Logo

1. Hukuk Dairesi2021/4301 E. 2022/2290 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Kadastro çalışmaları sırasında tespit harici bırakılan taşınmazın zilyetliğe dayalı tescil talebi üzerine açılan davada, davacının zilyetlik şartlarını sağlayıp sağlamadığına ilişkin uyuşmazlık.

Gerekçe ve Sonuç: Dava konusu taşınmaz üzerindeki zilyetliğin TMK m.713/1 ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu m.14 ve 17'de öngörülen zilyetlikle mülk edinme şartlarını karşılamadığı, taşınmazın imar ve ihya edilmeden sadece ev ve ahır yapılarak zilyetliğin sürdürülmesinin kazanıma engel teşkil ettiği ve taşınmaz üzerinde ekonomik amaca uygun zilyetlik bulunmadığı gözetilerek yerel mahkeme kararının bozulmasına karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

DAVA TÜRÜ : TESCİL

Taraflar arasında görülen kadastro sırasında tespit harici bırakılan taşınmazın tescili istekli davanın yapılan yargılaması sonunda İlk Derece Mahkemesince, davanın kısmen kabulüne dair verilen karar hakkında davacı vekili ve davalı Hazine vekili tarafından yapılan temyiz incelemesi sonucunda, İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasına dair verilen karara, İlk Derece Mahkemesince uyularak yeniden yapılan yargılama sonucunda; davanın kabulüne ilişkin karar, süresi içinde davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmekle; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

Kadastro sonucu Gerede ilçesi, ... köyü çalışma alanında bulunan çekişmeli taşınmaz 1979 yılında yapılan kadastro çalışmaları esnasında tespit harici bırakılmıştır.

I. DAVA

Davacı ..., ... köyü çalışma alanında bulunan ve kadastro sırasında tespit harici bırakılan taşınmazın bir bölümü hakkında irsen intikal ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedenine dayanarak tescil istemiyle dava açmıştır.

II. CEVAP

Davalı Hazine cevap dilekçesinde dava konusu taşınmazın kamunun menfaatine bırakılmış yerlerden olduğu, umumun faydalanmasına açık olduğu, bu nedenle kişiler adına tescilinin mümkün olmadığı, bir an için taşınmazın zilyetlikle özel mülkiyete konu teşkil edecek biçimde iktisabının mümkün olduğu kabul edilse dahi davacı yararına zilyetlikle mülk edinme koşullarının oluşmadığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 15.05.2013 tarihli ve 2008/233 Esas, 2013/249 Karar sayılı kararıyla çekişmeli taşınmazın davacının babasına ait olup, davacı yararına kazandırıcı zamanaşımı yoluyla iktisap koşullarının oluştuğu gerekçesi ile davanın kısmen kabulü ile; 30.11.2012 tarihli fen bilirkişi raporunda (A) harfi ile gösterilen 2.364,782 metrekarelik kısmın davacı adına tesciline, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.

IV. TEMYİZ

1. Temyiz Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili ve davalı Hazine vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Bozma Kararı

Dairece “çekişmeli taşınmazın dava tarihinden geriye 15-20-25 yıl önceki hava fotoğraflarının getirtilerek uzman bilirkişi eliyle incelenmesi ve zirai olarak davacı lehine zilyetlikle iktisap koşullarının oluşup oluşmadığının belirlenmesi” gerekçesiyle bozma yapılmıştır.

3. İlk Derece Mahkemesince Bozmaya Uyularak Verilen Karar

İlk Derece Mahkemesinin 19.09.2019 tarihli ve 2015/257 Esas, 2019/410 Karar sayılı kararıyla çekişmeli taşınmaz bölümleri üzerinde davacı lehine zilyetlikle iktisap koşullarının oluştuğu gerekçesiyle davanın kabulüne, 24.04.2019 tarihli fen krokisinde (E) harfi ile gösterilen 133,38 metrekare ahırın tamamının, (D) harfi ile gösterilen ev ve balkonun 48,35 metrekarelik kısmının, (C) harfi ile gösterilen 53,45 metrekarelik kuruluğun tamamının, (B) harfi ile gösterilen 83,98 metrekarelik ahırın tamamının, (A) harfi ile gösterilen 2.701,90 metrekarelik bahçe ve avlu olarak kullanılan alanın tamamının davacı adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir.

4. Bozma Sonrası İlk Derece Mahkemesi Kararına Karşı Temyiz Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

5. Temyiz Nedenleri

Davalı Hazine vekili, temyiz dilekçesinde, çekişmeli taşınmaz bölümünün imar-ihya olgusunun davacı tarafından tamamlanmadığını ve iktisap koşullarının davacı lehine gerçekleşmediğini belirterek, kararın bozulmasını talep etmiştir.

6. Gerekçe

6.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Dava, yörede yapılan kadastro sırasında "taşlık" vasfıyla tespit harici bırakılan taşınmazların, davacı adına tescili isteğinden ibarettir.

6.2. İlgili Hukuk

6.2.1. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713/1. maddesi, "Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir."

6.2.2. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesi, "Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir."

6.2.3. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun ve 17. maddesi, "Orman sayılmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz mallar 14. maddedeki şartlar mevcut ise imar ve ihya edenler veya halefleri adına, aksi takdirde hazine adına tespit edilir." hükümlerini içermektedir.

6.3. Değerlendirme

6.3.1. 1979 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında dava konusu Gerede ilçesi, ... köyü çalışma alanında bulunan çekişmeli taşınmaz bölümü taşlık olarak tespit dışı bırakılmıştır. Eldeki davada, davacı, kendisi ve müştereklerine ait 1221 parsele komşu olan tespit dışı bırakılan taşınmaza ev, sundurma ve ahır inşa etmek, bahçe olarak kullanmak suretiyle 20 yılı aşkın süredir zilyet olduğunu öne sürerek, adına tescilini talep etmektedir.

6.3.2. Komşu taşınmazlara ait tapu kayıtları, tapulama tutanakları, tescillerine ilişkin mahkeme kararları celbedilmiştir. Hava fotoğrafları ve memleket haritaları getirtilerek mahallinde harita yüksek mühendisi, jeodezi ve fotogrametri yüksek mühendisi, ziraat ve inşaat mühendisi bilirkişilerin katılımıyla keşif yapılmış, mahalli bilirkişi ve taraf tanıkları dinlenerek beyanları tutanağa geçirilmiştir.

6.3.3. Jeodezi ve fotogrametri mühendisi 24.04.2019 tarihli raporunda; 1961, 1983 ve 1994 yıllarına ait hava fotoğraflarında dava konusu kısmın köy içi bölgede yer aldığını ve taşınmaz bölümleri üzerinde yapılaşmaların yeni başladığını beyan etmiştir.

6.3.4. Ziraat Mühendisi ve İnşaat Mühendisi bilirkişi tarafından birlikte düzenlenen 20.05.2019 tarihli raporda özetle; teknik krokide (A) harfiyle gösterilen yerin 2.701,90 metrekarelik alan olduğu ve dikenli çit ile çevrilerek bahçe olarak kullanıldığı, 2012 tarihli bozma öncesi ziraat raporunda ise 5 adet 5-10 yaş elma, 6 adet 5-10 yaş armut, 2 adet 5-10 yaş erik ağacı olduğunun belirtildiği; B harfiyle gösterilen yerin 83,98 metrekarelik alan olduğu ve üzerinde tek katlı 30-40 yaşında ev olduğunun belirtildiği; (C) harfiyle gösterilen yerin 53,45 metrekarelik alan olduğu ve üzerinde 1-2 yıllık tek katlı yapının olduğunun belirtildiği (D) harfiyle gösterilen yerin 48,35 metrekarelik alan olduğu ve üzerinde 2 katlı eski, yığma yapının olduğu, bu evin geri kalan kısmının 1221 parsel sayılı tapulu parselin içinde kaldığının belirtildiği; (E) harfiyle gösterilen yerin 133,38 metrekarelik alan olduğu ve üzerinde 1-2 yıllık ahırın olduğunun belirtildiği görülmektedir.

6.3.5. Dosya kapsamı ve mevcut delil durumu gözetilerek yapılan incelemede; dava konusu edilen çekişmeli taşınmaz bölümlerinin imar-ihya edilmemiş, taşlık yer olduğu, taşınmazın bir bölümü üzerinde ev ve ahır yapılmak suretiyle tasarruf edildiği, başkaca bir tarımsal faaliyet bulunmadığı, özellikle (A) bölümü üzerinde sürdürülen zilyetliğin ziraat ve jeodezi bilirkişisi raporlarına göre dava tarihinden geriye 20 yılı aşkın süredir olmadığı dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Ne var ki, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 17. maddesi gereğince imar ve ihya yoluyla taşınmaz iktisabından söz edilebilmesi için, dava konusu taşınmazın öncesi itibariyle imar-ihyaya muhtaç yerlerden olduğundan, taşınmazın emek ve para sarfedilerek tarım arazisine dönüştürülmesinden sonra en az 20 yıl süre ile malik sıfatıyla zilyet olunması zorunlu olup, evvela imar-ihya edilip tarım arazisi haline getirilmeksizin doğrudan taşınmaz üzerine ev ve ahır yapılarak sürdürülen zilyetliğin süresi ne olursa olsun kazanıma engel teşkil edeceğinden taşınmazın üzerine sadece ev ve müştemilatın yapılmış olması taşınmazın ihya edildiği sonucunu doğurmaz. Bu haliyle taşınmaz bölümlerinde herhangi bir imar-ihyanın yapılmadığı ve taşınmaz bölümleri üzerinde ekonomik amaca uygun zilyetlik bulunmadığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca dava konusu taşınmaz bölümlerinde davacı lehine TMK'nın 713/1, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 14. ve 17. maddelerine öngörülen zilyetlikle mülk edinme şartlarının gerçekleşmediğinin kabulü ile davanın reddine karar verilmesi gerekirken dosya kapsamına uygun olmayan gerekçelerle davanın kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.

V. SONUÇ

Açıklanan nedenlerle; davalı Hazine vekilinin yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, yasal koşullar gerçekleştiğinde kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 21.03.2022 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

(Muhalif)

-MUHALEFET ŞERHİ-

Dava, Türk Medeni Kanunu’nun 713/1. maddesi gereğince açılmış zilyetlikten tescil davasıdır.

Mahkemece davacı lehine hüküm kurulmuş, yargılama giderlerinin ve karar ve ilam harcının davacıdan alınmasına karar verilmiştir.

Yargılama giderleri taraflarca temyize getirilmemiştir.

Sayın çoğunluk ile aramızda işin esası bakımından bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık; temyize getirilmemekle birlikte, re'sen nazara alınması gereken karar ve ilam harcının davacıdan alınıp alınamayacağı, buradan hareketle davacı tarafından peşin yatırılan harcın iadesinin mümkün olup olmadığı, somut olay özelinde taraflarca temyize getirilmemesine rağmen yargılama giderleri bakımından hükmün doğru olup olmadığı noktasında düğümlenmektedir.

Öncelikle çözümlenmesi gereken husus; temyiz konusu yapılmayan karar ve ilam harcının davalıdan alınıp alınamayacağı, yargılama giderlerinden kimin sorumlu olacağı hususudur. Bilindiği üzere, yargı harçları Harçlar Kanunu’nda düzenlenmiş, kamu düzeninden olması nedeniyle resen uygulanacağı kabul edilmiştir. Bu nedenle harca ilişkin hükmün re'sen ele alınabileceği hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Harçlardan kimin sorumlu olacağına gelince, yargılama giderleri, usulü bir konu olmakla, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda ayrıntısıyla düzenlenmiştir. Aynı Yasa'nın 323. maddesi harçları yargılama giderlerinden sayarken 326/1. maddesi de açıkça “Kanunda yazılı haller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.” demek suretiyle yargılama giderleri ve bunlardan olan yargı harçlarından kimin sorumlu olacağını tereddüte yer vermeyecek şekilde düzenlemiştir.

Türk Medeni Kanunu’nun 1. maddesi ise “Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.

Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hakim, örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir.

Hakim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.” demek suretiyle, hakimin karar verirken hangi sıralamayı izleyeceği konusunda kural getirmiştir.

Tarafların yargı önünde eşitliği ilkesini düzenleyen Anayasa'nın 36. maddesi ise “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz” şeklinde düzenlenmiştir.

Somut olaya geldiğimizde, zilyetlikten tescil davasında, davacı vatandaş, davalı ise Hazine ve Köy Tüzel Kişiliğidir. Davalının Hazine veya kamu kurumu olması, Anayasa ile teminat altına alınan “yargı önünde eşitlik ilkesi”nin bozulmasını, Hazine veya kamu kurumu lehine davranılmasını haklı kılmayacaktır. Zira genel ilke yukarıda da belirtildiği üzere yargılama giderlerinin davayı kaybedenden alınmasıdır. Prof. Dr.Baki Kuru'da (Hukuk Muhakemeleri Usulü 6 baskı 5.cilt 5339.sayfada açıkladığı üzere) bu görüştedir.

Bilindiği üzere Hazine, Harçlar Kanununun 13/j maddesi ile yargı harçlarından muaf tutulmuştur. Davalı Köy Tüzel Kişiliği ise yargı harçlarından muaf değildir. Böyle bir durumda, yani davalının haçtan muaf olması ve davanın da davacı lehine sonuçlanması halinde karar ve ilam harcı mutlaka alınacak mıdır? Alınacaksa kimden alınmalıdır? Yasa koyucu tereddüte yer vermeyecek şekilde yargılama giderlerinden kimin sorumlu olduğunu düzenlemiştir. Yine yasa koyucu genel ilke gereğince yargılama giderlerinden sorumlu olan tarafı harçtan muaf tutmuş ise, bu husus harcın diğer taraftan alınacağı şeklinde yorumlanamaz. Ancak bakiye karar ve ilam harcının davalıdan hiç alınmayacağı gibi, davacı tarafından peşin yatırılan karar ve ilam harcının da iade edileceği şeklinde yorumlanıp uygulanmalıdır. Nitekim yine Hazinenin davalı olduğu tapu iptali - tescil davalarında da uygulama bu şekildedir. Hazine aleyhine açılan tapu iptal - tescil davasında Hazinenin harçtan muaf olması gerekçesiyle karar ve ilam harcı alınmazken (doğrusu budur) yalnız tescil davasında harçtan davacının sorumlu tutulmasının hiçbir yasal dayanağı yoktur. Yasa koyucu dileseydi Kadastro Kanunu'nun 36/A maddesinde olduğu gibi, bu hususta da genel uygulamadan ayrıldığını belirterek bir düzenleme yapabilirdi.

Sayın çoğunluğun görüşünün dayanağını yerleşmiş Yargıtay içtihatları oluşturmaktadır. Gerçekten de kabul etmek gerekir ki Yargıtay uzun yıllar tescil davalarında yargılama giderlerini davacı üzerinde bırakmış, bunlardan olan yargı harçlarını da davacıya yüklemiştir. Ne var ki, hiçbir Yargıtay kararında yasal bir dayanak gösterilmemiş, davalının “yasal hasım” olması gerekçe yapılmıştır. Yukarıda da belirtildiği üzere bir olaya hukukun uygulanmasında yargı kararları en son sırada gelmektedir.

Çözümlenmesi gereken bir başka husus ise “yasal hasım” ne olduğu ve yasal hasım olunmasının davalıya nasıl bir üstünlük sağladığı konularıdır. Yine bilindiği üzere, bazen gerçekte hasım olmamasına rağmen özellikle mahkemelerin kararlarının denetime açılabilmesi, birileri tarafından kanun yoluna getirilebilmesi için Hazinenin taraf gösterilmesi veya temsilcisi bulunmayan mal varlığına kayyım atanması ve davanın kayyım huzurunda görülerek bu mahsurların ortadan kaldırılması yoluna gidilmiştir. Ne var ki böyle de olsa davada, davalı olarak yer almışsa, sıfatı ne olursa olsun artık davalıdır. Hal böyle olunca da her açıdan yargı önünde eşitlik ilkesi gereğince davalının davacıdan, Hazinenin de vatandaştan bir üstünlüğü yoktur. Sayın çoğunluk gibi düşünen hukukçular, davacının davasının kabulü halinde, davalının yasal hasım olması nedeniyle yargılama giderlerini davacı üzerinde bırakırken, davanın reddi halinde de davalı yasal hasım lehine vekalet ücreti başta olmak üzere yargılama giderlerine hükmederek açıkça “yargı önünde eşitlik” ilkesini ihlal etmektedirler. Herhangi bir Yasada davalının kim olacağının belirtilmesi bu davalının yargılama giderlerinden muaf olacağı anlamına gelmediği için TMK.nın 713/3. maddede davalının kim olacağının belertilmesi nedeniyle de davalı yargılama giderlerinden muaf olmayacaktır.

Yine sayın çoğunluk ve onlar gibi düşünen hukukçular “tescil davalarında davacı zaten karşılıksız olarak taşınmaz edinmekte, hiç olmazsa yargılama giderlerini ödesinler” tarzında bir yaklaşımla gerekçe oluşturmaktadırlar. Eğer mahkeme davacının taşınmazı hak etmediğini düşünüyorsa hiç şüphesiz davayı reddetmelidir. Hem davayı kabul edip, hem de yargılama giderlerini davacı üzerinde bırakmak apaçık bir çelişkidir ve yasaya açıkça aykırıdır.

Sayın çoğunluğun kendi içinde düştüğü bir başka çelişki ise; sayın çoğunluk, davalının yasal hasım olması nedeniyle yargılama giderleri ve bunlardan olan harcın ilk derece mahkemesince davacıdan alınmasının doğru olduğunu düşündüğüne göre, yargılama giderlerinin davanın açılmasından kesinleşmesine kadar bir bütün olması nedeniyle, davalı hazine tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine, istinaf talebi reddedildiğinde de davacıdan istinaf ret harcının, bunun devamında da yine Hazinenin temyiz başvurusu reddedilerek kararın onanması halinde de davacıdan onama harcının alınmasına karar vermelidir. Zira davalı hazine yasal hasımdır ve davalı harçtan muaftır, o halde davalıdan alınamayan yargı harçları davacıdan alınmalıdır. Böyle bir uygulamayı ve düşünce tarzını kabul etmek mümkün değildir.

Açıklanan bu nedenlerle, davanın kabul edilmiş olduğu gözetilerek, tarafların yargılama giderlerini temyiz konusu yapmamış olmaları da nazara alınmak suretiyle davalı Hazinenin harçlardan muaf olması, davalı Köy Tüzel Kişiliğinin ise harçlardan muaf olmaması, harcın ve diğer yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasının doğru olmaması nedeniyle bu hususların da bozma sebebi yapılması düşüncesinde olduğumdan sayın çoğunluğun (esasa ilişkin bozma sebeplerine katılmakla birlikte) bu görüşüne katılmıyorum.