Logo

1. Hukuk Dairesi2021/4697 E. 2022/3326 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Kadastro öncesi zilyetliğe dayanarak tapu iptali ve tescil davası açılmasının hak düşürücü süreye tabi olup olmadığı.

Gerekçe ve Sonuç: 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesinde belirtilen on yıllık hak düşürücü sürenin, tapu kayıtlarının kesinleşmesinden itibaren işlemeye başladığı ve dava açılmadan önce geçtiği gözetilerek, istinaf mahkemesinin davanın reddine ilişkin kararının onanmasına karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 6. HUKUK DAİRESİ

İLK DERECE MAHKEMESİ: BEYKOZ 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil istemine ilişkin açılan davadan dolayı yapılan yargılama sonunda, İlk Derece Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin kararın, davacı ve asli müdahiller vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi tarafından yapılan inceleme sonucundu; başvurunun esastan reddine dair verilen karar, süresi içinde asli müdahil ... vekili tarafından temyiz edilmekle; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü.

I. DAVA

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, ...ili, ... ilçesi, Çubuklu Mahallesinde bulunan 180 ada 13 ve 17 parsel ile 178 ada 2 ve 3 parsel sayılı taşınmazların imar ve ihya suretiyle 1950 yılından bu yana davacının babası ... ve onun ölümünden sonra da mirasçıları tarafından, nizasız ve fasılasız olarak kullanıldığını, TMK’nın 713. maddesi ile Kadastro Kanunu uyarınca olağanüstü zamanaşımı yoluyla mülk edinme koşullarının oluştuğunu ileri sürerek, taşınmazların muris ...'ın tüm mirasçıları adına tescili istemiyle dava açmış yargılama sırasında müdahale talep edenler ..., ..., ..., ..., ... ve ... vekili sıfatıyla vekil edenlerinin davacıyla birlikte mirasçı olduklarını, taşınmazın tüm mirasçılar adına tescilini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı Hazine vekili, ... vekili ve ... vekili cevap dilekçelerinde özetle; davada hak düşürücü süre engeli bulunduğunu, husumetin yanlış yöneltildiğini, evveliyatı ve halen dahi büyük bir kısmı orman olan taşınmazların TMK’nın 713. maddesi yoluyla kazanılmasının mümkün olmadığını savunarak, davanın reddini talep etmişlerdir.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

... 1. Asliye Hukuk Mahkemesi 19/04/2018 tarihli ve 2015/676 E., 2018/323 K. sayılı kararıyla; Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesine göre 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

1. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı ve asli müdahiller vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

2.İstinaf Nedenleri

Dava dilekçesindeki beyanlarını tekrar ile taşınmazlarda önce muris ...’ın, onun ölümü ile de mirasçılarının 65 yılı aşkın kullanımı olduğunu, TMK’nın 713. maddesinde düzenlenen olağanüstü zamanaşımı yoluyla mülkiyetin kazanılmış olduğunu, İlk Derece Mahkemesince yanlış hukuk kurallarının uygulandığını ileri sürerek, kararın kaldırılmasını ve talepleri gibi karar verilmesini istemiştir.

3. Gerekçe ve Sonuç

...Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi 06/02/2020 tarihli ve 2019/44 E., 2020/151 K. sayılı kararıyla; taşınmazların evveliyatları ve büyük bölümünün halen dahi orman vasfında olduğu, zilyetlikle kazanıma elverişli olmadığı, kadastro tespitlerinin kesinleşmesinden itibaren 10 yıllık hak düşürücü sürenin fazlasıyla geçmiş olduğu, TMK’nın 713. maddesindeki mülk edinme koşullarının oluşmadığı, tapulu taşınmazların kural olarak zilyetlik yoluyla edinilemeyeceği belirlenerek Mahkemece davanın reddine karar verilmesinde isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle davacı ve asli müdahiller vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

V. TEMYİZ

1.Temyiz Yoluna Başvuranlar

...Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde asli müdahil ... vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Temyiz Nedenleri

Müvekkilleri lehine olağanüstü iktisap koşullarının oluşmasına ve 20 yıl ve daha fazla süreyle aralıksız ve fasılasız devam eden malik olma sıfatıyla hareket etme iradesine rağmen Yerel Mahkemece taşınmazların 1952 yılında Hazine adına tapuya kayıt ve tescil edildiği daha sonra 1960 yılında ...Büyükşehir Belediyesi adına tescil edildiğini, zilyetliğin kesintiye uğradığı kabul edilerek davanın reddine karar verildiğini, ancak müvekkillerinin 1950 yılından bu yana malik olma iradesiyle zilyet olduklarını, zilyetliğin hiç kesilmediğini, tapuda yanlışlıkla idare adına tescil edildiğini belirterek ve resen dikkate alınacak diğer hususlar nedeniyle ret kararının bozulmasını talep etmiştir.

3. Gerekçe

3.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Uyuşmazlık, dava dilekçesindeki açıklamalar ve iddianın ileri sürülüş biçimine göre, kadastro öncesi nedenlere dayalı olarak olarak açılan tapu kaydının iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

Dosyaya sunulan tapu kayıt suretleri ve kadastro tutanaklarına göre, 180 ada 13 parselin, 02/06/1958 tarihinde kesinleşen tesis kadastrosu ile 6,561 m2 alanlı ve orman vasfı ile Hazine adına tescil edildiği, beyanlar hanesinde taşınmaz üzerinde bulunan evin ... tarafından inşa edildiği şerhinin bulunduğu; 178 ada 3 parselin 02/06/1958 tarihinde kesinleşen tesis kadastrosu ile 3,200 m2 alanlı ve orman vasfı ile Hazine adına tescil edildiği; 180 ada 17 parselin 29/08/1975 tarihinde kesinleşen tesis kadastrosu ile 35.585,80 m2 alanlı ve orman vasfı ile Hazine adına tescil edildiği, 13/01/1995 tarihli imar uygulamasına tabi tutulduğu ve tevhit - ifraz sonucu 26/04/2011 tarihinde 33.563,08 m2 olarak orman vasfıyla Hazine adına tescil edildiği; 178 ada 2 parselin 15/05/1952 tarihinde kesinleşen tesis kadastrosu ile 16,600 m2 alanlı ve orman vasfı ile Hazine adına tescil edildiği, imar uygulaması sonucu 178 ada 4, 5, 6 parsellere ayrıldığı, bunlardan 6 parselin halen 260 m2 olarak arsa vasfıyla ... adına kayıtlı olduğu, 4 parselin ise 1052 ve 1057 adalara gittiği, her iki adada da 1 ve 2 parsellere ayrıldığı ve 1052 ada 1 ve 2 parsellerle 1057 ada 1 ve 2 parsellerin birleşimi ile de 180 ada 37 parselin oluştuğu, 5 parselin de 184 ada 41 parsele gittiği ve imar sonucu 711, 714, 749, 750, 786, 818 ve 852 adalara ayrıldığı anlaşılmaktadır.

Yine dosya arasına alınan ... 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/211 Esas, 2013/574 Karar sayılı dosyası incelendiğinde, muris ...'in eklemeli zilyetliğine ve imar-ihya hukuksal sebeplerine dayanılarak 178 ada 2 ve 3 parseller ile 180 ada 13 ve 17 parsellerin tapu kayıtlarının iptali ile adlarına tescili istemli olarak Hazine ve ... Belediye Başkanlığına karşı açılan davada Mahkemece, Hazine adına kayıtlı taşınmazlarda TMK’nın 713. maddesine dayalı tescil davası açılamayacağı, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesinde düzenlenen 10 yıllık hak düşürücü sürenin de geçtiği gerekçeleriyle davanın reddine karar verildiği, kararın Yargıtay denetiminden de geçerek 27/10/2014 tarihinde kesinleştiği görülmüştür. Sözkonusu dosyada; Mahkemece, muris ve mirasçıların zilyetlik iddialarının değerlendirildiği, taşınmazların orman niteliğinin, Orman Kanunu'nun 2/A ve 2/B maddelerine göre durumlarının ve niteliklerinin tespit edilerek dikkate alındığı; yargılama sırasında davacılar dışında başka gerçek kişilerin de davaya müdahil oldukları görülmüştür.

3.2. İlgili Hukuk

3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesi

3.3. Değerlendirme

3.3.1. 3402 sayılı Yasa’nın 12/3. maddesinde, kadastro tutanaklarında belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak itiraz olunamayacağı ve dava açılamayacağı belirtilerek, mülkiyete ilişkin talepler yönünden hak düşürücü süre öngörülmüş olup, söz konusu Yasa maddesindeki hak düşürücü süre, dava şartı olup, yargılamanın her aşamasında re’sen gözetilecektir.

3.3.2. Somut olayda çekişmeli taşınmazlardan 180 ada 13 parsel, 178 ada 3 parsel sayılı taşınmazların kadastro tutanaklarının 02/06/1958 tarihinde kesinleştiği, çekişmeli 178 ada 2 parsel sayılı taşınmazın kadastro tutanağının 15/05/1952 tarihinde kesinleştiği, çekişmeli 180 ada 17 parsel sayılı taşınmazın kadastro tutanağının 29/08/1975 tarihinde kesinleştiği bu kesinleşme tarihleri ile davanın açıldığı 09/12/2015 tarihi arasında 3402 sayılı Yasa'nın 12/3. maddesinde belirlenen hak düşürücü sürenin geçtiği kuşkusuzdur.

3.3.3. Dosya içeriğine, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre kararın (IV./3.) no.lu bendinde yer verilen Bölge Adliye Mahkemesi kararında isabetsizlik bulunmamaktadır.

VI. SONUÇ

Açıklanan nedenlerle; asli müdahil ... vekilinin temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun Bölge Adliye Mahkemesi kararının HMK’nın 370. maddesi uyarınca ONANMASINA, aşağıda yazılı 26,30 TL onama harcının temyiz edenden alınmasına, 20.04.2022 tarihinde kesin olmak üzere oyçokluğuyla karar verildi.

-MUHALEFET ŞERHİ-

Dava, kadastro öncesi sebebe dayalı asliye hukuk mahkemesinde açılmış tapu iptali ve tescil davasıdır.

Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık, temyiz incelemesine konu kararın değer itibariyle verildiği anda kesin olup olmadığı, bir başka ifadeyle temyiz incelemesinin mümkün olup olmadığı, diğer yandan Mahkemece re'sen değer belirlemesinin yapılması gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Temyize ilişkin hükümler 6100 sayılı HMK'da düzenlendiğine göre aynı Yasa'nın 448. maddesi “Zaman bakımından uygulanma” başlığıyla “Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır.” demektedir.

Diğer yandan 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun Ek madde 6 ise “…kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar …..miktar veya değerine bakılmaksızın 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabilir.” şeklindedir. Söz konusu bu düzenleme 22.07.2020 tarihli 7251 sayılı Yasa'nın 53. maddesi ile getirilmiştir. Yürürlük tarihi ise 28.07.2020 tarihidir.

6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesi ise “Bölge adliye mahkemelerinin …göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanun'un temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur…” şeklinde düzenlenmiştir.

1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/2. maddesi ise “miktar veya değeri bir milyar lirayı geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” demek suretiyle gayrımenkullere ilişkin uyuşmazlıklarda değere bakılmaksızın temyiz yolunun açık olduğu belirtilmiştir.

HMK’nın temyiz edilemeyen kararlar başlıklı 362. maddesinin 1-a bendi ise “Miktar veya değeri kırk bin Türk Lirasını (bu tutar dahil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar.” demek suretiyle temyiz sınırını belirlemiştir. Bu miktarın her yıl yeniden değerleme suretiyle arttırıldığı izahtan varestedir.

Bölge adliye mahkemeleri bilindiği üzere 20.07 2016 tarihinde faaliyete başlamıştır.

Bu yasal düzenlemeler karşısında çözümlenmesi gereken husus; bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği 20.07.2016 ile Kadastro Yasası'nın Ek 6. maddesinin yürürlüğe girdiği 28.07.2020 tarihi arasında hüküm altına alınan uyuşmazlıklar açısından Ek 6. maddenin uygulanıp uygulanmayacağı, bir başka ifade ile verildiği anda kesin olan bu kararlara karşı temyiz yolunun mümkün olup olmadığı hususudur.

Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği tarihten sonra 1086 sayılı HUMK’un 427/2. maddesinin uygulanmasının mümkün olmadığı, yine 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesinin açık hükmüdür. 6100 sayılı Yasa'da temyiz sınırı için gayrımenkuller açısından bir ayrım yapılmamıştır.

3402 sayılı Yasa'nın Ek 6. maddesinin geriye yürüyeceğine dair herhangi bir düzenleme de yapılmamıştır. Genel kural, özel hukuk yargılamasına ilişkin Kanun hükümlerinin yürürlük tarihinden sonra sonuç doğurmasıdır.

Verildiği anda değer itibariyle istinaf veya temyiz sınırının altında kalan kararların o anda kesinleştiğinde ise şüphe bulunmamaktadır. Bir kararın kesinleşmesi, ya verildiği anda miktar itibariyle kanun yoluna kapalı olması, veya kanunda açıkça kesin olduğunun belirtilmesi nedeniyle, ya da kanun yolları tüketilmek suretiyle olur. Verildiği anda kesin olan hüküm bakımından artık yargılama bitmiştir. Yargılama süreci biten bir uyuşmazlık için temyiz incelemesi mümkün değildir. Kesinlik, yargılamanın devamına engel bir durumdur. Hüküm, verildiği anda kesin olduğu için artık tamamlanmış bir usulü işlem söz konusudur. Bu nedenle HMK'nın 448. maddesi gereğince Kadastro Kanunu’nun Ek 6. maddesinin tamamlanmış işlemlere uygulanması mümkün değildir. Ayrıca kesin olan bu kararın lehine olan taraf bakımından usulü kazanılmış hak doğuracağı da unutulmamalıdır. Usulü kazanılmış hak ilkesi kamu düzeninden olup usul hukukunun en önemli, en temel ilkelerinden biridir.

Prof. Dr. Baki KURU “Miktar veya değeri temyiz (kesinlik) sınırını geçmeyen menkul (taşınır) mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” (HUMK hükümlerine göre) derken Hukuk Muhakemeleri Usulü 2001 Altıncı baskı 4981. sayfasında “Kanun'dan ötürü verildiği anda kesin olan bir karar temyiz edilirse, temyiz talebi (esasına girilmeden) mesmu olmadığından dolayı reddedilir. Fakat, Yargıtay, böyle bir (kesin) kararı yanlışlıkla bozarsa, bu bozma kararı ve Mahkemenin bundan sonra yaptığı işlemler geçersizdir (yok sayılır)” demektedir. Bu nedenlerle sayın çoğunluğun değere bakılmaksızın kanun yolu denetimi yapılması gerektiği yönündeki görüşüne katılmıyorum.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36. maddesi ile düzenlenen “Hak arama hürriyeti”nin somut olayla ilgisi bulunmamaktadır. Sayın çoğunluk, dava değerinin düşük olması nedeniyle kanun yolunu kapatan HMK hükümlerinin Anayasa’ya aykırı olduğunu düşünüyorsa öncelikle Anayasa Mahkemesine iptal başvurusu yapması gerekir. Aksi halde halen yürürlükte bulunan veya uygulama tarihinde yürürlükte bulunan yasanın şu veya bu gerekçelerle uygulanmaması keyfilik sonucunu doğuracaktır.

Somut uyuşmazlığa gelince, taşınmazın değerinin davacı tarafından 5.000 TL olarak gösterildiği, keşfen bir değerin belirlenmediği, davanın reddine karar verildiği, Bölge Adliye Mahkemesince de istinaf başvurusunun esastan reddedildiği, dosya kapsamıyla sabittir.

Bilindiği üzere, 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 16. maddesi uyarınca, gayrimenkulün aynına taalluk eden davalarda dava değerinin gayrimenkulün değerine göre belirleneceği öngörülmüştür. Dava değerinin belirlenmesinde taşınmazın dava tarihindeki keşfen saptanacak gerçek değerinin esas alınacağı kuşkusuzdur. Anayasa Mahkemesinin 2018/36896 Başvuru no.lu kararı da bu yöndedir.

Harçlar Kanunu’nun 30. maddesi ise “Muhakeme sırasında tespit olunan değerin, dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılıyorsa, yalnız o celse için muhakemeye devam olunur, takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 409. maddesinde (HMK 150) gösterilen süre içinde dosyanın muameleye konulması noksan olan harcın ödenmesine bağlıdır.” şeklinde, 32. maddesi ise; “Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılmaz. Ancak ilgilisi tarafından ödenmeyen harçları diğer taraf öderse işleme devam olunmakla beraber bu para muhakeme neticesinde ayrıca bir isteğe hacet kalmaksızın hükümde nazara alınır.” şeklinde düzenlenmiştir. (Örn: 1.H.D. 2020/3743E, 2021/4867K )

Harçlar Kanunu'nun uygulanması (kamu düzenini ilgilendirmesi nedeniyle) hakim tarafından re’sen gözetilmesi gereken bir husustur.

Hal böyle olunca, taşınmaz başında keşif yapılarak Harçlar Kanunu’nun 16. maddesi uyarınca taşınmazın dava tarihindeki değerinin belirlenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik ve hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle, eldeki dava bakımından öncelikle gerçek dava değeri usulünce belirlenmeli, taşınmazın değeri istinaf sınırının üzerinde ise öncelikle istinaf incelemesi yapılmalı, ondan sonra temyiz kesinlik sınırının üzerinde ise temyiz incelemesi yapılmalı, değeri temyiz sınırının altında ise yukarıda açıklanan gerekçelerle temyiz dilekçesinin değerden reddine karar verilmelidir, ne var ki bu aşamada taşınmazın gerçek değeri mahkemece belirlenmediği için bu gerekçeyle, kararın bozulması gerekirken değere bakılmaksızın istinaf ve temyiz incelemesi yapılması gerektiği yönünde oluşan sayın çoğunluk görüşüne katılmıyorum.