Logo

3. Hukuk Dairesi2022/5539 E. 2023/1935 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Menfi tespit davasında, davalının ibraz ettiği 07.06.2013 tarihli belgenin feragat niteliğinde olup olmadığı ve davacıya ait imzalı senetlerin geçerli bir borç ilişkisi doğurup doğurmadığı hususu.

Gerekçe ve Sonuç: Mahkemenin, Yargıtay'ın bozma kararında belirtilen hususlara aykırı olarak, 07.06.2013 tarihli belgenin feragat niteliğinde olduğu kabulüyle davanın reddine karar vermesi ve taşınmazların gerçek değerini araştırmadan hüküm kurması usul ve yasaya aykırı görülerek bozma kararı onanmıştır.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

İNCELENEN KARARIN

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

SAYISI : 2016/123 E., 2022/138 K.

DAVA TARİHİ : 08.11.2010

KARAR : Davanın reddi

Taraflar arasındaki menfi tespit davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Mahkemece bozma ilamına uyularak davanın reddine karar verilmiştir.

Mahkeme kararı davacılar vekili tarafından duruşma istemli olarak temyiz edilmekle kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, 21.03.2023 tarihinde duruşma yapılmasına ve duruşma gününün taraflara davetiye ile bildirilmesine karar verilmiştir.

Belli edilen günde taraflardan bir kısmı gelmediğinden, Cumhurbaşkanlığının 11.02.2023 tarihli ve 32101 (mükerrer) sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 120 numaralı " Olağanüstü Hal Kapsamında Yargı Alanında Alınan Tedbirlere İlişkin Kararnamesi " kapsamında verilen 06.02.2023 tarihinden başlamak üzere 06.04.2023 tarihine kadar durma kararına istinaden Yargıtay Birinci Başkanlığının 13.02.2023 tarihli ve E-84632637/1786 sayılı yazısı ekinde sunulan Yargıtay Başkanlar Kurulunun 13.02.2023 tarih ve 4 sayılı kararının 4 üncü ve 5 inci maddeleri gereği duruşmanın 23.05.2023 tarihine ertelenmesine karar verilmiştir.

Belirtilen tarihte gelen davacı ... vekilleri Avukat ... Avukat ... ve Avukat ... ile davalı ... vekili Avukat ...'in sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra işin daha derinlemesine incelenmesi heyetçe zorunlu görüldüğünden Yargıtay Kanunu'nun 24 üncü maddesinin birinci fıkrası ve Yargıtay İç Yönetmeliği'nin 21 inci maddesinin üçüncü fıkrası gereğince görüşmenin 15.06.2023 tarihine bırakılması uygun görülerek Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlenerek dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı ...; davalılarla 2009 yılı yaz aylarında içkili bir mekanda bir arkadaşının vasıtasıyla tanıştığını, kendisine 01.08.2009 tarihli harici belge imzalatılarak 3 adet gayrimenkulün satışının yapılmış gibi gösterildiğini, 26.05.2010 tarihli ek sözleşme ile de satış bedeli olarak 15.000.000 TL ödenmiş gibi gösterilerek alkolün de etkisi ile hile ve tehditle 8 adet toplam 15.000.000 TL bedelli senet imzalatılarak davalı ... tarafından teslim alındığını ve diğer davalı ...'a ciro edilerek aleyhine icra takibi başlatıldığını, davalıların organize işbirliği içinde hareket ettiklerini, aleyhlerindeki soruşturma dosyasının da derdest olduğunu ileri sürerek, haksız takibin iptali ile borçlu olmadığının tespitine ve % 40 tazminata karar verilmesini istemiş, ölümü üzerine mirasçıları davaya dahil edilmişlerdir.

II. CEVAP

1. Davalı ..., davacıya taşınmazlarının davalı ...'a satılmasında komisyoncu olarak aracılık ettiğini, yine aracılığı ile satış bedeli 15.000.000,00 TL'nin davacıya peyder pey ödendiğini, ancak tapu devrini veremeyeceğinin anlaşılması üzerine ek sözleşmenin yapılarak ödenen satış bedelinin iadesine ilişkin takibe konu senetlerin verildiğini savunarak davanın reddini dilemiştir.

2. Davalı ..., davacının satış bedelini tahsil ettiği halde tapu devrini vermediğini, buna karşılık alınan senetlerin takibe konulduğunu savunarak davanın reddini dilemiştir.

III. MAHKEME KARARI

Mahkemece 20.06.2013 tarihli ve 2010/855 E., 2013/320 K. sayılı kararla; davanın kabulü ile davacının davalılara ... 3. İcra Müdürlüğünün 2010/8703 E. sayılı dosyasından borçlu olmadığının tespiti ile davalı kötü niyetli takip yaptığından asıl alacak üzerinden hesap edilecek % 40 kötü niyet tazminatının davalı ...'ndan alınarak davacı tarafa verilmesine karar verilmiştir.

IV. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Mahkeme kararına karşı davalı ... temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 11.02.2016 tarihli ve 2015/27792 E., 2016/3941 K. sayılı ilamıyla; ".. Davacı ile davalı ...'ın imzasına havi 1.8.2009 tarihli sözleşme ile davacının hissedarı olduğu 1771, 1770 ve 1769 parsel nolu taşınmazların tüm hissesinin 1.4.2010 tarihine kadar ödenmek üzere 15.000.000 TL'ye davalı ...'a satışının kararlaştırıldığı, yine davacı ve davalı ... imzalı 26.5.2010 tarihli ek sözleşme ile de satış bedeli 15.000.000 TL'nin davacıya 1.4.2010 tarihine kadar ödendiği, tapu devrinin verilmemesi nedeni ile ödenen satış bedeline karşılık 25.7.2010 ve muhtelif vade tarihli toplam 8 adet 15.000.000 TL bedelli bonoların davacı tarafından davalı ...'a teslim edildiğinin kararlaştırıldığı, bu bonoların davalı ... tarafından diğer davalı ...'a ciro edilerek davacı aleyhine icra takibi başlatıldığı dosyadaki delillerle tüm dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Davacı şikayeti ile davalılar aleyhine resmi belgede sahtecilik, tehdit ve zorla senet imzalatmaktan ... Cumhuriyet Başsavcılığı'nca 13.10.2011 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, yine davacı şikayeti ile davalılar aleyhinde tefecilik, açığa imzanın kötüye kullanılması suçundan dava konusu senetler de dahil olmak üzere kamu davasının açıldığı ve ... 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 2011/413 E. sayalı dosyası ile derdest olduğu ve eldeki dosyanın karara çıkmasının beklenildiği anlaşılmaktadır.

Davalı ... tarafından son celse 20.6.2013 tarihinde, 7.6.2013 tarihli davacı ve davalıların ad ve imzalarının bulunduğu "anlaşmadır" başlıklı belge ibraz edildiği ve davacı tarafça da yeni delil ibrazına muvafakatının bulunmadığı ve belgenin fotomontaj olduğu ileri sürülmüştür. Mahkemece, bu belge üzerinde herhangi bir araştırma ve inceleme yapılmadan gerekçede de bir irdeleme ve açıklama yapılmadan yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmiştir. Öyle ki, anılan belgede; icra dosyasındaki ana para borcu 15.000.000 TL'nin ödeme şeklinin belirlendiği, alacaklı davalı ...'un ana para dışındaki ferilerinden vazgeçtiği ve davacının da bu tarih itibariyle icra dosyası ile eldeki davadan feragat edeceğinin kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır. O halde, anılan belgenin taraflardan sadır olduğunun kabulü halinde, içeriğine göre borcun yenilendiği ve tarafların yeniden ödeme şartlarını belirledikleri gözetildiğinde, taraflarca yargılamanın her aşamasında ileri sürülebileceği kabul edilerek bir değerlendirme yapılması gerekir. Bu nedenle mahkemece, bu belgenin taraflarca tanzim edilip edilmediği, davacı tarafça imzalanıp imzalanmadığı ve içeriği hususunda ayrıntılı inceleme ve araştırma yapılarak sonucuna uygun bir karar verilmelidir.

Mahkemece yapılan araştırma ve inceleme sonunda, anılan 7.6.2013 tarihli belgenin davacı tarafça sadır olmadığının anlaşılması halinde de; uyuşmazlık tarihinde yürürlükte bulunan Borçlar Kanunu'nun 53 üncü maddesinin gözetilmesi gerekir. Öyle ki, hukuk hakimi BK 53. maddesi uyarınca ceza mahkemesinde verilen beraat kararı ile bağlı değildir. Ancak mahkumiyet ve tespit edilen maddi olgularla bağlıdır. Bu nedenle Mahkemece ceza davasının sonucu verilecek karar beklenerek, sonuca uygun bir karar verilmelidir. Mahkemece açıklanan hususlar üzerinde bir inceleme ve araştırma yapılarak sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir." gerekçeleriyle karar bozulmuştur.

B. Mahkemece Bozmaya Uyularak Verilen Karar

Mahkemenin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla, davacılar yargılama aşasında ilk kurulan hükmün son celsesi olan 20.06.2013 tarihinde sunulan söz konusu 07.06.2013 tarihli "anlaşmadır" şeklindeki ibranamenin altındaki imzayı kabul etmediklerini, ibranameyi miras bırakanın düzenlemediğini, diğer sözleşmeler ve bonolar gibi miras bırakana hile ve tehdit ile imzalatılmış olduğunu beyan etmiş iseler de davalının, ibranamenin miras bırakan tarafından boş bir kağıda imzalatıldığı, üzerinin sonradan doldurulduğu yönündeki iddiasını ancak yazılı delil ile ispat edilebileceği gibi ibraname niteliğindeki belge üzerinde sonradan doldurma yapılıp yapılmadığı hususunda ATK tarafından da bir belirleme yapılmadığı, kaldı ki İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünün 25.09.2014 tarihli raporuyla belge üzerindeki imzanın davacıya ait olduğunun sabit olduğu, davalı tarafça, boş kağıdın imzalatılıp sonradan üstünün doldurulduğu yönündeki ve tehdit/hile altında imzalandığına yönelik iddiaların ispatlanamadığı, yapılan anlaşma gereği miras bırakanın, icra dosyası ile eldeki davadan feragat edeceğinin kararlaştırıldığı, bu nedenlerle davacıların eldeki davaya devam etmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

IV. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuran

Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı, süresi içinde davacılar temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

1. Davacılar ... ve ...; en başından itibaren huzurdaki dava dosyasına konu olan 8 evraktaki imzanın davacıların murisine ait olduğu, ancak iradesi dışında alındığının belirtildiğini ve ispatlandığını, dosyanın son aşamasında davalılar tarafından sunulan 9. evrakın da aynı diğer 8 evrakın ele geçirildiği gibi aynı zamanda hile ve tehditle ele geçirildiğini ve kendilerine göre gerektiğinde mahkemeye sunulduğunu, davacıların murisinden bahse konu sözde anlaşma metninin diğer evraklarla beraber alındığını, dosyada murisin borçlu olduğu iddiasıyla sunulan evraklardaki imzaların murise ait olduğunu, ancak yargılama sürecinde senetler üzerinde yapılan incelemede senetler üzerideki yazının davalı ...'nun muhasebecisine ait çıktığını, davalılar, muris ile aralarında gayrimenkul satışına ilişkin bir alışveriş olduğunu beyan etmişler ise de bu alışverişin olduğuna dair somut hiçbir delil sunamadığını, davalının yargılama süresince sunmuş olduğu evraklar adi nitelikte olup gayrimenkulün satış bedelinin de murise ödendiğine dair en ufak bir ize rastlanılamadığını, ödendiği iddia edilen 15 milyon TL ile ilgili olarak hiçbir banka kaydının da yargılama sürecinde bulunamadığını, Mahkemece bilirkişi incelemesi yapılmasına rağmen, 3 belgede imzaların aynı sırada olup olmadığı, yazı kaligrafileri ile 3 ayrı zamanda hazırlandığı iddia edilen evrakların üçünde de bulunan imzalarda kullanılan kaleme ait ucun aynı olup olmadığının (kalem ucu kalibresinin aynı olup olmadığı) incelenmesi gerekirken bilirkişilerce imza yaş incelemesi yapılamadığını, bu sebeple raporun karara esas alınabilecek nitelikte olmadığını, 07.06.2013 tarihli "anlaşmadır" başlıklı belgenin ibraname olarak nitelendirilmesinin hatalı olduğunu, 07.06.2013 tarihli belge incelendiğinde metnin hiçbir yerinde "ibra" sözcüğünün geçmediğini, muris ... ya da vekili tarafından yerel mahkemeye bir feragat dilekçesi verilmediği gibi, sözlü olarak bir feragat beyanında da bulunulmadığını, davalıların verdiklerini iddia ettikleri 15 milyon lirayı verecek bir maddi güçleri olmadığı gibi, emlakçılıkla uğraştıkları halde 3 milyon liralık yere 15 milyon verdiği iddiasının afaki olduğunu, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2004 yılında verdiği emsal niteliğindeki bir içtihadında, hayatın olağan akışına aykırı açıklamanın karşı taraf lehine karine oluşturduğunu ve bu karinenin aksinin ispatının, hayatın olağan akışına aykırı açıklama yapan tarafa ait olduğunun açıklandığını, yargılamada, senet borçlularına, hukuka ve hayatın olağan akışına aykırı iddianın doğru olmadığını ispat külfeti yüklemenin yargının objektifliği ile bağdaşmadığını, yazılı delille ispat kuralının aksine "hukuka aykırı ele geçirme" olgusunun ispatının tanık dahil her türlü delille mümkün olduğunu, borcun sebebi olarak gösterilen satış vaadi sözleşmesinin geçersiz olduğunu, dolayısıyla bu sözleşmeye dayanan 07.06.2013 tarihli anlaşmanın da geçersiz kabul edilmesi gerektiğini, davanın temelini oluşturan borç-alacak ilişkisinin kurulamadığını ileri sürerek; kararın bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.

2. Davacılar ... ve ...; en başından itibaren huzurdaki dava dosyasına konu olan 8 evraktaki imzanın davacıların murisine ait olduğu, ancak iradesi dışında alındığının belirtildiğini ve ispatlandığını, dosyanın son aşamasında davalılar tarafından sunulan 9. evrakın da aynı diğer 8 evrakın ele geçirildiği gibi aynı zamanda hile ve tehditle ele geçirildiğini ve kendilerine göre gerektiğinde mahkemeye sunulduğunu, davacıların murisinden bahse konu sözde anlaşma metninin diğer evraklarla beraber alındığını, davalıların muris ile aralarında gayrimenkul satışına ilişkin bir alışveriş olduğunu beyan etmişler ise de bu alışverişin olduğuna dair somut hiçbir delil sunamadıklarını, davalının yargılama süresince sunmuş olduğu evraklar adi nitelikte olup gayrimenkulün satış bedelinin de murise ödendiğine dair en ufak bir ize rastlanılamadığını, ödendiği iddia edilen 15 milyon TL ile ilgili olarak hiçbir banka kaydının da yargılama sürecinde bulunamadığını, mahkemece bilirkişi incelemesi yapılmasına rağmen, 3 belgede imzaların aynı sırada olup olmadığı, yazı kaligrafileri ile 3 ayrı zamanda hazırlandığı iddia edilen evrakların üçünde de bulunan imzalarda kullanılan kaleme ait ucun aynı olup olmadığının (kalem ucu kalibresinin aynı olup olmadığı) incelenmesi gerekirken bilirkişilerce imza yaş incelemesi yapılamadığını, bu sebeple raporun karara esas alınabilecek nitelikte olmadığını, 07.06.2013 tarihli "anlaşmadır" başlıklı belgenin ibraname olarak nitelendirilmesinin hatalı olduğunu, 07.06.2013 tarihli belge incelendiğinde metnin hiçbir yerinde "ibra" sözcüğünün geçmediğini, muris ... ya da vekili tarafından yerel mahkemeye bir feragat dilekçesi verilmediği gibi, sözlü olarak da bir feragat beyanında bulunulmadığını, davalıların verdiklerini iddia ettikleri 15 milyon lirayı verecek bir maddi güçleri olmadığı gibi, emlakçılıkla uğraştıkları halde 3 milyon liralık yere 15 milyon verdiği iddiasının afaki olduğunu, gerçekte ortada bir borç olmadığını, dolayısıyla olmayan borcun yenilenmesinin de olamayacağını, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2004 yılında verdiği emsal niteliğindeki bir içtihadında, hayatın olağan akışına aykırı açıklamanın karşı taraf lehine karine oluşturduğunu ve bu karinenin aksinin ispatının, hayatın olağan akışına aykırı açıklama yapan tarafa ait olduğunun açıklandığını, yargılamada, senet borçlularına, hukuka ve hayatın olağan akışına aykırı iddianın doğru olmadığını ispat külfeti yüklemenin yargının objektifliği ile bağdaşmadığını, yazılı delille ispat kuralının aksine "hukuka aykırı ele geçirme" olgusunun ispatının tanık dahil her türlü delille mümkün olduğunu, borcun sebebi olarak gösterilen satış vaadi sözleşmesinin geçersiz olduğunu, dolayısıyla bu sözleşmeye dayanan 07.06.2013 tarihli anlaşmanın da geçersiz kabul edilmesi gerektiğini, davanın temelini oluşturan borç-alacak ilişkisinin kurulamadığını ileri sürerek; kararın bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.

3. Davacı ...; 07.06.2013 tarihli "anlaşmadır" başlıklı belgenin ibraname olarak nitelendirilmesinin hatalı olduğunu, 07.06.2013 tarihli belge incelendiğinde metnin hiçbir yerinde "ibra" sözcüğünün geçmediğini, muris ... ya da vekili tarafından yerel mahkemeye bir feragat dilekçesi verilmediği gibi sözlü olarak da bir feragat beyanında bulunulmadığını, muris ...'a daha satış yapılmadan elden peyder pey 15.000.000,00 TL ödeme yapıldığı iddiasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, satışa konu taşınmazların, sözleşmelerin imzalandığı iddia edilen tarihteki toplam değerinin 15.000.000,00 TL'nin çok çok altında olduğunu, 20.06.2013 tarihli gerekçeli kararda, söz konusu taşınmazların muris ...'a ait olan 1/3 oranındaki hissesinin değerinin 1.000.000,00 TL civarında olduğunun belirtildiğini, emlakçılık işiyle uğraşan ve ...'daki taşınmazların değerini bilen davalı ...'ın toplam değeri yaklaşık 3.000.000,00 TL olan taşınmazlar için 15.000.000,00 TL ödemesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, henüz tapunun devrine yönelik bırakın tapuyu, noterlikte yapılan bir satış vaadi sözleşmesi dahi olmadan, satış bedelinin tamamının alıcı tarafından ödenmesinin de hayatın olağan akışına uygun olmadığını, emlak işini bilen davalının hiçbir geçerliliği olmayan sözleşmeye istinaden böylesine büyük bir parayı vermesinin akıl ve mantık ile bağdaşmadığını, verildiği iddia edilen meblağın yüksekliği ve peyder pey ödendiği iddiası da dikkate alındığında, yapılan ödemelerin kaynağının gösterilememesi ve hiçbirinin belgeye bağlanamaması, söz konusu bu iddianın kanuna karşı bir dolan mahiyetinde olduğunu gösterdiğini, davalıların ellerindeki makbuzları murise iade ettikleri iddiasını kabul etmemekle birlikte bir an için böyle bir makbuz varsa dahi o makbuzların bu taşınmazlarla ilgili olduğuna dair bir delil de bulunmadığını, sözleşmelere konu yapılan 3 adet taşınmazın tamamının muris ...'a ait olmadığını, davalı ... ile muris ... arasında yapıldığı iddia edilen 01.08.2009 tarihli "sözleşmedir" başlıklı belgede; muris ...'ın, kardeşlerine ait olan hisselerin de ...'a devrini sağlayacağı ve ... 1. İcra Müdürlüğünün 2008/9417 E. sayılı dosyası gereğince 1771 parsel numaralı taşınmaz üzerinde bulunan 500.000,00 TL'lik haczi de kaldıracağının taahhüt edildiğini, muris ...'ın söz konusu sözleşme çerçevesinde yükümlülük altına girdiği bu edimlerinin hiçbirinin yerine getirmeden alıcı ...'ın satış bedelinin tamamını ödemesinin de hayatın olağan akışına uygun olmadığını, davalı ...'ın muris Ercüment Doyuran'a 15.000.000,00 TL ödediğini ispat edemediği gibi, diğer davalı ...'nun da bu parayı davalı ...'a verdiğini ispat edemediğini, ayrıca satış bedelinin muris ...'a ödendiği iddia edilen tarihler arasında davalı ...'nun banka kayıtlarının incelendiğini ve senetlere konu 15.000.000,00 TL meblağı ödeyecek miktarda nakit parasının olmadığının tespit edildiğini, davalı ...'ın ödediğini iddia ettiği satış bedeli olan 15.000.000,00 TL'nin ne varlığını ne de bu parayı gerçekten muris ...'a ödediğini ispat edebildiğini, dava dosyası münderecatından, bu miktarda bir paranın davalı ...'ın mal varlığına hiç girmediği veya mal varlığında bulunmadığının görüldüğünü, davalıların verdiklerini iddia ettikleri 15 milyon lirayı verecek bir maddi güçleri olmadığı gibi, emlakçılıkla uğraştıkları halde 3 milyon liralık yere 15 milyon verdiği iddiasının afaki olduğunu, muris ...'ın tahkikat aşamasının sona erdiği, hüküm aşamasına gelinen bir davadan, mahkeme dışında yapacağı bir anlaşma ile sulh olduğunun ve feragat ettiğinin kabul edilmesinin de hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, dava dosyasında yer alan, 01.08.2009 tarihli "sözleşmedir", 26.05.2010 tarihli "sözleşmedir-ek" ve 07.06.2013 tarihli "anlaşmadır" başlıklı belgeler incelendiğinde, üç belgede de muris ... ile ...'ın imzalarının sayfanın hep aynı yerinde bulunduğunun görüldüğünü, yine söz konusu üç belge incelendiğinde, belgenin içeriğindeki metinlerin de imzalara denk gelecek şekilde sığdırılmak amacıyla kiminde çok küçük yazı karakteri kullanılarak sıkışık şekilde yazıldığı, kiminin ise daha büyük yazı karakterleri ile satır aralarında geniş boşluklar bırakılarak yazıldığının görüldüğünü, ancak her nedense belgelerdeki imzaların, neredeyse sayfanın aynı yerinde bulunduğunu, bunun davacının feragat beyanını içeren bu son belgenin de diğer belgelerle birlikte ve onlar gibi davacı muris ...'dan hile ve tehditle alınmış olduğunu gösterdiğini, takip alacaklısı ... olmasına rağmen, bu alacak ile ilgili yapılacak bir anlaşmada davalı ...'ın yer almış olmasının, aralarındaki muvazaayı ve söz konusu belgenin, diğer belgeler gibi davalı ... tarafından muris ...'dan alındığını gösterdiğini, çünkü anlaşma metni incelendiğinde; davalı ...'ın takip borçlusu olmasına rağmen, hiçbir yükümlülük altına girmediğinin görüldüğünü, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2004 yılında verdiği emsal niteliğindeki bir içtihadında, hayatın olağan akışına aykırı açıklamanın karşı taraf lehine karine oluşturduğunu ve bu karinenin aksinin ispatının, hayatın olağan akışına aykırı açıklama yapan tarafa ait olduğunun açıklandığını, yargılamada, senet borçlularına, hukuka ve hayatın olağan akışına aykırı iddianın doğru olmadığını ispat külfeti yüklemenin, yargının objektifliği ile bağdaşmayacağını, yazılı delille ispat kuralının aksine "hukuka aykırı ele geçirme" olgusunun ispatının tanık dahil her türlü delille mümkün olduğunu, borcun sebebi olarak gösterilen satış vaadi sözleşmesinin geçersiz olduğunu, dolayısıyla bu sözleşmeye dayanan 07.06.2013 tarihli anlaşmanın da geçersiz kabul edilmesi gerektiğini, borcun sebebi olarak kabul edilen 01.08.2009 tarihli satış vaadi sözleşmesi gayri resmi yapıldığından bir geçerliliği bulunmadığını, geçersiz sözleşmeye dayalı düzenlenen diğer sözleşme ve senetlerin de geçerli olmadığını, davanın temelini oluşturan borç-alacak ilişkisi kurulamadığını ileri sürerek; kararın bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.

C. Gerekçe

1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Uyuşmazlık, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 72 nci maddesi hükmü uyarınca, taşınmaz satış sözleşmesi kapsamında verilen kambiyo senetlerine dayalı olarak başlatılan icra takibinden sonra açılan menfi tespit istemine ilişkindir.

2. İlgili Hukuk

1. 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun 72 nci maddesi: "Borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tesbit davası açabilir".

2. Bir mahkemenin Yargıtay Dairesinde verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yapmak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. (09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı YİBK).

3. Yargıtay Dairesince bozulan bir hükmün, bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme, kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. (04.02.1959 tarihli ve 13/5 sayılı YİBK).

3. Değerlendirme

1. Kural olarak bozma kararına uyulmakla orada belirtilen biçimde işlem yapılması yolunda lehine bozma yapılan taraf yararına kazanılmış hak, aynı doğrultuda işlem yapılması yolunda yerel mahkeme için zorunluluk doğar.

2. Belirtilmelidir ki bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlanan bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirmektedir (09.05.960 tarihli ve 21/9 sayılı YİBK). Bu ilke kamu düzeni ile ilgili olup, Yargıtayca kendiliğinden dikkate alınması gerekir. Hakimin değişmesi dahi açıklanan bu hukuki ilkeye etki yapamaz.

3. Bozma ilamında; 07.06.2013 tarihli belgenin taraflarca tanzim edilip edilmediği, davacı tarafça imzalanıp imzalanmadığı ve içeriği hususunda ayrıntılı inceleme ve araştırma yapılması, yapılan araştırma ve inceleme sonunda, anılan 07.06.2013 tarihli belgenin davacı tarafça sadır olmadığının anlaşılması halinde de ceza davasının sonucu verilecek karar beklenerek, sonuca uygun bir karar verilmesi gerektiği ifade edilmiş olmasına ve Mahkemece bozma ilamına uyulmasına rağmen, yapılan anlaşma gereği miras bırakanın, icra dosyası ile eldeki davadan feragat edeceğinin kararlaştırıldığı, bu nedenlerle davacıların eldeki davaya devam etmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiştir.

4. Hal böyle olunca, Mahkemece; 07.06.2013 tarihli belgenin feragat niteliğinde olmadığı dikkate alınarak, her ne kadar anılan belge ve senetler üzerindeki imzalar murise ait ise de satıldığı iddia edilen taşınmazların değerinin ceza dosyasında 3 milyon TL olduğunun belirtilmesi karşısında, taşınmazların sözleşme tarihindeki rayiç değerinin araştırılıp bozma ilamındaki hususlar da değerlendirilip sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.

5. Kabule göre de; Mahkemenin 20.06.2013 tarih ve 2010/855E., 2013/320 K. sayılı kararının davalı ... tarafından temyiz edilmediği dikkate alınarak hüküm kurulması gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi doğru değildir.

VI. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Temyiz olunan Mahkeme kararının 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun (1086 sayılı Kanun) 428 inci maddesi gereğince davacılar yararına BOZULMASINA,

8.400,00 TL Yargıtay duruşması vekalet ücretinin davalılardan alınıp davacı ...'a verilmesine,

Peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacılara iadesine,

6100 sayılı Kanun'a eklenen Geçici 3 üncü maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Kanun'un 440 ıncı maddesi uyarınca dosyanın gönderildiği mahkemece kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,

15.06.2023 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.