"İçtihat Metni"
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2024/93 Esas, 2024/291 Karar
DAVA TARİHİ : 24.08.2021
KARAR : Ret
Taraflar arasında İlk Derece Mahkemesinde görülen ve istinaf incelemesinden geçen taşınmazın kesinleşmiş orman tahdidi içinde kalması nedeniyle uğranılan zararın 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 1007 nci maddesi uyarınca tazmini davasında verilen karar hakkında yapılan temyiz incelemesi sonucunda, Dairece Bölge Adliye Mahkemesi kararının kaldırılmasına ve İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesince bozmaya uyularak yeniden yapılan yargılama sonucunda; davanın reddine karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesi kararı davacı vekilince temyiz edilmekle; süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; dava konusu Samsun ili, ... ilçesi, ... Mahallesi 203 ada 1 ve 2 parsel sayılı taşınmazların kesinleşmiş orman tahdit sınırı içinde kaldığından bahisle uğranılan zararın yasal faizi ile birlikte davalı Hazineden tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı Hazine vekili cevap dilekçesinde özetle; 4721 sayılı Kanun’un 1007 nci maddesi uyarınca tazminat koşullarının oluşmadığını, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 22.11.2022 tarihli ve 2021/503 Esas, 2022/738 sayılı kararı ile davanın kabulüne, dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı Hazineden tahsili ile davacıya ödenmesine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin 22.11.2022 tarihli ve 2021/503 Esas, 2022/738 sayılı kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 06.04.2023 tarihli ve 2023/274 Esas, 2023/992 Karar sayılı kararı ile dava konusu taşınmazların tapusu halen davacı adına olmakla beraber, orman şerhi, tapu malikinin tasarruf yetkisini kısıtlar nitelikte olduğundan ve idare tarafından tapu iptali-tescil davasının açılmasını beklemeye gerek olmadan, tapu maliki tarafından da kesinleşmiş orman kadastro sınırları içinde kalan bölümlerin mülkiyetini kaybetme nedeniyle doğacak zararın tazminini istemeye engel bir durum bulunmadığından, taşınmazların kesinleşen orman tahdit sınırları içerisinde kalmak suretiyle hukuki değerini yitirdiği belirlenerek taşınmazların orman olan kısımları açısından, davacının tapu iptal ve orman vasfı ile tescil talebi ile oluşan bu zararın davalı Hazineden tahsiline karar verilmesinde, davacı adına olan tapu kaydı iptal edilmediğinden dava tarihinin değerlendirme tarihi olarak esas alınmasında (Yargıtay 20. H.D.'nin 2017/9837 E ve 2020/2078 K sayılı kararı), taşınmazların arazi vasfında olması sebebi ile gelir metodu doğrultusunda taşınmazlara değer belirlenmesinde, taşınmazların, orman niteliğinde olan yüzölçümlerinin tamamının, ölçekli kroki üzerinde fenci bilirkişi kurulu tarafından işaretlenmesi sureti ile tapu kaydının iptali ve tescili yönünde hüküm kurulmasında herhangi bir isabetsizlik görülmediği gerekçesiyle taraf vekillerinin istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin 06.04.2023 tarihli ve 2023/274 Esas, 2023/992 Karar sayılı kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
2.Dairemizce yapılan inceleme sonucunda; dava konusu taşınmazın tapu kaydının beyanlar hanesine şerh konulması ile Devlet tapu sicil kaydındaki şerhin tesisini sağlayarak kaydın bu hâli ile değerlendirilmesi gerektiği hususunu aleniyete intikal ettirmiştir.4721 sayılı Kanun'un 1020 nci maddesinin; "Tapu sicili herkese açıktır. İlgisini inanılır kılan herkes, tapu kütüğündeki ilgili sayfanın ve belgelerin tapu memuru önünde kendisine gösterilmesini veya bunların örneklerinin verilmesini isteyebilir. Kimse tapu sicilindeki bir kaydı bilmediğini ileri süremez.'' hükmü nazara alındığında tapunun beyanlar hanesine şerh işlendikten sonra bu şerhi tapuda görmesine rağmen taşınmazı devir alan davacının iyi niyetli olduğundan ve 4721 sayılı Kanun'un 2 nci maddesi uyarınca dürüst davrandığından söz edilemez. Hâl böyle olunca, 4721 sayılı Kanun'un 1007 nci maddesi uyarınca davacının uğradığı zarar ile tapu işlemleri arasında nedensellik bağının varlığından da bahsetmek mümkün olmayacağından davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi doğru görülmediği gerekçesiyle kararın bozulmasına karar verilmiştir.
B. İlk Derece Mahkemesince Bozmaya Uyularak Verilen Karar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile davanın reddine karar verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili temyiz dilekçesinde özetle; davaya konu taşınmazı trampa yolu ile edindiğini, gerçek bir satış olarak kabul edilmemesi gerektiğini, davanın kabulü gerektiğini belirterek kararın bozulması talep etmiştir.
C. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukukî Nitelendirme
Uyuşmazlık, 4721 sayılı Kanun'un 1007 nci maddesi uyarınca tazminat istemine ilişkindir.
2. İlgili Hukuk
1. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 369 uncu maddesinin birinci fıkrası ile 370 ve 371 inci maddeleri.
2. 4721 sayılı Kanun'un “Sorumluluk” başlıklı 1007 nci maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.”
3. 4721 sayılı Kanun'un 1020 nci ve 2 nci maddeleri.
3. Değerlendirme
1. Temyiz olunan nihai kararların bozulması 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
2. Temyizen incelenen kararının bozmaya uygun olduğu, kararda ve kararın gerekçesinde hukuk kurallarının somut olaya uygulanmasında bir isabetsizlik bulunmadığı, bozma ile kesinleşen ve karşı taraf yararına kazanılmış hak durumunu oluşturan yönlerin ise yeniden incelenmesine hukukça imkân bulunmadığı anlaşılmakla; temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun Mahkeme kararının ONANMASINA,
Davacıdan peşin alınan temyiz harcının Hazineye irat kaydedilmesine,19.12.2024 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Dava, taşınmaza orman şerhi konulması nedeniyle uğranılan zararın 4721 sayılı TMK'nın 1007. maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir.
Mahkemece bozma ilamına uyularak davacının tapu kaydındaki “orman tahdit ve sınırları içerisindedir.” şerhini görerek satın aldığından bahisle kötü niyetli sayılarak davanın reddi yönündeki kararının onanmasına ilişkin karara açıklayacağım nedenlerle katılmamaktayım.
TMK’nın 1007 nci maddesinde tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devletin sorumlu olacağı hükme bağlanmıştır. Bu sorumluluğun nitelik itibarıyla kusursuz sorumluluk olduğu hususu gerek öğretide gerekse Yargıtay kararlarında kabul edilmektedir. Sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız olarak tutulmuş olan kayıtlar nedeniyle doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Tapu işlemleri, kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan, tapu kütüğünün oluşumu aşamalarında kadastro işlemleri ile tapu işlemlerinin bir bütün oluşturduğu kuşkusuzdur.
TMK’nın 1007 nci maddesinde kabul edilen sorumluluğun doğabilmesinin ilk şartı, Tapu Sicil Tüzüğü'nün 7 nci maddesinde sayılan ana ve yardımcı sicillerin Devlet tarafından tutulması için gerekli bir eylem veya işlemin bulunmasıdır. Bildirim yükümlülükleri, sicilin tutulmasına ilişkin araçların korunması, saklanması, kayıtların yazımından önce gerekli araştırmaların yapılması, siciller ile ilgili örneklerin ilgilisine verilmesi, sicildeki bilgilerin eksik ya da yanlış çıkartılması gibi hususlar da tapu sicilinin tutulması kavramı içine girmektedir. Devletin sorumluluğundan söz edebilmek için bu kayıtların tutulması sırasında bir hatanın mevcut olması veya gerçeğe aykırı bir sicilin tutulmuş olması gerekir.
Tapu sicilinin tutulması nedeniyle Devletin sorumlu tutulabilmesinin ikinci şartı, bir zararın oluşmasıdır. Zarar tehlikesi var olmakla birlikte henüz zarar doğmamış ve zararın başka türlü önlenmesi imkânı var ise aynî hakkını kaybeden veya aynî hakkı sınırlandırılan kişi, tapu kaydının düzeltilmesi davası ile ya da tapu memurunun idari bir işlemi ile hakkına kavuşabilecekse zararın doğduğundan söz edilemez. Zararın varlığının kesin olarak anlaşıldığı hallerde Devletin sorumluluğundan söz edilebilecektir.
TMK’nın 1007 nci maddesine göre Devletin sorumluluğunun doğabilmesi için gereken bir diğer şart, meydana gelen zarar ile tapu sicilinin tutulması arasında illiyet bağının bulunması, ayrıca zarar görenin bu illiyet bağını kesecek derecede bir kusurunun bulunmamasıdır. Eğer zarar görenin bir kusuru var ve bu kusur illiyet bağını kesecek yoğunlukta ise Devletin sorumluluğundan söz edilemeyecektir.
Bu nedenle somut olayda davacının tapu kaydındaki “orman tahdit ve sınırları içerisindedir.” şerhine rağmen taşınmazı satın almasında davacıya bir kusur yüklenebilecek mi, davacı kötü niyetli sayılabilecek mi, davacı kötü niyetli sayılacak ise bu kusur illiyet bağını kesecek yoğunlukta mıdır sorularının cevabı önem taşımaktadır.
Öncelikle, hatalı olarak verildiği düşünülse dahi Devlet kurumlarınca özel mülkiyete konu edilerek gerçek ve tüzel kişiler adına tesis ve tescil edilen taşınmazlara ait tapu kayıtları kazanılmış hak oluşturacaklarından, hiçbir gerekçe ile “yok hükmünde” veya “geçersiz” sayılamazlar. Tapu kayıtları bedelsiz olarak iptal edilemez. Tapu kayıtlarının iptal edilmesi üzerine açılan bedel (tazminat) davaları reddedilemez.
Aksi yöndeki düşünce, Anayasamızın 90'ıncı maddesi ile mülkiyet hakkına ilişkin hükümlerine, hukuk devletinin güvenilirliği ve devamlılığı ilkesine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (1) No.lu Protokolünün 1'inci maddesine açıkça aykırılık teşkil eder.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre bir taşınmazın orman veya kıyı kenar çizgisi ya da başka bir kamu alanında olduğu gerekçesiyle tapusunun iptal edilmesi, hukuken öngörülebilir olup kamu alanlarının korunmasına yönelik kamu yararına dayalı meşru bir amaç da içermektedir. Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, mülkiyet tespitine ilişkin hukuki hatalar nedeniyle tapuların iptal edilerek kişilerin mülkiyetlerinden yoksun bırakıldıkları başvurular bakımından istikrarlı olarak hiçbir tazminat ödenmemesini haklı gösterecek herhangi bir istisnai durum da bulunmadığı halde bir tazminat ödenmeksizin bireylerin tapu kayıtlarının iptal edilmesi şeklindeki mülkiyetten yoksun bırakmaya yol açan müdahalenin, kamunun yararı ile bireylerin hakları arasında olması gereken adil dengeyi bozduğu ve bu müdahalelerin başvurucuları aşırı bir yük altına soktuğu kanaatine vararak başvurucuların mülkiyet haklarının ihlal edildiğine karar vermiştir. (N.A. ve diğerleri/Türkiye, B. No: 37451/97, 11/10/2005, §§ 36-43; Rimer ve diğerleri/Türkiye, B. No: 18257/04, 10/03/2009, §§ 34-41)
Tapu sicilinin tutulmasından doğan Devletin sorumluluğu bir kusursuz sorumluluk hali olduğundan, sorumluluğun ortadan kalkması için illiyet bağının kesildiğinin kanıtlanması gerekir. Burada zararın doğduğu anın tespiti illiyet bağının kesilip kesilmemesi yönünden önem arz etmektedir. Zira davacının tapu kaydındaki şerhi görerek ve bilerek taşınmazı satın almasının zararın oluşumuna katkısının bulunup bulunmaması, Devletin sorumluluğunun tespiti açısından önemlidir. Bu değerlendirme şüphesiz her somut olayın kendi şart ve özelliklerine göre yapılmalıdır.
Dairemizin çoğunluk görüşüne dayalı kararda, davacının tapu kaydında “orman tahdit ve sınırları içerisindedir” şerhi bulunan ve tapusunun iptal edilme ihtimalini öngörebildiği taşınmazı satın alması nedeniyle tazminat ödenmesini isteyemeyeceği düşüncesiyle kabul edilmiştir.
Böyle bir kabul, Devletin hatalı kayıt oluşturmasından kaynaklı sorumluluğu ile taşınmazın orman şerhinin bilinerek satın alınması olgusu arasında, bu kusursuz sorumluluğu bertaraf edecek nasıl bir bağlantı olduğunu izah etmeye yetecek dayanaktan yoksundur. Zira orman şerhini içerse de alım-satıma engel bir açıklama, tedbir kararı, vs. bulunmayan tapu kaydına güvenerek bulunduğu hâl üzere taşınmazı satın alan kişinin tapusunun kamu yararına dayalı meşru bir amaçla da olsa bedelsiz iptali ile tüm zararın davacıya yüklenmesi, mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin hatalı işlem yapan idare lehine bozulması sonucunu doğurur.
Davacının orman şerhli bir taşınmazı satın almış olması Anayasa’nın 35 inci maddesindeki güvenceleri ortadan kaldırmaz. Salt “orman” şerhli bir taşınmazın satın alınması, ilgili idarenin tapu sicilini gecikmeksizin, doğru ve eksiksiz oluşturma sorumluluğunun ihlalini mazur göstermeye yetmemelidir.
Bir taşınmazın orman tahdidi içinde kalmış olması ve bu hususun kesinleşmesi ile birlikte zarar doğmaktadır. Zarar doğduktan sonra böyle bir taşınmazı satın alan davacının, zararın doğumunda bir katkısının olduğundan söz edilemez. Zira davacı taşınmazı satın almadan evvel zarar oluşmuştur.
Şayet önceki malikin talep hakkının bulunmadığı bir durumda, yeni malik talep hakkı elde edecek olsa ve devir sırf bu amaçla yapılmış olsaydı, davacının eyleminin illiyet bağının kesilmesine neden olduğu kabul edilebilirdi. Zira burada zarar görenin bu eylemi zararın meydana gelmesinin sebebi olarak ortaya çıkmış olacaktı. Zarar görenin eyleminin zararın ortaya çıkmasının bir sebebi halini almadığı durumlarda illiyet bağının kesildiğinden bahsedilemez. Çünkü zarar ve sorumluluk zaten doğmuştur.
Somut olayda davacı orman tahdit sınırları içerisinde bulunan taşınmazı için eldeki davayı açmıştır.
Orman şerhli taşınmazdaki eski malik açısından var olabilecek bir hak, kötü niyetli olduğu ispatlanamamış yeni malik için de şüphesiz geçerli sayılmalıdır. Davacının, illiyet bağını kesebilecek yoğunlukta kötü niyetli olduğuna dair herhangi bir tespit dosya kapsamında yapılamamıştır. Bir kimsenin iyiniyetli olmadığına dair şüphe, kötü niyet ispatlanamadığı müddetçe nedensellik bağını kopartacak boyutta ve mülkiyet hakkı gibi ... bir anayasal hakkın ihlali için yeter düzeyde kabul edilemez. (Bkz. aynı anlamda, Anayasa Mahkemesi, B.no; 2019/4977, 24.11.2021
Yukarda açıklamış olduğum nedenlerden dolayı davanın kabulünün gerektiğini düşündüğümden, sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum. 19.12.2024
KARŞI OY
Dairenin 23.11.2023 tarihli Bozma İlamına ekli muhalefet şerhindeki açıklamalarım doğrultusunda Sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum. 19.12.2024