiz dilekçesinde özetle; kararın gerekçesinin usul ve yasaya, fiili gerçeğe, davacı taleplerine, ikrarlarına, Yargıtay bozma gerekçesine, usuli kazanılmış haklara aykırı olduğunu, davacı dava dilekçesinde ileri sürdüğü hiçbir iddiayı ispat edemediğini, 10 nolu bağımsız bölümün 1/4 payının ihtilaf konusu olduğunun yargıtay ilamı ile de kesinleştiğini, taşınmazı satan diğer dava dışı paydaşlar açısından yerel mahkeme kararının kesinleştiğini, diğer paydaşların davacının 1/4 payı için davaya muvafakat ettiklerini, kendi payları için dava açmadıklarını, mahkemenin taraflar arasında inançlı temlik olduğuna dair tespitinin davacı taleplerine, ikrarlarına, tanık beyanlarına, Yargıtay ilamı bozma gerekçesine aykırı olduğunu, kararı gerekçesi yönüyle temyiz ettiklerini, davalının dava konusu taşınmazı bedeli karşılığında satın aldığını, kredi ödemelerinin ise davalı tarafından yapıldığının sabit olduğunu, davacının hiçbir şekilde hiçbir kredi ödemesi yapmadığını, 06.01.2011 ve 18.03.2011 tarihli dekontlarla davalı hesabına hiçbir açıklama yapılmaksızın davacı tarafından yatırılan bedellerin, taşınmazın kiralarını haksız ve hukuksuz şekilde uhdesine alan davacının iade ettiği bedeller olduğunu, davalının, taraflar arasında inançlı temlik ile ilgili bir anlaşma olmadığı yönünde mahkeme önünde yemin ettiğini bildirerek ve önceki beyanlarını tekrarla; (1/4) payı oranında iptaline ilişkin davacı talebinin, 06.01.2011 ve 18.03.2011 tarihlerinde yapılan ödemelerin kredi ödemesi olarak kabul edilmesi ve davacı payı için inançlı işlemin varlığı yönündeki kararın gerekçesinin bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.

6. Gerekçe

6.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Uyuşmazlık, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

6.2. İlgili Hukuk

Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.

Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.

Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.

Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.

Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.

Bu durumda; gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan 4721 s. Türk Medeni Kanununun (TMK) 873. maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı da kuşkusuzdur. Nitekim bu düşünce Hukuk Genel Kurulunun 23.5.1990 tarihli ve l990/1-202-315 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.

Bilindiği gibi, inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (818 s. Borçlar Kanunu 818 s. Borçlar Kanunu'nun (BK). m.; 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 97. m.) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de TBK'nin 26 ve 27. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.

İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ ifa uğruna edim" olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamayacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde her hangi bir düzenleme olmamasına karşın, inanç sözleşmelerinin yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.

İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında, onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu; taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nispi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.

Burada üzerinde durulması gereken husus, taşınmaz mallar yada şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla, sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.

Bilindiği üzere; uygulamada mesele, 5.2.1947 tarihli 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.

Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.

Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira TBK'nin 509. maddesindeki “Vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden doğan üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer.” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan TBK'nin 19.maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.

İçtihadı Bileştirme Kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü, gerek işleyişi açısından, genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir.

Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.

İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme Kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.

6.3. Değerlendirme

6.3.1. Dosya içeriğine, toplanan delillere, kararın (IV/2.) no.lu bendinde yer verilen hükmüne uyulan bozma kararında gösterildiği şekilde işlem yapılmasına, kararın (IV/3.) no.lu bendinde yer verilen Mahkeme kararında yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Davacının tüm, davalının diğer temyiz itirazlarının reddi gerekir.

6.3.2. Ancak, somut olayda, ''davacının yazılı delili bulunmadığı, ibraz edilen 06/01/2011 ve 18/03/2011 tarihli ödeme makbuzlarının ise delil başlangıcı niteliğinde olmadığı, davalının da usulüne uygun olarak yemin ettiği anlaşılmakla'' davanın reddine karar verilmiş olması bu gerekçe ile yerindedir. Mahkemece yazılı gerekçe ile hüküm kurulmuş olması doğru değil ise de değinilen bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerekli kılmadığından hükmün düzeltilerek onanması gerekir.

VI. SONUÇ:

1.Kararın (IV/6.3.1.) no.lu bendinde açıklanan nedenlerle; davacının tüm, davalının yerinde bulunmayan sair temyiz itirazlarının reddine,

2.Kararın (IV/6.3.2.) no.lu bendinde açıklanan nedenlerle; davalının temyiz itirazının değinilen yönden kabulüne; 6100 sayılı HMK'nın geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'un 438/7. maddesi hükmün gerekçe yönünden kararın (IV/6.3.2.) no.lu bendinde değinildiği şekliyle DÜZELTİLEREK ONANMASINA, alınan peşin harçların yatıranlara iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 24/03/2022 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.