"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : VAN BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 2. HUKUK DAİRESİ
İLK DERECE
MAHKEMESİ : BİTLİS ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İlk Derece Mahkemesince davanın reddine ilişkin olarak verilen kararın, davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Van Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi tarafından yapılan inceleme sonucunda; davacı vekilinin sair istinaf nedenlerinin reddiyle, İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın düzeltilen gerekçe uyarınca reddine ilişkin olarak verilen karar, süresi içerisinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiş olmakla; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı ... dava dilekçesinde özetle; dava konusu 474 ve 477 parsel sayılı taşınmazların 1930’lu yıllardan günümüze kadar üç kuşaktır ailesi tarafından imar-ihya edildikten sonra tarım yapılmak suretiyle kullanıldığını, taşınmazlar üzerindeki zilyetliğin, kendi zilyetliği ile birlikte 75 yılı bulduğunu, üzerlerinde çok sayıda kavak ağaçlarının da bulunduğunu ancak taşınmazların Hazine adına tescil edildiğini ileri sürerek, taşınmazların tapu kaydının iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
II. CEVAP
Davalı Hazine vekili cevap dilekçesinde özetle; eldeki davanın kadastro öncesi nedene dayalı olarak açıldığını ve 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğini, dava konusu taşınmazların imar-ihya edilerek kültür arazisi haline getirilmediğini, taşınmazlarda puluk tabanının oluşmadığını, kaldı ki taşınmazların mera vasfında olduğunu, taşınmazlarda davacı lehine zilyetlikle iktisap koşullarının oluşmadığını ileri sürerek, davanın reddi ile taşınmazların Hazine adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
Bitlis Asliye Hukuk Mahkemesinin 05/11/2019 tarihli ve 2013/221 Esas - 2019/607 Karar sayılı kararıyla; tüm dosya kapsamı ve mevcut deliller birlikte değerlendirildiğinde, dava konusu taşınmazların bulunduğu yerde 1958 yılında kadastro çalışması yapıldığı, taşınmazların kadastro çalışmaları sırasında tescil harici bırakıldığı, 474 parsel sayılı taşınmazın 08/12/2006 tarihinde, 477 parsel sayılı taşınmazın ise 08/01/2009 tarihinde Hazine adına idari yoldan tescil edildiği, bölgede 2014 yılında yapılan uygulama kadastrosu çalışmaları sonucunda 474 parsel sayılı taşınmazın 765 ada 1 parsel numarasıyla, 477 parsel sayılı taşınmazın ise 766 ada 1 parsel numarasıyla tespit ve tescil edildiği, 474 parsel sayılı taşınmazın 2013 yılında Spor Genel Müdürlüğüne tahsis edildiği, dosya arasında bulunan 1973 ve 1984 tarihli hava fotoğraflarında, taşınmazlarda kullanım olmadığının tespit edildiği, 1994 ve 2007 tarihli hava fotoğraflarında ise, taşınmazlarda kullanım olduğunun tespit edildiği, bu durumda taşınmazların imar-ihyasının dava tarihinden geriye doğru 19 yıl önce tamamlandığı ve taşınmazlarda davacı lehine zilyetlikle iktisap koşullarının oluşmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
1. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin kararına karşı, süresi içerisinde davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
2. İstinaf Nedenleri
Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; dosya arasında bulunan hava fotoğraflarının yanlış ve hatalı şekilde değerlendirildiğini, hava fotoğraflarının dikkatli şekilde incelenmesi durumunda, dava konusu taşınmazlarda kullanım olduğunun net bir şekilde görüleceğini, fotoğrafların hatalı şekilde değerlendirilmesinin, taşınmazların kullanım durumunun bilirkişilerce kıyaslama yoluyla yorumlanmasından ileri geldiğini, kıyaslamanın dava konusu taşınmazlar ile kullanılmayan bir taşınmaz arasında yapılması halinde hakikatin ortaya çıkabileceğini, kaldı ki dava konusu taşınmazların sınırında bulunan tüm taşınmazlarda tarım yapılıyor iken dava konusu taşınmazlarda tarım yapılmamasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, dosya arasında bulunan bilirkişi raporları ile hava fotoğraflarının incelendiği bilirkişi raporları arasında çelişki bulunduğunu, mahallinde yapılan keşifte dinlenen yerel bilirkişi ve tanık beyanları ile ziraat mühendisi bilirkişi raporları uyarınca davalarını kanıtladıklarını, 1984 yılı ile 1994 yılı arasında 10 yıl gibi uzun bir zaman bulunduğunu, bu sürenin bir taşınmazın imar-ihyasının tamamlanması için yeterli bir süre olduğunu ileri sürerek, istinaf taleplerinin kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.
3. Gerekçe ve Sonuç
Van Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesinin 26/06/2020 tarihli ve 2020/208 Esas - 2020/229 Karar sayılı kararıyla; dava konusu taşınmazların bulunduğu yerde 1958 yılında kadastro çalışması yapıldığı ve taşınmazların kadastro çalışmaları sırasında tescil harici bırakıldığı, 474 parsel sayılı taşınmazın 08/12/2006 tarihinde, 477 parsel sayılı taşınmazın ise 08/01/2009 tarihinde Hazine adına idari yoldan tescil edildiği, taşınmazların tescil tarihi, dava tarihinden önce olduğundan, bu taşınmazların zilyetlikle iktisap edilebilmesi için 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14, 17 ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 713/1. maddelerindeki şartların, taşınmazların idari yoldan tapuya tescil edildiği tarihe kadar davacı lehine oluşması gerektiği, zira taşınmaz Hazine adına tapuya tescil edildikten sonra tapulu taşınmaz üzerinde yürütülen zilyetliğin hukuken bir öneminin kalmayacağı, öte yandan Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 10/01/2007 tarih, 2005/1 Esas ve 2007/1 Karar sayılı kararında; “4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713. maddesinin 1 ve 2. fıkraları gereğince açılan tescil davasının süre yönünden reddedilmesi halinde; aynı yerle ilgili olarak açılacak ikinci davanın olumlu sonuçlanabilmesi için, ilk kararın kesinleşmesinden itibaren taşınmaz üzerindeki zilyetliğin davasız, aralıksız ve malik sıfatıyla yeniden 20 yıl sürmesi gerekir ” denildiği, somut olayda davacı ... eldeki davayı açmadan önce, aynı yerlere ilişkin olarak, Bitlis Asliye Hukuk Mahkemesinin 1999/177 Esas, 2000/173 Karar sayılı dosyasında tescil istemi ile dava açtığı, Mahkemece yapılan yargılama sonunda davanın reddine karar verildiği ve kararın temyiz edilmeksizin 13/02/2001 tarihinde kesinleştiği, her ne kadar kesinleşen önceki dosyadaki yerler ile eldeki dosyadaki yerlerin aynı olup olmadığına dair teknik bilirkişiden bir rapor alınmamış ise de, her iki dosyadaki teknik bilirkişi raporları karşılaştırıldığında, dava konusu yerlerin aynı yerler olduğu konusunda kuşku bulunmadığı, davacının dava konusu taşınmazlardaki zilyetliğinin yukarıda sözü edilen içtihadı birleştirme kurulu kararı uyarınca 13/02/2001 tarihinde kesildiği ve 20 yıllık yeni kazanım süresinin bu tarihten itibaren yeniden başladığı, davacının taşınmazlarda yürüttüğü zilyetlik süresinin eski 474 ( yeni 765 ada 1 ) parsel için takriben 5 yıl, eski 477 ( yeni 766 ada 1 ) parsel için ise takriben 8 yıl olduğu, davanın bu gerekçe uyarınca reddine karar verilmesi gerekirken, dava tarihi esas alınmak suretiyle reddine karar verilmesine ilişkin Yerel Mahkeme gerekçesi yerinde değil ise de, hüküm sonucu itibari ile doğru olduğundan davacı vekilinin açıklanan gerekçeye göre yerinde görülmeyen sair istinaf nedenlerinin reddi ile 6100 sayılı HMK’nın 355 ve 353/1-b-2 maddesi uyarınca hükmün kaldırılması ve gerekçesi açıklanan şekilde düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulması gerektiği gerekçesiyle;
Bitlis Asliye Hukuk Mahkemesinin 05/11/2019 tarih, 2013/221 Esas ve 2019/607 Karar sayılı kararının kaldırılmasına, Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 353. maddesinin 1. fıkrası (b) bendinin 2. maddesi uyarınca davanın reddine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
1.Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesi kararına karşı süresi içerisinde davacı vekili tarafından temyiz başvurusunda bulunulmuştur.
2. Temyiz Nedenleri
Davacı vekili temyiz dilekçesinde özetle; istinaf dilekçesinde belirttikleri sebepleri tekrarla, eldeki davadan önce Asliye Hukuk Mahkemesinde davaya konu edilen yerler ile dava konusu taşınmazların aynı yerler olmadığını, önceki davanın tescil davası olduğunu, eldeki davanın ise tapu iptali ve tescil davası olduğunu, iki davanın taraflarının aynı olmadığını, zilyedin açtığı bir davanın aleyhine delil olarak değerlendirilemeyeceğini, kaldı ki önceki davanın zamanaşımını kesmeyeceğini, İlk Derece Mahkemesi kararı ile Bölge Adliye Mahkemesi kararının yerinde olmadığını ileri sürerek, kararın bozulmasına karar verilmesini istemiştir.
3. Gerekçe
3.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
1959 yılında Bitlis ili, Merkez ilçesi, Kamah mahallesi çalışma alanında yapılan kadastro çalışmaları sırasında, dava konusu taşınmazın bulunduğu yer tescil harici bırakılmış, daha sonra 08/12/2006 tarihinde 474 parsel sayılı 40.638,56 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz, 08/01/2009 tarihinde ise 477 parsel sayılı 2.523,55 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz, idari yoldan Hazine adına tescil edilmiş, 2014 yılında bölgede yapılan uygulama kadastrosu sonucunda 474 parsel sayılı taşınmaz 765 ada 1 parsel numarasıyla, 477 parsel sayılı taşınmaz ise 766 ada 1 parsel numarasıyla tespit ve tescil edilmiştir.
Dava; irsen intikal, imar-ihya ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
3.2. İlgili Hukuk
3.2.1. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14/1. maddesi; “Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir.”
3.2.2. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 17. maddesi; “Orman sayılmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz mallar 14. maddedeki şartlar mevcut ise imar ve ihya edenler veya halefleri adına, aksi takdirde Hazine adına tespit edilir.
İl, ilçe ve kasabaların imar planının kapsadığı alanlarda kalan taşınmaz mallarda bu hüküm uygulanmaz.” hükümlerini içermektedir.
3.2.3. Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 19/01/2007 tarih, 2005/1 Esas ve 2007/1 Karar sayılı kararında açıklandığı üzere; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713. maddesinin 1 ve 2. fıkraları gereğince açılan tescil davasının süre yönünden reddedilmesi halinde; aynı yerle ilgili olarak açılacak ikinci davanın olumlu sonuçlanabilmesi için, ilk kararın kesinleşmesinden itibaren taşınmaz üzerindeki zilyetliğin davasız, aralıksız ve malik sıfatıyla yeniden 20 yıl sürmesi gerekir.
3.3. Değerlendirme
Eldeki davadan önce davacı ... ve müşterekleri, miras yoluyla gelen hakka ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedenine dayanarak, hudutlarını dava dilekçesinde belirttikleri taşınmaz bölümün adlarına tescili istemiyle 25/10/1999 tarihinde Bitlis Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmışlardır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda, 06/12/2000 tarih, 1999/177 Esas, 2000/173 Karar sayılı kararla; dava tarihine kadar, dava konusu taşınmaz bölümlerinde davacı taraf lehine zilyetlikle iktisap koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ve karar 13/02/2001 tarihinde temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.
Dosya içeriğine, Bölge Adliye Mahkemesi kararının dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve dosya kapsamına göre, 23/10/2013 tarihinde açılan eldeki davaya konu eski 474 (yeni 765 ada 1) ve 477 (766 ada 1) parsel sayılı taşınmazlar ile Bitlis Asliye Hukuk Mahkemesinin 1999/177 Esas, 2000/173 Karar sayılı dosyasında davaya konu edilen taşınmazların aynı taşınmazlar olduğu anlaşıldığına göre, yazılı şekilde karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
VI. SONUÇ
Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, davacının adli yardım talebi İlk Derece Mahkemesince kabul edilmiş olup harç yatırmadığından, aşağıda yazılı 267,80 TL temyiz başvuru harcı ile 80,70 TL onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, 15/09/2022 tarihinde kesin olmak üzere oy çokluğuyla karar verildi.
-MUHALEFET ŞERHİ-
Dava, kadastro öncesi sebebe dayalı asliye hukuk mahkemesinde açılmış tapu iptal-tescil davasıdır.
Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık, temyiz incelemesine konu kararın değer itibariyle verildiği anda kesin olup olmadığı, bir başka ifadeyle temyiz incelemesinin mümkün olup olmadığı, diğer yandan mahkemece re'sen değer belirlemesinin yapılması gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Temyize ilişkin hükümler 6100 sayılı HMK da düzenlendiğine göre aynı Yasa'nın 448. maddesi “Zaman bakımından uygulanma” başlığıyla “ Bu kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır.” demektedir.
Diğer yandan 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun Ek madde 6 ise “…kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar …..miktar veya değerine bakılmaksızın 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabilir.” şeklindedir. Söz konusu bu düzenleme 22.07.2020 tarihli 7251 sayılı Yasa'nın 53. maddesi ile getirilmiştir. Yürürlük tarihi ise 28.07.2020 tarihidir.
6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesi ise “ Bölge adliye mahkemelerinin …göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanun'un temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur…” şeklinde düzenlenmiştir.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/2. maddesi ise “ miktar veya değeri birmilyar lirayı geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” demek suretiyle gayrımenkullere ilişkin uyuşmazlıklarda değere bakılmaksızın temyiz yolunun açık olduğu belirtilmiştir.
HMK’nın Temyiz edilemeyen kararlar başlıklı 362. maddesinin 1-a bendi ise “Miktar veya değeri kırk bin Türk Lirasını (bu tutar dahil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar.” demek suretiyle temyiz sınırını belirlemiştir. Bu miktarın her yıl yeniden değerleme suretiyle arttırıldığı izahtan varestedir.
Bölge adliye mahkemeleri bilindiği üzere 20.07 2016 tarihinde faaliyete başlamıştır.
Bu yasal düzenlemeler karşısında çözümlenmesi gereken husus; Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği 20.07. 2016 ile Kadastro Yasası'nın ek 6. maddesinin yürürlüğe girdiği 28.07. 2020 tarihi arasında hüküm altına alınan uyuşmazlıklar açısından ek 6. maddenin uygulanıp uygulanmayacağı, bir başka ifade ile verildiği anda kesin olan bu kararlara karşı temyiz yolunun mümkün olup olmadığı hususudur.
Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği tarihten sonra 1086 sayılı HUMK’un 427/2 maddesinin uygulanmasının mümkün olmadığı, yine 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesinin açık hükmüdür. 6100 sayılı Yasa'da temyiz sınırı için gayrımenkuller açısından bir ayrım yapılmamıştır.
3402 sayılı Yasa'nın ek 6. maddesinin geriye yürüyeceğine dair herhangi bir düzenleme de yapılmamıştır. Genel kural, özel hukuk yargılamasına ilişkin kanun hükümlerinin yürürlük tarihinden sonra sonuç doğurmasıdır.
Verildiği anda değer itibariyle istinaf veya temyiz sınırının altında kalan kararların o anda kesinleştiğinde ise şüphe bulunmamaktadır. Bir kararın kesinleşmesi, ya verildiği anda miktar itibariyle kanun yoluna kapalı olması, veya kanunda açıkça kesin olduğunun belirtilmesi nedeniyle, ya da kanun yolları tüketilmek suretiyle olur. Verildiği anda kesin olan hüküm bakımından artık yargılama bitmiştir. Yargılama süreci biten bir uyuşmazlık için temyiz incelemesi mümkün değildir. Kesinlik, yargılamanın devamına engel bir durumdur. Hüküm, verildiği anda kesin olduğu için artık tamamlanmış bir usulü işlem söz konusudur. Bu nedenle HMK'nın 448. maddesi gereğince Kadastro Kanunu’nun ek 6. maddesinin tamamlanmış işlemlere uygulanması mümkün değildir. Ayrıca kesin olan bu kararın lehine olan taraf bakımından usulü kazanılmış hak doğuracağı da unutulmamalıdır. Usulü kazanılmış hak ilkesi kamu düzeninden olup usul hukukunun en önemli, en temel ilkelerinden biridir.
Prof. Dr. Baki KURU “ Miktar veya değeri temyiz (kesinlik) sınırını geçmeyen menkul (taşınır) mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” (HUMK hükümlerine göre) derken Hukuk Muhakemeleri Usulü 2001 Altıncı baskı 4981. sayfasında “ Kanundan ötürü verildiği anda kesin olan bir karar temyiz edilirse, temyiz talebi (esasına girilmeden) mesmu olmadığından dolayı reddedilir. Fakat, Yargıtay, böyle bir (kesin) kararı yanlışlıkla bozarsa, bu bozma kararı ve mahkemenin bundan sonra yaptığı işlemler geçersizdir (yok sayılır)” demektedir. Bu nedenlerle sayın çoğunluğun değere bakılmaksızın kanun yolu denetimi yapılması gerektiği yönündeki görüşüne katılmıyorum.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36. maddesi ile düzenlenen “Hak arama hürriyeti”nin somut olayla ilgisi bulunmamaktadır. Sayın çoğunluk, dava değerinin düşük olması nedeniyle kanun yolunu kapatan HMK hükümlerinin Anayasa’ya aykırı olduğunu düşünüyorsa öncelikle Anayasa Mahkemesine iptal başvurusu yapması gerekir. Aksi halde halen yürürlükte bulunan veya uygulama tarihinde yürürlükte bulunan yasanın şu veya bu gerekçelerle uygulanmaması keyfilik sonucunu doğuracaktır.
Somut uyuşmazlığa gelince, taşınmazın değerinin davacı tarafından 15.000TL olarak gösterildiği, keşfen bir değerin belirlenmediği, davanın reddine karar verildiği, Bölge Adliye Mahkemesince de istinaf başvurusunun esastan reddedildiği, dosya kapsamıyla sabittir.
Bilindiği üzere, 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 16. maddesi uyarınca, gayrimenkulün aynına taalluk eden davalarda dava değerinin gayrimenkulün değerine göre belirleneceği öngörülmüştür. Dava değerinin belirlenmesinde taşınmazın dava tarihindeki keşfen saptanacak gerçek değerinin esas alınacağı kuşkusuzdur. Anayasa Mahkemesinin 2018/36896 Başvuru nolu kararı da bu yöndedir.
Harçlar Kanunu’nun 30. maddesi ise “Muhakeme sırasında tespit olunan değerin, dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılıyorsa, yalnız o celse için muhakemeye devam olunur, takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 409. maddesinde (HMK 150) gösterilen süre içinde dosyanın muameleye konulması noksan olan harcın ödenmesine bağlıdır.” şeklinde, 32. maddesi ise; “Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılmaz. Ancak ilgilisi tarafından ödenmeyen harçları diğer taraf öderse işleme devam olunmakla beraber bu para muhakeme neticesinde ayrıca bir isteğe hacet kalmaksızın hükümde nazara alınır.” şeklinde düzenlenmiştir. (Örn: 1.H.D. 2020/3743E, 2021/4867K )
Harçlar Kanununun uygulanması (kamu düzenini ilgilendirmesi nedeniyle) hakim tarafından re’sen gözetilmesi gereken bir husustur.
Hal böyle olunca, taşınmaz başında keşif yapılarak Harçlar Kanunu’nun 16. maddesi uyarınca taşınmazın dava tarihindeki değerinin belirlenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik ve hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, eldeki dava bakımından öncelikle gerçek dava değeri usulünce belirlenmeli, taşınmazın değeri istinaf sınırının üzerinde ise öncelikle istinaf incelemesi yapılmalı, ondan sonra temyiz kesinlik sınırının üzerinde ise temyiz incelemesi yapılmalı, değeri temyiz sınırının altında ise yukarıda açıklanan gerekçelerle temyiz dilekçesinin değerden reddine karar verilmelidir, ne var ki bu aşamada taşınmazın gerçek değeri mahkemece belirlenmediği için bu gerekçeyle kararın bozulması gerekirken değere bakılmaksızın temyiz incelemesi yapılarak kararın onanması gerektiği yönünde oluşan sayın çoğunluk görüşüne katılmıyorum.