"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : ... Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi
KARAR : Kısmen kabul - Kısmen ret
İLK DERECE MAHKEMESİ : ... 3. Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil, alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvurunun kısmen kabulü ile İlk Derece Mahkemesi hükmü kaldırılarak yeniden hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin kök mirasbırakanı ... ...'in 07.04.1974 tarihinde ölümü ile mirasçı olarak oğlu olan davalı ..., kızı ... ..., torunları ... ve ... ...'ın kaldığı, kızı ... ...'nin dul olarak 03.06.1989 tarihinde ölümü ile geriye çocukları ..., ... ve davacı ...'in kaldıklarını, kök mirasbırakanın maliki olduğu dava konusu 825 parsel sayılı taşınmazın, müvekkilinin mirasbırakan annesi ...’ın mirasçılığının ketmedilmesi suretiyle kök mirasbırakanın tek mirasçısı oğlu olan davalı ...'mış gibi adına tescil edildiğini, ... Sulh Hukuk Mahkemesinin 12.02.2010 tarihli, 2005/234 Esas 2010/121 Karar sayılı kararıyla hasımlı olarak açılan veraset ilamının iptali davasının kabulüne karar verildiğini deracattan geçerek kesinleştiğini, yolsuz tescille mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek, dava konusu taşınmazın davalı adına olan tapu kaydının iptali ile kök muris ... ... mirasçıları adına payları oranında kayıt ve tesciline olmadığı takdirde taşınmazın dava tarihindeki rayiç değerinin davacının miras payı oranında tahsiline karar verilmesini, dava konusu taşınmazın dava tarihinden önce 3. kişiye devredildiğinin anlaşılması üzerine davacının miras payı oranında tazminatın tahsiline karar verilmesini istemiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde, dava konusu taşınmazın müvekkili adına Tapulama Komisyonu tarafından tescil tarihinin 1975 olduğunu, aradan 40 yıl geçtiğini belirterek davanın öncelikle zamanaşımı nedeniyle reddini savunmuş, yargılama sırasında davalının ölümü üzerine mirasçıları davaya dahil edilmişlerdir.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
... 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 16.05.2017 tarihli 2015/21 E., 2017/219 K. sayılı kararıyla; davacının aynı taşınmaza ilişkin olarak davalı aleyhine açtığı tapu iptali ve tescil davasının ... 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 31.05.2005 tarihli, 2005/84 Esas 2005/325 Karar sayılı kararıyla 10 yıllık hak düşürücü süre geçtiği gerekçesiyle reddine karar verildiği, kararın derecattan geçerek kesinleştiği, eldeki davada kesin hüküm teşkil ettiği gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Kaldırma Kararı
... Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin 04.07.2019 tarihli ve 2019/341 E. 2019/1025 K. sayılı kararıyla, dava konusu taşınmazın dava tarihinden önce dava dışı 3. kişiye devredildiği, davacının aşamada talebini miras payı oranında tazminat olarak ileri sürdüğü, tapu iptali ve tescil talebinin reddine karar verildiği ancak gerekçeli kararda ve hüküm fıkrasında tazminat isteği yönünden değerlendirme yapılmadığı gerekçesi ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak davanın yeniden görülmesi için iadesine karar verilmiştir.
C. İlk Derece Mahkemesince Kaldırma Kararı Sonrasında Verilen Karar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile davacının tapu iptali ve tescil talebi yönünden davanın pasif husumet yokluğundan reddine, tazminat talebi yönünden ise, dava konusu taşınmazın kadastro çalışması ile davalı ... adına 30.12.1974 tarihinde tescil edildiği, tutanağın 07.01.1975 tarihinde kesinleştiği, eldeki davanın 08.10.2014 tarihinde açıldığı, Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesinde düzenlenen 10 yıllık hak düşürücü süre ve yine aynı Kanun'un geçici 4. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen 1 yıllık sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
D. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
E. İstinaf Sebepleri
Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle, davadaki hukuki dayanağın sahte veraset ilamı ile miras hakkının ketmedilmesi olduğunu ve herhangi bir zamanaşımı, hak düşürücü süreye tabi olmadığını kabule göre de davalılar lehine ayrı ayrı vekalet ücretine hükmedilmiş olmasının hatalı olduğunu ileri sürerek kararın kaldırılmasını ve davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.
F. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile davacı vekili 10.12.2015 tarihli celsede, dava konusu taşınmaz 3. kişiye devredildiği için terditli talepleri olan davacının miras payı oranında tazminat isteği yönünden davanın devam etmesini istediği, davacının aynı taşınmaza ilişkin olarak davalı aleyhine açtığı tapu iptali ve tescil davasının ... 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 31.05.2005 tarihli, 2005/84 Esas 2005/325 Karar sayılı kararıyla 10 yıllık hak düşürücü süre geçtiği gerekçesiyle reddine karar verildiği, kararın derecattan geçerek kesinleştiği, buna göre davacının tapu kaydının iptali ve tescilini isteme olanağı kalmadığından tazminat talep etmesinin de mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş olmasının doğru olduğu ancak; yargılama sırasında vekil ile temsil olunan davalılar lehine tek bir vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, davalı ... ile davalılar ... ve ... lehine ayrı ayrı vekalet ücretine hükmedilmesi doğru olmadığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile İlk Derece Mahkemesi hükmü kaldırılarak yeniden hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili temyiz dilekçesinde özetle, dava ve istinaf talepli dilekçesinde ileri sürdüğü nedenleri tekrarla kararın bozulmasını talep etmiştir.
C. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık, ketmi verese hukuki nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tazminat isteğine ilişkindir.
2. İlgili Hukuk
1. TMK'nın 599. maddesinde, "Mirasçılar, mirasbırakanın ölümü ile mirası bir bütün olarak, kanun gereğince kazanırlar. Kanunda öngörülen ayrık durumlar saklı kalmak üzere mirasçılar, mirasbırakanın aynî haklarını, alacaklarını, diğer malvarlığı haklarını, taşınır ve taşınmazlar üzerindeki zilyetliklerini doğrudan doğruya kazanırlar ve mirasbırakanın borçlarından kişisel olarak sorumlu olurlar. Atanmış mirasçılar da mirası, mirasbırakanın ölümü ile kazanırlar. Yasal mirasçılar, atanmış mirasçılara düşen mirası onlara zilyetlik hükümleri uyarınca teslim etmekle yükümlüdürler." düzenlemesi yer almaktadır.
2. Uygulamada ve öğretide ketmi verese (mirasçılığın gizlenmesi) davalarında uyuşmazlığın çözümü, hasımlı veraset ilamı alınmak üzere açılacak bir dava sonucu, mirasbırakanın tüm mirasçılarının belirlenmesi ve davacının bu mirasçılar arasında yer alıp almadığının saptanmasına bağlıdır.
3. Değerlendirme
1. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 825 parsel sayılı taşınmazın 20.05.1974 tarihli kadastro tespiti ile 29.01.1955 tarih ve 81 sıra numaralı tapu kaydı uygulanarak ... ...'in 07.04.1974 tarihinde ölümü ile mirasçılarının kimler olduğu tam olarak tespit edilemediği veraset ilamı ibraz edilmediği, taşınmazın mirasçılardan ... tarafından kullanıldığı anlaşılmakla taşınmazın ... ... mirasçıları adına tespitinin yapıldığı, 30.12.1974 tarihinde ... tarafından ibraz edilen ... Sulh Hukuk Mahkemesinin 10.12.1974 tarihli 1974/421 Esas 1974/360 Karar sayılı veraset ilamına göre kadastro tutanağı malik tablosunda ölü ... ... adı iptal edilerek tek mirasçısı oğlu ... adı yazıldığı, davacı tarafından davalı aleyhine kendisini tek mirasçı olarak gösteren veraset ilamı ile taşınmazı adına tescil ettirdiği iddiasıyla tapu iptali ve tescil istemiyle açılan davanın ... 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 31.05.2005 tarihli 2005/84 Esas 2005/325 Karar sayılı kararıyla Kadastro Kanunu'nun 12/3 maddesi uyarınca 10 yıllık hak düşürücü süre geçtiği gerekçesiyle reddine karar verildiği, kararın derecattan geçerek kesinleştiği anlaşılmıştır.
2. Davacının mirasçılık iddiasına ilişkin olarak sunulan ... Sulh Hukuk Mahkemesinin 2005/234 Esas 2010/121 Karar sayılı kararındaki hasımlı veraset ilamına göre kök mirasbırakan ... ...'in 07.04.1974 tarihinde ölümü ile mirasçı olarak kendinden evvel 1942 yılında ölen ikinci eşi ...'dan olma oğlu ... ile kendinden evvel 02.12.1934 tarihinde ölen ilk eşi ...'dan olma evlatları ... ... ile yine ilk eşi ...'dan olup kendinden evvel 07.08.1961 tarihinde ölen oğlu ...'dan torunları ... ve ... ...'ın kaldığı, bunlardan ...'nin eşi ...'dan olan kızı ... ...'nin dul olarak 03.06.1989 tarihinde vefatı ile geriye 1970 yılında ölen eşi Arif' ten olma çocukları ..., ... ve davacı ...'in kaldığı anlaşılmaktadır.
3. Somut olayda; taşınmaza ilişkin kadastro tespit tutanağının 07.01.1975 tarihinde kesinleştiği, davacının kadastro tespitinden 10 yıl geçtikten sonra 08.10.2014 tarihinde davayı açtığı ve iddiasını kadastro öncesi sebeplere dayandırdığı gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesince davanın 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesi uyarınca hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmiş, Bölge Adliye Mahkemesince ... 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 31.05.2005 tarihli 2005/84 Esas 2005/325 Karar sayılı kararı eldeki dava yönünden kesin hüküm teşkil ettiği gerekçesiyle istinaf başvurusu reddedilmiş ise de; öncelikle davada dayanılan ketmi verese olgusu kadastro öncesi neden değil, kadastro tespiti ile açığa çıkan bir durumu ifade etmektedir. Ketmi verese hukuki nedenine dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescil davasında Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesinin uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Öte yandan Bölge Adliye Mahkemesince kesin hüküm kabul edilen ... 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 31.05.2005 tarihli 2005/84 Esas 2005/325 Karar sayılı kararda kadastro öncesi hukuki nedene dayalı olarak karar verildiği, eldeki davada davacının ketmi verese hukuki sebebine dayandığı gözetildiğinde hukuki sebepler farklı olduğu için eldeki dava açısından kesin hüküm teşkil etmeyeceği tartışmasızdır.
4. Hal böyle olunca işin esasının incelenmesi ve sonuca göre karar verilmesi gerekirken değinilen hususlar üzerinde durulmaksızın yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.
VI. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının BOZULMASINA,
Peşin alınan temyiz karar harcının istek hâlinde ilgiliye iadesine,
Dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
15.06.2023 tarihinde kesin olmak üzere oy çokluğuyla karar verildi.
(Muhalif)
KARŞI OY
Davacı vekili; kök mirasbırakan ...’nin 07.04.1974 tarihinde ölümüyle davacının murisi annesi ...’ın mirasçılığının ketmedilmesi suretiyle kök mirasbırakanın tek mirasçısı oğlu davalı Turanmış gibi dava konusu 825 parsel sayılı taşınmazın adına tescil edildiğini, veraset ilamının iptali davasının da kabul edildiğini, yolsuz tescille mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile kök muris ... mirasçıları adına kayıt ve tesciline olmazsa bedele hükmedilmesini istemiş; taşınmazın 3. kişiye devredilmesi üzerine talebini tazminata hasretmiştir. İlk derece mahkemesince tapu iptal tescil talebi yönünden pasif husumet yokluğundan davanın reddine karar verilmiş, tazminat talebi yönünden de davalı adına tescilin kesinleşmesinin 07.01.1975 tarihi olduğu eldeki davanın 08.10.2014 tarihinde açıldığı 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğini, hakkın özü hak düşürücü süreye uğrayınca bedelinin de tazminin istenemeyeceği gerekçesiyle tazminat talebi de reddedilmiş, davacının istinafı üzerine Bölge Adliye Mahkemesince davacının aynı gerekçelerde açtığı 2005/84 Esas, 2005/325 Karar sayılı kararda 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle reddedilip kesinleştiği, davacının aynını talep etme hakkı kalmadığı için tazminat talebinin de reddinin doğru olduğu gerekçesiyle yeniden davanın reddine dair hüküm tesis edilmiş, hükmü davacı temyiz etmiştir.
Bilindiği gibi kadastro; bir ülke veya bölgedeki her çeşit arazi ve mülklerin yeryüzü üzerindeki yer ve konumlarının, alanınının, sınırlarının, sahiplerinin ve değerlerinin, üzerindeki hak ve yükümlülüklerin devlet eliyle saptanıp plana ve kayda bağlanması işlemlerinin tümünü ifade etmektedir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (YHGK) 17/6/2021 tarihli ve E.2017/1219, K.2021/791 sayılı kararı). Kadastronun amacı (3402 sayılı Kanun’un 1. maddesinde de ifade edildiği üzere) ülkedeki taşınmaz malların sınırlarını arazi ve harita üzerinde belirterek taşınmazların hukuki durumlarını tespit etmek, böylelikle sağlıklı bir tapu sicili kurmaktır. Bu bağlamda, bir yerde kadastro çalışmaları tamamlandığında orada bulunan tüm taşınmazların sınırları koordinat esasına göre hem zeminde hem de harita üzerinde belirlenecek, ayrıca her bir taşınmazın hukuki niteliği ve durumu da tespit edilmiş olacaktır.
Yargıtaya göre 3402 sayılı Kanun’un üç temel amacı vardır. Bunlar; taşınmaz malların sınırlarının arazi ve harita üzerinde belirlenmesi, hukuki durumlarının tespit edilmesi ve ... Medeni Kanunu’nun öngördüğü tapu sicilinin kurulmasıdır. Yine kadastronun biri geometrik diğeri hukuki olmak üzere iki yönü bulunmaktadır. Geometrik anlamda kadastro, tekniğin ve fennin yardımı ile bir ülkedeki her taşınmazın türünü, sınırını ve yüzölçümünü kesin bir şekilde belirleyip, sınırlarını tespit etmektir. Hukuki yönü ise geometrik olarak sınırlanan bu taşınmazlar üzerindeki haklar ile hak sahiplerinin belirlenmesinden ibarettir. Kadastronun kesinleşmesi ile birlikte taşınmazlar üzerindeki mülkiyet durumu, bunların kime ait olduğu, üzerlerindeki sınırlı ayni haklar ve bunların sahipleri belirlenmiş olacak; sonrasında da her taşınmaz, malikinin adı belirtilerek tapu kütüğüne kaydedilecektir (YHGK’nin 17/6/2021 tarihli ve E.2017/1219, K.2021/791 sayılı kararı). Bu yönüyle kadastro çalışmalarının yapılması ve tamamlanması, ülkedeki tüm taşınmazların fiili durum ve hukuki nitelik olarak tapu sicilinde kayıt altında olması ve bu sayede taşınmazlara ilişkin hukuki uyuşmazlıkların büyük ölçüde çözüme kavuşması bakımından hayati derecede öneme sahiptir.
Kanun koyucu, kadastro çalışmalarının bu özelliğini göz önüne alarak 3402 sayılı Kanun’da taşınmaz hukukuna ilişkin olarak diğer mevzuatımızda yer alan hükümlerden ayrılan çok sayıda düzenleme yapmıştır. Tapulu taşınmazın bir bölümünün veya şayi payının zilyetlikle kazanılması, tapu dışı paylaşıma değer verilmesi, muhdesatın beyanlar hanesinde gösterilmesi, ölü kişi aleyhine dava açılabilmesi, tapulu taşınmazın tapu dışı bir yolla temlikine geçerlilik tanınması bu ayrıksı düzenlemelere örnek olarak gösterilebilir.
Öte yandan 3402 sayılı Kanun’un genel sistematiği ve bu ayrıksı hükümleri bütünlük içinde incelendiğinde, anılan Kanun’un bir nevi tasfiye kanunu şeklinde tanımlanması mümkün görünmektedir. Bu çerçevede kadastronun tamamlanmasıyla oluşan ve haritaya ve sicile bağlanmış olan fiili ve hukuki durumun bir an önce netleşmesinin sağlanması amaçlanmakta; bunun yanı sıra kadastro öncesinden gelen talep ve iddiaların belirli süre içinde yargı mercileri önüne taşınması ve bunların biran önce çözüme ulaştırılması hedeflemektedir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu (YİBBGK) bir kararında kadastro çalışmaları ile Kanun’da öngörülen “… amaca varılabilmesi, tapulu taşınmazların tapularının yenilenmesini, tapusuz taşınmazların tapuya bağlanmasını ve kamu mallarının statüsünün belirlenmesini gerektirir. Önemle belirtelim ki, Kadastro Kanunu, tasfiyeyi öngören özel ve geçici bir kanundur. Kadastro Kanunu ile eylemli durumun yasal hale getirilmesi amaçlanmış ve zilyetliğe ağırlık veren hükümlere yer verilmiştir ...” demek suretiyle 3402 sayılı Kanun’un ayrıksı niteliğine dikkat çekmiştir. Kararda ayrıca Kadastro Kanunu’nun; işlevi, niteliği ve özelliği itibariyle genel hükümlerden ayrı ve genel hükümlere aykırı bazı hükümler içerdiğine de vurgu yapılmıştır (YİBBGK’nin 6/6/1997 tarihli ve E.1994/5, K.1997/2 sayılı kararı).
Kanun koyucu, bir taraftan kadastro faaliyetinin açıklanan özelliklerini dikkate alarak tasfiye amacına ulaşılması, diğer yandan ise kişilerin kadastro çalışmalarıyla zedelenebilecek taşınmazlara dair haklarına erişimin sağlanabilmesi amacıyla iki ayrı dava açma imkanı öngörmüştür. Bu bağlamda 3402 sayılı Kanun’un 12. maddesinin birinci fıkrası uyarınca otuz günlük askı ilan süresi içinde kadastro tutanaklarında yer alana sınırlandırma ve tespitlere karşı Kadastro Mahkemesine itiraz davası açılması mümkündür. Bu davalar, uygulamada “kadastro tespitine itiraz davaları” olarak ifade edilmektedir. Anılan sürede belirtilen dava açılmadığı takdirde tutanaklar kesinleşir. Bununla birlikte anılan maddenin üçüncü fıkrası uyarınca; bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl içinde genel mahkemelerde (Asliye Hukuk Mahkemelerinde) dava açılması imkanı bulunmaktadır.
Bir başka ifadeyle 3402 sayılı Kanun’un 12. maddesinin üçüncü fıkrasında kadastro tutanaklarında yer alan haklara, sınırlandırmalara ve tespitlere ilişkin olarak kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olanması ve dava açılması on yıllık hak düşürücü süreye tabidir. Kanun’a göre bu süre tutanağın kesinleşmesinden itibaren başlamaktadır. Ayrıca hak düşürücü süre yalnızca kadastro öncesi hukuki sebeplere dayanılarak açılan davalar bakımından söz konusudur; kadastro sonrasında oluşan hukuki durumlara ilişkin açılan davalarda buradaki hak düşürücü süre uygulanmaz.
Anayasa Mahkemesi bir kararında (AYM, E.1991/9, K.1991/36, 8/10/1991) 3402 sayılı Kanun’un 12. maddesinde öngörülen on yıllık sürenin Anayasa’ya uygunluğunu denetlemiştir. Mahkeme, ilk olarak maddede düzenlenen sürenin “hak düşürücü süre” niteliğinde olduğunu, kanun koyucunun böylece kamu düzeniyle ilgili bir nitelik taşıyan kadastro işlemlerinin korunması ve düzenli bir tapu sicilinin oluşması amacını güttüğünü vurgulamıştır. Mahkeme ayrıca hak düşürücü süreyle ilgili olarak “Hak arama yolunu kısıtlayan ‘hak düşürücü süre’ hakkı ortadan kaldırıcı, yok edici işleve sahip olduğundan süre geçtikten sonra hakkın varlığından söz edilemez. Hak düşürücü süre ile, yasanın belirlediği sürede bir dava açılmaması halinde hakkın kendisi sona erer. Hak düşürücü süre, davanın görülebilirlik koşulu olduğundan yargıç hak düşürücü süreyi kendiliğinden, gözönünde bulundurmak zorundadır.” değerlendirmesinde bulunmuştur.
Mahkeme, Anayasa’nın 35. maddesine uygunluğu bakımından da, “.. Yasada öngörülen durumlar ve süreler ile ilgililerin haklarını kullanmalarında kolaylık sağlayan öbür kurallar birlikte gözönüne alındığından, dava hakkının on yıllık hak düşürücü bir süre ile sınırlandırılmış olmasını, bu hükmün kamu düzeni düşüncesine uygun olduğu kadar, tanınan sürenin hakkın kullanılmasına da elverişli bulunduğu kabul edilmelidir. Bu kurallarla güdülen amacın devletin hak sahibi olmasına yönelik olduğu da düşünülemez.” şeklinde değerlendirmeler yapmış ve sonuç olarak 3402 sayılı Kanun’un 12. maddesinin üçüncü fıkrasının Anayasa’ya uygun olduğu tespitinde bulunarak iptal talebini reddetmiştir. (AYM, E.1991/9, K.1991/36, 8/10/1991).
Somut olaya gelince dava konusu taşınmaza ilişkin tespit tutanağı 07.01.1975 tarihinde kesinleşmiş, eldeki dava kadastro tespitinden 10 yıl geçtikten sonra 08.10.2014 tarihinde açılmıştır. Davacının dava hakkının temelinde yatan hukuki sebep; tespitten önceki döneme rastlamaktadır. Çoğunluğun “… kadastro tespitiyle açığa çıkan bir durum” belirlemesine katılmıyorum. Kadastro Kanunu 12/3. maddesine göre tapulamadan önceki sebeplere dayanılarak kadastro yoluyla oluşmuş bulunan kayıtların iptali için açılacak davalar 10 yıllık hak düşürücü süreye bağlanmış bu konuda hiçbir istisnai hüküm getirilmemiştir. Kaldı ki; davacının aynı hukuki sebeple açtığı ... 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/84 Esas, 2005/325 Karar sayılı davada davacının iddiasının kadastro öncesi nedene dayandığı ve 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle reddedilip kesinleşmiştir. Açıkladığım gerekçelerle Bölge Adliye Mahkemesi kararı onanmalıdır. Sayın çoğunluğun kanunun lafzına ve amacına uygun olmayan bozma kararına katılmıyorum.