Logo

1. Hukuk Dairesi2022/5404 E. 2022/7676 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Davacılar, davalıya teminat olarak devrettikleri taşınmazların iadesi için açtıkları tapu iptali ve tescil, menfi tespit ve tazminat davasının reddine ilişkin kararın temyizi.

Gerekçe ve Sonuç: Davacıların, davalıya olan borçlarını ödemedikleri ve davalı ile imzaladıkları ibraname ve taahhütname ile borçlarını ikrar edip ödeme yükümlülüklerini yerine getirmedikleri, ayrıca irade fesadı iddialarının da hak düşürücü süre içerisinde ileri sürülmediği gözetilerek yerel mahkeme kararlarının onanmasına karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 14. HUKUK DAİRESİ

İLK DERECE MAHKEMESİ : İSTANBUL ANADOLU 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil, menfi tespit, tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Anadolu 4. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin kararın, davacılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi tarafından yapılan inceleme sonucunda; başvurunun esastan reddine dair verilen karar, yasal süre içerisinde davacılar vekili tarafından duruşma istekli olarak temyiz edilmiş olmakla; duruşma günü olarak saptanan 22/11/2022 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacılar vekili Avukat ... ile temyiz edilen davalılar vekili Avukat ... geldiler, duruşmaya başlandı, gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

I. DAVA

Davacılar, davacı şirket ile davalı şirket arasında ham madde alımı nedeniyle ticari ilişki olduğunu, davalı şirketin birlikte üretim teklifinde bulunması üzerine yapılan görüşme sonucu mutabakata varıldığını, bu sırada davacı şirketin davalıdan daha önceki alımlardan kalan takriben 140.000,00 TL civarında cari hesap borcu bulunduğunu, davacı ... tarafından davalıların oluşturduğu güven sonucu ''teminat olarak'' birlikte üretim ilişkisi ya da ticari ilişkileri sonlandırdıktan sonra iade edilmek üzere 21/01/2001 tarihinde bedelsiz olarak satış göstermek suretiyle dava konusu 558 ada 2 parsel, 559 ada 2 ve 10 parsel sayılı taşınmazların davalı ...'na devredildiğini, davalıların rehin sözleşmesi yapılmasına ilişkin istek ve baskıları sonucu 22/05/2001 tarihinde rehin sözleşmesi imzalandığını, ancak davalıların taahhüt ettikleri ham maddeyi vermediklerini, birlikte üretim yapmaktan vazgeçtiklerini, dava konusu taşınmazların bulunduğu fabrikanın giriş çıkışlarını kapattıklarını, üretim yapılmasının engellendiğini, davalıların Eylül 2001 tarihinden itibaren fabrikaya tamamen fiilen el koyduklarını, davacı ile davalı arasında inanç sözleşmesine dayalı bir ilişkinin söz konusu olduğunu, davacı şirketin davalı şirkete herhangi bir borcu kalmamasına rağmen taşınmazların ve üzerinde bulunan müştemilatlarıyla birlikte birçok makine ve teçhizatın da iade edilmediğini ileri sürerek, tarafların muhasebe kayıtlarının tetkiki ile taraflar arasındaki ticari ilişki sonucu var olan alacak - borç ilişkisinin belirlenmesini, davacı aleyhine var olan bir borç çıkarıldığı takdirde, davalılar tarafından fiilen kullanılarak ya da kiraya verilerek elde tutulan dava konusu taşınmazlara dair "kira getirisi" hesabından borcun düşülerek davacı şirketin borçlu bulunmadığının tespitine, borç tespit edildiği takdirde davacı tarafça mahkeme veznesine depo ettirilmesine; dava konusu 558 ada 2, 559 ada 2 ve 10 parsel sayılı taşınmazların davalı ... adına olan tapu kayıtlarının iptali ile davacı ... adına tesciline; davalılara "teminat amaçlı devredilen" fabrika, idari binalar, deposu ve makine teçhizatının bulunduğu taşınmazların davalılar tarafından Eylül 2001 tarihinden itibaren kullanılması, kiraya verilmesi nedeniyle tahakkuk edecek tazminattan fazlaya ilişkin haklarını mahfuz tutarak, şimdilik 10.000,00 TL maddi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini istemişler, davacılar vekili duruşma sırasındaki beyanında maddi tazminat taleplerinden feragat ettiklerini bildirmiştir.

II. CEVAP

Davalılar, zamanaşımı süresinin dolduğunu, taraflar arasında hiç bir zaman üretim ortaklığı gibi bir durumun bulunmadığını, dava konusu taşınmazların kendilerine satışını müteakip iyi niyetli olarak, alınan taşınmazları iade etmeyi kabul ettiklerini ve geri alabilmesi için davacıya yedi ay süre verdiklerini, fakat davacının aradan 5 sene geçtikten sonra gayrimenkul ve emtia fiyatlarının yükselmesinden faydalanarak tehdit etmeye başladığını ve 10 yıldır tehditlerinin devam ettiğini, inançlı muamele diye bir durumun söz konusu olmadığını, davacı tarafça verilen 04/12/2002 tarihli ibraname ve davalı ...'na hitaben davacı ...'in kendi el yazısı ile yazarak imzaladığı beyan ve taahhütname bulunduğunu belirterek, davanın reddini savunmuşlardır.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 25/11/2020 tarihli ve 2016/641 E., 2020/634 K. sayılı kararıyla; zamanaşımı süresi dolmadığı, taraf şirketlerin ticari defter ve kayıtlarını sunmadıklarından incelenemediği, TTK'ye göre 10 yıllık saklama süresi geçmiş olduğundan ve taraflar arasında yapılan ibra geçerli kabul edildiğinden, bu hususun tarafların lehine veya aleyhine sonuç doğurmadığı, taraflar arasındaki ilişkinin inanç sözleşmesine dayandığı, tarafların yazılı ve sözlü beyanlarından, dava konusu üç taşınmazın da mülkiyetinin, davacı ... (malik) tarafından davalı ...’na teminat amaçlı olarak devredildiği, inanç sözleşmesi gereği davacı tarafın davalı tarafa olan borcunu ödeyip davalı taraf adına kayıtlı taşınmazların tapu kayıtlarının iptalini talep etme hakkı bulunmakta ise de, davacı şirketin 675.000 ABD Doları tutarındaki borcunu ödeyemediği, 04.12.2002 tarihli ibraname ile tarafların aralarında var olan bütün akdi ilişkilerden yani hem İnançlı Temlik Anlaşmasına dayalı akdi ilişkiden, hem de mal-alım satımı sözleşmesine dayalı akdi ilişkiden dolayı birbirlerini karşılıklı olarak bütün borç ve alacakları bakımından ibra ettikleri, davacılar vekili 'İbraname' başlıklı belgedeki imzanın davacıya ait olmadığını ve sahte olduğunu savunmuş ise de, davacılar vekili tarafından sunulan cevaba cevap dilekçesinin 5.maddesinde ibraname belgesindeki imzanın davacının kabulünde olduğuna ilişkin beyanda bulunduğu, ibranamedeki imzanın davacı ...'e ait olduğu ve geçerli olduğu, ibranın geçerli olduğu, dava tarihi itibariyle davacı şirketin davalı şirkete 675.000 ABD Doları tutarında borcunun bulunmadığı, ayrıca davacı ...’in davalı ...dan, dava konusu taşınmazların mülkiyetinin devredilmesini talep edemeyeceği, tapu iptal ve tescil talebine ilişkin davanın reddine karar vermek gerektiği, davacıların, davalılara borcu olmadığının tespitine ilişkin dava yönünden: menfi tespit davasının kabulü için ibranamelerin geçersizliğinin tespiti gerektiği, menfi tespit davasının açılmasında davacıların hukuki yararı var ise de, taşınmazların tapusunun iptali için ibraların geçerli olmaması ve davacıların davalılara borçlu olmadıklarının tespiti gerektiği, karşılıklı ibra geçerli olduğundan menfi tespit davasının da reddine karar verilmesi gerektiği, davacıların, dava dilekçesi ile "davalılar tarafından kullanılan veya kiraya verilerek gelir elde edilen fabrika, idari binalar, depo, makine teçhizatının kullanılması ve kiraya verilmesi" nedeniyle tahakkuk edecek 10.000 TL'lik maddi tazminat talebinde bulundukları, ancak davacılar vekilince 30.09.2020 tarihli duruşmada bu taleplerden feragat edildiği, her ne kadar, davacılar vekili tarafından 02.10.2020 tarihli dilekçe ile "davacılar vekili olarak zapta geçen Av. Rıdvan Kılıç'ın feragat hususunda yetkilendirilmediğinden feragatin geçersiz olduğu" savunulmuş ise de, davacılar vekili Av. ... ve diğerlerinin vekaletnamesinin incelenmesinde, vekilin feragata yetkili olduğu, davacılar vekilinin Av. ....'a verdiği 20.11.2019 tarihli yetki belgesinin vekaletnamedeki bütün hak ve yetkileri kapsadığı, davacılar vekilinin ilgili talepleriyle ilgili feragat beyanının geçerli olduğu gerekçeleriyle tapu iptal ve tescil talebine ilişkin davanın reddine, davacıların davalılara borcu olmadığının tespitine ilişkin davanın reddine, davalılar tarafından kullanılan veya kiraya verilerek gelir elde edilen fabrika, idari binalar, depo, makine teçhizatının kullanılması ve kiraya verilmesi nedeniyle tahakkuk edecek 10.000 TL'lik maddi tazminat talebine ilişkin davanın feragat nedeniyle reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

1. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

2.İstinaf Nedenleri

Davacılar vekili istinaf dilekçesinde özetle; davacıya atfedilen 4.12.20002 tarihli “ibraname” başlıklı belge ve 4.12.2002 tarihli “ödeme süresi verilmesini talep eden“ şeklinde bir belgenin davacı tarafından imzalanmadığını, davacı tarafın hak arama özgürlüğünün engellendiğini, kararın hukuka aykırı olduğunu, HMK 186. ve 294/4. maddesi uyarınca "duruşma sonlandırılıp kısa hüküm" açıklandıktan sonra “dava dosyası yeniden açılıp, yeni bir celse yapılmasına karşılık” yeni bir "nihai karar verilmemiş" olup, bir nevi ara karar ile davanın bitirildiğini, diğer taraftan hüküm açıklandıktan sonra HMK’ya uygun olmayan bir yöntemle zapta sonradan ekleme yapılmak suretiyle “dosyanın incelenmediği” yönünde ortaya çıkan delilin karartıldığını, delillerin toplanması, incelenmesi yönünden hukuka aykırı uygulamalar yapıldığını, davacı tarafça delil olarak bildirilen delillerin toplanmadığını, gösterilen şahitlerin dinlenmediğini, “yemin teklif etme hakkı bulunduğu”nun davacılara hatırlatılması gerekirken mahkemece bu yönde her hangi bir hatırlatma yapılmadığını ve yemin teklifine imkan verilmediğini, inanç sözleşmesi gereğince teminat olarak verilen taşınmazların "ibralaşma" adı altında ele geçirilemeyeceğini, davacının davalıya borcu kalmadığını, davalının 675.000 Dolar alacaklı olduğu kanaatine varılsa dahi “teminat olarak verilen taşınmazların bedeli, boy kesme makinasının bedeli, üç adet vinç bedelinin, ayrıca 2001 yılından dava tarihine kadar taşınmazların kira getirisinin hesap edilerek “borcun tenzili ile bakiye kalan meblağın davacıya iadesine'' karar verilmesi gerekir iken, davalının, davacın mallarına el koyma amacıyla düzenlediği sahte belgelere itibar ederek davanın reddi yönünde hüküm kurulmasının hukuka aykırı olduğunu, mahkemenin 20.11.2019 tarihli bilirkişi raporuna gerekçeli kararında yer vermediğini, bu rapora niçin yer vermediğini de açıklamadığını, mahkemenin tarafsız ve adil yargılama yapmadığını bildirerek ve önceki beyanlarını tekrarla İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

3. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 21/04/2022 tarihli ve 2021/1818 E., 2022/491 K. sayılı kararıyla; somut olayda Av. Rıdvan Kılıç'ın yetki belgesinde feragat yetkisi olduğu ve iradeyi sakatlayan bir durumun varlığının iddia ve ispat edilmediği, ilk derece mahkemesince bir kısım davacı talepleri yönünden davanın feragat nedeniyle reddine karar verilmesinin isabetli olduğu, hâkim ara kararı niteliğinde bulunan kararlardan dönülebileceği, emsal değer sunulması için tesis edilen ara karar ile her iki tarafa da aynı şekilde süre verildiği, davacının hukuki dinlenilme hakkına aykırılık oluşturan bir durum bulunmadığı, davacılar vekilinin 26.12.2017 tarihli dilekçesiyle; mahkemece kendilerine görev verilmediği halde görevlendirme dışındaki konularda rapor hazırlamak suretiyle mahkemeyi davalı lehinde yönlendirmeye çalışmaları nedeniyle bilirkişilerin taraflı davrandıklarını öne sürerek bilirkişilerin reddini talep ettiği, ilk derece mahkemesince 27.02.2019 tarihli celsenin 4 nolu ara kararında, bilirkişi raporundaki hukuki değerlendirmelerin dikkate alınmayacağı, ayrıca ret sebeplerinin bilirkişilerin şahsında gerçekleşmemesi nedenleriyle davacı tarafın talebinin reddedildiği, yine ilk derece mahkemesince taraf defterleri üzerinde bilirkişi incelemesi yapılmasına, defterlerin inceleme günü mahkeme kaleminde hazır bulundurulmasına karar verildiği, sonrasında defter incelemesine dair ara karardan dönüldüğü, bilahare tekrar taraf şirketlerin defter ve kayıtları üzerinde mali müşavir bilirkişi tarafından inceleme yapılmasına karar verildiği, bunun üzerine 20.11.2019 tarihli SMM bilirkişi raporunun dosyaya ibraz edildiği, davacı şirketin aktif ticari faaliyeti olmadığından ve TTK kapsamında on yıllık saklama süresi geçtiğinden davacının ticari defterlerinin fiziki olarak sunulamadığı, davalının 2000-2001-2002 yıllarına ilişkin ticari defterlerinin de saklama müddeti geçtiğinden bilirkişi incelemesine ibraz edilemediği, davacı vekili, ''ibraname'' başlıklı belge altındaki imzanın davacıya ait olmadığı yönünde beyanda bulunmuş olsa da, cevaba cevap dilekçesinde ''ibraname'' başlıklı belgeyi davacının iradesinin fesada uğratılması suretiyle imzalamak durumunda bırakıldığını savunduğu, İstanbul Anadolu 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2013/124 Esas sayılı dosyasında, ...'nun ifadesinde ...'in şirkete olan borcu sebebiyle gayrımenkullerini şirkete devrettiğini, borçlarını ödeyince gayrımenkullerin tekrar kendisine iade edileceğinin kararlaştırıldığını beyan ettiği, bu ifadenin eldeki dava açısından hukuki sonucunun; davalının arada inanç sözleşmesi bulunduğuna dair ikrarının mevcudiyetinin kabulü olduğu, davacının davaya konu ettiği taşınmazları inançlı temlik sözleşmesi gereği davalı şirkete devrettiğinin ispat meselesi olmaktan çıktığı, uyuşmazlığın çözümündeki ihtilaflı meselenin, davacının inanç sözleşmesiyle devrettiği taşınmazların iadesini talep şartlarının sağlanıp sağlanmadığı olduğu, davacının, inanç sözleşmesi uyarınca taşınmazları geri isteyebilmesi için, davalı şirkete olan borçlarını ödemiş, sona erdirmiş olması gerektiği, dosya içerisinde ibraname başlıklı adi yazılı belge bulunduğu, ibranamenin her iki şirket yetkilisi tarafından imzalandığı, davacı vekili yargılama aşamasında, ibraname altındaki imzanın davacının elinin ürünü olmadığını öne sürmüş olsa da cevaba cevap dilekçesinde bahsi geçen ibranamenin tehdit ve baskı altında imzalandığını beyan ettiği, dolayısıyla bahsi geçen belge altındaki imzanın davacı gerçek kişiye ait olduğu hususunun çekişmesiz olduğunun kabulü gerektiği, davacı vekilinin, davacının söz konusu ibranameyi ve aynı tarihli taahhütnameyi karşı tarafın tehdit ve baskısı ile imzaladığını iddia etmekle, esasen irade sakatlığından ötürü sözleşmelerin iptali talebini mahkemeye yönelttiği, 818 sayılı BK'nın 31 (TBK'nın 39.) maddesine göre korkutma (ikrah) sonucu yapıldığı ileri sürülen işleme maruz kalan kişinin, bu durumun ortadan kalkmasından itibaren bir yıl içinde sözleşmeyle bağlı olmadığını bildirmesi gerektiği, somut olayda, 04.02.2002 tarihinden çok sonra eldeki istinafa konu davanın açıldığı, hak düşürücü süre geçmiş olduğundan irade fesadına ilişkin iddianın dinlenmesinin mümkün olmadığı, kaldı ki davacı tarafın, korkutma ve irade fesadı iddiasını somut olay ve olgulara da dayandırmadığı, somut uyuşmazlıkta her iki tarafın da birbirlerini karşılıklı olarak ibra ettikleri, ibra tarihi itibariyle ticari ilişki kapsamında birbirlerinden alacak ve borçları kalmadığı, ancak bu beyanın, taraflar arasında varlığı tartışmasız inançlı temlik sözleşmesi üzerinde hüküm ve sonuç doğurmadığı, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, borcunu ödeyerek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kaldığı, davacının 04.02.2002 tarihli taahhütname isimli belge ile 30.06.2003 tarihine kadar 675.000 Dolar karşılığı taşınmazları satın alacağını, bu tarihte parayı getirmediği takdirde boy kesme makinesi ve taşınmazların davalılarda kalmasını kabul ettiğini beyan ettiği, yani taşınmazların kendisine devrinin ancak 675.000 USD ödeme yapması karşılığında gerçekleşebileceğinin davacı tarafça ikrar edildiği, tek taraflı olarak düzenlenecek nitelikte cari hesap kaydının ve muavin defter ekstrelerinin tacir olan taraf arasındaki alacaklılık borçluluk ilişkisinin ticari kayıtlar üzerindeki tespiti aşamasında tek başına belirleyici olamayacağı, kaldı ki sözkonusu cari hesap kaydının hukuki dayanağına ilişkin bir belgenin de delil olarak sunulmadığı, taraflar arasındaki her türlü para alışverişinin mutlaka ticari defterlere işlenmesinin gerekmediği, davacının ancak 675.0000 Dolar ödeme yapması karşılığında taşınmazların kendisine devrinin gerçekleşebileceğini kabul etmiş olduğu ve söz konusu parayı ödediğine dair bir iddia ve kanıt bulunmadığı, bilirkişi raporunun takdiri delil olduğu, tarafların sunduğu deliller ile alınan bilirkişi raporundaki tespitler, hadisenin oluş şekli birlikte gözönünde bulundurularak gerekçesi yazılmak suretiyle ilk derece mahkemesince karar verildiği, taraflar arasında ticari ilişki bulunduğu, taraflar arasındaki inançlı temlik sözleşmesi kapsamında davacıya ait üç adet taşınmazın davalıya devredildiği, davacının davalıya olan borçlarını ödemesi halinde taşınmazların tekrar davacıya devredileceği yönünde anlaşma bulunduğu hususlarının zaten ispatlandığı, davacının taahhütnamede bahsi geçen borcu kabul etmediği, borcu kabul ederek ödemiş olduğu iddiasının zaten mevcut olmadığı, delil başlangıcı niteliğinde olduğu ileri sürülen ve davalının elinden sadır cari hesap kaydı ve muavin kayıtlarının, taahütnamenin korkutmanın etkisiyle verildiğini ispat açısından delil veya delil başlangıcı nitelikleri bulunmadığı, davacı tarafça yemin deliline dayanılmadığı, iddialarını ispat açısından yemin delilinin hatırlatılmamasında hukuka aykırılık bulunmadığı, sonuç olarak; taraflar arasındaki ticari ilişkide davacıların davalı şirkete borçlarının olduğu, bu borçlar karşılığı davacıya ait taşınmazların davalı tarafa inançlı işlemle devredildiği, davacının borcunu ödemesi halinde taşınmazların devredileceğinin kararlaştırıldığı, bu taşınmaz devirleri sonucunda tarafların alacak- borç ilişkisinin sona erdiği ve taraflar arasında 04.12.2002 tarihli ibranamenin imzalandığı, yani davacının davalıya devredilen taşınmazlar sonucu alacak borç ilişkisinin tasfiye edildiği, ancak taraflar arasındaki anlaşma uyarınca, davacının bizzat imzaladığı 04.12.2002 tarihli belge uyarınca, davacının davalıya 675.000 USD borcu bulunduğunu ve taşınmazları bu nedenle davalıya devrettiğini ikrar ettiği, ancak davacının kendi imzaladığı taahhütnamede 30.06.2003 tarihine kadar 675.000 USD borcu ödemesi halinde taşınmazları geri alabileceğini belirttiği, bu borcu anılan tarihe kadar ya da sonrasında ödediğine dair iddiada bulunmadığı gibi ödeme belgesi de sunmadığı, bu taahhüdün irade fesadı nedeniyle geçersiz olduğunu da ispat edemediği, taahhütname, ibra belgeleri ve dosya kapsamına göre, davacıların davalı tarafa 675.000 USD borçlu oldukları, davacının davalı taraf olan borcunun, taşınmaz devirleriyle sona erdiği ve taşınmaz devirleri sonrası tarafların karşılıklı olarak birbirlerini ibra ettikleri, davacının imzaladığı taahhütnamenin borç ikrarı niteliğinde olup borcun, taşınmaz devriyle sona erdiği, dosyadaki delillerin, bu sonuca varılmasını gerektirdiği, gerek menfi tespit talebinin gerekse tapu iptal ve tescil talebinin reddedilmiş olmasının isabetli olduğu, davacı vekilinin istinaf dilekçesinde yer verdiği Mahkeme Başkan ve üyelerinin şahsında gerçekleştiğini iddia ettiği hususların davanın esasına etkili olmayan usule ilişkin konular olduğu, ilk derece mahkemesi kararı isabetli olduğu gerekçeleriyle 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b-1. maddesi uyarınca, davacıların istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

V. TEMYİZ

1.Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Temyiz Nedenleri

Davacılar vekili temyiz dilekçesinde özetle; istinaf dilekçesindeki itiraz nedenlerini yineleyip, istinaf mahkemesince hukuka uygun tahkikat ve inceleme yapılmadığını bildirerek ve önceki beyanlarını tekrarla kararın bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.

3. Gerekçe

3.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Uyuşmazlık, inançlı işlem hukuki nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, menfi tespit ve maddi tazminat istemlerine ilişkindir.

3.2. İlgili Hukuk

Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan , onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.

Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.

Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.

Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.

Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.

Bu durumda; gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan 4721 s. Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 873. maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı da kuşkusuzdur. Nitekim bu düşünce Hukuk Genel kurulunun 23.5.1990 gün ve l990/1-202-315 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.

Bilindiği gibi, inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir(6098 s. Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 97. m.). Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de TBK'nın 26 ve 27. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.

İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ ifa uğruna edim “ olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamayacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde her hangi bir düzenleme olmamasına karşın, inanç sözleşmelerinin yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.

İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında,onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu;taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nispi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.

Burada üzerinde durulması gereken husus,taşınmaz mallar yada şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla,sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.

Bilindiği üzere; uygulamada mesele, 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.

Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanun'un yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.

Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında,belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira TBK'nin 509. maddesindeki “Vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden doğan üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer.” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan TBK'nın 19. maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.

İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü, gerek işleyişi açısından, genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir.

Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere;inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.

İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.

3.3. Değerlendirme

Dosya içeriğine, toplanan delillere, delillerin takdirinin yerinde oluşuna, (III.) no.lu paragrafta yer verilen İlk Derece Mahkemesi kararının, (IV./3.) no.lu paragrafta yer verilen Bölge Adliye Mahkemesi kararının dayandığı yasal ve hukuksal gerekçelere göre yazılı şekilde karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

VI. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle; davacıların yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı HMK'nın 370. maddesi uyarınca ONANMASINA, 03/09/2022 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz edilen davalılar vekili için 8.400,00 TL duruşma vekâlet ücretinin temyiz eden davacılardan alınmasına, onama harcı peşin yatırıldığından yeniden harç alınmasına yer olmadığına, 22/11/2022 tarihinde kesin olmak üzere oy birliğiyle karar verildi.