"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ: İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 37. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2022/2610 Esas, 2023/3014 Karar
DAVA TARİHİ: 05.11.2015
KARAR : Esastan ret
İLK DERECE MAHKEMESİ: İstanbul 9. Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2020/106 Esas, 2022/92 Karar
Taraflar arasındaki tapu kaydının mahkeme kararı ile iptal edilmesi nedeniyle uğranılan zararın 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 1007 nci maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkin davada yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesince, İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak davanın yeniden görülmesi için dosyanın İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesinin kaldırma kararı üzerine yargılama yapan İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davalı Hazine vekilince istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvurunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı Hazine vekilince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; İstanbul ili, Eyüp ilçesi, Pirinççi köyü 163 parsel sayılı taşınmazın kesinleşen Mahkeme kararı ile tapu kaydının iptali ile ormanı vasfı ile Hazine adına tapuya kayıt ve tesciline karar verildiğinden uğramış olduğu zararın faizi ile birlikte 4721 sayılı Kanun'un 1007 nci maddesi uyarınca davalı Hazineden tahsilini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı Hazine vekili cevap dilekçesinde özetle; davanın Orman Genel Müdürlüğü aleyhine açılması gerektiğinden davanın husumet yönünden reddine karar verilmesini, dava konusu taşınmazın 1939 yılında 3116 sayılı Kanun uyarınca yapılan ilk orman tahdidinde orman sınırları içerisinde kaldığını ve bu sınırların kesinleştiğini, 1987 yılında 6831 sayılı Kanun'un 3302 sayılı Kanun ile değişik 2/b maddesi uyarınca yapılan çalışmalarda da orman tahdit sınırları içinde kalmış olup bu çalışmaların 15.06.1988 tarihinde ilan edilerek kesinleştiğini, davacının tapu kaydına güvenden dolayı zarara uğramış olduğunu iddia etmesinin iyi niyetle bağdaşmadığını, Orman Genel Müdürlüğünce Eyüp 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2006/322 Esas sayılı kesinleşen kararı ile taşınmazın orman vasfı ile Hazine adına tesciline karar verildiğini, davanın zamanaşımı yönünden reddine karar verilmesi gerektiğini, davacının dava tarihi itibarıyla zararını talep etmesinin hukuka aykırı olduğunu belirterek davanın reddini talep etmiştir.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile taleple bağlı kalınarak davanın kabulüne, hükmedilen tazminatın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 125 inci maddesi uyarınca davacı yerine geçen temlik alan davacıya ödenmesine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. İstinaf Sebepleri
Davalı Hazine vekili istinaf dilekçesinde özetle; dava konusu taşınmazın halihazırda Hazine adına tescilli olmadığını ve temlik eden ... adına kayıtlı bulunduğunu, bilirkişi raporlarının hüküm kurmaya elverişli olmadığını, münavebeye en yüksek gelir getirici ürün olan kavun ve lahana seçilip bu ürünler üzerinden değerlendirmede bulunarak yüksek bedel belirlendiğini, objektif değer artış oranının yüksek belirlendiğini, davanın husumetten reddi gerektiğini, belirlenen bedelin yüksek olduğunu, tapudaki şerhi görerek taşınmazı iktisap eden temlik eden ve davacının sonradan tazminat davası açarak zarara uğradıklarını iddia ettikleri gözetilerek tazminat şartları oluşmadığından davanın reddi gerektiğini, yapılan ıslahların geçerli olmadığını, ıslah dilekçesi verilerek dava dilekçesinde talep edilen faiz başlangıç tarihinin değiştirilmesinin mümkün olmadığını, davanın ormanların korunması ve tespiti nedeniyle resen yapılan bir işlemden doğduğunu, öncesi orman olan bir yerin yeniden tespitinin söz konusu olduğunu, ortada bir zararın bulunmadığını, tapuya ... ilkesinin korunacağı üçüncü kişinin de bulunmadığını, Hazine harçtan muaf olmasına rağmen başvurma harcı ve diğer harçların Hazineye yüklenmesinin hatalı olduğunu belirterek İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasını ve davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
C. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile İlçe Tarım ve Orman Müdürlüğünden gerekli kayıt ve belgeler celbedilerek yeniden yapılan keşif ve alınan bilirkişi kurulu raporu ile değerlendirme tarihi itibarıyla vasfı arazi olarak belirlenen taşınmazın değerinin resmi veriler ışığında net gelir yöntemiyle belirlenmesine, dava konusu taşınmaza ilişkin İSKİ tarafından herhangi bir kamulaştırma işleminin yapılmadığının ve söz konusu kamulaştırma şerhinin yargılama aşamasında terkin edildiğinin anlaşılmasına göre mahkemece verilen karar usul ve kanuna uygun olup delillerin takdirinde herhangi bir isabetsizlik bulunmadığından davalı Hazine vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davalı Hazine vekili temyiz dilekçesinde özetle; istinaf dilekçesinde ileri sürdüğü hususları tekrar ederek Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulmasını talep etmiştir.
C. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık, 4721 sayılı Kanun’un 1007 nci maddesi uyarınca tazminat istemine ilişkindir.
2. İlgili Hukuk
1. 6100 sayılı Kanun'un 369 uncu maddesinin birinci fıkrası ile 370 ve 371 inci maddeleri.
2. 4721 sayılı Kanun’nun “Sorumluluk” karar başlıklı 1007 nci maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.”
3. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.11.2009 tarihli ve 2009/4 - 383 Esas, 2009/517 Karar sayılı ilâmında tapu işlemlerinin kadastro tespit işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğu, tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan bu kayıtlarda yapılan hatalardan 4721 sayılı Kanun’un 1007 nci maddesi anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulünün gerektiği, Devletin sorumluluğunun kusursuz sorumluluk olduğu, bu işlemler nedeniyle zarar görenlerin 4721 sayılı Kanun’un 1007 nci maddesi gereğince zararlarının tazmini için Hazine aleyhine adlî yargıda dava açabilecekleri belirtilmiştir.
4. 4721 sayılı Kanun’un 1007 nci maddesi uyarınca kabul edilen Devletin sorumluluğu, tapu sicilinin önemi ve kişilerin bu sicile olan ... duygularını sağlamak bakımından aynî hakkının saptanması, herkese açık tutulmasında tekel hakkı sağlayan bir sicil olması esasına dayanmaktadır. Bu sorumluluk, asıl ve nesnel (objektif) bir sorumluluk olduğundan zarara uğrayan zararının ödetilmesini doğrudan Devletten isteyebilir.''
5. 4721 sayılı Kanun'un "Tapu sicilinin açıklığı" karar başlıklı 1020 nci maddesi şöyledir:
“Tapu sicili herkese açıktır. İlgisini inanılır kılan herkes, tapu kütüğündeki ilgili sayfanın ve belgelerin tapu memuru önünde kendisine gösterilmesini veya bunların örneklerinin verilmesini isteyebilir.”
6. 4721 sayılı Kanun'un "Dürüst Davranma" karar başlıklı 2 inci maddesi şöyledir:
"Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz."
3. Değerlendirme
1. Bölge adliye mahkemelerinin nihai kararlarının bozulması 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
2. Dava konusu İstanbul ili, Eyüp ilçesi, Pirinççi köyü 163 parsel sayılı 100.500,00 m² yüzölçümlü taşınmazın 1967 yılında tapulama ile dava dışı Ali Gülel adına tescil edildiği, temlik eden davacı ...’nin 01.03.1994 tarihinde satın alarak malik olduğu ve 28.11.1995 tarihinde taşınmazın tapu kaydına “Bu parselin ormanla ilişkisi vardır” şeklinde şerh konulduğu, tapuda ... adına kayıtlıyken Orman İdaresi tarafından açılan Eyüp 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2006/322 Esas, 2010/172 Karar sayılı dosyasında orman vasfı ile Hazine adına tesciline karar verildiği, kararın temyiz incelemesinden geçerek 10.05.2011 tarihinde kesinleştiği ve eldeki davanın 05.11.2015 yılında 10 yıllık zamanaşımı süresi içinde açıldığı anlaşılmıştır.
3. Temyizen incelenen karar, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile hukukî ilişkinin nitelendirilmesine, dava şartlarına, yargılama ve ispat kuralları ile kararda belirtilen gerekçelere göre davacı vekilinin tüm, davalı Hazine vekilinin aşağıdaki paragrafın kapsamı dışındaki temyiz itirazları kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
4. Dosya kapsamına göre, yargılama sırasında davacı ...’nin 29.12.2015 tarihinde düzenlenen “dava konusu hakların devri protokolü” başlıklı sözleşme ile iş bu davadaki alacağını tüm ferileriyle birlikte ...'a temlik ettiği anlaşılmıştır.
5. 4721 sayılı Kanun'un 1020 nci maddesinin; "Tapu sicili herkese açıktır. İlgisini inanılır kılan herkes, tapu kütüğündeki ilgili sayfanın ve belgelerin tapu memuru önünde kendisine gösterilmesini veya bunların örneklerinin verilmesini isteyebilir. Kimse tapu sicilindeki bir kaydı bilmediğini ileri süremez.'' hükmü nazara alındığında tapu orman vasfıyla ... adına tescil edildikten sonra tapu kaydının iptali nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemi ile açılan davadaki alacağı devir alan temlik alanın iyi niyetli olduğundan ve 4721 sayılı Kanun'un 2 nci maddesi uyarınca dürüst davrandığından söz edilemez. Hâl böyle olunca, bir zararının oluştuğu kabul edilse bile bu zararın tapu sicil kayıtlarının doğru tutulmamasından kaynaklandığı söylenemeyeceği gibi tapu kaydının orman vasfı ile Hazine adına tescil edildiğinden bahisle taşınmaza ilişkin önceki tapu malikinin taşınmaz hakkında mülkiyet hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle açılan tazminat istemli davadaki alacağı temlik almasından dolayı uğradığı zararı 4721 sayılı Kanun'un 1007 nci maddesi uyarınca Devletten isteyen davacının uğradığı zarar ile tapu işlemleri arasında nedensellik bağının varlığından da bahsetmek mümkün olmayacağından davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi bozmayı gerektirir.
VI. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
1. Davalı Hazine vekilinin temyiz isteminin kabulü ile temyiz olunan İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının ORTADAN KALDIRILMASINA,
2.İlk Derece Mahkemesinin kararının BOZULMASINA,
Dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
12.06.2024 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.
(Karşı Oy)
KARŞI OY
Dava, dava konusu taşınmazın orman sınırları içinde kaldığından bahisle tapu kaydının mahkeme kararı ile iptali nedeniyle uğranılan zararın 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 1007 nci maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir.
İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen karara karşı davalı Hazine vekili tarafından yapılan istinaf başvurusunun İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 37. Hukuk Dairesince esastan reddine ilişkin hükmünün Dairenin çoğunluk görüşü doğrultusunda bozulmasına karar verilmiş ise de bu görüşe katılmamaktayım. Şöyle ki;
4721 sayılı Kanun'un 1007 nci maddesinde, tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devletin sorumlu olacağı hükme bağlanmıştır. Devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğunun, nitelik itibarıyla kusursuz sorumluluk olduğu hususu gerek doktrinde gerekse Yargıtay kararlarında kabul edilmektedir. Sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanıksız olarak tutulmuş olan kayıtlar nedeniyle doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Tapu işlemleri, kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan, tapu kütüğünün oluşumu aşamalarında kadastro işlemleri ile tapu işlemlerinin bir bütün oluşturduğu kuşkusuzdur.
4721 sayılı Kanun'un 1007 nci maddesinde kabul edilip sorumluluğun doğabilmesi için ilk şart, Tapu Sicil Tüzüğü'nün 7 nci maddesinde sayılan ana ve yardımcı sicillerin Devlet tarafından tutulması için gerekli bir eylem veya işlemin bulunmasıdır. Bildirim yükümlülükleri, sicilin tutulmasına ilişkin araçların korunması, saklanması, kayıtların yazımından önce gerekli araştırmaların yapılması, siciller ile ilgili örneklerin ilgilisine verilmesi, sicildeki bilgilerin eksik ya da yanlış ve eksik çıkartılması gibi hususlar da tapu sicilinin tutulması kavramı içine girmektedir. Devletin sorumluluğundan sözedebilmek için bu kayıtların tutulması sırasında bir hatanın mevcut olması veya gerçeğe aykırı bir sicilin tutulmuş olması gerekir.
Tapu sicilinin tutulması nedeniyle Devletin sorumlu tutulmasının ikinci şartı bir zararın oluşmuş olmasıdır. Zarar tehlikesi var olmakla birlikte henüz zarar doğmamış ve başka türlü zararın önlenmesi imkanı var ise, ayni hakkını kaybeden veya ayni hakkı sınırlandırılan kişi, tapu kaydının düzeltilmesi davası ile ya da tapu memurunun bir işlemi ile hakkına kavuşabilecekse, zararın doğduğundan söz edilemez. Zararın varlığının kesin olarak anlaşıldığı hâllerde Devletin sorumluluğundan söz edilebilecektir.
Yerleşmiş Yargıtay ugulamalarında; kesinleşmiş orman sınırları ya da kesinleşmiş kıyı kenar çizgisi içinde kalan taşınmazların tapu kaydı henüz iptal edilmemiş bile olsa, zararın doğduğu kabul edilmektedir. Kesinleşmiş kıyı kenar çizgisi ya da orman tahdidi içinde kalan taşınmaz için tapu sicilinin yolsuz oluşturulduğu benimsenmektedir.
4721 sayılı Kanun'un 1007 nci maddesine göre Devletin sorumluluğunun doğabilmesi için meydana gelen zarar ile, tapu sicilinin tutulması arasında illiyet bağının bulunması, ayrıca zarar görenin bu illiyet bağını kesecek derecede bir kusurunun bulunmaması gerekir. Eğer zarar görenin bir kusuru var ve bu kusur illiyet bağını kesecek yoğunlukta ise, Devletin sorumluluğundan söz edilemeyecektir.
Tapu sicilinin tutulmasından doğan Devletin sorumluluğu bir kusursuz sorumluluk hali olduğundan, sorumluluğun ortadan kalkması için illiyet bağının kesildiğinin kanıtlanması gerekir. Burada zararın doğduğu anın tespiti illiyet bağının kesilip kesilmemesi yönünden önem arz etmektedir. Bir taşınmazın orman tahdidi ya da kıyı kenar çizgisi içinde kalmış olması ve bu hususların kesinleşmesi ile birlikte talep hakkının doğduğu kabul edilmektedir. Bu sınırlar içinde kalan tapunun iptal edilmiş olması şartı dahi aranmamaktadır. Yani zarar Devletin tapu verdiği bir taşınmazın orman sınırlarına alınmasıyla doğmuş olmaktadır.
Mülkiyet hakkı gerek Anayasa ve kanunlarla iç hukuk yönünden, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleri ile kabul edilmiş ... haklardandır. (Anayasa md. 35/1 AİHS ek protokol 1-1) 4721 sayılı Kanun'un 683 üncü maddesinde de bir şeye malik olan kimsenin hukuk düzeninin sınırları içerisinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisi olarak belirtilmiş, malikin malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi her türlü haksız el atmanın önlenmesini de dava edebileceği hüküm altına alınmıştır. Bütün bunların yanında mülkiyet hakkı kamu yararının bulunduğu hallerde sınırlandırılabilir ya da tamamen kaldırılabilir. Ancak bu sınırlandırma ya da kaldırma gerçekleştirilirken T.C. Anayasa'sının 90 ıncı maddesinin beşinci fıkrası ile iç hukukun üstünde sayılan AİHS hükümleri gereğince AİHM tarafından oluşturulan 30.05.2006 tarihli ve 1262/02 sayılı kararında ifade edildiği üzere; "...bir kişiyi mülkünden yoksun bırakan bir önlemin..." "...kamu yararına meşru bir amaç gütmesi gerektiği..." bu önlem alınırken başvurulan yollar ve gerçekleştirilmesi amaçlanan hedef arasında makul bir denge olması gerektiği "kişinin kişisel ve haddinden fazla yük taşımak zorunda kalması halinde gerekli dengenin kurulamayacağı," açıktır. Bir başka ifadeyle kamu yararı mülkiyet hakkından kısmen veya tamamen yoksun bırakılan kişinin menfaati arasında makul, kabul edilebilir, hak ve adalet dengesini sağlayacak bir oranın kurulması asıldır.
Devlet tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkına değer verileceği kuşkusuzdur. Böyle bir yer özel mülkiyet kapsamından çıkarılarak kamu malı niteliğini kazanmakla birlikte, kişinin ya da kişilerin söz konusu tapuya dayalı hakkının yukarıda ifade edildiği gibi hukukî güvenlik ilkesinin sonucu olarak korunması gerektiği muhakkaktır. Aksi düşünce tarzının, devletin, verdiği tapunun geçersizliğini ileri sürerek, hiçbir karşılık ödemeksizin iptalini istemesi, zamanında geçerli bir şekilde ve kayda dayalı olarak oluşturulan mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi, kamu vicdanını yaralaması yanında hukuk devleti ilkesini de zedeleyen bir tutum oluşturacaktır.
Önceki malikin talep hakkının bulunmadığı bir durumda yeni malik talep hakkı elde edecek olsa ve devir sırf bu amaçla yapılmış olsaydı, davacının eyleminin illiyet bağının kesilmesine neden olduğu kabul edilebilirdi. Zira burada zarar görenin bu eylemi zararın meydana gelmesinin sebebi olarak ortaya çıkmış olacaktı. Zarar görenin eyleminin zararın ortaya çıkmasının bir sebebi halini almadığı durumlarda illiyet bağının kesildiğinden söz edilemez. Çünkü zarar ve sorumluluk zaten doğmuştur.
Eldeki davada davayı açan malike ait taşınmazın tapu kaydı, taşınmazın orman sınırları içerisinde kaldığından bahisle mahkeme kararı ile iptal edilmiş olup davacının Kanun'un 1007 nci maddesi uyarınca zararının tazmini koşulları yukarıda açıklanan nedenlerle oluşmuştur.
Ancak, davacı davadaki alacağını (müddeabihi) yargılama sırasında devretmiş ve devralan davaya devam etmiştir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 125. maddesinde;
“…(1) Davanın açılmasından sonra, davalı taraf, dava konusunu üçüncü bir kişiye devrederse, davacı aşağıdaki yetkilerden birini kullanabilir:
a) İsterse, devreden tarafla olan davasından vazgeçerek, dava konusunu devralmış olan kişiye karşı davaya devam eder. Bu takdirde dava davacı lehine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.
b) İsterse, davasını devreden taraf hakkında tazminat davasına dönüştürür.
(2) Davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından devredilecek olursa, devralmış olan kişi, görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve dava kaldığı yerden itibaren devam eder. Bu takdirde dava davacı aleyhine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.” hükmüne yer verilmiştir.
Bu hüküm, dava konusunun davanın açılmasından sonra devrini (müddeabihin temlikini) düzenlemektedir. Dava açıldıktan sonra sınırlayıcı bir neden bulunmadığı takdirde dava konusu malın veya hakkın üçüncü kişilere devredilebilmesi “tasarruf serbestisi” kuralının bir gereği, hak sahibi veya malik olmanın da doğal bir sonucudur. Usul Hukukumuzda da ayrık durumlar dışında dava konusu mal veya hakkın davanın devamı sırasında devredilebileceği kabul edilmiş, HMK’nın 125. maddesi, dava konusunun taraflarca üçüncü kişiye devir ve temliki hâlinde yapılacak usul işlemlerini belirlemiştir.
Maddenin ikinci fıkrası gereğince davanın açılmasından sonra, dava konusu, davacı tarafından devredilirse, devralmış olan kişi, görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve davaya kaldığı yerden itibaren devam eder. Başka bir anlatımla HMK’nın 125/2. maddesinde, davacı tarafından dava konusunun üçüncü kişiye devredilmesi hâlinde, devralan üçüncü kişinin, hukuk gereği (ipso iure) davacı sıfatı ve buna bağlı olarak davayı takip yetkisi kazanacağı ve davanın yeni davacı ile süreceği kabul edilmiştir.
Davacının dava konusunu devretmesi durumunda, davalının tercihi aranmadan, devralan, davacının yerine kendiliğinden geçerek yargılama aşamasında her zaman davada taraf sıfatını kazanacaktır. Devir alan kişinin davacının yerine geçmek suretiyle davaya kaldığı yerden devam edeceği ilkesi getirilmiştir. Dava konusu hangi aşamada devredildiyse, o andan itibaren devralan kişi davanın tarafı hâline gelecektir.
Dava hakkı, asıl (sübjektif ) hakkın içinde bulunan bir hak olduğu için asıl hakkın devri ile dava hakkı da devredilmiş olur. Bir hakkın devri, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK’nın) 183. maddesi hükümlerinde düzenlenen alacağın temliki suretiyle gerçekleşir. Alacak temlik edilince devreden kişinin, alacaklı sıfatı ile birlikte davacı sıfatı da devir alana geçer ve davacı yerine geçen üçüncü şahıs usulden doğan yetkilerini kullanabilir.
Alacağın devri, alacaklı ile onu devir alan üçüncü şahıs arasında; kanun, sözleşme veya işin niteliği engel olmadıkça, borçlunun rızasına ihtiyaç olmaksızın yapılabilen yazılı şekle bağlı sözleşme, kanun ya da kazaî kararla gerçekleşen tasarrufî bir muameledir. Alacağın devri kural olarak borçlunun rızasına ihtiyaç olmaksızın yapılabilen tasarrufî bir hukukî işlemdir,
TBK’nın 183. maddesinin birinci fıkrasına göre maddede sayılan hâller dışında kural olarak alacağın devrinde borçlunun rızasına gerek yoktur, sadece alacağı talep hakkı devredilmektedir. Diğer bir anlatımla alacağın devrinde borcun özü muhafaza edilmekte, sadece şahıslarda değişiklik olmaktadır.
Somut olayda; dava 05.11.2015 tarihinde eski malik ... tarafından açıldıktan sonra 29.12.2015 tarihinde düzenlenen "dava konusu hakların devri protokolü" başlıklı sözleşme ile işbu davadaki alaçak tüm ferîleriyle birlikte ...'a devredilmiştir. Belge, dava açıldıktan sonra düzenlendiğinden ve içeriği itibarıyla dava konusu edilen hak ve alacaklar devredildiğinden dava konusunun devri niteliğindedir.
Yukarıda açıkladığım nedenlerle dava konusunu devralanın TBK'nın 183 maddesinde sayılan engel durumlar da söz konusu olmadığı halde kötüniyetli olduğunun kabulü ile davanın reddi gerektiği yönündeki çoğunluğun bozma görüşüne katılmıyorum. 12.06.2024