"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasındaki tazminat davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı; 06/04/2011 tarihinde Özel ... Hastanesinde mide ameliyatı geçirdiğini, başarılı geçtiği söylenen ameliyat sonrasında şiddetli ağrıları nedeniyle doktorunun talimatı üzerine hemşire tarafından kalça kısmından ağrı kesici iğne vurulduğunu, akabinde sağ bacağında hissizlik başladığını ve aynı günün akşamı bacağını kullanamadığını doktoruna bildirdiğinde ortopediste sevkedildiğini ancak durumunun geçici olduğu söylenince taburcu edildiğini, ağrılarının devam etmesi üzerine başka hastanelere de başvurduğunu ve bacağına vurulan iğne nedeniyle sinir hasarı oluştuğunu ve durumunun ciddi olduğunu öğrendiğini, fizik tedavi gördüğü halde düzelmediğini ve AFO adlı bir cihazla sağ bacağını kullanabildiğini ileri sürerek; şimdilik taşıma, yol giderleri, ilaç, yürüme aracı, iş göremezlik tazminatı olarak 10.000TL maddi ve 50.000TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsilini talep etmiştir.
Davalılar; yaşadığı mide rahatsızlığı nedeniyle kendilerine başvuran davacının geçirdiği ameliyat öncesinde çok fazla kilo kaybetmiş olduğunu, bu tarz kişilere kaşektik denip bu tarz durumlarda kemikle deri arasındaki destek yağ dokusunun kaybı sonucu bu tür bir olayın gerçekleşebileceğini ve kusurları olmadığını savunarak, davanın reddini istemişlerdir.
Mahkemece; davanın reddine dair verilen karar, davacı tarafın temyizi üzerine, Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 13/10/2014 tarihli ve 2014/15090 E. – 2014/30917 K. sayılı kararıyla; ... Üniversitesi Tıp Fakültesi Ana Bilim Dalından alınan 18/01/2013 tarihli rapora göre hastada peroneal nöropatiden ziyade sinir hasarı olduğunun anlaşıldığı ve bu seviyedeki bir peroneal sinir hasarının olayın gelişme şekli ve hastanın vücut yapısı göz önünde bulundurulduğunda ameliyat sonrası kalçadan yapılan hatalı intramuskuler ilaç enjeksiyonuna bağlı gelişmiş olabileceği yönünde rapor düzenlendiği, davalıların itirazı sonucu Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulundan alınan bilirkişi raporunda ise litotomi pozisyonunda yapılan ameliyatlardan
sonra da peroneal sinire yakın bölgeden kas içine yapılan ilaç uygulamalarından sonra özellikle aşırı kilo kaybı olan kişilerde paroneal sinirde hasarın oluşabileceği, davacının zayıf ve kaşektik yapıda olduğu ve her iki durumda da oluşabilecek tablonun her türlü özene rağmen oluşabilen komplikasyon olarak nitelendirilmesi gerektiği dolayısıyla davalıların kusurlu olmadığı yönünde görüş bildirildiği, dosya kapsamındaki bu iki rapor arasında çelişki olduğu, dolayısıyla konusunda uzman bilirkişilerden çelişkiyi giderecek ve gerekçede de bahsedilen hususları açıklığa kavuşturacak şekilde taraf ve Yargıtay denetimine elverişli yeniden bir rapor alınması gerektiği gerekçesi ile bozulmuştur.
Bozmaya uyan mahkemece yapılan yargılama neticesinde; hükme esas alınan bilirkişi raporunda meydana gelen olayın bir komplikasyon olduğunu tespit edildiği ve bu sebeple davalılara kusur yüklenemeyeceği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş; karar, davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Dava, ameliyat sonrası yapılan hatalı iğne uygulamasından dolayı uğranılan maddi ve manevi zararın vekâlet ilişkisi kapsamında tahsili istemine ilişkindir.
Olay tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun vekâlet akdini düzenleyen 386 (TBK m. 502 vd.) ve devamı maddeleri uyarınca, davanın temeli vekalet sözleşmesi olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır. Vekil vekâlet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Vekil işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, en hafif kusurunda bile sorumludur (BK m. 321/1, TBK m. 396/1).
O nedenle, doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif de olsa, sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlarda bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutulmak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınmalı ve tedavide en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de müvekkil (hasta) mesleki bir iş gören doktor olan vekilden tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, BK’nın 394/1. (TBK m. 510) maddesi hükmü uyarınca vekâleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır. Önemli bir diğer düzenleme de az yukarıda açıklandığı üzere Avrupa Biyotıp Sözleşmesidir. Bu sözleşme 9/12/2003 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Bu sözleşmenin “Amaç” başlıklı 1. maddesinde; “Bu sözleşmenin tarafları, tüm insanların haysiyetini ve kimliğini koruyacak ve biyoloji ve tıbbın uygulanmasında, ayırım yapmadan herkesin, bütünlüğüne ve diğer hak ve özgürlüklerine saygı gösterilmesini güvence altına almakla yükümlüdürler”
Sözleşmenin 4. maddesinde ise, “Meslek Kurallarına Uyma” başlığı altında; “Araştırma dahil, sağlık alanında herhangi bir müdahalenin, ilgili mesleki yükümlülükler ve standartlara uygun olarak yapılması gerekir.” denilmektedir. Sözleşme iç hukukumuzun bir parçası haline gelmiştir. Bu durumda, her türlü tıbbi müdahalenin mesleki yükümlülükler ve standartlara uygun olması benimsenmiştir.
Diğer yandan, Biyotıp Sözleşmesinin 5. maddesinde “Rıza” konusu düzenlenmiş ve sağlık alanında herhangi bir müdahale, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde muvafakat etmesinden sonra yapılabilir. Bu kişiye, önceden, müdahalenin amacı ve niteliği ile sonuçları ve tehlikeleri hakkında uygun bilgiler verilecektir. İlgili kişi muvafakatını her zaman serbestçe geri alabilecektir. Salt ameliyata rıza göstermek yeterli değildir. Ayrıca, komplikasyonların da izah edilmesi gerekmektedir.
Nitekim Hekim Etiği Yönetmeliği'nin 26. maddesinde düzenleme yapılmış ve "Hekim hastasını,hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır. Bilgiler hasta tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir. Hastanın dışında bilgilendirilecek kişileri, hasta kendisi belirler. Sağlıkla ilgili her türlü girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir. Alınan onam, baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir. Aydınlatılmış onamda ise ispat külfeti hekim ya da hastanededir.
AİHM kararlarına göre devletler sağlık hizmetlerini -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 51).
AİHM'e göre taraf devletler, uygulanması planlanan tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara önceden bilgi vermelerini sağlayacak gerekli, düzenleyici tedbirleri almak zorundadır. Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden bilgilendirilmesi söz konusu olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkması durumunda ilgili devlet, hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilecektir (Şerif Gecekuşu/Türkiye (k.k.), B. No: 28870/05, 25/5/2010).
Rızanın geçerliliği bakımından kişinin öncelikle neye rıza gösterdiğini bilmesi gerekir ki bu da ancak hastanın somut olaya uygun yeterli bilgilendirme ile diğer bir ifadeyle aydınlatılması ile mümkün olabilir. Buradan hareketle doktor ile hastası arasındaki ilişkinin güvene dayalı bir ilişki olduğu da gözetildiğinde doktorun hastaya bilgi sunma, bilgiyi anlaşılır kılma ve birlikte en doğru karara varacak şekilde süreci yönetme yükümlülüğü olduğu vurgulanmalıdır. Bu bağlamda hasta veya temsilcisinin (veli-vasi) somut olaya uygun şekilde bilgilendirilerek rızalarının alındığını ispat yükümlülüğünün de hastane ve doktorda olduğu söylenebilir. (Sultan Bulut vd. AY. B. No: 2017/37430 E., 20/10/2021 t.)
Vekil, iş görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden değil de bu sonuca ulaşmak için yaptığı uğraşların özenle görülmemesinden sorumludur. Kimsenin öngöremeyeceği bir neticeden hekim de sorumlu tutulamaz. Örneğin; hastanın bünyesinden kaynaklanan, önceden var olduğu halde olaydan sonra meydana gelen narkoza karşı dayanıksızlık sebep - sonuç bağını kesmez. Ancak davalılara yüklenemeyen ve önceden göremeyecekleri olağan üstü hal nedeniyle (narkozun olağan komplikasyonu) zarar artmıştır. Zararın artması ve ölümle sonuçlanması narkozun olağan komplikasyonu olduğuna göre, zararın tümünden davalıların sorumlu tutulması adalete uygun düşmez”.
Somut olayda mahkemece; yukarıda anlatılanlar doğrultusunda bozma ilamı doğrultusunda raporlar arasındaki çelişkinin giderilmesi için 2 nöroloji 1 dahiliye uzmanından oluşan yeni bir bilirkişi heyetine tevdiine karar verilmiştir. Hükme esas alınan rapor incelendiğinde; hastada meydana gelen bu sinir hasarının sebebinin ameliyat pozisyonu (litotomi) ve/veya sonradan uygulanan gluteal (kalçadan) intramüsküler enjeksiyonun sebep olabileceğini ancak bu sebebi tam belirlemelerinin mümkün olmadığını, ayrıca hastanın zayıf ve kaşetik olmasının hem ameliyat için hem de enjeksiyon için daha riskli bir durum meydana getirdiğini fakat bu riskin yine de söz konusu müdahalelerin yapılmasına engel teşkil etmeyeceğini sadece daha özenli olunması gerektiğini, söz konusu olayın bir komplikasyon olarak nitelendirilebileceği, dolayısıyla davalıların kusurunun olmadığını bildirmiştir. Komplikasyon, tıbbi standarda uygun bir müdahale yapılmasına rağmen, ortaya çıkabileceği tıp çevreleri tarafından kabul edilen ve her türlü tedbir alınmasına rağmen kaçınılmaz olarak meydana gelen zararlar olarak da tanımlanmaktadır (Hakeri, Hakan; Tıp Hukukunda Malpraktis ve Komplikasyon Ayrımı, s. 24.; Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt: 1 Sayı: 6 Yıl: 2018).
Yukarıda anlatılanlar doğrultusunda; her ne kadar raporda olayın bir komplikasyon olduğu tespiti yapılmış ise de; raporun davalıya yapılan tedavi ve uygulanan ameliyat nedeniyle gerekli özenin gösterilip gösterilmediği, bu tip komplikasyonlara hangi sıklıkta ve ne gibi durumlarda rastlandığı, doğabilecek komplikasyonlara karşı hastanın bilgilendirilip bilgilendirilmediği, tedavi ve ameliyatta herhangi bir hata, ihmal olup olmadığı konularında açıklama içermediğinden olayda davalıların kusurlu olup olmadığının tespitine yeterli değildir. Raporun sonuç ve kanaat kısmının 4. bendinde hasarın yerini dolayısıyla nedenini belirlemeye yardımcı olabilecek olan olayın gelişim sürecinde yapılmış, elektrofizyolojik veriler dışında sağ kalça veya bacağa ait değişik düzeylerde ödem ve hasarı gösterebilecek o döneme ait görüntüleme verisinin de bulunmadığı bildirmiştir. Bu görüntülemenin davalılar tarafından yapılmadığı anlaşıldığı gibi davacı hastaya kaşektik yapıda olmasının özellikle bu komplikasyonlara sebebiyet verebileceği bilgisinin de verildiğinin yani hastanın bu hususta aydınlatılmış olup olmadığı da dosyadan ve rapordan anlaşılamamıştır.
Davacı hastanın ameliyat ya da iğne sebebiyle vücudunda kalan sekel’e neyin sebebiyet verdiğinin tespiti açısından önem arz ettiği hususunun bilirkişi raporu ile sabit olduğu ancak görüntüleme yapılmış olsa idi erken müdahale ile bacağın bu duruma düşmesinin engellenebilir olup olmadığı yani tedavi açısından gerekli bir tetkik olup olmadığı yine söz konusu tetkik yapılsa idi hastaya yapılması gereken müdahalenin tespitine etkisi olup hastada meydana gelen sonucun engellenip engellenmeyeceği değerlendirmesi de yapılmamıştır.
Ayrıca hükme esas alınan raporun heyet raporu olması gerekirken, 15/02/2017 tarihli kök rapor tek imzalı olarak teslim edilmiş ve ifade tarzından da sadece imzası bulunan bilirkişinin kendi kanaatlerini açıkladığı dolayısıyla heyet incelemesi sonucu hazırlanmadığı görülmüştür. Davacı vekilinin itirazı üzerine alınan ek raporun ise heyet olarak hazırlandığı ancak tek imzalı kök rapordaki görüşlerin tekrarı niteliğinde olduğu anlaşılmıştır.
O halde mahkemece; davacının kaşektik yapısının olaya etkisinin, aydınlatılmış onamının ve davalılar tarafından gelişen komplikasyonu da kapsar biçimde gereken özenin gösterilip gösterilmediği hususunun değerlendirilebilmesi için alanında uzman yeni bir bilirkişi heyetinden rapor alınması gerekirken, yeterli açıklamayı içermeyen raporun dikkate alınarak davanın reddine karar verilmesi, doğru görülmemiş bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün HUMK'nın 428. maddesi gereğince davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK'nın geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK' nın 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 27/12/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.