Logo

3. Hukuk Dairesi2021/1236 E. 2021/13475 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Vekilin, vekaletname ile satışı yapılan taşınmazlardan elde edilen bedelden murisin payına düşen miktarı ödeyip ödemediği.

Gerekçe ve Sonuç: Vekilin hesap verme ve iade borcunu yerine getirdiğine dair savunmasını ispat yükümlülüğünü yerine getiremediği, mahkemenin ise eksik inceleme ile hüküm kurduğu gözetilerek yerel mahkeme kararının bozulmasına karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : İSTANBUL ANADOLU 8. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında ilk derece mahkemesinde birleştirilerek görülen terekeye iade davalarının reddine dair verilen karar hakkında bölge adliye mahkemesi tarafından yapılan istinaf incelemesi sonucunda; davacılar vekili ile tereke idare memuru ... vekilinin istinaf başvurularının esastan reddine yönelik olarak verilen karar, davacılar vekili ile tereke idare memuru ... vekili tarafından duruşmalı olarak temyiz edilmekle; duruşma günü olarak belirlenen 23/11/2021 tarihinde gelen davacılar vekili Av. ..., tereke idare memuru ... vekili Av. ..., davalılar vekilleri Av. ... ve Av. ...'nun sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra işin daha derinlemesine incelenmesi heyetçe zorunlu görüldüğünden, Yargıtay Kanunu'nun 24 üncü maddesinin birinci fıkrası ve Yargıtay İç Yönetmeliği'nin 21 inci maddesinin üçüncü fıkrası gereğince görüşmenin 22/12/2021 tarihine bırakılması uygun görüldü.

Belirlenen günde dosyadaki bütün kağıtlar okunarak, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenip, gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacılar asıl davalarında; murisleri ...'nin 31/03/2009 tarihinde vefat ettiğini, tereke tespit davasının halen derdest olduğunu, muris ile kardeşleri olan davalılardan ... ve dava dışı ...'in ...'de bulunan çok sayıda bağımsız bölümün paydaşı olduklarını, murisin davalı ...'ı vekil tayin ettiğini, davalı ...'ın da bu vekalete istinaden muhasebecesi olan davalı ... ve oğlu olan davalı ...'ı vekil tayin ettiğini, murise ait bağımsız bölümlerin birçoğunun bu vekaletnameye istinaden 1999-2009 tarihleri arasında satıldığını, ancak davalı ... ve tevkil ettiği diğer davalıların vekalet ilişkisini kötüye kullandıklarını, davalıların vekaleten sattıkları bağımsız bölümlerden payına düşen bedelleri murise ödemediklerini ileri sürerek; murise ait olup satılan bağımsız bölümlerin rayiç bedellerinin satış tarihlerinden itibaren işleyecek faizleriyle birlikte müştereken ve müteselsilen davalılardan tahsilini talep etmişler, 11/05/2011 tarihli ıslah dilekçesiyle alacağın faiziyle birlikte terekeye iadesine karar verilmesini istemişlerdir.

Davacılar birleşen davalarında; muris tarafından vekil tayin edilen davalı ...'ın kat karşılığı inşaat sözleşmelerini imzaladığını, murisin bu sözleşmeler uyarınca edindiği bağımsız bölümlerin ise davalı ...'ın vekil tayin ettiği diğer davalı ... tarafından üçüncü kişilere satıldığını, bilirkişi raporu ile tespit edilen taşınmazların değerinin 21.000.000TL olarak belirlendiğini ileri sürerek; şimdilik 21.000.000TL'nin dava tarihinden işleyecek faizleriyle birlikte müşterek ve müteselsil sorumlu olan davalılardan tahsili ile terekeye iadesine karar verilmesini istemişlerdir.

Davalılar; davacıların murisi olan ...'nin davalı ...'a ..., tevkil, teşrik ve azil yetkilerini içeren genel vekaletname verdiğini, davalı ...'ın da aldığı bu vekalete istinaden muhasebecisi olan diğer davalı ...’ı vekil tayin ettiğini, bağımsız bölümlerin satışlarını davalı ...'ın yaptığını, elde edilen gelirden tapu masrafları düşüldükten sonra payına düşen tutarın muris tarafından verilen talimat nedeniyle ortağı olduğu şirketin muhasebecisi olarak görev yapan ...’ye ödendiğini, ...'nin de yapılan ödemeleri murise teslim ettiğini, davalı ... tarafından bir satış yapılmamış olması nedeniyle aleyhinde açılan davanın husumet yokluğu nedeniyle reddinin gerektiğini, bağımsız bölümlerin satışların yapıldığı on yıl boyunca muris ile aralarında şikayet veya alacak iddiası olmadığını, satışlardan haberdar olan muris tarafından vergi dairesine verilen beyannamelerde dava konusu dairelerin satışından elde ettiği gelirin beyan edildiğini savunarak, davanın reddini dilemişlerdir.

İlk derece mahkemesince; davacıların murisinin davalı ...'ı vekil tayin ettiği, muris ile diğer davalılar ... ve ... arasında sözleşme ilişkisi bulunmadığı, murisin kardeşi olan davalı ...'ı öldüğü tarihe kadar azletmediği, toplam 589 bağımsız bölümden 474 adedinin vekalet yoluyla 1999 ile 2009 tarihleri arasında satışının yapıldığı, yaklaşık on yıl boyunca çok sayıda taşınmaz satılmasına rağmen muris ile davalı ... arasında herhangi bir sorun yaşandığı izleniminin oluşmadığı, bu kadar taşınmazın satılmasından murisin bihaber olmasının beklenemeyeceği, yapılan satışlara istinaden tahsil edilen paralardan payına düşen tutarın taraflar arasındaki sözlü akit kapsamında teslim edilmemiş olması halinde murisin vekalet ilişkisini halen devam ettireceğinin de beklenemez bir durum olduğu, tanık ...'nin tahsil ettiği paraları murise teslim ettiğini beyan ettiği, tanığın teslim ettiğini söylediği tutar ile taşınmazların satışından

elde edilecek miktarın murisin payı ile ile orantılı olduğu gerekçesiyle; davalı ... aleyhine açılan asıl ve birleşen davanın, davalı ... aleyhine açılan asıl davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle ayrı ayrı reddine, davalı ... aleyhine açılan asıl ve birleşen davanın ispatlanamamış olması nedeniyle ayrı ayrı reddine karar verilmiştir.

İlk derece mahkemesi kararına karşı, davacılar vekili ile tereke idare memuru ... vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

Bölge adliye mahkemesince; vekilin, müvekkilinin talebi üzerine yapmış olduğu işin hesabını vermeye ve tahsil etmiş olduğu şeyi tediyeye mecbur olduğu, davacıların murisinin paydaşı olduğu 589 adet bağımsız bölümün 474 adedinin vermiş olduğu vekaletname kapsamında 1999 ile 2009 tarihleri arasında vekalet yolu ile satıldığı, vekalet akdinin devam ettiği bu yıllar arasında vekil edenle vekil arasında güven ilişkisinin sarsıldığına yönelik herhangi bir delil sunulmadığı, vekalet akdinin devam ettiği süreçte vekil edenin taşınmazların satımından kaynaklı bedeli almadığı yönünde sağlığında herhangi bir iddiada bulunmadığı gibi vekalet akdinin kötüye kullanılması sebebiyle vekilin azline yönelik herhangi bir işlem de yapılmadığı, sadece taşınmaz bedellerin tapu kaydında düşük olmasının vekalet görevinin kötüye kullanıldığını ispat için yeterli olmadığı, asıl ve birleşen davanın reddine dair ilk derece mahkemesi kararında bir isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle, istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiş; karar, davacılar ve tereke idare memuru tarafından temyiz edilmiştir.

Davacılar, murislerinin davalı ...'a taşınmaz satış yetkisini içeren vekaletname verdiğini davalı ...’ın anılan vekaletnameye istinaden muris ile paydaş olduğu taşınmazları sattığını, ancak davalının satışını yaptığı taşınmazlardan murisin payına düşen bedeli ödemediğini ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır.

İddianın ileri sürülüş şekli ve dayanılan olgular çerçevesinde, davacıların isteminin; davalının vekalet görevini kötüye kullanması, özellikle de vekilin özen ve sadakatle iş görme ve hesap verme yükümlülüğüne aykırı davranması hukuksal nedenine dayandırıldığı açıktır.

Vekilin; sadakat, özen ve sır saklama borcu, uyuşmazlığın doğduğu tarihte yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 390 ıncı maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenmiş olup, bu maddede “Vekil, müvekkile karşı vekâleti iyi bir surette ifa ile mükelleftir.” yazılıdır.

Sadakat borcu, vekilin kendisine değil, başkasına ait bir işi görmesinden ve işini gördüğü kimsenin menfaat ve iradesine uygun hareket etmesinin vekâletin zorunlu bir unsuru olmasından çıkarılabilir. Bu borç gereğince, gerek vekâletin devamı sırasında ve gerekse vekâlet ilişkisi sona erdikten sonra vekil, müvekkilin yararını sözleşmenin amacına uygun bir biçimde korumak ve kollamakla yükümlüdür. Bu borç nedeniyledir ki, vekil daima müvekkilin yararını gözeterek hareket etmeli, davranışlarını müvekkilin bu sözleşme ile ulaşmak istediği sonuçlara göre yönlendirmelidir.

Başka bir anlatımla vekil, sadakat borcu gereği olarak müvekkilinin yararına olacak davranışlarda bulunmak ve ona zarar verecek davranışlardan kaçınmakla yükümlüdür. Sadakat borcu, vekâletin nasıl yerine getirileceği konusunda sözleşmede açık bir hüküm olmasa ve müvekkilinin herhangi bir talimatı bulunmasa da yine zorunlu olarak ortaya çıkar.

Eldeki davanın çözümünde öncelikle vekilin, müvekkile “hesap verme borcu” üzerinde durulması gerekir.

BK'nın 392 nci maddesinin birinci fıkrası hükmü uyarınca, müvekkilin istemi halinde vekil, vekâlet sözleşmesine konu olan işin hesabını ona vermek durumundadır. Bu borç, sözleşmenin kurulması ile doğar ve mutlak surette sözleşmenin ifasına bağlı değildir, halin icabına göre sözleşmenin sona ermesinden sonra da devam edebilir.

Hesap verme borcu, vekilin göreviyle ilgili mali konularda, daha açık bir anlatımla aldığı mal veya paralar, yaptığı harcamalar hakkında ve aldığı avans ve masrafları nerelerde kullandığı hususlarında hesap vermek ve buna ait belgeleri müvekkile ibraz etmek zorunluluğunu getirir. Bu, bir anlamıyla sadakat borcunun gereği olarak bilgi vermek yükümünün de bir türüdür.

Hesap verme borcu vekilin başkasına ait bir iş görmesinin doğal sonucudur; gerçekten, işi görülen kimsenin (müvekkilin) işe başlanıp başlanmadığını, işin nasıl yürütüldüğünü ve sonuçlandırıldığını bilmeye ihtiyacı vardır.

Böylece hesap verme borcu, geniş anlamında, genel bir bilgi verme yükümlülüğü olarak kendini göstermektedir. Vekil sadece işin sonunda değil, yürütülmesi sırasında da durumdan müvekkile bilgi vermek zorundadır.

BK'nın 392 nci maddesinin birinci fıkrasında, hesabın “müvekkilin talebi üzerine” verileceğinden söz edilmekte ise de, vekil gerekiyorsa kendiliğinden müvekkile işin durumu hakkında bilgi vermelidir. Sürekli vekâlet sözleşmelerinde uygun aralarla müvekkile hesap verilmesi zorunluluğu vardır.

Hesap verme, hem müvekkilin, hem de vekilin yararınadır; vekilin, müvekkile bilgi vermesi suretiyle, müvekkil, vekili denetlemek, vekile ifa edeceği işle ilgili talimatları vermek, talimatların ne ölçüde yerine getirildiğini tespit etmek, gerektiğinde vekili azletmek olanağına kavuşmuş olmaktadır. Müvekkil, kendisinin vekil tarafından bilgilendirilmesi neticesinde ortaya istenmeyen bir sonucun veya zararın çıkmasını engellemiş olacaktır.

Vekil ise, müvekkilin bu davranışları sayesinde, vekâlet sözleşmesi ile üstlendiği işi daha kolay gerçekleştirecek ve müvekkile her aşamada zaten hesap verdiği için, sözleşmenin bitiminde vekilin iade borcu daha kolay yerine getirilecektir. Zira böylece vekilin, kendisinin müvekkilden olan alacaklarının mahsubunun sağlanması ve ifa ettiği iş dolayısıyla ibra edilmesi daha kolay gerçekleşecektir.

Hesap verme yükümlülüğü müvekkilin, hukuki durumu ve haklarını kullanabilmesi için olaylar hakkında tam ve gerçeğe uygun bilgi verme suretiyle yerine getirilmelidir. Bu yükümlülük vekâlet konusu olan işin yapılması borcunun bir tamamlayıcısı ve vekâletin, elde olunan veya kalan şeyleri müvekkile vermek suretiyle, tasfiyesinin bir hazırlayıcısı niteliğindedir.

Hesabın tasvibi veya ibra, müvekkil tarafından vekilin hesap verme borcunun doğru olarak yerine getirildiğinin ve işin verilen hesaptan anlaşıldığı ölçüde gereği gibi görüldüğünün kabulü hususunda yapılan açık veya zımni irade açıklamasıdır.

Vekil hesap verme borcunu yerine getirmekle, aynı zamanda müvekkilin kendisini muhtemel tazminat taleplerinden ibra etmesini sağlamak amacını güder. Hesabın doğruluğu ve işin gereği gibi yapıldığı tarafların birbirlerine karşı açacakları alacak davalarında tespit olunur.

Hesap verme ve alınanları müvekkile teslim etme borçlarından müvekkilin, bunların içeriğini ve kapsamını bilmesi kaydıyla, vekili karşılıklı anlaşma ile ibra etmesi kabildir, bu ibra karşılıksız olduğu takdirde bir bağışlama niteliği taşır.

Hesap verme borcu bir yapma borcu niteliğindedir. Müvekkil, sadece hesap verme borcunun yerine getirilmesi için değil, aynı zamanda vekilin vekâleti dolayısıyla aldığı ve kendisine vermesi gereken para veya diğer şeylerin teslimi ve vekâletin gereği gibi ifa edilmemesi dolayısıyla uğradığı zararın tazmini için dava açabilecektir.

Vekilin, müvekkile hesap verme borcunun şekli ve zamanı, vekâlet sözleşmesinin taraflarınca kararlaştırılabilir. Aynı zamanda tarafların yaptığı bu saptama dışında, işin niteliği ve bu yöndeki teamüller göz önünde bulundurularak vekil, belirli zamanlarda müvekkile hesap verme borcunu yerine getirmelidir.

Vekilin müvekkile hesap verme borcu, işin niteliğinin elverdiği derecede belgelere dayanmalı ve kural olarak yazılı bir şekilde yerine getirilmelidir. Hesap verme borcu, vekâlet sözleşmesinde belirlenen işin niteliklerine uygun olarak gerekli fatura, makbuz, rapor gibi belge asıllarının da müvekkile gösterilmesini kapsamaktadır.

Vekâlet sözleşmesinde vekilin hesap verme borcu, vekâlet sözleşmesinin kurulmasıyla birlikte doğup; işin vekil tarafından yürütülmesi sırasında ve sona ermesinde devam eder. Sözleşmenin ifa edilmiş olmasına bağlı bir husus değildir. Ayrıca, gerektiğinde, bu borç, vekâlet sözleşmesinin sona ermesinden sonra da devam etmektedir. Öyle ki, vekâlet sözleşmesi sona erdikten sonra, müvekkil, vekilden hesap vermenin yinelenmesini isterse, vekil, bu borcu tekrar yerine getirmek durumundadır. Ancak, bu durumda müvekkil, vekilin bu hususta yaptığı masrafları ve bu iş için harcadığı emeğin ücretini vekile verecektir.

Diğer taraftan, vekâlet sözleşmesi ölümle son bulmakta ise de; vekilin hesap verme borcu, müvekkil ölürse, müvekkilin mirasçılarına karşı dahi devam etmektedir.

Vekilin vekâletin ifası için veya ifa dolayısıyla aldıklarını müvekkile verme borcu (iade borcu) kapsamında vekil, müvekkilinin sözleşme gereği olarak talep ettiği işin yapılması için her ne ad altında olursa olsun almış olduğu şeyleri müvekkile iade ile yükümlü bulunmaktadır. Bu borç BK'nın 392 nci maddesinin birinci fıkrasından çıkarılmaktadır. Madde hükmüne göre; vekil her ne ad altında olursa olsun almış olduğu şeyi müvekkile tediyeye zorunludur.

İade borcu vekâlet sözleşmesinin niteliğinden kaynaklanmaktadır, çünkü vekil sözleşme konusu işi kendisi yararına değil, müvekkili için görmektedir. Müvekkilin alınanların teslimine ilişkin alacağı, ifaya yönelen akdi bir alacaktır, yoksa bir tazminat alacağı değildir.

Alınanları teslim borcu, vekâletin konusu olan işi görme borcu gibi bir yapma borcu değil, bir verme borcudur. Vekil, vekâleti başarı ile ifa edememiş olsa ve kendisine bir özen eksikliği isnat olunamasa dahi; fiilen aldığı ve halen elinde bulunan şeyleri müvekkile vermekle yükümlüdür.

Vekil, müvekkili hesabına kazandığı hakları bunların devrine ilişkin şekillere uyarak müvekkile devretmeli, onun adına aldığı şeylerin zilyetliğini de ona geçirmelidir. Vekâletin icrası, vekil için hak kazandığı ücret dışında, bir zenginleşmeye yol açmamalıdır.

Vekilin iade borcunun kapsamına, vekilin üçüncü kişilerden aldığı değerler ve paralar ile avanslar gibi müvekkilin işin ifa edilmesi için vekile verdiklerinden arta kalanlar girmektedir.

Diğer taraftan, vekâlet ilişkisi çerçevesinde, tarafların aralarında anlaşmak suretiyle vekilin bu yükümlülüğünü ortadan kaldırmaları mümkün değildir.

Vekilin, iade borcu yukarıda da değinildiği gibi, müvekkilin ölümü ile sona ermeyip, bu alacak müvekkilin mirasçılarına geçmekte; vekil öldüğü takdirde ise bu borcu vekilin mirasçıları yerine getirmek mecburiyetinde olmaktadır.

Dosyadaki bilgi ve belgelerden; davacıların murislerinin, davalı ...'ı 07/08/1998 tarihli taşınmaz satış yetkisini içeren vekaletname ile vekil tayin ettiği, davalı ...'ın da bu vekaletnamedeki tevkil yetkisine istinaden diğer davalıları vekil olarak atadığı, muris ... ile kardeşleri olan davalı ... ve dava dışı ...'in paydaşı oldukları bağımsız bölümlerin satışlarının da bu vekaletlere istinaden yapıldığı anlaşılmaktadır.

Yapılan bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; hesap vermekle ve müvekkili hesabına kazandığı hakları ve aldığı şeyleri teslim etmekle yükümlü olan vekil, birleşen davalara konu edilen taşınmazların satışı nedeniyle edindiği bedellerden payına düşeni davacıların murisine ödediğini ispatla mükelleftir. Esasen bu husus, derece mahkemelerin de kabulündedir.

Bu noktada uyuşmazlık; davalı vekilin, hesap verme ve bu bağlamda aldığı şeyleri iade etme borcunu yerine getirdiği yönündeki savunmasını ispat edip etmediği noktasında toplanmaktadır.

Davacıların murisleri ... ile davalı vekil ...'ın kardeş olmaları nedeniyle, HMK’nın 203. maddesi gereğince mahkemece 18/12/2012 tarihli celsede dinlenen davalı tanığı ...; "Ben 1983 Ocak ayından itibaren ..., ... ve ... ...'nın ortakları olduğu ... SAn. Tic. A.Ş.nin mali müşavirliğini yapmaktayım. Şirket ortakları ..., ... ve müteveffa ...'nin şahsen maliki oldukları ...'deki arsalar kat karşılığı inşaat sözleşmesiyle müteahhide verildi ve arsa sahiplerine düşen bağımsız bölümler 1999-2000 tarihinden itibaren satılmaya başlandı. Arsa sahiplerine kaç bağımsız bölüm düştüğünü bilmiyorum. Bağımsız bölümlerin satış bedeli kardeşlerden ...'ya geliyordu. Ben de muris ... ...'nın hissesine isabet eden parayı ... beyden alıyordum ve ... teslim ediyordum. Bu para bazen 25.000 dolardı, bazen 50.000 dolardı, bazende 100.000 dolardı. Paraları ...'dan paket olarak alıyordum ve yine para paketini ...'ye teslim ediyordum. Kaç dairenin satıldığını bilmiyorum ve benim ...'dan alıp ... teslim ettiğim paranın tutarını da hatırlamıyorum. Yaklaşık 1.800.000 dolar ile 2.000.000 dolar tutarındaki bir parayı ...'dan alıp ...'ye teslim ettiğimi sanıyorum. İki kardeş arasında özel bir işlem olduğu için banka sistemi ile çalışmıyorlardı.(...) Ben iki kardeş arasındaki para alışveriş şeklini bilmiyorum. Bana ... ağabeyim ...'dan şu kadar para al getir derdi. Bende gider o parayı alır. Getirir. ... teslim ederdim (...) ... A.Ş. Şirketi daha önce kollektif şirketti, kollektif şirket olduğu sürede şahıs vergi beyannamelerini mali müşavir olarak ben doldurdum. Şirket 1995 yılında sonra Anonim şirkete dönüştürüldükten sonra şirket beyannamelerini ben tanzim ettim. Daire satışları ile ilgili gelir vergisi beyannamelerini de ben tanzim ettim." şeklinde beyanda bulunmuştur.

Mahkemece, tanığın teslim ettiğini söylediği miktarların, taşınmaz satışından elde edilecek miktardan murisin payına düşen tutarla orantılı olduğu kabul edilmiş ise de; hükme esas alınan bilirkişi raporlarında, murisin sağlığında vekalete dayalı olarak davalı tarafından satışı yapılan taşınmazlar yanında murisin vefatından kısa bir süre önce (dahası bir gün önce bile davalı vekil tarafından murise vekaleten satıldığı gibi murisin vefatından sonra da icra marifetiyle daire satışlarının yapıldığı) icra marifetiyle satışı yapılan taşınmazların da hükme esas alınan bilirkişi raporunda hesaplamaya dahil edildiği görülmüştür. Yetersiz ve hatalı olan bu rapora bu haliyle itibar edilemez. ..../...

Hal böyle olunca mahkemece; öncelikle tanığın beyanında geçen ve davalı tarafça da delil olarak dayanılan, dava konusu taşınmazların satışı nedeniyle muris tarafından verildiği bildirilen gelir beyannameleri getirtilerek, murisin sağlığında vekalete dayalı olarak satışı yapılan taşınmazların satış tarihlerindeki rayiç değerlerinin bilirkişi aracılığıyla tereddüte yer verilmeksizin tespit edilmesi, tespit edilen miktarın tanığın beyanında murise verdiğini belirttiği miktardan mahsubu ile varsa bakiye miktar üzerinden davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeye dayalı olarak yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.

İlk derece mahkemesi kararının, yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmasına karar verilmiş olduğundan, işbu karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin bölge adliye mahkemesi kararının da kaldırılmasına karar verilmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK'nın 373 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararının KALDIRILMASINA, aynı Kanun'un 371 inci maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının davacılar ve tereke idaresi yararına BOZULMASINA, 3.815 TL Yargıtay duruşması vekalet ücretinin davalılardan alınıp davacılara ve tereke memurlarına verilmesine,

peşin alınan temyiz harçlarının istek halinde temyiz edenlere iadesine, dosyanın ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de bölge adliye mahkemesine gönderilmesine, 22/12/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.