"İçtihat Metni"
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki taşınmazın tapu kaydının mahkeme kararı ile iptalinden kaynaklanan zararın 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 1007 nci maddesi uyarınca tazmini davasında verilen karar hakkında yapılan temyiz incelemesi sonucunda, Dairece Mahkeme kararının bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemece bozmaya uyularak yeniden yapılan yargılama sonucunda; asıl davanın kısmen kabulüne, bozma sonrası birleştirilen ek davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Mahkeme kararı taraf vekillerince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verilmiştir.
Taraf vekillerince temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasının istenilmesi üzerine, işin duruşmaya tâbi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 06.06.2023 günü tayin edilerek taraflara tebligat gönderilmiştir.
Duruşma günü davalı Hazine vekili Avukat ... gelmiş, davacılar vekili duruşmaya katılmamıştır.
Duruşmaya başlanarak hazır bulunan avukatın sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmaya son verildi.
Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
1. Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; davacılar murisine ait ... ili, ... ilçesi, ... köyü 3707 parsel sayılı taşınmazın, Hazine tarafından açılan dava sonucunda, ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 1990/309 Esas, 1997/255 Karar sayılı kararı ile tescil harici bırakılmasına karar verildiğini, 4721 Sayılı Kanun'un 1007 nci maddesinde, tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan Devletin sorumlu olduğunun düzenlendiğini belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 10.000,00 TL'nin Mahkemenin iptal tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı Hazineden tahsiline karar verilmesini talep etmiş, daha sonra 13.05.2014 tarihli harçlandırılmış dilekçesi ile dava değerini 3.230.239,60 TL olarak ıslah etmiştir.
2. Yargıtay (Kapatılan) 20. Hukuk Dairesinin üçüncü bozma ilâmından sonra birleştirilen Mahkemenin 2019/104 Esas sayılı dava dosyasındaki davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 2017/63 Esas sayılı dosyası üzerinden yapılan yargılama neticesinde Yargıtay (Kapatılan) 20. Hukuk Dairesinin bozma ilâmı uyarınca bozma sonrası ıslah yapılamayacağı, ancak ek bir dava ile talepte bulunabileceğinin belirtilmesi üzerine davanın açılış değeri olan 10.000,00 TL üzerinden kabulüne karar verildiğini, bu sebeple 2017/63 Esas sayılı dosyasında bilirkişilerce belirlenen 3.230.239,60 TL tazminatın davalıdan alınarak davacılara ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
1. Davalı Hazine vekili cevap dilekçesinde özetle; Mahkemenin 1990/309 Esas sayılı kararı ile dava konusu parsele ilişkin kesin hüküm bulunduğundan davanın reddinin gerektiğini, dava konusu edilen kaydın kıyı çizgisi içerisinde kaldığını ve yolsuz tescil niteliğinde olduğunun saptandığını, bu hâlde haksız olarak elde edilen taşınmaz ile ilgili kayda değer verilemeyeceğini, geçerli bir tapu kaydından kaynaklanan mülkiyet hakkı olmayan kişilerin kadastro tespiti ile özel mülkiyete konu olmayan ve devletin hüküm ve tasarrufunda bulunan taşınmazın kaydının iptal edilerek tescil harici bırakılması sonucu oluşan zararın talep edilemeyeceğinden ve taşınmazın tescil harici bırakılması sonucu oluşan zararın 4721 sayılı Kanun'un 1007 nci maddesinde belirtilen sorumluluğu doğurmayacağından davanın reddini talep etmiştir.
2. Davalı Hazine vekilinin birleştirilen davaya cevap dilekçesinde özetle; davaya zamanaşımı definde bulunduklarını, davanın zamanaşımı süresinin hak düşürücü sürenin geçmesi nedeni ile reddine karar verilmesi gerektiğini, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 2013/20971 Esas ve 2013/23785 Karar sayılı 24.12.2013 tarihli bozma ilâmında, "Müşterek mülkiyete tabi tapu maliklerine yönelik açılan söz konusu tapu iptali ve tescil davasında, paydaşlar arasında ihtiyari dava arkadaşlığı vardır. İhtiyari dava arkadaşlarından her biri hükmü yalnız başına temyiz edebilir. Temyiz süresi her bir dava arkadaşı hakkında ona tebliğ edildiği tarihten itibaren işlemeye başlar ve temyiz yoluna başvurmamış olan ihtiyari dava arkadaşları hakkında hüküm kesinleşir. Diğer dava arkadaşlarının temyizi üzerine hüküm bozulsa dahi bu bozmadan temyiz yoluna başvurmamış ve bu nedenle de hakkındaki hüküm kesinleşmiş bulunan ihtiyari dava arkadaşı yararlanamaz." denildiğini, ... Asliye Hukuk Mahkemesinin, 1990/309 Esas ve 1997/255 sayılı 19/11/1997 tarihli kararının kesinleştirilmesinde; "İş Bu İlamın taraflara usulüne uygun olarak tebliğ edildiği, kararın davalı Hulagu Balcılar tarafından temyiz edildiği, Yargıtay 1.Hukuk Dairesi Başkanlığının 1999/56 Esas ve 1999/642 karar sayılı, 4.2.1999 tarihli ilamıyla kararın onandığı, Yargıtay İlamının davacı vekiline 29.6.1999 tarihinde davalı Hulagu Balcılar’a 12.7.1999 tarihinde tebliğ olunduğu taraflarca başkaca kanun yollarına başvurulmadığı için ilamın 14.9.1999 tarihinde kesinleştiği tasdik olunur." denildiğini, ... Asliye Hukuk Mahkemesinin, 1990/309 Esas ve 1997/255 Karar sayılı, 19.11.1997 tarihli kararı, davacıların murisi Nesim Dağdemir açısından 14.09.1999 tarihinde değil, 15.09.1998 tarihinde kesinleşmesi gerektiğini, davacıların murisi Nesim Dağdemir açısından Kararın 15.09.1998 tarihinde kesinleşmesi gerektiğine göre 10 yıllık hak düşürücü süre, 10 yıllık zamanaşımı süresinin 15.09.2008 tarihinde dolmuş olduğunu, ek davanın zamanaşımını süresini kesmeyeceğini, davaya derdestlik itirazında bulunduklarını, ... Asliye Hukuk Mahkemesinin, 2017/63 Esas sayılı dosyası kesinleşmemiş olduğunu, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
III. MAHKEME KARARI
Mahkemenin 10.11.2009 tarihli ve 2009/226 Esas, 2009/262 Karar sayılı kararı ile davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
IV. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Birinci Bozma Kararı
1. Mahkemece 10.11.2009 tarihli ve 2009/226 Esas, 2009/262 Karar sayılı kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonucunda; "zamanaşımının başlangıcının Asliye Hukuk Mahkemesinin 1990/309-1997/255 E.K. sayılı kararının kesinleştiği 14.09.1999 tarihi olması gerektiği ve buna göre davanın 10 yıllık sürede açıldığı, bu nedenle işin esasına girilerek, arsa veya arazi olmasına göre değerinin tespit edilmesi, üzerinde bina var ise ne zaman yapıldığının ve kişinin iyiniyetli olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği" gerekçesiyle kararın bozulmasına karar verilmiştir.
B. Mahkemece Birinci Bozmaya Uyularak Verilen İkinci Karar
Mahkemenin 20.01.2015 tarihli ve 2012/116 Esas, 2015/10 Karar sayılı kararı ile davanın kabulü ile 3.230.239,60 TL tazminatın dava tarihinden itibaren faizi ile birlikte Hazineden tahsiline karar verilmiştir.
C. İkinci Bozma Kararı
1. Mahkemenin 20.01.2015 tarihli ve 2012/116 Esas, 2015/10 Karar sayılı kararına karşı süresi içinde davalı Hazine vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay (Kapatılan) 20. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonucunda, Devletin tazminat sorumluluğunun mülkiyetin sona ermesi veya mülkten yararlanma hakkına açık ve kesin müdahalenin gerçekleştiği taşınmazın kumluk olması nedeniyle tespit harici bırakılması kararının kesinleştiği tarihte başlayacağı, tazminat miktarı belirlenirken öncelikli konu, tapusu iptal edilen gayrimenkulün niteliğinin tespiti olup, davaya konu taşınmaz kumluk olması nedeniyle tespit harici bırakılmış olup, Belediye Başkanlığından gönderilen yazıda, taşınmazın imar planı içinde, meskun mahal dışında kaldığı ve belediye hizmetlerinden faydalanmadığının bildirildiği ve Mahkemece tek inşaat mühendisinden rapor almak suretiyle karar verildiği ve bu hususun hatalı olduğu, bu nedenle öncelikle 11.03.1983 tarihli ve 1983/6122 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile 17.04.1998 tarihli ve 1996/3 Esas, 1998/1 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararındaki ölçütler çerçevesinde; taşınmazın niteliği belirlenmesi gerektiği, kumluk alan içerisinde kalması olgusunun taşınmazın değerine olan olumlu ya da olumsuz etkileri, taşınmazın arsa olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği tartışılmalı, taşınmazın niteliğine göre 3 kişilik bilirkişi kurulu aracılığıyla yeniden keşif yapılmalı, arsa ise değerlendirme tarihi itibarıyla dava konusu taşınmaz ile bilirkişi kurulunca emsal kabul edilecek taşınmazların, satışına ilişkin belgeler ilgili tapu müdürlüğünden; Arsa Metrekare Rayiç Bedeli Takdir Komisyonu tarafından belirlenen emlak vergisine esas olan m² değerleri de ilgili Belediye Başkanlığı Emlak Vergi Dairesinden istenip, dava konusu taşınmazın emsal taşınmazlara göre eksik veya üstünlüğü yönünden rapor alınmalı, arazi ise net gelir esasına göre değer tespit edilmesi gerektiği, ayrıca Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 04.02.1948 tarihli ve 10/3 sayılı kararına göre bozmadan sonra ıslah suretiyle talep sonucunun artırılması mümkün olmayıp bu husus 06.05.2016 tarihli ve 2015/1 Esas, 2016/1 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile de tespit edildiğinden, Mahkemece bozma kararından sonra verilen 13.05.2014 tarihli ıslah istemine göre artırılan bedel üzerinden karar verilmesi de doğru bulunmadığından kararın bozulmasına karar verilmiştir.
D. Mahkemece Bozmaya Uyularak Verilen Üçüncü Karar
Mahkemenin 22.03.2018 tarihli ve 2017/63 Esas, 2018/63 Karar sayılı kararı ile davanın kısmen kabulü ile 10.000,00 TL tazminatın dava tarihinden itibaren faizi ile birlikte Hazineden tahsiline fazlaya ilişkin talebin reddine, davacı taraf kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi (AAÜT) gereğince 2.180,00 TL vekâlet ücretinin davalıdan alınarak davacı tarafa verilmesine, davalı taraf kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT gereğince 97.402,40 TL vekâlet ücretinin davacılardan alınarak davalı Hazineye verilmesine karar verilmiştir.
E. Üçüncü Bozma Kararı
1. Mahkemenin 22.03.2018 tarihli ve 2017/63 Esas, 2018/63 Karar sayılı kararına karşı süresi içinde davalı taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay (Kapatılan) 20. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonucunda; Mahkemece bozma ilâmına uyularak karar verilmişse de bozma gerekleri yerine getirilmediği tapu iptal kararının kesinleştiği tarih itibari ile dava konusu taşınmazın niteliğinin belirlenmesi ve bu tarih itibari ile taşınmazın gerçek değerinin belirlenmesi gerekirken Mahkemece taşınmazın vasfını belirlemeye yönelik yapılan araştırmada kesinleşme tarihi belirtilmediğinden taşınmazın o tarih itibari ile bilirkişilerin kabul ettiği gibi arsa vasfında olup olmadığı netleşmediği, hükme esas olan ve bozma sonrası alınan bilirkişi raporunda; dava konusu taşınmazın arsa vasfında olduğu belirtilmiş ve buna gerekçe olarak dava konusu taşınmaza yakın konumda bulunan 3250 ada 5 parsel sayılı taşınmaza ilişkin görülen davada Yargıtay tarafından bu taşınmazın arsa vasfında kabul edilerek değer belirlenmesi gerektiğinin belirtildiği iddia edilmiş ise de o taşınmazın hangi tarih itibari ile arsa vasfında kabul edildiği bilinmediğinden bilirkişilerce belirtilen gerekçe yerinde olmadığı ve denetlenemediği, taşınmaz tapu iptal kararının kesinleştiği tarih itibari ile arsa vasfında olsa dahi bilirkişilerce somut emsal olarak incelenen taşınmazın satış tarihi 2009 olup değerlendirme tarihinden sonra yapılan satışın somut emsal olarak incelenmesi ve taşınmazın dava tarihi itibari ile değerinin belirlenmesi doğru olmadığı, öncelikle dava konusu taşınmazla ilgili tapu iptal kararının kesinleştiği tarih itibari ile vasfının doğru olarak belirlenmesi gerektiği ve buna yönelik araştırma arsa ise emsal incelemesi yöntemiyle arazi ise de net gelir metoduna göre tapu sahiplerinin oluşan gerçek zararlarının saptanması gerektiği, ayrıca bozmadan sonra yapılan ıslaha değer verilemeyeceğinden dava dilekçesinde belirtilen değer doğrultusunda karar verilmesinde isabetsizlik olmadığı, ancak ıslah dilekçesine değer verilmediği hâlde hüküm kurulurken ıslah dilekçesinde belirtilen değer dikkate alınarak davanın kısmen kabulüne ve fazlaya ilişkin talebin reddedine karar verilmesi ve ıslah dilekçesinde belirtilen değer üzerinden Hazine lehine nispi vekâlet ücretine hükmedilmiş olması doğru olmadığından kararın bozulmasına karar verilmiştir.
F. Mahkemece Bozmaya Uyularak Verilen Son Karar
Mahkemenin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile asıl davanın kısmen kabulüne 206.546,52 TL tazminatın dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı Hazineden alınarak davacılara verilmesine fazlaya ilişkin talebin reddine, davacı taraf kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT gereğince 22.908,26 TL vekâlet ücretinin davalıdan alınarak davacı tarafa verilmesine, davalı taraf kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT gereğince 118.251,48 TL vekâlet ücretinin davacıdan alınarak davalı tarafa verilmesine; son bozma sonrası birleştirilen dava yönünden ise zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
1. Davacılar vekili temyiz dilekçesinde özetle; Mahkemenin hatalı değerlendirmesinin aksine davanın süresinde açıldığını, ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 2017/63 Esas sayılı dosyası üzerinden yapılan yargılama neticesinde Yargıtay (Kapatılan) 20. Hukuk Dairesinin bozma ilâmı uyarınca bozma sonrası ıslah yapılamayacağını, ancak ek bir dava ile talepte bulunabileceğinin belirtilmesi üzerine birleştirilen dava açılarak 2017/63 Esas sayılı dosyasında bilirkişilerce belirlenen 3.230.239,60 TL tazminatın davalıdan alınarak davacılara ödenmesine karar verilmesinin talep edildiğini, belirsiz alacak davasında bilirkişi incelemesi sonrası ortaya çıkan bedel üzerinden ek dava açılıp birleştirildiğini ve birleştirilen dava yönünden de zamanaşımı söz konusu olmadığını, hükme esas alınan bilirkişi raporunda heyetin usulüne uygun oluşmadığını, dava konusu taşınmaz kıyı kenar çizgisinde kaldığı için bilirkişi heyetinde jeoloji/harita kadastro mühendisinin de yer alması gerekirken bu husus göz ardı edilerek ihtiyaç olmamasına rağmen 2 ziraat mühendisine yer verildiğini, emsalin uygun olmadığını, düzenleme ortaklık payı kesintisinin hatalı olduğunu, bedelin çok düşük belirlendiğini, mülkiyet hakları ellerinden alınan ve taşınmazlarının kati suretle gerçek değerinin hesaplanmayarak mağdur edilen davacıların bir de yüksek vekâlet ücreti ve yargılama giderleri ile karşı karşıya bırakıldığını ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.
2. Davalı Hazine vekili temyiz dilekçesinde özetle; dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olduğunun açıkça belirtilmediğini, davacılar vekilinin açmış olduğu davanın kısmî dava olduğunu, davanın bakiye alacak kısmının ıslah edilmesi hâlinde ancak bakiye alacak kısmının talep edildiği tarihten itibaren faiz işletilebileceğini, dava tarihinden itibaren faiz işletilemeyeceğini, belirsiz bir alacak için davacılar vekilinin açıkça kısmi dava açtığını belirterek talepte bulunması veya belirsiz alacaktan söz edilmeksizin kısmi talepte bulunması hâlinde davanın kısmi dava olarak açıldığının kabulü gerektiğini, bu nedenle davanın zamanaşımından reddine karar verilmesi gerektiğini, belirsiz alacak davası açılabilmesi için, dava açılacak miktarın ya da değerin tam ve kesin olarak belirlemesi mümkün olmamalı veya bu durumun objektif olarak imkansız olması gerektiğini, açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamayacağından hukukî yarar aranacak olup davada hukukî yararın bulunduğundan söz edilemeyeceğinden reddine karar verilmesi gerektiğini, 4721 sayılı Kanun'un 1007 nci maddesine göre açılan davaların belirsiz alacak davası olmadığını, bozma kararından sonra ıslah yapılması mümkün olmadığını, 4721 sayılı Kanun'un 1024 üncü maddesinde düzenlenen; “Bir aynî hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz." hükmü gereği davacıların taşınmazı alırken iyi niyetli olup olmadığı, tescilin yolsuz olmasına karşın taşınmazı satın alan kişinin bu durumu bildiği ya da bilmesi gereken üçüncü kişi olup olmadığı hususları konusunda inceleme, araştırma ve değerlendirme yapılması gerektiğini, bozmadan sonra yapılan ıslaha değer verilerek, dava tarihinden itibaren faize hükmedilmesinin doğru olmadığını, Mahkemece dava dilekçesinden talep sonucunun belirsiz alacak mı kısmi dava mı olduğuna yönelik karar vermesi gerekirken maddi meselenin takdirinde yanılgıya düşerek, eksik inceleme ve araştırma ile hüküm kurulduğunu, bu tür davalarda Hazine harçtan muaf tutulduğundan Hazine aleyhine harca hükmedilemeyeceğini ileri sürülerek temyiz isteminde bulunmuştur.
C. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık, 4721 sayılı Kanun’un 1007 nci maddesi uyarınca tazminat istemine ilişkindir.
2. İlgili Hukuk
1. 6100 sayılı Hukuk Muhakameleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) Geçici 3 üncü maddesinin atfıyla 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun (1086 sayılı Kanun) 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun'la yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 439 uncu maddeleri.
2. 4721 sayılı Kanun’un “Sorumluluk” başlıklı 1007 nci maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.”
3. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.11.2009 tarihli ve 2009/4 - 383 Esas, 2009/517 Karar sayılı ilâmında tapu işlemlerinin kadastro tespit işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğu, tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan bu kayıtlarda yapılan hatalardan 4721 sayılı Kanun’un 1007 nci maddesi anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulünün gerektiği, Devletin sorumluluğunun kusursuz sorumluluk olduğu, bu işlemler nedeniyle zarar görenlerin 4721 sayılı Kanun’un 1007 nci maddesi gereğince zararlarının tazmini için Hazine aleyhine adlî yargıda dava açabilecekleri belirtilmiştir.
4. 4721 sayılı Kanun’un 1007 nci maddesi uyarınca kabul edilen Devletin sorumluluğu, tapu sicilinin önemi ve kişilerin bu sicile olan güven duygularını sağlamak bakımından aynî hakkının saptanması, herkese açık tutulmasında tekel hakkı sağlayan bir sicil olması esasına dayanmaktadır. Bu sorumluluk, asıl ve nesnel (objektif) bir sorumluluk olduğundan zarara uğrayan zararının ödetilmesini doğrudan Devletten isteyebilir.
5. 4721 sayılı Kanun’un 1007 nci maddesi gereğince açılan davalarda, tapu kaydının iptali nedeniyle tapu sahibinin oluşan gerçek zararı neyse tazminatın miktarı da o kadar olmalıdır. Gerçek zarar, tapu kaydının iptali nedeniyle tapu malikinin mal varlığında meydana gelen azalmadır. Tazminat miktarı zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı zarar görenin mal varlığı ne durumda olacak idiyse aynı durumun tesis edilebileceği miktarda olmalıdır. Zarara uğrayan kişinin gerçek zararı ise tazminat miktarının belirlenmesinde esas alınacak değerlendirme tarihine göre belirlenecek olup bu tarihe göre tapusu iptal edilen taşınmazın niteliği ve değeri belirlenmelidir. Taşınmazın niteliği arazi ise net gelir metodu yöntemi ile arsa vasfında ise değerlendirme gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre hesaplanması suretiyle gerçek değer belirlenmelidir.
3. Değerlendirme
1. Mahkemelerin nihai kararlarının bozulması 6100 sayılı Kanun'un geçici 3 üncü maddesi gereği yürürlükte bulunan 1086 sayılı Kanun'un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun'la yapılan değişiklikten önceki 428 inci maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
2. Dosyanın incelenmesinden, dava konusu ... ili, ... ilçesi, ... Mahallesi 3707 parsel sayılı taşınmazın Hazine tarafından açılan dava sonucunda ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 1990/309 Esas, 1997/255 Karar sayılı kararıyla kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı gerekçesiyle tescil harici bırakıldığı, kararın 14.09.1999 tarihinde kesinleştiği, eldeki asıl davanın 08.09.2009 tarihinde, birleştirilen davanın ise 28.05.2018 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
3. Tarafların iddia, savunma ve dayandıkları belgelere, uyuşmazlığın hukukî nitelendirilmesi ile uygulanması gereken hukuk kurallarına, dava şartlarına, yargılamaya hâkim olan ilkelere, ispat kurallarına ve temyiz olunan kararda belirtilen gerekçelere göre davacılar vekilinin tüm, davalı Hazine vekilinin aşağıdaki paragrafın kapsamı dışındaki temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
4. Asıl dava yönünden yapılan incelememede Mahkemece bozma ilâmına uyularak araştırma ve inceleme yapılmasında, tapu kaydı mahkeme kararı ile iptal edilen arsa niteliğindeki taşınmaza emsal karşılaştırması yapılarak değer biçilmesinde ve taşınmazın gerçek bedelinin 4721 sayılı Kanun’un 1007 nci maddesi gereğince davalı Hazineden tahsiline karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.
5. Mahkemece tapu iptal ve tescil davasının kesinleşme tarihine göre değerlendirme yapılarak tazminata hükmedildiğinden değerlendirme tarihi olan 14.09.1999 tarihinden itibaren faize hükmedilmesi gerekirken, faizin dava tarihinden başlatılması doğru görülmemiştir.
6. Davalı Hazine kendisini vekille temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT'nin 13 üncü maddesinin üçüncü fıkrasına göre davalı Hazine lehine reddedilen miktar üzerinden hükmedilen vekâlet ücretinin davacılar vekili lehine hükmedilen vekâlet ücretini geçemeyeceği gözetilmeden nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi ve birleştirilen dava yönünden tarifenin aynı maddesinin dördüncü fıkrasına göre idareye verilen vekâlet ücretinin maktu hesaplanmaması bozmayı gerektirir.
Ne var ki bu hataların giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden kararın düzeltilerek onanması gerekir.
VI. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
1. Davalı Hazine vekilinin tüm, davacılar vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine,
2. Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile Mahkeme kararının hüküm fıkrasının; asıl dava yönünden;
a) (1) numaralı bendindeki “dava tarihinden” ibaresinin hükümden çıkartılmasına, yerine “14.09.1999 tarihinden” ibaresinin yazılmasına,
b) (6 ) numaralı bendindeki "118.251,48" sayısının hükümden çıkarılarak yerine "22.908,26" sayısının yazılmasına,
c) Mahkeme kararının hüküm fıkrasının birleştirilen dava yönünden (4) numaralı bendinde bulunan "120.927,40" sayısının çıkarılmasına yerine "5.100,00 TL" sayısının yazılması suretiyle DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
Davalı Hazine harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına, davacılardan peşin alınan temyiz harcının Hazineye irat kaydedilmesine,
06.06.2023 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.