"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK DAİRESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL
Taraflar arasında birleştirilerek görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, İlk Derece Mahkemesince, asıl davanın kısmen kabulüne, birleştirilen davanın kabulüne dair verilen kararın taraflarca istinafı üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, istinaf başvurusunun harç bakımından kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılarak asıl davanın kısmen kabulü, birleştirilen davanın kabulü yönünde yeniden kurulan hüküm taraflarca yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla; dosya incelendi, Tetkik Hakimi ...’un raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Asıl dava, TMK’nin 588. maddesine; birleştirilen dava, Vakıflar Kanunu'nun 17. maddesine dayalı gaiplik ile tapu iptali ve tescil isteklerine ilişkindir.
Asıl davada davacı ..., dava konusu 2718 ada 103 ve 104 parsel sayılı taşınmazların hissedarları ... İstanbul 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 23.05.2001 tarihli 2001/176 Esas 2001/235 Karar sayılı kararı ile İstanbul Defterdarının kayyım tayin edildiğini, 10 yıllık kayyımla idare süresinin dolduğunu ileri sürerek, dava konusu 2718 ada 103 ve 104 parsel sayılı taşınmazlarda adı geçen hissedarların gaipliklerine karar verilmek suretiyle anılan hisselerin tapu kayıtlarının iptali ile Hazine adına tescilini istemiş; bilahare asıl dava, Vakıflar İdaresine ihbar olunmuştur.
Asıl davada ihbar olunan/birleştirilen davada davacı ..., asıl davaya konu taşınmazların vakıf taşınmazları olup, Hazine adına tesciline yasal olanak bulunmadığını belirterek asıl davanın reddini istemiş; birleştirilen davada, dava konusu 2178 ada 104 parsel sayılı taşınmazın 5400/113400 hissesinin zaten ... ... ... adına kayıtlı olduğunu, Vakıflar Kanunu'nun 17. maddesine göre taşınmazdaki diğer hisselerin de vakfına döndürülmesi gerektiğini ileri sürerek, dava konusu 104 parsel sayılı taşınmazda ......... ..., ..., ... ..., ... ..., ..., ... ..., ..., ... ..., ... ..., ..., ..., ..., ... adlarına kayıtlı olan toplam 108000/113400 hissenin tüm takyidatlardan ari olarak tapu kayıtlarının iptali ile ... ... ... adına tescilini istemiştir.
Asıl ve birleştirilen davada davalı Kayyım, 10 yıllık kayyımla idare süresinin dolduğunu, davacı Hazine tarafından ispatlanması durumunda dava konusu taşınmazların Hazine adına tesciline dair itirazlarının olmadığını; aşamalarda, asıl davayı mahkemenin taktirine bıraktığını beyan etmiş; Vakıflar İdaresi tarafından açılan birleştirilen davanın ise reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesince, TMK’nin 588. maddesi koşullarının oluştuğu gerekçesiyle asıl davanın kısmen kabulü ile dava konusu 103 parsel sayılı taşınmazla ilgili gaiplik ve Hazine lehine iptal tescile, Vakıflar İdaresi tarafından açılan birleştirilen dava gözetilerek dava konusu 104 parsel sayılı taşınmazla ilgili asıl davanın reddine; Vakıflar Kanunu'nun 17. maddesi koşullarının oluştuğu gerekçesiyle birleştirilen davanın kabulü ile dava konusu 104 parsel sayılı taşınmazla ilgili gaiplik ve Vakıf lehine iptal tescile karar verilmiş; kararın taraflarca istinafı üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, her ne kadar asıl davaya konu 103 parsel sayılı taşınmazın davacı Hazine adına tescili mümkün değil ise de, kararın bu yönden istinaf edilmediği, birleştirilen davaya konu 104 parsel sayılı taşınmazın vakıf taşınmazı olup, taleple bağlı olarak birleştirilen davada 104 parsel sayılı taşınmazla ilgili davanın kabulü ile taşınmazın vakfına döndürülmesinin doğru olduğu, ancak asıl ve birleştirilen davada davalı Kayyımın harç ve yargılama giderlerinden sorumlu olup, vekalet ücreti ile diğer yargılama giderleri yönünden istinaf bulunmasa da harç hususu re’sen gözetileceğinden bu yönden istinaf başvurularının kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılarak, harca ilişkin hükmün düzeltilmesi suretiyle asıl davanın kısmen kabulü, birleştirilen davanın kabulü yönünde yeniden hüküm kurulmuştur.
Dosya içeriği ve toplanan delillere, eksiğin giderilmesi suretiyle getirilen kayıtlara göre, dava konusu 103 parsel sayılı taşınmazın ... ... .... Vakfından, dava konusu 104 parsel sayılı taşınmazın... ... .... Vakfından icareli olduğu, dava konusu 103 ve 104 parsel sayılı harap oda vasıflı taşınmazların, ......: 9450/113400, ... ... ...: 1890/113400, İsmail ...: 1890/113400, ...: 1260/113400, ... ...: 210/113400, ... ...: 280/113400, ...: 280/113400, ... ...: 3535/113400, ...: 3535/113400, ... ...: 308/113400, ... ...: 308/113400, ...: 1351/113400, ...: 1351/113400, ...: 1351/113400, ...: 1351/113400 şeklinde 01.04.1954 tarihli tesis kadastrosu ile tescil edildiği; İstanbul 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2001/176 Esas 2001/235 Karar sayılı 23.05.2001 tarihli kararına göre, dava konusu 103 ve 104 parsel sayılı taşınmazların hissedarları olarak ..., İstanbul Defterdarının kayyım olarak tayin edildiği; İstanbul 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2011/265 Esas 2013/725 Karar sayılı 23.05.2013 tarihli kararı ile de ...’nin hissesiyle ilgili olarak İstanbul Defterdarının kayyım tayin edildiği; eksiğin giderilmesi suretiyle getirilen kadastro beyannamesi ve 01.04.1954 tarihli Komisyon kararına göre, mülk sahiplerinden...’e 08.07.1952 tarih 1635 mükerrer no’lu ek kararın tebliğ olunduğunun, ilgililere tebligat yapıldığının belirtildiği, kayıt maliklerinin birbiriyle akrabalık ilişkilerine ve bir kısım tapu kayıtlarına atıf yapıldığı anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, TMK’nin 588. maddesi; sağ olup olmadığı bilinmeyen bir kimsenin mal varlığı veya ona düşen miras payı on yıl resmen yönetilirse ya da mal varlığı böyle yönetilenin yüz yaşını dolduracağı süre geçerse, Hazinenin istemi üzerine o kimsenin gaipliğine karar verileceğini, gaiplik kararı verilebilmesi için gerekli ilân süresinde hiçbir hak sahibi ortaya çıkmazsa, aksine hüküm bulunmadıkça, gaibin mirasının Devlete geçeceğini, Devletin, gaibe veya üstün hak sahiplerine karşı, aynen gaibin mirasını teslim alanlar gibi geri vermekle yükümlü olduğunu düzenlemektedir.
Öte yandan; Vakıf Hukukumuzda, İcareteynli ve mukataalı vakıfların kuru mülkiyeti (rekabesi) vakfa, kullanma (tasarruf) hakkı ise mutasarrıfa ait bulunmakta, mutasarrıfın ölmesi üzerine bu hakkı mirasçılarına intikal etmekteydi. Mutasarrıfın mirasçısının bulunmaması halinde ise vakıf mal mahlulen vakfına dönmekteydi. Ne var ki, Medeni Kanun'un kabulünden sonra aynı taşınmaz üzerinde kuru mülkiyet (rekabe) hakkı ile mirasçılara kalan, nesilden nesile geçen tasarruf hakkı gibi iki hakkın varlığı getirilen yeni mülkiyet kuralları ile bağdaşır görülmemiş, vaki vakıf hukukumuzu yeniden düzenleme, Medeni Kanun'un kabul ettiği mülkiyet rejimine uyarlama zorunluluğu doğmuştur. Bu amaçla 2762 sayılı Vakıflar Yasası 5.6.l935 tarihinde kabul edilmiş, 13.6.1935 tarihinde yayınlanmış, 6 ay sonra 13.12.1935 tarihinde yürürlüğe konulmuştur. Söz konusu Kanun ile vakıf taşınmazların icareteyn ve mukataya bağlanması yasaklanmış, daha önce kurulmuş bu tür vakıfların tasfiyesi yoluna gidilmiştir. Söz konusu yasanın özellikle 27, 29 ve 30 maddelerinde özetle (.. mukataalı toprakların ve icareteynli taşınmazların mülkiyetinin yirmi misli bir taviz karşılığında mutasarrıfına geçirileceği, on yıl içerisinde taviz vermek yoluyla icareteyn veya mukataa kayıtları terkin edilmemiş olanların mülkiyetinin ise on yıl sonunda kendiliğinden mutasarrıfına geçeceği ve vakfın hakkının ivaza dönüşeceği ) hükme bağlanmıştır. Görülen lüzum üzerine 13.6.1945 tarihli 4755 sayılı Yasa ile bu süre 13.12.1955 tarihine kadar on yıl daha uzatılmıştır. Anılan bu vakıf yasalarının hükümlerine göre taviz bedeli ödendikten veya taviz bedeli ödenmese dahi öngörülen yirmi yıllık süre geçtikten sonra vakıf taşınmazların tam mülkiyeti mutasarrıfa geçmiş, diğer bir söyleyişle vakıf taşınmaz özel mülk, mutasarrıf malik olmuştur. Mutasarrıf iken malik olan kişilerin mirasçı bırakmadan ölmeleri üzerine taşınmazları 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 501. (eski 448.md.) maddesi uyarınca son mirasçı sıfatıyla Hazineye kalmıştır. Ancak, Yasa Koyucu öncesi vakıf olan taşınmazların vakfına (aslına) dönmesini daha uygun görmüş,bazı ayrıcalıklar dışında, Hazineye intikal yolunu kapatmak istemiştir. İşte bu nedenle 22.9.1983 tarih 2888 sayılı Yasa'nın 2. maddesiyle 2762 sayılı Yasa'nın 29. maddesini değiştirip ayrıca ikinci bir fıkra ekleyerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 501. maddesinin Hazinenin mirascı olacağı yönündeki genel hükmünden ayrılmış " mülkiyeti mutasarrıfa geçmiş olan taşınmazlarda maliklerin bu Yasa'nın yürürlük tarihine kadar ölmeleri üzerine son mirasçı sıfatıyla Hazineye intikal edipte bu husus tapu kaydına bağlanmış bulunanlar ayrık bırakılarak işlenmemiş olan taşınmazların mahlulen vakfına rücu edeceği " kuralını getirmiştir. Yukarıda belirtilen Yasa hükümleri birlikte değerlendirildiğinde, 2888 sayılı Yasa'nın yürürlük tarihi 24.9.1983 tarihinden sonra aslı vakıf olan taşınmazların Hazineye geçmesine yasal olanağın kalmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Öte yandan, daha önce Hazine üzerine oluşan tapu kayıtlarının iptal edilememesi içinde; taşınmazın önce mutasarrıfına geçip özel mülk haline gelmesi, mal sahibinin mirasçı bırakmadan ölmesi ve 2888 sayılı Yasa'nın yürürlüğünden önce tapuda Hazine üzerine yazılması gibi üç koşulun gerçekleşmesi gerekmektedir. Vakıflar Yasası'nın tasfiye hükümlerinin işlemesinden önce vakıf malın kuru mülkiyetinin mutasarrıfa geçtiğinden, mutasarrıfın tam malik sıfatını kazandığından söz edilemez. Anılan Yasa'nın 29. maddesinde açıklanan koşullar gerçekleşmeden, mirasçı bırakmaksızın ölen kişi malik olamayacağı gibi tasarruf hakkı dahi sona ereceğinden taşınmazın mülkiyetinin Hazineye geçtiği ileri sürülemez. Aynı şekilde mutasarrıfı kaçak ve yitik kişi durumuna düşen taşınmazların mülkiyetinin de metruken vakfına dönmesi asıl olup hiçbir surette Hazineye geçmesine yasal olanak yoktur.
Hemen belirtilmelidir ki; bütün bu yasal düzenlemeleri içeren 2762 Sayılı Vakıflar Kanunu 27.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5737 Sayılı Yasa'nın 80. maddesi ile iptal edilmiş ve yeni 5737 Sayılı Yasa'nın 17.maddesi ile “ Tasarruf edenlerin veya maliklerin mirasçı bırakmadan ölümleri, kaybolmaları, terk ve mübadil gibi durumlara düşmeleri halinde icareteynli ve mukataalı taşınmaz malların mülkiyeti vakfı adına tescil edilir.” düzenlemesine yer verilmek suretiyle taşınmazların Hazineye intikal yolunu kapatmış bulunmaktadır. Esasen, anılan bu hükmün kamu düzeniyle ilgili kazanılmış hakları bertaraf etmeyeceği tartışmasız olup, çekişmelerde bu hususun gözardı edilemeyeceği de kuşkusuzdur.
Somut olaya gelince; ... tarafından TMK’nin 588. maddesine dayalı olarak açılan asıl dava bakımından, dava konusu 103 ve 104 parsel sayılı taşınmazların her ikisinin de aslı vakıf olup, nitelik itibariyle bir fark bulunmadığının anlaşılması karşısında, her iki parsel yönünden de asıl davanın reddine karar verilmesi gerekirken, 103 parsel sayılı taşınmazla ilgili olarak asıl davanın kabulüne karar verilmesi doğru değildir.
Vakıflar İdaresi tarafından Vakıflar Kanunu'nun 17. maddesine dayalı olarak açılan birleştirilen dava bakımından ise, birleştirilen davaya konu edilen 104 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydı incelendiğinde, kayıt maliklerinin bulunduğu, kadastro beyannamesi ve komisyon kararında kayıt maliklerinin akrabalık ilişkilerine atıf yapıldığı, bir kısım kayıt malikine tebligat yapıldığının belirtildiği görülmektedir. Ne var ki; Mahkemece, bu kayıt maliklerinin mirasçıları bulunup bulunmadığının usulünce araştırıldığından söz etmek mümkün değildir.
Hal böyle olunca, birleştirilen davaya konu 104 parsel sayılı taşınmazın aslı her ne kadar vakıf ise de, kayıt maliki mutasarrıfların mirasçıları bulunması halinde iptal tescile karar verilmesi mümkün olmadığından, her bir kayıt maliki açısından ayrı ayrı araştırma yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeyle yetinilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Kabule göre ise; asıl davada davacı ... Hazinesinin, dava konusu 103 ve 104 parsel sayılı taşınmazlarda “...’nin” hissesiyle ilgili bir talebi olmadığı, bu hisseyle ilgili olarak 2013 yılında kayyım atanmış olup, TMK’nin 588. maddesine göre 10 yıllık kayyımla idare süresinin dolmadığı, bu hisseyle ilgili gaiplik ilanı da yapılmadığı anlaşıldığı halde, asıl davada 103 parsel sayılı taşınmazla ilgili davanın kabulüne karar verilirken, talep konusu edilmeyen “...’nin” hissesiyle ilgili olarak davanın kabulü doğru olmadığı gibi; tapu kayıtlarına göre “...” şeklinde bir hisse bulunmayıp, “...” şeklinde hisse bulunduğu, davacı ... tarafından ise “...” hissesi olarak talepte bulunulduğu ve “...” hissesi şeklinde kayyım tayin edildiği halde, Mahkemece ve Bölge Adliye Mahkemesince, bu husus açıklığa kavuşturulmadan kayıt maliki “...’nın” hissesi yönünden davanın kabulü de doğru değildir.
Yine kabule göre; Vakıflar İdaresinin davacı olduğu birleştirilen davada, dava konusu 104 parsel sayılı taşınmazın hissedarlarından “...’nin” hissesinin usulünce dava konusu edildiği, ancak bu hisseyle ilgili olarak gaiplik ilanı ve araştırma yapılmadan bu hisseyle ilgili davanın kabulü doğru olmadığı gibi; kayıt maliklerinden “...” hissesinin dava konusu edildiği, ancak gaiplik ilanının “...” olarak yapıldığı anlaşılmakla, bu eksiklikler gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi de doğru değildir.
Tarafların değinilen yönlerden yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 371/1-a maddesi uyarınca İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının BOZULMASINA, HMK'nin 373/2. maddesi gereğince dosyanın kararı veren İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 10.11.2021 tarihinde kesin olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.